İLKAV Başkanı Pamak : “Çocuklarımıza yönelik resmi ideoloji zulmü sona erdirilmelidir”
Okulların tatile girmesi ve bir öğütüm yılının daha sonuna gelinmesi dolayısıyla basına açıklama yapan İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV) Başkanı Mehmet Pamak; “dinleştirilen resmi ideolojinin ve militarizmin kuşatması altındaki okullarda yaşanan çocuk zihinlere yönelik resmi ideolojik işgale, fıtratları bozan, ekini ve nesli ifsad eden seküler-dogmatik zulme son verilmesini ve çocukların fıtri özgürlüklerine, insani erdemleri koruyacakları vasata kavuşturulmaları gerektiğini ve bunun görece adalet ve özgürlük vaat ederek iktidar olanların, eğer tutarlı ve sözlerinin eri iseler en önemli ve en öncelikli sorumlulukları olduğunu” ifade etti.
Mehmet Pamak yaptığı açıklamada, “8 yıldır iktidar oldukları halde bu konuda tutarlı davranmayan ve tek bir somut adım atmayan, açılım ve özgürlük vaatlerini hep söylemde bırakan hükümetin, hiç değilse yeni dönemi kısmen de olsa öğütüm dönemi olmaktan çıkaracak, görece de olsa özgür eğitimin yolunu açacak somut adımlar atmasının ve bu bağlamda öncelikle bir genelgeyle halledilebilecek olan ‘Kemalizm andı’nı ve ‘Milli Güvenlik Dersleri’ni kaldırmayla işe başlamasının önemli bir samimiyet ve tutarlılık göstergesi olacağını” söyledi.
İLKAV Başkanı Mehmet Pamak’ın “öğütüm yılı” sonu vesilesiyle yaptığı
basın açıklamasının tam metni:
“Batıdan taklit edilen ulusalcılık ve laiklik bir din gibi kurgulanmış, modernitenin seküler değerleri ve ulus devlet, kutsal ilan edilip putlaştırılmıştır. Laik Kemalizm ve ulusalcılık İslam ve ümmet bilinci yerine ikame edilince de İslam ve ümmetçilik, kırmızı kitaplarda irtica adı altında birinci öncelikli tehdit ve düşman kategorisine sokulmuştur. Yaklaşık 85 yıldır askeri ve sivil eğitimde, tüm kültür müesseseleri ve medyada, sürekli bu resmi dinin propagandası yapılmış, Kemalizm ya da Atatürkçülük adı verilen bu resmi dinin ayinleri mahiyetindeki törenlere de bütün toplum katılmak zorunda bırakılmıştır. Toprak, vatan, ulusal bayrak, ulusal marş, ulusal sınırlar, anıtkabir, bu ulusal dinin seküler kutsalları kabul edilmiştir. Vatandaşlar bu seküler dinin mü’minleri olmak zorunda bırakılarak, bütün hayat alanlarında ve ömür boyu bu dinin kutsallarına tazime zorlanmışlardır. Başta okullar, kışlalar, resmi kurumlar olmak üzere bütün ülke sathı da bu seküler dinin tapınakları haline getirilmiş, resmi törenler, resmi bayram ve yas günleri, ulusal marş ve bayrak törenleri de bu dinin ayinleri olarak bütün topluma dayatılmıştır.
Devleti ilah, ideolojisini din olarak dayatan ideolojik zorunlu öğütüm en büyük zulümdür
Eğitim-öğretim faaliyetinin genel ve zorunlu bir devlet fonksiyonu olarak ortaya çıkması, kendi mahiyetinin zorunlu kıldığı bir gelişme değildir. Kamu okulları sistemi esas itibariyle modern ulus devletin ideolojik bir aracıdır. Bu resmi ideolojiye göre, devlet toplum ve halk için değil, toplum ve halk devlet içindir. Kutsallaştırılıp ilahlaştırılan devlet, toplumun bir hizmet kurumu ve aracı olmaktan çıkarılıp, adeta toplumu var eden, onu yaşatan ve onun sahibi, maliki olan varlık (ilah) konumuna oturtulmuştur. Halk işlerini ve hizmetini görsün diye bir devlet kurmamış, kendinden menkul varlık iddiasıyla devlet kendisine vergi versin, askerlik yapsın ve diğer hizmetlerde bulunsun diye bir halk, bir ulus oluşturmuştur. Devlet ve devlete hâkim oligarşi ve özellikle de ordu efendi, halk ise onlara hizmet etmek için var olan kölelerdir. Böyle bir anlayışa sahip olanlarca kutsal devlet aynı zamanda bir doğruluk referansıdır. Halkı için, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ancak devlet ve dolayısıyla devlete egemen olan oligarşi (asker-sivil bürokratlar-yargı ve TÜSİAD’cı sermayedarlar) bilmektedirler.
