Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: İlim Vahyin Kendisidir

Hutbe: İlim Vahyin Kendisidir

by İlkav Editor
2,K 👁
A+A-
Reset

          Hutbe: İlim Vahyin Kendisidir

         “(Hud) Dedi ki: ilim, ancak Allah katındadır.” (Ahkâf: 23)

         İlim vahyin kendisidir. Vahyin önüne geçen, ya da vahiyle sağlaması yapılamayıp ona ters düşen bilgi ilim değildir. İlim, bütün Nebilerin ortak mirasıdır.İlim, söz ve amelin sıhhati için şarttır. Söz ve amel, ancak ilimle itibar kazanırlar. İlim, amelden önce gelir. İlim, amelin rehberi ve mürşidi konumundadır.İlmin amelden önce gelmesinin nedeni, akîdede hak ve bâtılı, ibâdetlerde sünnet ile bid’ati, ahlâkta güzel ile çirkini, sözlerde doğru ve yanlışı, ilişkilerde salah ile müfsidi, ölçülerde makbul ile makbul olmayanı birbirinden ayırt ediyor oluşudur. İlim, inançtan bile önce gelir. Neye, nasıl inanacağını bilmeden sağlam bir akîdenin oluşması mümkün değildir. Şeriatın gaye ve hedeflerini anlama, dinî hakikatleri kavrama sorunu, ancak ilim merkezli bir gayret ile aşılabilir.
Kur’an’ın en üstün insan tanımı; ilim sahibi (Zümer: 9), cihad ehli (Nisa: 95), muttakî/takvâ sahibi (Hucurat: 13) kişidir.Bilgisiz, duygusuz ve amelsiz bir kul, İslâm'da ne kadar hoş karşılanmazsa; bilgili, duygulu ve güzel davranışlara sahip bir kul da o kadar hüsn-ü kabul görür. Bilgisiz bir ibâdet ne kadar anlamsızsa, duygusuz bir ibâdet de kupkurudur. İlim olmadan ideal anlamda Müslüman olmak mümkün değildir. Cehâleti kaldırmak için gelen bir dinin mensupları ilimsiz olamazlar. Olurlarsa perişan olurlar ve onlar adına faturayı din öder. Bunun hesabı ve vebâli ise çok ağırdır. 

           Bugün insanlık, İslâm’a her zamankinden daha da muhtaç durumdadır. Hele de ideolojilerin birer birer iflas ettiği günümüzde insanlığın İslam’a olan ihtiyacı çok bâriz bir duruma gelmiştir. Fakat insanlığın bugün akın akın İslâm’a koşmaları gerekirken, Müslümanların yanlış temsîliyetlerinden dolayı bu beklenen maalesef gerçekleşmiyor. Bunun en büyük sebebini yine Müslümanım diyenlerin oluşturduğunu itiraf etmek zorundayız.
Kendisinden önceki dönemin adını "câhiliyye dönemi" olarak açıklayan İslâm inancı, câhilliği temelinden reddetmiş, kendi çizgisinde yürüyen insanları bilgilendirmiş, bununla yetinmeyip insanlara öncelikle ilim tahsilini emretmiştir.İlim rehberdir; hedeflere onunla varılır. İlim ışıktır; karanlıklar onunla aydınlanır. İlim şifadır; bütün hastalıklar onunla tedavi edilir. 
Yeterli ilimden yoksun olan inançlar, hurâfelere boğulur. Sağlıklı ilimle beslenmeyen tutum ve tavırlar bir sarsıntıda yıkılıp giderler.                                                                                                                       

           Konumuzla ilgili atasözlerinden iki tanesi şöyledir: "Câhilin sofusu, şeytanın maskarasıdır." "Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder."
İlmin, sıradan bir algılama olayı olarak kalmaması, kişiye mal edilmesi, hazmedilip özümsenmesi gerekir. Aynen maddî gıdaların hazmedildiği gibi, zihnî gıdaların da varsa posalarının atılarak fıtrata ve bünyeye uygun hale getirilmesi gerekmektedir.  
Kur'an zihinde dondurulmuş ölü bilgiler istemiyor. Muhammed Kutub bu konuda şunları söyler: “Zihinde kalan, aksiyon haline gelmeyen, donuk, ölü fikirlerin İslâm nazarında hiç bir kıymeti yoktur. İslâm'ın ve Kur'an'ın istediği ilim, kalpten kalbe geçen, vicdanları harekete geçiren, pratiğe dönük faydalı bilgidir. Bilgi kırıntılarının ilim olabilmesi için güncellenmesi, özümsenmesi, benimsenip hayata geçmesi gerekir.”

           Kur'an'da müşriklerin "yağmuru kim yağdırıyor, gökleri ve yeri yaratan kimdir, sorularına "Allah" diye cevap verdikleri ifade edilir. Demek ki gökleri ve yeri Allah'ın yarattığını biliyorlardı. Fakat bu bilginin onlar için pratikte hiçbir faydası yoktu. Yaratıcıyı kabul etmenin özümsenen, benimsenip uygulanan, yani bu bilginin ilim ve iman olması için gereken işlem yoktu. Bu nedenle Kur'an, o bilgiye değer vermiyor ve sahiplerini "câhiller", "bilmeyenler", onların yaşadıkları dönemi de cahiliye olarak isimlendiriyor. 
Elbette Ebû Cehil, zır câhil değildi, toplumda sözü geçerli olan, devleti ve orduyu yönetecek bilgilere sahipti. Ama İslâm, onun bildiği doğru kırıntıları ile mutlak doğru arasında bağlantı kuramadığından ve esas bilinmesi gerekeni bilemediğinden, bildiklerinin ilim olmadığı hükmünü vererek, ona "câhillerin atası", “câhillerin babası" ismini verdi. Kur'an, dünya hayatının sadece zahirî bilgilerine sahip olanlar için şöyle buyuruyor:

           "Onlar, dünya hayatının görünen kısmını bilirler. Onlar, âhiretlerinden habersizdirler.” (Rum: 7)
                                                                                             09.03.2018
                                                                               Hazırlayan: Emrullah AYAN

 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon