Pamak: Katil Amerika, NATO, İsrail ve işbirlikçileri mi terörist, yoksa onların işgal, katliam ve zulümlerine direnenler mi?
İLKAV’ın bu haftaki Cuma konferansında, İslami direniş öncülerinden Usame Bin Ladin’in şehid edilişi sebebiyle onun kişiliği ve mücadelesi ele alındı. Cuma namazını müteakiben de gıyabi cenaze namazı kılındı.
İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, bu haftaki konferansında da önce, daha önceki haftalardan itibaren sürdürdüğü, nüzul sırasıyla Kur’an surelerinden günümüze ışık tutan, yolumuzu aydınlatan yoldaki işaretleri çıkarmaya yönelik sunumuna devam etti ve Müddessir Suresini tamamladı. Konferansın gündeme dair bölümünde ise, Şehid Usame Bin Ladin’i tanıtan, mücadelesini anlatan, şehadetinin ardından ülkede ve dünyada yapılan açıklamaları değerlendiren bir konuşma yaptı.
Pamak, bu konuşmasında, daha önce hazırladıkları ve bir grup Müslüman yazarla birlikte imzalayıp yayınladıkları basın açıklamasının muhtevasını biraz daha açıklayarak gündeme getirdi. Bu bildirinin yayınlamasına gelen tepkileri de değerlendiren Pamak özetle şunları söyledi:
Emperyalist zalimler, gerçek küresel teröristler, mazlum halkların emperyalizme karşı direnen evlatlarını “terörist olarak damgalayıp alçakça katlediyorlar
“Değerli kardeşlerim!
Amerika, Avrupalı sömürgeci halkların en kötü, en alçak, en katil ruhlu ve paracı insanlarının, dünyevi çıkar ve hazları uğruna, yerli Kızılderili halkını on milyon nüfustan 200 bine indirecek kadar soykırımdan geçirerek, onların kanı üzerine ve onların topraklarında kurulmuş ve katil-kan dökücü niteliği sürekli olan ve sürekli kanla beslenen vampir bir devlettir. Ayrıca, milyonlarca siyah Afrikalıyı zorla ülkelerinden kaçırıp köleleştirerek, bir o kadarını da katlederek, daha sonra ise, başta Vietnam, Kamboçya, Kore, Nagazaki, Hiroşima, Güney (Latin) Amerika, Afganistan, Pakistan, Irak vb bir çok ülkede on milyonlarca masum insanı katletmek pahasına, işgal, istila, katliam ve soygunlarla hayatını sürdüren, tam anlamıyla küresel bir terör devletidir. Bu terör devletinin ve onu doğuran Avrupa sömürgeci terör devletlerinin tam desteğine sahip Siyonist İsrail de bölgede Müslüman halkların kanını dökmekle görevlendirdikleri, bir diğer vampir terör devletidir. Ayrıca bütün bu emperyalist kan içici vampirler, bölgemizi ulus devletlere bölerek, kendi zalim despot yandaşlarının yönetiminde sultanlıklar, krallıklar, şeyhlikler ve Cumhurbaşkanlığı kamuflajı altında diktatörlükler ihdas edip, her yanda çok boyutlu zulümler yaparak, sürekli Müslüman kanı dökmektedirler. Tüm bu devletler, yüzyıllardır hep birlikte, Müslüman halkların kan ve gözyaşı pahasına kendi Firavuni lüks hayatlarını sürdürmek için, bölgemizin ve dünyanın diğer mazlum halklarının kanlarını dökmek ve kaynaklarını çalmak suretiyle hegemonyalarını sürdürmektedirler.
