Hutbe: Nekbe günlerini unutmayacağız!
“Ve onlar bir saldırıya uğradıklarında hep beraber karşı koyarlar.” (Şûrâ: 39)
Kıymetli Müslümanlar, bugün Hicrî Zilkâde ayının 9’u 1445/Cuma
Hutbemizde Nekbe Günlerini gündem yapacağız. Nekbe, işgalci siyonist çetelerin 15 Mayıs 1948’de İngiliz, ABD ve diğer batılı güçlerin desteği ile işgal ettiği Kudüs ve Filistin topraklarında yaptığı katliamların başladığı gündür. Nekbe; felaket günleri anlamına gelmektedir.7 Ekim “Aksa Tufanı” sonrasında yine batılıların desteği ile başlatılan ve hâlen devam etmekte olan katliam ve soykırım Müslümanların zihninde unutulmayacak ve hesap sorulacak günlerdir. 76 yıl önceki 1. Nekbe gününde gerçekleştirilen işgal ve katliamda kayıtlara göre bile yaklaşık bir yıl içerisinde 750 binden fazla Filistinli topraklarını terk etmek zorunda bırakıldı. İşgalci İsrail güçleri 1. Nekbe’de Filistinlilere ait 675 köy ve kasabayı yok etti ve binlerce Filistinliyi öldürdü. O tarihten bu yana nüfus artışıyla birlikte yaklaşık 6 milyondan fazla Filistinli onlarca mülteci kampında zor şartlarda yaşamak zorunda bırakıldı.1. Nekbe’den bu yana işgali genişleten siyonist terörist güçleri, 27 bin kilometre karelik tarihî Filistin topraklarının yüzde 85’ine el koymuşlardı. Filistinlilere bu işgal sonrasında topraklarının sadece yüzde 15’i bırakıldı. 7 Ekim sonrası 2. Nekbe ile bu alan daha da daraltıldı ve son katliamla Gazze ve Filistin tamamen yok edilmek isteniyor.
1948 den bu yana ABD ve batılıların da desteği ile yapılan katliamlarda 135 bini aşkın kişi öldürüldü. On binlerce kayıp, yaralı ve sakat bulunmaktadır ve bu öldürülenlerin yüzde 75’i çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşmakta. Filistin’de bir asırdır yaşananlar belki eksikleri ile böyle. Bu duruma Filistinli kardeşlerimiz yalnız Allah’ı hesaba katarak direndiler ve direnmeye devam ediyorlar. Rabbimiz güç kuvvet versin ayaklarını sabit kılsın.
Peki ya diğer İslam(!) beldeleri çok mu farklı? Maalesef hayır. Irak, Suriye, Mısır, Yemen, Cezayir, Libya, İran, Afganistan, Çeçenistan, Keşmir, Doğu Türkistan, Pakistan, Hindistan, Arakan hepsi de az ya da çok zulüm altında. Kimi kendilerini iyi gören niceleri dünyevileşme belası ile kendilerini mutlu hissetmekteler. Oysa onlarda da kültürel ve zihinsel işgal ile farklı bir zulüm yaşanmaktadır. Hepsi de kaynaktan kopmanın, ümmet bilincinden uzak olmanın, mezhepçi, ırkçı zihniyete sahip olmanın zilletini yaşamaktadırlar. Rabbimizin tüm elçileri temel akîde esaslarını insanlara tebliğ etmişler ve O’na nasıl kulluk etmeleri gerektiğini ve başka şeylere kulluktan nasıl sakınacaklarını da pratiklerle ortaya koymuşlardır. Bu konuyu Kur’an birçok elçi örneği üzerinden detaylandırmıştır. Yapılması gereken ön yargılardan uzak, vahye kulak verip teslim olmaktır. Sahabenin teslimiyetini kaynaklarımız “onlar tüm cahilî anlayış ve algılarını tamamen terk edip önce “la” ile o kirli bilgi ve birikimlerini bir kenara bıraktıktan sonra “illallah” ile kitâbî anlayış ve bilgilere teslim olduklarını” aktarır.
