Önce Mazlum-Der pratiğinde yaşanan sekülerleşme, demokratikleşme, giderek pek çok İslami çevreyi de kuşatmış, bugün gelinen noktada ise zirveye ulaşmış bulunuyor. Gelinen noktada artık Mazlum-Der, şirk sistemi içinde “demokratik Türkiye’yi inşa edecek yeni, sivil bir Anayasa yapımı”nı kendisine iş edinecek kadar laik demokratik sisteme, Batının seküler değerlerine entegre olmuş durumdadır. Üstelik bu süreçte kendisiyle birlikte birçok “İslami Kuruluş”un da aynı istikamette değişimine katkı sunan bir rol de oynamıştır. İşte İslami camiadaki son demokratikleşme eğilimlerinin arka planını ve nasıl bir sürecin sonunda bu hale gelindiğini anlamak için, bu konuda model olan Mazlum-Der savrulma serüveninin üzerinde durulması önem arz etmektedir. Mazlum-Der’in kurucu Genel Başkanı Mehmet Pamak’ın bu değişim sürecine dair tanıklığı ve uyarıları ise, halimizi ve gidişatı sorgulamaya vesile olacak bir içeriktedir. İşte bu sebeple, Pamak’ın yıllardır yapageldiği bu uyarılardan bazı kesitleri Mazlum-Der’in 20. yıl dönümü münasebetiyle bir daha hatırlamanın faydalı olacağını düşünerek, okuyucunun istifadesine sunuyoruz.
– Mevcut insan hakları anlayış ve uygulanmasındaki ideolojik, seküler sapmalardan korunmuş, vahyi merkeze alan, İslami ölçü ve ilkelere dayalı bir örneklik oluşturmak.
– Uygulamadaki çifte standarlı anlayışa karşı, ortaya, insanı baz alan, ayrımsız, çifte standartsız, adil bir insan hakları mücadelesi örnekliği koymak.
– Mevcut insan hakları mücadelesiyle çatışmak yerine, var olana, fıtri erdemlerle uyumlu, vahyin ölçüleri ile belirlenen özgün bir anlayışı gündemleştirerek, dinamik ve devrimci bir soluk katmak.
– İdeolojik tarafgirlikle zaaflı, sınırlı ve çifte standartçı mevcut anlayışa yeni bir açılım ve yeni bir ufuk kazandırmak.
– Müslümanların bu konudaki açığını kapatmaya çalışmak, sonuçta hem insan haklarını muhteva bakımından vahye uygun daha onurlu bir konuma/hakkettiği yere oturtmak, hem de adil çifte standartsız haklar mücadelesiyle, Allah’ın bütün kullarını, bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri adalet ve özgürlük (dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin ayeti çerçevesinde tercih özgürlüğü) vasatına kavuşturmak üzere kurulduk.
– Bu alandaki tüm kavramlara, vahyi tanımlar kazandırmayı amaçladık. İnsan, Hak, Hukuk, Adalet, Zulüm, Mazlum, Zalim v.b. tüm kavramları vahiyle gerçek tanımlarına Kavuşturmaya çalıştık.
Mazlum-Der’in ilk döneminde insan haklarının ölçü ve sınırının vahiyle belirlenmesi esas alındı. İslami kimlik ve ilkelere referans çok açık bir biçimde ifade ve ibraz edildi. Bütün bu muhteva, hem ilk basın toplantımızda, hem çıkardığımız yayın ve bültenlerde, hem değişik İnsan Hakları kuruluşlarına gönderdiğimiz kendimizi ve ilkelerimizi tanıtan metinlerde, hem de değişik kuruluş ve kesimlerle bizzat yaptığımız görüşmelerde açıkça ortaya konuldu. Faaliyetlerimiz başladıktan bir süre sonra, bir grup solcu yazar Mazlumder’i ziyarete gelmişlerdi. Bu heyette yer alan yazar Tanıl Bora şunları söylemişti; “Mehmet bey, çıktığınızdan beri bizi şok ediyorsunuz, son derece adil ve çifte standartsız bir insan hakları mücadelesi veriyorsunuz, sizin bu tür adil tutumunuzu yansıtan bildirilerinizi biz de beğenerek İHD’de panoya asıyoruz, ancak kısa sürede yırtılıp atıldığını görüyoruz. Yani bizimkiler sizin adaleti savunan bildirilerinize bile tahammül edemezken, siz bu kadar adil olmayı, düşünce, inanç ve ırk ayrımı gözetmeden herkesin hak ve özgürlüklerini savunan bir çizgi oluşturmayı nasıl başarabiliyorsunuz” mealinde sözler söylemişti. Biz de şu cevabı vermiştik, “Tanıl bey, biz İslam’ı tercih edene kadar özgürüz, ama bağımsız irademizle İslam’ı tercih ettikten sonra artık vahye teslim oluyoruz. Bu bakımdan, hayatımızın bütün alanlarında ve bu arada insan hakları alanında da, Kur’an’a tabi olmak zorundayız. Yani bizim, sizin de takdir ettiğiniz, çifte standartsız adalet ve hak anlayışımızın ölçülerini, sizin de, bizim de Rabbimiz, yaratıcımız olan Allah belirliyor. Eğer biz de sizin gibi beşeri bir ideolojinin müntesibi olsaydık, biz de şu veya bu ölçüde çifte standartlara sürüklenebilirdik. Ancak sizin de, bizim de Rabbimiz olan Allah, ayrım gözetmeksizin bütün kullarının haklarının ve adaletin tecellisinin güvencesi olmamızı bize emrettiği için biz böyle davranmak zorundayız. Yani takdire şayan buluğunuz adil tutumumuzun arkasında, böyle davranmamızı emreden Rabbimiz ve adil ölçüleri belirleyen Kur’an vardır. Ülkücü kimliğe sahip olduğum süreçte, solcuların insan haklarının ihlal edilmesi beni ilgilendirmezdi. Ama şimdi onların hak ve özgürlüklerinin de savunuculuğunu yapıyorum. Ben de bu adil değişimi sağlayan Kur’an’dır.”