İşte insanı bir yandan hayvandan geldiğini iddia ederek azgın hırslarının kölesi kılan, diğer yandan da kendine ve Rabbine yabancılaşarak hayvandan aşağı konumlara düşmüş bu insanın heva ve zanna dayalı üretimi olan ideolojileri dinleştirip temel belirleyici kılmak suretiyle onu ilahlaştıran iki sapkınlık üzerine bina edilen Batı medeniyetinin, küresel bir canavarlığı, küresel bir korsanlığı, küresel bir terörü üretmesi kaçınılmazdı. İşte bu, alçaklıkta sınır tanımayan kötü ve çukur medeniyet, insani tüm erdemleri, insanlık onurunu, ahlaki tüm değerleri ve aslında insanı tüketip, tüm alanlarda derin bir yozlaşmayı, ekini ve nesli bütün boyutlarıyla ifsadı küreselleştirerek, ürettiği komünizmiyle, faşizmiyle ve vahşi sömürücü kan dökücü kapitalizmiyle, başta Müslüman halklar olmak üzere bütün dünyanın mustaz’af halklarına büyük acılar yaşatmış/yaşatmakta, bütün dünyada ve özellikle İslam coğrafyasında tam bir terör estirmektedir. Bu terör devletleri, mazlum halkların topraklarını işgal ederek ya da sınır ihlalinde bulunarak istedikleri ülkeye girerek katliamlar ya da operasyon adı altında yargısız infazlar gerçekleştirebiliyorlar. Buna rağmen tüm dünya sanki bütün bunlar hukuka uygunmuş gibi seyrediyor. Ne zamanki, bütün bu zulme, haksızlığa karşı, mazlum halkların direnişçi çocuklarından hak ve adalet eksenli itirazlar yükseliyor, tabii zulmün etkisiyle bunlardan kimileri de, bu alçak emperyalist terör devletlerinin anladıkları dilden cevaplar oluyor, zulmün etkisiyle bazen ölçüleri (tabi onların değil bizim ölçülerimizi) aşan bir çığlık mahiyetinde gündeme geliyor, işte o zaman dünyanın egemenleri, kontrol ve yönlendirmeleri altındaki medyayı ve sürekli çıkarları istikametinde kullandıkları uluslararası kuruluşları harekete geçirip, feryadı basıveriyorlar. Sonuçta da, kendi yaptıklarının yanında okyanusta bir damla mesabesinde olan mazlum halkların direnişçi çocuklarının yaptıklarını, abartarak küresel ölçekte büyük bir terör olarak takdim edip, dünyanın huzurunu bunların kaçırdığını iddia ederek, dünya insanlığının önemli bir kısmını kandırabilecek bir illizyon oluşturuveriyorlar.
“Terör” bir kişi yada grubun değil, ancak bir devletin ve rejimin vasfı olabilir
Amerika’nın, enerji kaynaklarını ve yollarını kendi çıkarına, başta Çin ve Rusya olmak üzere rakip devletlerin de aleyhine olacak şekilde kontrolü altında tutmak, bölgedeki İslami uyanışı engellemek ve İsrail terör devletini güvence altına almak amacıyla gerçekleştirdiği, Irak ve Afganistan saldırı ve işgalleriyle, buralarda, ayrıca Pakistan’da insansız uçaklarla, kolayca gerçekleştirdiği askeri saldırılarla milyonlarca insanın katledilmesi tam anlamıyla bir terördür. Terör kavramı dünya literatürüne ilk olarak bir devlet rejimi olarak girmiştir. Fransız ihtilâlini müteakip yaşanan, katliamlarla toplumu korkutup sindirmeyi ve zapturapt altına almayı hedefleyen ve giyotinlerin sürekli kelle kopardığı on yıllık dönem “terör rejimi” ya da “terör devleti” olarak nitelenmiştir. Terör bir rejim ve devlet niteliği olarak tarihe geçmiştir. Gerçekten de ancak bir devlet gücü, bir toplumu korkutma sindirme amaçlı şiddeti yaygın ve etkin bir biçimde uygulayabilir.
Nitekim Fransa “terör rejimi” uygulamasını rehber edinen Kemalizm de, Türkiye’de İstiklal Mahkemelerinden DGM’lere kadar siyasi-ideolojik yargı kararlarıyla, darbeleriyle, derin ve görünen devletin despot uygulamaları, çeteleri ve bunların katliamları, provokasyonları, yargısız infazları ve faili meçhulleriyle, tam bir terör devleti örnekliği ortaya koymuş bulunmaktadır. Bunun için, kim olursa olsun, bazı muhalif insanların ya da kimi örgütlerin bu tür terör devletlerine karşı hak ve adalet arayışıyla ortaya çıkmaları sonucunda, zulmün, haksızlığın ve adaletsizliğin bunaltıcı etkisiyle, bazen ölçüsüz şiddete başvurmaları bile, meşru görülmese de “terör” olarak nitelenemez.
Bu yüzden, öncelikle egemen zalim devletler, despot yönetimler ve emperyalist silahlı güçler, işgal, istila, katliam, soygun, sömürü, işkence ve tecavüzleriyle, şiddetin en tesirli ve yaygın olanını kullanıp katliamlar yaparak kitleleri sindirme ve teslim almaya yönelik alçakça politikalarına, yani gerçek teröre son vermedikçe, oluşturdukları zulüm bataklıklarını kurutmadıkça, bu zulümlere karşı yükselecek haklı tepkileri ve tepki gösteren mazlumların çığlıklarını, üstelik ne yaparlarsa yapsınlar ve ne derecede şiddete başvururlarsa vursunlar “terörist” olarak nitelemek hakkına sahip olamazlar.
Soykırıma uğratılan Apaçi’lerin direniş simgesi olan Gerenimo ile katliam ve işgallere muhatap kılınan Müslüman halklarındireniş sembolü Usame mi teröristtirler, yoksa işgalci, soykırımcı katil ABD mi?
