Cuma, Kasım 14, 2025
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Yeryüzünde İz Bırakmak Ya da Silinip Gitmek    

Hutbe: Yeryüzünde İz Bırakmak Ya da Silinip Gitmek    

by İlkav Editor
79 👁
A+A-
Reset

Hutbe: Yeryüzünde İz Bırakmak Ya da Silinip Gitmek    
“Bütün bu kıssasını sana anlattıklarımız, kentlerin acı hikâyelerinden bir kısmıdır. Onlardan geriye iz bırakan da var, biçilmiş tarlalar gibi yerinde yeller esen de…” (Hûd: 100)
Kardeşlerim, bugün Hicrî Cemâziye’l-Evvel ayının 16’sı 1447/Cuma

Kur’an, iz sürme, iz bırakma, kendinden öncekinin izini takip etme ya da izini silme manâlarına gelen “eser” terimi üzerinden toplumsal bir tarih aktarımında bulunur. Kudret sahibi iken izi silinen toplumları, ibret vesikası olarak anar. Güçlerinden dolayı böbürlenerek insanlara nefes aldırmayıp omurgalarını çökertenlerin, onca ömür sürmelerine rağmen ardında hiçbir iz bırakamadan sahneyi terk edenlerin ibretlik sonlarını aktararak uyarıda bulunur.
Bunun tam zıt kutbunda ise; insanlara iyilik taşıyan rasulleri izi sürülesi örnek insanlar olarak takdim eder: Nesiller arası aktarımın en değerli mirası olacak iyi bir dünya oluşturmanın mücadelesini veren, bu amaçlarından dolayı da yerini yurdunu terk etmek zorunda kalan insanlar…
Böylece Kur’ân, tarihin iki kutbunu, hutbemin başında okuduğum âyette kristalize ederek insanın önüne koyar: “Tüm bu kıssasını sana anlattıklarımız, kentlerin acı hikâyelerinden bir kısmıdır. Onlardan geriye iz bırakan da var, biçilmiş tarlalar gibi yerinde yeller esen de…”
Kehf: 64’te “yolda bırakılan izler” manâsındaki “âsâr”; Zuhruf: 22, 23’te ataları takip edip izlerinden gitme bağlamında olumsuz kullanılırken, Mâide: 46, Hadid: 27’de rasullerin birbirinin izinden gitmesi bağlamında kelimeye olumlu manâ yüklenir.                                                                                                         Yabancı diyarlarda bizden öncekilerin menzile ermek için gide gele yol ettikleri izi sürmek, bu izin varlığını bilip görmek ve bu yolun bizi hedefe ulaştıracağının meydana getirdiği güvenle yol almak. Bu izin varlığından kaynaklanan güven duygusuyla kaybolma hissinin meydana getirdiği ürküntüden kurtulup bu yolu takip edenlerin başarı hikâyelerine ortak olmak…
Olumlu manâda iz sürenlerin en büyük temsilcileri, birbirinin izini takip edip aynı mesajı insanlara ulaştıran Rasullerdir. Kelimelerin gücüyle konuşmak ise elçilerin davranış şeklidir. Davete karşı şiddet, konuşmaya karşı kaba kuvvet ise izi silinenlerin tarihî karakterleridir. Hûd: 93. âyette işaret edildiği gibi:
“Rasuller, kendilerine yakışanı yaptı, inkâr edenler de kendilerine…”
Toplumu sürü haline getirmek veya topluma sürü muamelesi yapmak, izi silinenlerin; onlara bireysellik kazandırıp tek tek insan olduklarını hatırlatıp onurlandırmak ise izi sürülenlerin misyonudur. Bu sebeple Kur’an, Hûd: 97 ve 98’de halka sürü muamelesi yaparak aşağılayan Firavun yönetimini reşid olmayan bir yönetim olarak deşifre edip mahkûm eder.
Refahla şımarmak, izi silinenlerin; refâhı halka yaymak ise izi sürülenlerin misyonudur: “Ne zamanki kendilerine yapılan uyarıları unuttular, üzerlerine her şeyin kapılarını açıverdik, nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlik ile tam ferahlandıkları sırada ansızın tuttuk kendilerini yakalayıverdik, işte hepsi bir anda tüm ümitlerini kaybettiler.” (En’am: 44)
İzi sürülmesi gereken elçinin mesajının izini silmeye çalışan Sâmirî’nin, Kur’ân’da anlatılan hikâyesi ders alınacak cinstendir. Tûr-i Sînâ’da iken halkı buzağıya tapmaya ikna ederek yanlış yola sürükleyenin Sâmirî olduğunu öğrenince Mûsâ (a.s) ona sorar: “Söyle bana Sâmirî, amacın neydi?”
“Sâmirî dedi ki: ‘Ben, insanların aklına gelmeyecek bir şey düşündüm ve elçinin getirdiği iz bırakma kudreti olan bir parçayı kaldırıp attım. Özümde olanı böylece açığa çıkarmış oldum.’ Bunun üzerine Mûsâ şöyle dedi: ‘Defol git, sen hayatın boyunca toplumdan dışlanıp bu sapkın fikirlerinle baş başa kalacaksın. Âhirette de asla kaçamayacağın bir karşılaşma seni bekliyor…” (Tâhâ: 95, 96)
Dinden iz bırakmak gücündeki eser parçayı çekip alarak sistemi çökertmeye çalışan Sâmirî’ye Mûsâ’nın verdiği ceza, dokunulmama cezasıdır (lâ misâs), yani tam bir tecriddir. Burada, dokunulmazlığın mahiyeti şöyle açıklanır:
Görsel dokunulmazlık: Görmezden gelinecek.
Sözel dokunulmazlık: Selâm verilmeyip selâmı alınmayacak, konuşulmayacak.
Fiziksel dokunulmazlık: Kendisiyle oturulup kalkılmayacak.
Özetle: Elçinin izini/eserini ortadan kaldırmaya çalışandan bir iz kalmayacak.
Son olarak da kendisine, asla gelmemezlik edemeyeceği bir randevu verilir. Yani Mü’min: 15. âyette ifade edilen Yevmu’t-Telâk/Karşılaşma Gününde kendisine bunun hesabı sorulacaktır.
Hicr: 4, 5’te, izi silinenlerin keyfî değil, mutlaka bir yasaya göre bu sonu yaşayacakları ifade edilir.
Akidesi ne olursa olsun dürüst olan ve zulmetmeyen halkların yok oluşa sürüklenmediğinin garantisi Hûd: 117’de şöyle verilir: “Rabbin, halkı dürüst olan kentleri asla haksız yere yok etmez.”
“Halkı zalim olmadıkça Rabbin hiçbir memleketi helak etmemiştir.” (Kasas: 59)
Toplumların varlıklarına devam etmeleriyle yok oluşa sürüklenmeleri arasındaki fark, iki terim üzerinden yürür:  İman ve takvâ…
Bu iki unsurun altını çizen âyet şöyledir: “Eğer o memleketlerin halkları iman edip takvalı/sorumlu davransalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketlerin kapılarını açardık. Ama onlar yalanladılar, Biz de yaptıklarından dolayı onları yakalayıverdik.” (A’raf: 96)
07.11.2025

Not: Bu hutbe, Şaban Ali Düzgün’ün, Dîni Anlama Kılavuzu isimli kitabının 189, 190 ve 191. sayfalarından hutbeleştirilmiştir.

    

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar