“İslam davasını, ancak vahyin şahitliğinde ısrarlı, ilkeli, istikrarlı ve süreklilik arz eden tevhidi mücadele ileriye taşıyabilecektir” “Müslümanlar, demokrasi oyunun bir figüranı haline gelmeden, Hz. Nuh (as) misali tevhid gemisini inşa etmeyi ısrarla sürdürmeleri gerektiğini akıldan çıkarmamalıdırlar. Tevhidi ihya, ıslah ve inşa çabasıyla örülen İslam binasına bir tuğla koyacak olan da ancak bu ilkeli duruştur. Tıpkı tek tek ve güçsüz su damlalarının aynı hedefe sürekli vuruşları nasıl kayaları oyuyorsa, aynı şekilde bir toplumu da, ısrarla savunulan ve taviz vermeden sürdürülen ilkelere bağlılık ve bu istikamette ortaya konulacak ilkeli, onurlu ve sebatkâr İslami örneklikler dönüştürecektir. Cahili bir toplumu, ancak vahyin ilkeli şahitliğinde ısrarlı, istikrarlı ve süreklilik arz eden tevhidi mücadele dönüştürecek ve İslam davasını ancak böyle onurlu ve tavizsiz bir mücadele ileriye taşıyabilecektir.”
Konferansın tam metni:
Bismillahirrahmanirrahim Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi, sizlerin ve bütün dünya Müslümanlarının üzerine olsun değerli kardeşlerim. Kendisini Müslüman olarak tanımlayanların Müslümanca bir hayatı sürdürmekte ısrarcı olmamaları çok yaygın bir zaafı oluşturuyor. Tevhidi bilinçle iman edenlerin bile ilkelerine sadakatte ısrarcı olamamaları, İslami kimlik ve ilkelerden taviz vermeden uzun soluklu bir yürüyüşü gerçekleştirememeleri üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir derdimiz olarak gündemimizden bir türlü çıkmıyor/çıkamıyor. Belli bir bilince ulaşmış Müslümanların, sürekli yalpalayıp zikzak çizmelerini, dünyevileşme meyli ve pragmatizm hastalığıyla oradan oraya savrulmalarını engellemeye çalışmanın, şirke, küfre, ifsada karşı mücadele vermeye göre çok daha fazla vaktimizi aldığını, çok daha yorucu ve yıldırıcı olduğunu ifade etmeliyim. Adam gibi “ben müslmanlardanım ve ölünceye kadarda Müslüman kalmalıyım” deyip, bu ahdinin arkasında sadakatle durabilecek adam sayısı ne kadar azdır. Bu kadar zor mu Müslüman olmak ve Müslüman kalabilmek, bu kadar zor mu müslümanca yaşamak? Neden, insan sözüne sadık olmaz, ahdine sadakat göstermez? Neden, çiçgisini ısrarla sürdürmez, istikameti korumak için ölüm gelene kadar bir çaba içerisine girmez? Gerçekten bunu anlamakta zorlanıyorum. Neyin hesabı yapılıyor? Neticede ölmeyecek miyiz, hesaba çekilmeyecek miyiz? Dünyevi makamlar, mevkiler, çıkarlar uğruna bu kadar ilkesiz, bu kadar zikzak çizen bir görüntü Müslümana yakışıyor mu? Ama maalesef, Müslümanların büyük bir ekseriyetinin, İslami kimlik ve ilkelerin bilincine sahip olma ve onları tavize yanaşmadan koruma konusunda çapsız, niteliksiz ve iradesiz olduğu sonucu ortaya çıkıyor? Değerli kardeşim! Bütün sorun bizde. Allah’ın yardımına müstahak olmayı sağlayacak bir imana sahip olma ve onun ilkeli şahitliğini yapma konusunda çok seviye kaybettiğimize inanıyorum. Bunun için, Müslümanlar olarak Allah’ın yardımını alamıyoruz. Allah yardım etmiyor bize. Allah niye yardım etsin bize? Biz adam gibi Müslümanlar olsak, Allah’ın yardımcıları, Allah’ın dininin yardımcıları olmayı başarabilsek ve ayağımızı Allah’ın yolunda sabit kılabilsek, Allah vaadinden döner mi? Ne diyor Rabbimiz: “onlara yardım