Uluslararası sularda sivil katliamı yapan İsrail mi, insansız uçaklarıyla Afganistan ve Pakistan’da sürekli sivil katliamı yapan, silahsız olan Usame’nin evine baskın yapıp yargısız infaz gerçekleştiren ABD mi, yoksa bu zulümlere direnenler mi “terörist”tir?
Dünyanın her yanında korsanca dolaşıp suikastlar, sivil masum insanlara yönelik katliamlar gerçekleştiren katil terör devletleri ABD, İsrail ve terörist ortakları, Afganistan, Pakistan, Irak, Filistin, Latin Amerika, Afrika, Libya vb ülkelerde milyonlarca sivil masum insanı katletmeye yüz yıllardır ve halen devam etmektedirler. Mavi Marmara’ya uluslararası sularda saldırarak sivil masum insanları katleden, çok boyutlu imkansızlıklar ve yoksulluk içinde kıvranan ve her yandan kuşatılmış bulunan Gazze’ye fosfor bombalarıyla saldıran, kadın, çocuk, yaşlı, hasta ayırmadan topyekun bir halkı soykırıma uğratmaya kalkışan İsrail mi terörist, yoksa bu büyük zulme haklı olarak itiraz edip direnen masum insanlar mı? Bütün dünya emperyalist devletleri ve onlara yaranmak kompleksiyle hareket eden işbirlikçiler, gerçek terörist ya da terörist işbirlikçisi olan kendilerini haklı, kendi küresel korsanlıklarına, küresel terör ve zulümlerine itiraz edip direnen mazlum halkların direnişçi çocuklarını da “terörist” ilan edip, bu büyük haksızlığı dünyaya kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Emperyalizm bu zalimlerin zihinlerini öylesine iğdiş edip akletmekten uzaklaştırmış ki, katil Obama ve terör grubu, Usame Bin Ladin’in katledilmesini birbirlerine haber verirken, son Apaçi direnişçisi “Gerenimo”nun ismini ona yakıştırarak içine düştükleri durumun farkında bile olmuyorlar. Amerikan yönetimini oluşturan Avrupa kökenli beyazlar, topraklarını işgal ederek on milyonluk nüfusunu yok ettikleri yerli kabilelerden olan Apaçi’lerin son efsane direnişçisi “Gerenimo”yu yıllarca yakalayamamış ve en son 1880’li yıllarda katletmişlerdir. İşte Amerika’nın bu zalim yöneticileri, bu söylemleriyle, kendini merkeze koyan emperyalist zihniyetleriyle, “tıpkı topraklarını işgal edip soykırıma uğrattığımız Apaçilerin son direnişçisi ‘Gerenimo’yu yıllarca takip sonucunda öldürdüğümüz gibi, bugün topraklarını işgal edip katliamlarla milyonlarcasını katlettiğimiz Müslüman halkların direniş simgesi olan Usame Bin Ladin’i de aynı şekilde yıllarca takip sonucunda öldürdük” demiş olduklarını bile fark etmemektedirler. Üstelik bu vahşi uygulama sonucunda gerçekleştirdikleri, hukuk tanımaz yargısız infazcı katilliklerini, tıpkı Kızılderili yerli halkı katlettiklerinde yaptıkları gibi bayram olarak kutlayacak kadar insani vasıflarını yitirmekte ve böylece “hayvandan aşağı düştüklerini” ispat etmektedirler. Bu Amerikalılar, kimi erdemli istisnalar haricinde öyle alçaktırlar ki, soykırımla ortadan kaldırdıkları Kızılderililer için, bugün Usame için dediklerini söylemekten çekinmemişlerdir. Sözüm ona özgürlük ve haklardan bahsettikleri “Bağımsızlık Bildirisi”nde bile, yerli halka yaptıkları zulüm, haksızlık ve saldırganlığı meşru gösterici bir üslup kullanmaktan utanmamışlar ve bu bildiride Kızılderilileri şöyle tanıtmışlardır: “Savaş yapmalarının en bilinen tarzı herkesi katletmek olan bu merhametsiz vahşiler”. İşet Amerika ve emperyalist zihniyet bu kadar düşük karakterli ve bu kadar zalimdir.