İdeolojik eğitim mazlum halkları zalimlerin payandası yapmayı hedefliyor
İşte bu egemenler, kurdukları sömürü ve zulüm düzenini ayakta tutmak için, bu sistemin mağdurlarını kendi çıkarlarını koruyacak biçimde yetiştirmek için ideolojik zorunlu eğitimi bir araç olarak kullanıyorlar. Sonuçta da, mazlumlar zalimlerini ayakta tutan payandalar haline dönüştürülüyorlar. Bu tuzaktan kurtulup, özgürleşmenin yolu, bütün insanların yaratıcısı olarak, bütün insanların hukukunu en adil bir biçimde gözeten Allah’ın hükümlerini ve fıtri insani erdemleri belirleyici kılan bir adalet sistemini kurmaktan geçer. Ancak böyle adil bir sisteme müstahak olmak için de, zulme rıza göstermeden, elindeki imkânları ve var olan potansiyeli zulmü geriletmek için seferber eden bir direniş bilincini kuşanmak ve bu bilinci sosyalleştirecek hikmetli çabalar ortaya koymak gerekmektedir.
Adalet devleti, ancak bütün insanların Rabbi olan
Allah’ın vahyine esas alan sistemle mümkündür
Biliyor ve inanıyoruz ki insan, ancak, fıtri/insani erdemlerin korunup vahiyle geliştirildiği, Allah’ın kullarına merhametin esas alındığı ilahi adalet yönetimi altında, farklılıkları olan bütün kesimlere kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri adalet ve özgürlük vasatı sağlandığında gerçek huzur ve barışa ulaşabilir. Evet, ancak fıtratla vahyin yeryüzünde buluşmasıyla, fıtrat, evren ve hayat arasında bir uyum sağlanabilir, bütün insanların Yaratıcısının, bütün kullarının hukukunu gözeten hükümlerinin hâkimiyetiyle, insanlığa onur kazandıracak gerçek anlamda bir adalet sistemi, hakiki barış ve huzur ortamı oluşabilir.
Tabii bu büyük ve hakiki değişime kadar zulüm devam etsin deyip seyirci kalamayacağımıza göre, bu temel istikamete yönelik tevhidi stratejik yürüyüşümüze zarar vermeden, temel ilkelerimizden tavize yanaşmadan, tevhidi davet ve eğitim çabalarımızda ısrar ederek, ama hiç değilse mevcut sistem içinde insanlara nefes aldıracak görece bir iyileşmenin, özgürleşmenin sağlanması da önem arz etmektedir. Evet bu husus, Mekke zorba yönetiminin zulmünden, görece daha adaletle hükmettiği Peygamber (s) tarafından beyan edilen Habeşistan’daki Necaşi yönetimine sığınmak zorunda bırakılan Müslümanların örneğindeki gibi, acil bir ihtiyaç olarak gündemden çıkmamaktadır. Bu sebeple, ideolojik taassuba dayalı bürokratik diktatörlüğün önemli kurumlarını, hukuksuzluklarını, haksızlıklarını ve yaptığı zulümleri, keyfi karar ve uygulamalarını ifşa edip, kamuoyu önünde tartışmaya açarak, bir yandan insanlarda zulme ve haksızlıklara karşı muhalefet bilinci oluşturmayı, diğer taraftan da zulmedenleri geri çekilmeye zorlamayı hedeflemeliyiz. Yönetimleri, hiç değilse kendilerini nispet ettikleri AB hukukuna ve altına imza attıkları insan hakları sözleşmelerine sadakat göstermeye zorlayarak, halkın mevcut sistem içinde de, nefes alacak kadar da olsa daha özgür bir vasata kavuşmasına vesile olmaya çalışmalıyız.
Allah’ın hükümleriyle hükmeden gerçek adalet sistemine ulaşıncaya kadar, mevcut sistem içinde görece bir özgürleşme ve adalet vasatına ulaşabilmek ve özgür bir eğitim sisteminde şahsiyetleri ve fıtratları korunmuş özgür nesiller yetiştirebilmek için, hiç değilse TC’nin bağlı olduğu AB hukukuna sadakat göstermesi ve egemen zulmün geriletilmesi suretiyle eğitimin öncelikle resmi ideoloji tahakkümünden kurtarılıp temel insan hakları zeminine oturtulması, askeri vesayet ve militarizmden soyutlanıp sivilleştirilmesi sağlanabilir. Sivillerin askeri bir kültürle ve askerler tarafından eğitildiği bir toplum militarize olmaktan, bağnaz, taassup ehli, dar ufuklu ve sığ düşünceli olmaktan kurtulamaz. Bu sebeple, fıtrata yönelik baskıların kalktığı, şahsiyetleri askeri ve ideolojik kalıplarla öğütmeye yönelik faşist dayatmaların son bulduğu özgür ortamlarda, insanın kendine ve Rabbine yabancılaşmaktan kurtarılarak, imtihan dünyasında kendini özgürce gerçekleştirebilmesinin önü açılmalıdır. Eğitim, askeri ölçülerle kuşatılmış dar ufuklu bireyler ve ideolojik bağnazlıkla malül niteliksiz, şahsiyetleri öğütülmüş nesiller yetiştirmeyi değil, fıtratı (yaradılıştaki temizliği) koruyup geliştirerek “iyi insan” yetiştirmeyi hedeflemelidir. Böyle bir eğitim vasatına kavuşabilmenin ve çocuklarımıza hiç değilse şimdilik nefes aldıracak görece özgür vasatlara ulaşabilmenin ilk adımı ise, zulmü, zorbalığı ve ideolojik dayatmayı esas alan vakıaya teslim olmamak, elindeki güç ve imkân kadar da olsa itiraz etme, muhalefet etme, sorgulama bilinciyle harekete geçmek, hak ve özgürlüklerimizi her fırsatta gündemleştirmek, zulmü ve zalimleri de teşhir etmektir.
Eğitimdeki askeri vesayet ve militarist ideolojik kuşatma son bulmadan
görece özgürleşme de olmaz
Bu bağlamda, hiç değilse, eğitim üzerindeki asker baskısına, ideolojik kuşatmaya ve müfredattaki militarizme son verilmesini, Kemalizm dininin amentüsü gibi dayatılan “and içme”, resmi tören şövenizmi ve Milli Güvenlik Derslerinin kaldırılmasını talep etmekle başlamalıyız. Toplumdaki farklılıkları doğal karşılayan, resmi ideoloji dayatmayan özgür eğitim şartlarının hazırlanmasını gündemleştirmeliyiz. Allah’ın ayetlerinden olan ana dillerde eğitimin serbest bırakılması ve insanların kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin önündeki tüm engellerin kaldırılması gerektiğini topluma anlatmalıyız.
Bu bağlamda verilecek mücadelede gayri İslami sisteme de, Allah’ın bütün insanlara tanıdığı fıtri-insani temel hakları, İslami adalet sisteminde gayrimüslimlere tanınan hak ve özgürlükleri bize de tanıması gerektiğini ve bunun insani bir sorumluluk olduğunu söylemeliyiz. Öğütüm aracı kılınan eğitim sisteminin, ideolojilerden ve militarizmden arındırılarak özgürleştirilmesinin gerekliliğine vurgu yaparak, herkes için adalet ve özgürlük istemeliyiz. İşte bu sebeple her kesimin vergileriyle finanse edilen eğitimin mümkün olduğunca nötr olması, insani ve fıtri erdemlerden oluşan ortak paydayı esas alması gerektiğini vurguluyoruz. Ve yine bu sebeple, din ve ideoloji derslerinin (İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik, Kemalizm vb) seçmeli ders olarak konulmasını ve bu derslerin program içeriğinin nasıl ve öğretmenin vasıflarının ne olması gerektiğini belirleme yetkisinin de ailelere bırakılmasını, çünkü çocukların devletin değil ailelerin olduğunu söylüyoruz. Üstelik bu son derece insani ve adil talebimiz, Türkiye’nin de altına imza attığı uluslararası sözleşmelere göre de en temel hakkımız, bu hakkımızı ortadan kaldıran ideolojik dayatmalar ise en temel insan hakları ve hukuk ihlalidir.