Bugün Müslüman olduğunu iddia edenlerin birikimlerinin vahiyden uzak geleneksel atalar kültü, ırkçı, tasavvufî menkîbe türü bilgiler olduğu görülür. Tabii ki bu anlayış ve kırılma zamanımızla sınırlı değildir. Ta Asr-ı saâdet sonrası oluşan saltanat zihniyetinin ürünüdür ve o günden beri artarak günümüze kadar gelmiştir. Kur’an saltanat döneminden bugüne özne olmaktan çıkarılıp nesneleştirilmiştir. Yaşamak için değil, sevap kazanmak için anlaşılmadan telaffuz edilen kutsal bir kitap haline getirilmiştir. Belirleyen konumundan belirlenen konuma düşürülmüştür. Kitap hakem olmaktan çıkarılıp yapılan yanlışların şahidi suç ortağı haline dönüştürülmüştür. “Kutsal kitabımız da bu konuda böyle buyurmaktadır” türünden fetvalara hepimiz şahid olmuşuzdur.
Bugün Müslümanların(!) en temel sorunu Kur’an’a yaklaşım zaaflarıdır. Hiçbir kitap veya yazı yoktur ki öğrenmek için okunmasın, ama Kur’an sevap kazanmak ve anlamadan telaffuz için öğrenilir ve okunur. Oysa Kur’an okunsun, anlaşılsın ve yaşansın için indirilmiştir. Kur’an hayatın kulluk ekseninde yaşanmasını öngörür. Hayatın temel esası her konuda yalnız Allah’a kulluktur. Ve kulluğun da esasını Kur’an ve rasulün pratiği belirler. (6/162, 33/36)
Diğer önemli hastalık, ümmet bilincinden uzak ferdiyetçi, ulusçu yaklaşımların yükselmesidir. Önce Arap, Acem bölünmesi ardından Arapları kendi aralarında kabile ve bölgelere ayırma, ardından Türkleri, Farsları kendi aralarında parçalara ayırma şeklindeki ırkçı bölünmelerin meşruiyetini ferdler ve devletler nezdinde oluşturmak.
Bu konu gerçekten yüzyıllardır gündemde tutulan ve insanlığın bir kanayan yarasıdır ve ümmet olamamaktan kaynaklıdır. Müslümanlar da bu hastalığın pençesinde debelenip durmaktadır.
Evet, İslâm ümmeti(!) bugün çok vahim bir koma hâli yaşıyor. Zira Rasul (s) bu konuda şöyle demişti: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini korumakta bir vücud gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa diğer uzuvlar da bu yüzden rahatsız olurlar. Uykusuzluk ve humma ile (yüksek ateş ile) onun için birbirlerini yardıma çağırırlar.” (Müslim, Buhari)
Bugünlerde, işte Gazze’de ve diğer birçok bölgede İslâm âleminin servetlerini kapışıyorlar, Müslümanları kesiyorlar, katlediyorlar, ırzlarına tecavüz ediyorlar ve her yönden, saldırı üstüne saldırı yapıyorlar. Fakat bu ümmet olamamış vücud bütün bu olanlara karşı bir tepki, bir direnç ortaya koyamıyor.
Zalimlerin Müslümanların başına üşüşmelerini Rasul (s) yüzyıllar önce şöyle tasvir etmişti: “Bir gün gelecek (kâfir) milletler, sizin başınıza oburların yemek çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler. (Oradakiler)dediler ki; O gün biz az olacağımız için mi böyle olacak ya Rasulallah? Rasulullah (s) dedi ki; Hayır o gün siz çok olacaksınız, lakin siz selin üzerinde sürünüp giden çer çöp gibi olacaksınız.
Zira Allah heybetinizi (korkunuzu) düşmanlarınızın kalbinden çekip alacak ve sizin kalbinize vehn yerleştirecek. Dediler ki;Vehn nedir ya Rasulallah? Dediklerinde O’da; Dünya sevgisi ve ölümü kerih görmek (ölüm korkusu).(Ebu Davud) buyurdular. Yani dünyevileşmek.
Üçüncü olarak da beşerî dünya görüşü ve ideolojilerin Kur’an’ın hâkimiyetinin önüne geçirilmesinde zafiyet gösterilmesi ve her konuda Kur’an’ın hakemliğine müracaat edilmemesini zikredebiliriz. İslâm’ın ekonomiden siyasete, eğitimden ticarete, hemen her konuya yön veren, tüm dünyaya şâhid bir kapasiteye sahip bir yapı ve hedefi vardır. Oysa bugün çoğunluğun zihninde Kur’an yaşanır bir kitap olmaktan çıkarılıp evlere, mabetlere hapsedilmiştir. Bunun için Müslümanlar bugün edilgen, taklidçi, nemelazımcı, mirasyedi bir konumdadır. Bugün olanlar yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın bir karşılığıdır. Yani sorumlu biziz biz!
17.05.2024
Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU
1 yorum
Yeryüzünün sahibi Allah’tır…
Allah Zalimlerin yaptıklarından habersiz değildir.