Usame Bin Ladin’in yargısız infazla katledilmesinden ilk memnun olanlar: ABD, İsrail, İngiltere, Almanya vb emperyalist ülkelerin Başkan ve Başbakanları, emperyalizmin terör gücü NATO Genel Sekreteri ve Türkiye Cumhurbaşkanı olmuştur
Gerçek anlamda ve küresel boyutta terörist, emperyalist işgalci, sömürgeci katil devletler olan ABD, İsrail, İngiltere, Almanya vb.nin Başkan ve Başbakanları, emperyalizmin katil terör örgütü NATO’nun Genel Sekreteri, bu yargısız infazdan çok büyük memnuniyet duyduklarını ve dünyanın bundan sonra daha güvenli olacağını ilan ettiler. Dünyanın güvensiz hale gelmesinin tek müsebbibinin kendilerinin vahşi emperyalist politikaları olduğunu unutarak. Hemen aynı zamanda ve aceleyle kimi işbirlikçi yönetimler de sırayla memnuniyetlerini açıklamaya başlayıverdiler. Geçmişte, en zalim emperyalist olan ABD’deki rahat koltuğundan Fethullah Gülen, "en nefret ettiğim adam Usame bin Ladin'dir" diyebilmişti. Üstelik de o sırada Katil Şaron Filistin'de, yaşadığı ülkenin W. Bush'u da bütün İslam coğrafyasında on binlerce, yüz binlerce Müslüman’ı katlederken, onlara hiçbir eleştiri yapmadan yüklenmişti Usame Bin Ladin’e… STV aynı görüşleri cüretkarca bu yargısız infazın hemen akabinde de yayınlayıp hatırlatmakta bir beis görmedi. Hatta belki de biz bu konuda çok önce görüşümüzü açıklamıştık deyip müttefiklerine şirin görünmek istercesine bir rahatlıkla geçmişte söylenen bu sözleri tekrar hatırlatmakla yetindi. Tıpkı bunun gibi, bugün de, yıllardır ABD ve NATO'nun katil ordularının safında asker bulundurarak işbirlikçilik yapan, Kore, Afganistan, Somali ve Libya’da mazlum halkların kanını akıtan bu katil ordunun parçası olan Türkiye'nin NATO’cu ordusunun başkomutanı Abdullah Gül de, aceleyle verdiği beyanatında, onu "terörist başı" ilan edip, ölümüne sevindiğini, büyük memnuniyet duyduğunu aynı işbirlikçilik haletiruhiyesiyle kolayca ifade ediverdi.
Vatikan dahi siyaseten bile olsa, “bir insanın öldürülmesinden memnun olunamayacağı” açıklaması yaparken, Abdullah Gül’ün katil emperyalist ordular tarafından şehid edilen bir Müslüman hakkındaki, emperyalist jargonlara dayalı şu açıklaması ibret vericidir: "Bu şunu gösteriyor; teröristler ve terör örgütlerinin başlarının sonu, eninde sonunda canlı veya cansız ele geçirilmektir. Dünyanın en tehlikeli ve sofistike başının da bu şekilde ele geçirilmiş olması, herkese ibret vesilesi olmalı. Büyük memnuniyetle karşılıyorum." TBMM Başkanı M. Ali Şahin de, “su testisi su yolunda kırılır” diyerek, Usame’nin Allah yolunda, kendisinin de tagut yolunda bulunduğu gerçeğini unutarak, kendisinin hangi yolda hayatını tüketeceğini düşünmeden, hukuk dışı bu yargısız infaza meşruiyet atfeden ve zımnen haklı bulduğunu, memnun olduğunu ifade eden bir tutumu kolayca sergileyivermişti.
Bu kadar ABD eksenli düşünmek, bu kadar yaranma çabası göstermek ve böyle bir konuda bu kadar hazır ve aceleci bir şekilde memnuniyet beyan etmek ne anlama gelmektedir? Yüz binlerce mazlum Müslüman’ın katili olan Şaron ya da Bush öldüklerinde, aynı memnuniyeti açıklayabilecekler midir? Bulundukları konum itibariyle, gerçek katillerle işbirlikçiliği sebebiyle, üzüldüklerini söyleyemeseler de, hiç değilse susamazlar mıydı, daha nötr ifadeler kullanamazlar mıydı? Bir silahsız bir Müslüman’ın küresel terörist bir devletin katil askerleri tarafından, evi basılarak yargısız infazla korsanca katledilmesi üzerine, bu kadar acele, bu kadar rahat ve kolay bir biçimde memnuniyetle karşılama açıklaması yapmak, işbirlikçiliğin yol açtığı tahribatın bir sonucu mu, yoksa malum “ulusal çıkar”ların bir başka gereği mi?