etmem, mü’min kullarımın üzerimdeki haklarıdır”. Bir başka ayette de “siz Allah’a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar”. Bunu Rabbimiz, yaratıcımız, Allah’ımız söylüyor. Ama biz böyle Müslümanlar, bu yardıma layık mü’minler olamıyoruz ki, işte sorun burada. Bir türlü, ilkeli İslami kimlik ibrazını ve istikameti korumada tavizsiz duruşu gerçekleştiremiyoruz. Allah’ın dini uğrunda, O’nun bize şeref bahşedecek rızasını kazanma uğrunda yeterli fedekarlık ve adanmışlık ruhunu bir türlü kazanamıyoruz. Neden böyle bir nitelik kazanılamıyor? Tam bir bilinçlenme ve birikim oluşuyor, bir kadro nüvesi oluşuyor diye sevinecek oluyorsunuz, bir takım gelişmeler oluyor, oradan buradan bir korku yada dünyevileşme rüzgarı esiyor, her şey allak bullak oluyor. Bir çok kişi sapır sapır dökülüveriyor, oradan oaraya savrulmaya başlıyor. Ya korku rüzgarı, ya çıkar menfaat, ihale, kredi, makam, mevki, milletvekilliği rüzgarı esiyor. Bir bakıyorsunuz ki, onca Müslümanların yerinde yeller esiyor. Bu nasıl Müslümanlık, bu nasıl iman Allah aşkına? Neden insan imanına sadakat göstermez ve direnmez? İşte “Ey iman edenler iman edin…” ayeti bu konuda ikaz etmiyor mu bizleri? Neden uyarıyor Rabbimiz? Çünkü iman edenler, maalesef iman ettikleri değerler uğrunda sadakatli bir yürüyüşü uzun soluklu bir yürüyüşü gerçekleştirmekte sorun ve zaaf yaşıyorlar. Bu tür ayetlerin bize mesajı şudur: Eğer gerçek mü’minler iseniz, hevaya değil iman ettiğiniz değerlere ve kitaba uyun. Hayatınızı iman ettiğiniz kitabın ölçülerine, Allah’ın hükümlerine, Peygamberin güzel örnekliğine uygun bir biçimde düzenleyin. Çünkü Allah’a, Peygamberlerine ve kitaplarına iman etmenin en temel ve bağlayıcı gereği budur. Eğer gerçek mü’minlerseniz, tıpkı Peygamberler gibi, vahyin şahitleri olun, imanınıza sadakatinizi, yaşantınızla ve onun uğrunda yapacağınız fedakârlıklarla ispat edin. İmanınız uğrunda tıpkı örneğiniz Peygamberler gibi bedel ödemeyi göze alın ve onu dünyanın süsleriyle değişmeyin. Esen konjonktürel rüzgarlar sizi kolayca yamultamasın. Gerçek mü’minlerseniz eğer, dünyevileşmeye karşı direnin. Dünyanın süslerine ve hevaya kapılmayın. Korkular, çıkarlar, dünyevi hesaplar, ikbal, iktidar ve ihaleler, makam, mevki ve zenginleşmeler, çürütücü pragmatizm sizi imanınıza uygun yaşamaktan, vahye şahitlikten, şehitlikten alıkoyamasın. Eğer gerçek mü’minlerseniz, Allah’ın dininin tahrif edilmesine karşı durun, yanlış din anlayışlarına müsamaha ile bakmayın, emri bil maruf nehyi anil münker sorumluluğunuzu ibadet bilinciyle lâyıkı vechile yerine getirmekten uzak durmayın. Eğer gerçek mü’minlerseniz, yaşantı ve tercihlerinizle, iman ve küfür arasında gidip gelen bir pratikten ve amellerden uzak durun. Tarihsel süreçte, İslam adına üretilen geleneksel cahiliye dininin Allah, Peygamber ve kitap algı ve anlayışının, tıpkı kitap ehli gibi, Kur’an’da zikredilenle alakasız büyük sapmaları içerdiği bilinmektedir. İşte bu ayet, iman ettiğini iddia edenlerin imanlarını vahyin ölçülerine uygun hale getirmelerini istemektedir. Bu davet, Allah’ı, Resulünü ve kitabı, Allah’ın istediği ölçüler içinde kabul edip, hakkıyla ve gereği gibi takdir edip ve öyle de iman etmek çağrısıdır.
Değerli kardeşlerim! |