Okullar Kemalizmin tapınakları, militarizmin kışlaları olmaktan çıkarılmalı
Okullara hâkim olan dogmatik ideolojik dayatmalar, insanlık onurunu aşağılayıcı, insani erdemleri yok edici olması bakımından utanç vericidir. Çocuklar her gün bahçedeki ve koridorlardaki ideolojik kuşatma içinden geçerek sınıflara ulaşıyorlar. Öğretmen bu dinin rahibi gibi giriyor sınıfa. Ayağa kalkılıp, hazır ola geçiliyor. Ve Kemalizm’in amentüsü mahiyetinde Atatürkçülüğe bağlılık andı, Türk olmayanlara Türk olduğu ve bu sebeple de mutlu olduğu zorla söylettiriliyor. Halbuki, Türkiye’deki Alman okulunda Alman çocuklarına da bu andın söyletilmesini zamanın MEB Hüseyin Çelik haklı olarak eleştirmiş ve bu zorunluluğu onlar için şu gerekçeyle kaldırmıştı: “Alman çocuğuna her sabah önce ‘Türk’üm’ dedirterek yalan söyletiyoruz, hemen arkasından da ‘Doğruyum’ dedirterek ikinci bir yalan söyletiyoruz” diyordu. Çünkü Alman çocuk, Türk olmadığı halde andın başında baskıyla da olsa Türk’üm demek suretiyle birinci yalanı söylemişti, hemen sonraki kelimede ise, birinci kelimedeki yalanıyla doğruluktan saptığı halde ‘doğruyum’ demek suretiyle ikinci bir yalanı söylemiş oluyordu.
İşte MEB Hüseyin Çelik’in Kemalizme bağlılık “and”ına yönelik bu eleştirisi son derece haklı ve doğru olduğu halde, bu eleştiri Türk olmadığı halde böyle and içirilen her çocuk için geçerli olmalıyken, her çocuğa zulüm olarak görülmeliyken, alınan kararla sadece Alman çocuklarına yapılan zulme son verilmekle yetinilmiştir. Bu ülkedeki bütün çocuklara, ırk ayrımı yapmadan zorla söyletilen bu and zulmü ise halen devam etmektedir. Türklük ya da Kürtlük hiçbirimizin tercihimiz değil Allah’ın takdiridir ve bu sebeple övünme ya da yerinme vesilesi kılınamaz. O halde her sabah Türk olduklarının hatırlatılması ve bunun bir övünç ve mutluluk kaynağı olduğunun vurgulatılması, aslında Türk çocuklarına da zulümdür. Başta Müslümanlar olmak üzere, resmi ideolojiyi benimsemeyen insanlara ve çocuklarına, Kemalizm dininin amentüsü mahiyetinde böyle bir andın zorla ve her sabah tekrarlatılması ve İslam karşıtı pozitivizmden ibaret olan “Atatürk”ün yolundan yürüme sözü verdirilmesi, çocukların kendi varlıklarını Türk varlığına armağan etmeye zorlanması eğitim kavramıyla değil ancak zorla beyin yıkama ve dönüştürme anlamında öğütüm kavramıyla ve tam anlamıyla bir faşizmle örtüşebilecek büyük bir zulümdür.