Avrupa’nın azınlıkta olan erdemli istisnalarının yer aldığı kimi insan hakları kuruluşları ve kimi siyasiler, bu yargısız infazın uluslar arası hukuk ihlali olduğunu ifade ederken, güçlünün yaptığı hukuk ihlallerinin mazur görünmesine itiraz ettiler. Hatta bir Alman mahkemesi yargıcı, Başbakan Merkel’in memnuniyet açıklamasının, “insan onurunu zedeleyen, merhametle ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan, tüm insani değerlere aykırı bir açıklama olduğunu” ifade ederek, “böyle bir suç olayını onayladığı” için de suç duyurusunda bulundu, hakkında soruşturma açılmasını talep etti. Görüldüğü üzere, Türkiye’de oluşan görece daha demokratik yeni statükonun öncüleri, ılımlı sentezci “demokratik-İslam” algısına aykırı buldukları ve küresel kapitalist sisteme uyumlu görmedikleri tevhidi kimlikli Müslümanların hak ve hukuku söz konusu olduğunda, Vatikan’ın ve Alman yargıcının bile gerisine düşüvermişlerdir. Bu durum yeni statükonun, bu kesimlere yönelik gelecekteki uygulamaları bakımından da bir fikir vermekte değil midir?
Mazlum halkların direnişçi çocuklarının, çok kısıtlı imkanlar içinde, asimetrik silahlara sahip emperyalist güçlerle mücadelenin zorlukları sebebiyle kimi yanlışlara düşmesinin faturası bile, onları buna zorlayan emperyalist zalimlere kesilmelidir
Usame Bin Ladin’in yaptığı iddia edilen ve dünya çapında ses getiren, Amerikan hedeflerine yönelik saldırıların hepsi de bütün boyutlarıyla meşru görülmeyebilir, ama anlamaya çalışılmalıdır. Bu insanların, Rusya, ABD, Avrupa ve NATO gibi silah bakımından çok güçlü, dünyanın en vahşi ordularına sahip büyük emperyalist güçlerin saldırı ve kuşatması altında olmanın, çok boyutlu imkansızlıkların ve daha pek çok zaruretin yol açtığı çaresizlikler içinde mücadele ettikleri dikkate alınmalıdır. İşte bu sebeplerle, sivil insanların da zarar gördüğü kimi eylemlerin bazılarını bizzat bu Müslümanlar yapmışlar ve ölçüsüz şiddet kullanarak masum insanların haksız yere ölümüne sebep olmuşlarsa, şüphesiz yanlış olan bu eylemlerin bile faturası, öncelikle onlara değil emperyalist katil ABD'ye kesilmelidir. Kimi Müslümanların yaptıkları bu tür eylemler, sonuçta bazı masum insanlara da zarar vermesi sebebiyle meşru görülmese ve tasvip edilmese de, mazlum halkların çocuklarının bu çığlığı anlaşılmaya çalışılmalıdır.
Bu tür eylemler, mazlum halkların, kendilerine yönelik on yıllardır süregelen emperyalist işgal, istila, sömürü, zulüm, işkence, tecavüz ve katliamların etkisiyle ortaya konan ve son derece haklı gerekçelere dayanan itirazlardır. Bu çığlığı temsil eden mazlum halkların çocuklarının, kimi şer’i ölçülere aykırılıklarının ve yanlışlarının meşru görülmesi söz konusu olmasa da, işgal, istila, sömürü, tecavüz, işkence ve çok boyutlu zulüm ve kitlesel katliamlarıyla onları bu yanılışa zorlayan emperyalist devletler gerçek sorumlular olarak görülmelidir. Dünya çapında oluşturdukları küresel zulüm sisteminin yol açtığı tüm haksızlıklar için, her halükarda bu zalim emperyalistlerle hesaplaşma öne çıkarılmalıdır. Bu sebeple, emperyalistlerin gerçekleştirdikleri zulümlerin altından yükselen çığlık değil, öncelikle bu canhıraş çığlığa yol açan bunca zulmü ve katliamları yapan emperyalistler sorgulanmalıdır. Mazlum Müslümanların, bu emperyalist sömürgeci katillerin zulmünün etkisiyle yaptıkları yanlışlıklardan kaynaklanan kimi haksızlıkların faturasının da, onlara kesilmesi ve bunların hesabının bile onlara sorulması daha adil bir davranış olacaktır.
Siyonist-ABD kontrol ve yönlendirmesi altındaki dünya enformasyon ağının ürettiği kirli bilgilere dayanarak, direnişçi Müslümanları mahkum etmek adil ve haklı değildir
Değerli kardeşlerim!
Bazıları, Siyonist-ABD kontrolü altındaki enformasyon ağının ürettiği kirli ve yönlendirilmiş bilgilerin tesiriyle, Amerika’nın, Usame Bin Ladin’in varlığı ve Amerika'ya kafa tutması sebebiyle İslam coğrafyasını istilaya kalkıştığına ve sonuçta milyonlarca masum insanı katlettiğine dair kurgulanmış bir imajın etkisinde kalıyorlar. Halbuki, Afganistan'dan geçirmeyi düşündüğü petrol ve doğal gaz boru hatları için yaptığı ucuza kapatma teklifini Taliban hükümeti ve Usame bin Ladin’in kabul etmemeleri üzerine, bu uluslararası petrol şirketlerinin belli bir süre verip “ya bu teklifimizi kabul edersiniz, ya da sizi Afgan topraklarına gömeriz” dediklerini bilmiyorlar. Enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol altına almak, rakip devletleri hizaya sokmak, İsrail’i güvence altına almak ve bölgedeki İslami uyanışı durdurmak gibi gerekçelerle, daha Clinton’un başkanlık döneminde Amerikan şahin kadrolarının böyle bir planı yapıp önce ona teklif ettiklerini, o göze alamayınca, sekreteriyle tongaya düşürüp bu skandalı ifşa ederek onu tasfiye ettikten sonra, bir sürü oyunlar ve hilelerle yönettikleri seçim sonucu Bush’u iktidara getirip, aynı projeyi böylece uygulamaya koyduklarını bilmiyor ya da unutuyorlar.
Halbuki, Taliban hükümeti ve destekçileri olan Usame Bin Ladin, bu projenin Afganistan bölümünün uygulamasında engel olmak yerine, uyum sağlasalardı, emperyalizmin işbirlikçisi olmayı kabul etmemek, Afgan halkının kaynaklarını Amerikan şirketlerine peşkeş çekmek teklifini reddetmek yerine, kendilerine sağlanacak büyük imkanlara, menfaatlere razı olup kabul etselerdi, kendileri, yakınları ve Suudi ailesinde olduğu gibi belki yüz yıl sonraki torunları da büyük zenginlikler içinde hayat sürerlerdi. Bu zulüm ve katliamlara da muhatap olmazlardı. Ama onların onurlu davranışı ve emperyalizme teslim olmamaları sebebiyle, katil emperyalist güçler gerçekten de tehdit ettiklerini yapmaya ve onları Afgan topraklarına gömmeye kalkıştılar. Sonuçta muhtemelen kendi provokasyonları olan 11 Eylül olaylarını bahane ederek, Clinton döneminde hazırladıkları bölgeyi işgal planını, kendi adamları olan Bush’un döneminde uygulamaya koydular. Düşünsenize, Irak'ı neden işgal ettiler ve milyonu aşan katliamları neden yaptılar, orada Usame Bin Ladin mi vardı? Tam tersine Irak’ta Usame bin Ladin’in düşmanı ve batının, kafirlerin dostu olan Saddam vardı. Irak’ta nükleer silah olduğu yalan haberini yine kendileri üretip, kendi yalanlarını bahane ederek Irak’ı işgal edenler, onca katliamdan sonra "bu haber yalandı, bahane idi" diye, bizzat kendileri itiraf etmek zorunda kalmadılar mı? Ama bu arada, Irak’ın işbirlikçi hükümeti ve parlamentosuna, çıkarlarına uygun petrol ve doğalgaz anlaşmalarını onaylatıp, İsrail’i güvenceye almışlar, İslam’ı ve Müslümanları terörizmle özdeşleştirip, üstelik mezhep çatışmalarını kışkırtıp, etnik ve mezhebi bölücülük tohumlarını bölgeye ektikten sonra, artık çekilebiliriz demeye başlamışlardır.
Lütfen akletme kabiliyetimizi, ferasetimizi, basiretimizi harekete geçirelim ve Allah'ın emri gereği adil şahitler olmayı hedefleyelim, işte o zaman Allah’ın izniyle doğru bir sonuca varabiliriz. Kafir, fasık enformasyon ağının ürettiği zanna dayalı, mesnetsiz iftiralarla Müslüman bir kardeşimizi karalamaya kalkmanın ahirette hesabını zor vereceğiniz konumlara düşmemize yol açabileceğini unutmayalım. Şüphesiz ki, Taliban ve Usame Bin Ladin’i sahiplenip olumlu yaklaşmamız, Allah yolundaki mücahede sürecinde emperyalistlerce öldürülenlerine şehid dememiz, İslami ahlak ve ilkelerimizin gereği olarak tıpkı HAMAS’a olan yaklaşımımızla da örtüşmektedir. Onların bulunduğu şartlarda, işgale karşı vahyi ölçüler içinde silahlı mücadele yapmak, meşru şiddeti kullanmak en temel hak ve hatta büyük bir İslami sorumluluktur. Bizim bulunduğumuz şartlardaki pratik ise, Peygamberlerin içinde bulundukları cahiliye toplumlarında ortaya koydukları, davet, eğitim, şahidlik ve adalet-özgürlük eksenli bir tevhidi mücadele ile örtüşmek durumundadır. Bu pratikte ise, gizlilik ve şiddete yer yoktur.