İşte bu büyük zulüm işlenip zorla resmi ideolojiye bağlılık andı söyletildikten sonra dersler başlıyor. Başta Milli Güvenlik ve İnkılâp Tarihi dersleri olmak üzere, din derslerine kadar, her ders kitabı ideolojik resimler ve yönlendirmelerle dolu. Nerdeyse matematik dersinde bile Atatürk’ün sevdiği problemler çözülecek. Ayrıca tam bir askeri, ideolojik ve militarist muhteva, Milli Güvenlik Dersinden başlayarak bütün derslere yansıtılmış bulunuyor. Böylesine yoğun ideolojik beyin yıkama sonucunda nihayet hafta sonuna geliniyor. Tabi çıkarken de aynı seremonilerle bahçede toplanılıyor, aynı törenler, aynı tapınmalar gerçekleştiriliyor. Eh artık hafta sonu tatili geldiğine göre, çocuklarımız hiç değilse iki gün özgür olacak zannediyorsunuz, ama yanılıyorsunuz. Öylesine ödevler veriyorlar ki, o iki günde çocuk Atatürk şiirleri ezberlemek, Atatürk piyeslerine çalışmak, Atatürk ile ilgili ödevler hazırlamak zorunda bırakılıyor.
Hak, hukuk, adalet ve özgürlük adacıkları olması gerekirken, resmi ideolojik işgal altında bir esir kampı konumuna dönüştürülen okullarda üstelik bir de Milli Güvenlik dersleri için bizzat Genelkurmay tarafından görevlendirilen subaylar, okullardaki öğretmen ve öğrencileri takip edip fişlemekte, hazırladıkları istihbarat raporlarını komuta kademesine ileterek, eğitimi doğrudan askeri vesayet altında tutmaktadırlar. Askerlikteki, kendilerinin ülkenin, devletin ve halkın sahibi ve efendisi, halkın ise köleleri olduğunu kabule dayalı militarist yaklaşımı halkın çocuklarına benimsetmeye yönelik resmi ideolojik beyin yıkamayı yeterli bulmayan asker bürokratlar, hem bu militarist kuşatmayı ve öğütümü daha uzun yıllara yayarak sürekli kılmak, hem de zorunlu askerlikle kuşatamadıkları kız çocuklarını da bu öğütümden geçirmek amacıyla Milli Güvenlik Derslerini kullanmaktadırlar. Aynı zamanda başta İslami inanç ve kimlik olmak üzere resmi ideoloji dışında kalan inanç, düşünce ve kimlikleri denetim ve baskı altında tutmayı, onları fişleyip takibe almayı bu dersler için görevlendirilen subayları kullanarak gerçekleştirmektedirler. Bir yandan okulları tamamen resmi ideolojinin, Kemalizm dininin tapınakları ve militarizmin kışlaları haline getirmeye çalışırken, diğer yandan da “irtica”ya karşı mücadele adı altında okullarda mescid olup olmadığını, öğretmen ve öğrencilerin namaz kılıp kılmadıklarını vb konuları fişleyip rapor haline getirerek engellemeye çalışmaktadırlar.
İdeolojik dogmatik eğitim, zihinlerdeki işgalle fıtratları bozmuş,
akıl ve düşünce kabiliyetini dumura uğratmıştır
Bu yaygın ideolojik kuşatma ve toplumu çok yönlü “öğütme” politikası, ilk-orta öğretimden yüksek öğretime, askeri okullardan özel okullara, medya ve kültür kurumlarından halk evlerine kadar çok geniş bir alanı kapsayacak derecede halkın İslami değerlerine ve kimliğine saldırıyı içine almaktadır. İnsanların, imtihan sebebiyle bulundukları bu dünyada, özgür iradeleriyle kendilerini gerçekleştirmelerine, fıtratlarını koruyarak tekamül ettirmelerine fırsat verilmemekte, iradelere konulan ipotekler ve körpe zihinlerde gerçekleştirilen jakoben işgallerle, fıtratlar bozulmakta, insani erdemler ve idrakler köreltilmekte, akıl ve düşünce dumura uğratılmaktadır.
Ateşten korumakla sorumlu olduğumuz çocuklarımız, işte böyle bir eğitime, böyle bir okul sistemine ve okulları kiliseye dönüştüren, kışlaya çeviren böyle ilkel bir dogmatizmin ve militarizmin tahakkümüne mahkûm bulunuyorlar. İşte bu ideolojik bağımlılık ve taassup, eğitim kurumlarında ve üniversitelerde görevli kadroların yeni fikirler üretmelerini, bilimsel atılımlar yapmalarını engellemiş, bu ideolojik bağnazlık bilimsel ufukları sınırlandırmış, düşünce üretimini dondurmuştur. Bu kadroların resmi ideoloji kıskacında yetiştirdikleri gençlik de, doğal olarak, kimlik ve şahsiyet kargaşası içinde, hedefsiz, niteliksiz, seviyesiz ve bunalımlı bir gençlik olmuştur.