Merhamet, adalet, basiret ve ferasetle düşünelim
Merhamet ve adaletle kendimizi Usame kardeşimizin yerine koyup düşünelim. Öncelikle milyarlarca dolar servetle, saraylarda yaşama imkanına sahip olduğumuzu ve üstelik hasta, bakıma muhtaç sağlık sorunlarıyla boğuştuğumuzu düşünelim. Bütün bu şartlarda önce Rusya, sonra da ABD’nin güçlü silahlarla teçhiz edilmiş katil ordularına karşı cihad fedakarlığı ile Afganistan dağlarında ömrümüzü harcar mıydık? Yoksa, hastalığımızı ve başka hesapları devreye sokup, pek çok bahaneler üretip, dünyaya mı dalardık diye düşünelim. Şahsen böyle bir durumda ne yapacağımdan emin olamamanın ezikliği içinde başımı yere eğip, bu kardeşime saygı ve gıpta ile dua ettim. Bu kadar büyük bir fedakarlık ahiret eksenli bir hayat tasavvuru içinde Allah'ın rızasını ummak dışında başka bir amaçla yapılabilir mi?
Bazı kardeşlerimiz de, onu sadece anti emperyalist olması ve Amerika karşıtlığı sebebiyle meşrulaştırmaya çalıştığımızı ve bu duygusallıkla şehid ilan ettiğimizi iddia ediverdiler. Bizzat kendi bildirimizde bir çok tereddütler izhar ettiğimiz halde, nasıl oluyor da onu şehid saydığımızı sorguladılar. Bir kere, Usame Bin Ladin kardeşimiz, sadece Amerikan karşıtlığıyla değil, öncelikle yakından tanıyanların da şahidliğiyle ve önyargısız takip eden herkesin de fark edebileceği Müslüman kimliğiyle ve 25 yıldır Afganistan, Pakistan ve Sudan'da bilinen yaptıkları çerçevesinde değerlendirilip, İslami kimlik ve imani duruş bakımından meşru bir konumda görülmüştür.
Diğer taraftan, Usame bin Ladin'in tereddüt edilen yanı, İslami kimliği, tevhidi mücadelesi ve Allah rızasından başka hiçbir gerekçeyle izah edilemeyecek fedakarlıkları değil, ona ya da el-kaide'ye isnat edilen ve bir kısmı meşru olmayan kimi şiddet eylemleriyle ilişkisidir. Zevahiri tarafından yapılan açıklamalar da bunların kendilerine ait olmadığına açıklık getirdiğine göre, aksine bir delili olmayan Müslümanlara düşenin, hüsnü zan edip kardeşlerine inanmaktan başka bir şey olmadığına dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla, işte bu tereddüt edilmeyen yanından kaynaklanan meşruiyete dayanarak, aynı zamanda Müslüman kimliği, Allah yolunda cihat ettiği ve bu yolda öldürüldüğü de zahiren açık olduğundan dolayı, kendisi şehid olarak nitelenmiştir. Şüphesiz ki, bu Allah katındaki bilgi değil, biz Müslümanların, sorumlu tutulduğumuzalan olan zahire dayananbir tespittir. Üstelik tereddüt edilen eylemliliklerle ilgili olarak kendisi de bir takım yanlışlara, yapılan mücadelenin zor şartlarının etkisiyle bulaşmışsa, ya da kontrolü dışında bunlar yaşanmışsa, bunların da onun ve kendisinionun teşkilatına dayandıran Müslümanların hatasını oluşturmakta olduğu beyan edilmiş ve varsa bu tür hatalarının affı için de Allah'a dua edilmiştir.
Aslında bu konuda her birimiz, kendi halimizi de sorgulamalı değil miyiz? Şüphesiz ki, görece olarak son derece daha rahat şartlarda yaptığımız İslami çalışmalarımızda bile bir çok hatalar yapmıyor muyuz? İlişkilerimizde, amellerimizde hata ederek bir çok şer’i ilkeleri çiğneyen, hukuk ihlali yapan davranışlar sergilemiyor muyuz? Bunlara rağmen, birbirimizi en fazla emri bil maruf gereği uyarmakla yetinmiyor muyuz? Hatta çoğu kere bu emri bil maruf eksenli eleştirilere bile tahammülsüzlük edip, eleştirenleri susturmaya kalkışmıyor muyuz? O halde neden daha zor şartlar altındaki Müslümanlara karşı bu kadar katı ve merhametsiz olabiliyoruz? Bu tür tutumlarda, batılı emperyalistlerin ürettikleri kirli ve yönlendirici bilgilerin hiç mi etkisi yok?
Bazı kardeşlerimizin zanna dayanarak iddia ettikleri gibi, hiç olmayacak bir şey gerçekleşip, "Amerikan istihbaratı ile gizli ilişkilerine dair bilgiler" çıkarsa, biz bugünkü deliller gereğince görevimizi yapmış müminler olarak, bugünkü sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmiş olmaktan dolayı bir şey kaybetmeyiz. Ama ya aksi varitse,(ki büyük ihtimal odur), o zaman bu kardeşlerimiz, ahirette kesin bilgiyle karşılaştıklarında, bugün ellerinde hiç bir delil yok iken, Müslüman bir kardeşleri hakkında suizanda bulunmuş olmanın ve Allah düşmanı emperyalistlerin çok mutlu oldukları bir anda Müslüman kardeşlerini bu zanlara kurban ederek imani sorumlulukla bağdaşmayacak bir yerde durmalarının hesabını nasıl vereceklerdir?
Lütfen Siyerden bazı örnekleri de hatırlayarak, daha adil bir biçimde düşünmeye çalışalım. Aile yakınlarını, akrabalarını korumak endişesiyle de olsa, Resulullah’ın (s) Mekke’nin fethi hazırlıklarını ve planlarını Mekke Müşriklerine ihbar eden mektubu yazan Hatip Bin Beltaa’nin ® yaptıklarını yapmadığı halde ve en azından elde böyle bir delil bile yok iken, Usame kardeşimizin, Amerikan istihbaratıyla böyle bir ilişki içinde olmuş olabileceğini iddia edecek kadar ileri giden kardeşlerimiz, merhamet, adalet, feraset, basiret ve ölçüyü ihmal etmiş olmuyorlar mı? Demek ki, hele bir de Hatip Bin Beltaa olayındaki mektup gibi somut bir delilleri olsaydı, kim bilir ne yaparlardı, belki de derhal hain ve kafir ilan ederlerdi. Nitekim bazıları, böyle bir delil yokken bile aynı şeyi yapmıyorlar mı? Ama bakın Resulullah (s) ise, Hatip’in mektubunu ilk duyduğunda bile, durun hele, “o Bedir ehlidir” diyerek onun İslami kimliğine ve samimi cihadına dair bilgileri hatırlatıp, onu sadece bir yaptığı ile değil, öncelikle akıdesi ve sonra da bu uğurda yaptıklarının ve hayatınınbütünlüğü içinde değerlendirmek gerektiğinin örneğini oluşturarak, olayı ve sebebini anlamaya çalışmıştır. Hatip bin Belta da, büyük bir pişmanlıkla durumu ve yaşadığı zarureti anlatıp tevbe etmiş ve sonuçta affedilmiştir.Kimse Allah ve Resulünden öne geçmeye kalkmamalı, öyle değil mi?
Allah kardeşimize rahmeti ve mağfiretiyle muamele etsin ve şehadetini kabul buyursun
Usame Bin Ladin kardeşimizin içinde bulunduğu şartların etkisiyle kendisinin ya da kontrol edememesi gibi sebeplerle kendi adına yapılan hatalarının affını, mağfiretini Rabbimizden niyaz ediyor, şehadetinin Rabbimiz katında mübarek olması ve dünyada itibar etmeyip dağları tercih ettiği sarayların ve diğer nimetlerin daha değerlisinin kendisine cennette lütfedilmesi için dua ediyoruz. Allah rahmet ve mağfiretiyle muamele eylesin.
Allah’ın izniyle, şehid Usame Bin Ladin, emperyalizme, küfrün küresel ifsadına karşı onurlu bir direnişin simgesi olarak tüm Müslümanların gönüllerinde yaşayacaktır. İnşallah ümmetin mücahid çocukları, onun çok zor ve sıkıntılı şartlarda geçen hayatında ve mücahedesinde yaşananlardan da vahyin ölçüleri içinde dersler çıkarıp, yanlışlarını ayıklayıp ıslah ederek, doğrularını biriktirip yeniden üreterek, bu birikim üzerine kendi birikimlerini ve tecrübelerini de ekleyerek, aynı direniş ruhunu, ümmet tevhidi ölçülerde bağımsız ve izzetli günlerine tekrar kavuşuncaya kadar sürdüreceklerdir.
Rabbimizden, ümmetimize sabır ve başsağlığı dileyerek, Kur’an’da diriliş ve direniş ruhunu sürdürecek azim niyaz ediyoruz!”
Özeti yukarıda aktarılan konferansı müteakip Cuma namazına geçildi, daha sonra da, şehid Usame Bin Ladin ve çeşitli beldelerde Allah yolunda cihad sürecinde öldürülen bütün şehidlerimiz için gıyabi cenaze namazı kılınıp, dualar edildi.