İslam’a ve Müslümanlara yönelik “irtica, dogma ve boş inanç” suçlaması yapanlar, gerçek anlamda dogmatizmi ve boş inancı, bütün toplumsal hayatta ve eğitim kurumlarında dayatılan resmi ideolojinin temsil ettiğini göremeyecek derecede kördürler. İslami eğitimin ve İslami değerlerin yasaklanıp, Kemalist dogmacılığa teslim edilen eğitim sisteminde ve İslam düşmanı laik despotizmin hamiliğini yaptığı üniversitelerde ilim ve düşünce özgürlüğü yok edilmiştir. Eğitim adı altında, aslında militarizmin ve resmi ideolojinin dogmatik kalıpları içinde tam bir öğütüm mekanizması işletilmiştir. Sonuçta, eğitimcilerin ve üniversitelerin ufku daraltılmış, çalışmaları, araştırmaları, eğitim ve öğretim faaliyetleri, kapitalist sömürü sisteminin çıkarları ve oligarşiye iktidar ve rant sağlayan resmi ideolojinin her şeye rağmen ayakta tutulması için sınırlandırılmıştır.
Yeni döneme başlamadan, eğitimi özgürleştirici ilk adımlar,
hiç değilse “And” ve “Milli Güvenlik dersleri” kaldırılarak atılmalıdır
Avrupa’nın faşist dönemini taklit ederek Kemalist sistemi kuranlar, taklide süreklilik kazandırsalardı, yani statik değil de dinamik bir taklidi esas alsalardı, Batının faşizm sonrası yakaladığı görece özgürlükçü dönem de kendiliğinden Türkiye’ye getirilmiş olurdu. Batıdaki görece özgürleşmeye paralel sistem içi görece özgürleşme sağlayacaklarını iddia eden, halka görece daha adil ve özgür bir sistem vaadinde bulunarak iktidar olan AKP hükümeti maalesef hep yaptığı gibi 8 yıl geçtiği halde bu konularda ciddiye alınacak somut hiçbir adım atmamıştır. Bütün açılım ve özgürlük vaatleri söylemden öteye geçemeden anlamını yitirmiştir. “Kemalizm andı”nın ve militarizmin tuzağı Milli Güvenlik derslerinin kaldırılması gibi anayasa ya da yasa değişikliği gerektirmeden bir yönetmelik değişikliği ya da genelgeyle halledilebilecek konularda bile somut adım atılmamış olması hiçbir şekilde izah edilmeyecek önemli bir tutarsızlıktır.
Sistem içi değişimle görece adalet ve özgürlük vaat edenler bilmelidirler ki, zalim statükoyu gerileterek daha özgür bir vasata ulaşabilmek için, öncelikle, Batının faşist dönemini dogmalaştırarak değiştirilemez kılanların bu ideolojik, dogmatik kuşatmasını aşmaya yönelik değişiklikleri gündeme almaları gerekmektedir. Başta eğitim olmak üzere, bütün hayat alanları üzerindeki asker ve resmi ideoloji baskısına ve eğitim müfredatındaki militarizme son verilmesi, bu bağlamda Kemalizm dininin amentüsü gibi dayatılan “Kemalizm andı”, resmi tören şovenizmi ve Milli Güvenlik Derslerinin kaldırılması şarttır. Toplumdaki farklılıkları doğal karşılayan, resmi ideoloji dayatmayan özgür eğitim şartlarının hazırlanması acil bir gerekliliktir. Ana dilde eğitim yasağı da dâhil, tüm insanların ve farklı toplumsal kesimlerin kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin önündeki tüm engeller kaldırılmadan, Ulusalcı laik Kemalizm dininin bütün topluma, kurumlara, devlet politikalarına ve eğitim sistemine hâkimiyetine son verilmeden, bu ülkede temel hak ve özgürlüklerin önünü açmak mümkün değildir.”