Oturum başkanlığını Ali Kaçar’ın yaptığı panelde Beşir Eryarsoy, Asım Öz, Ahmed Kalkan (Şiddetli rahatsızlığı sebebi ile panele katılamadı) konuşmacı idi. Panelin sürpriz konuğu ise Muhammed Kutub’un oğlu Usame Kutub idi.
Panelin sunumunu Yunus Kocapınar yaptı. Abdulkadir İlyas ‘ın Kuran tilavetinden sonra Ali Kaçar’ın açılış ve özet tanıtım konuşmasına geçildi..
Kaçar konuşmasına Allah’ın selam ve rahmetinin İslam coğrafyasında emperyal işgale, şirke ve tuğyana karşı mücadele eden bütün Müslümanların üzerine olması duası ile başladı.Kaçar konuşmasına şu şekilde devam etti: ”Müslümanlarla Dayanışma Platformu olarak Mısır olayları ve Muhammed Mursi’ye karşı gerçekleştirilen ABD destekli darbe dolayısıyla Mısır için, yine Suriye’de Nusayri diktatörlüğünün gerçekleştirdiği katliamlar dolayısıyla da Suriye için birer panel düzenledik ve İslam coğrafyasındaki zulüm ve katliamları protesto ve tel’in için de sayısız basın açıklamaları yaptık. Bugün de çağımızın mütefekkirlerinden olan, içinde bulunduğumuz yüz yılda İslami mücadeleye aile olarak çok büyük katkıları olan ve dört Tayf olarak bilinen dört kardeşten biri olan Muhammed Kutub’un vefatı dolayısıyla onu tanıma, mücadelesini bilme ve düşüncelerinden istifade etmek amacıyla Muhammed Kutub Paneli düzenliyoruz. Ümid ve temenni ederiz ki bu panel, Muhammed Kutub’un devraldığı meş’alenin daha da güçlenerek devamı için küçücük de olsa bir katkı olur. “
Kaçar, panelin ilerleyen bölümlerinde ise ayrıntılı bir biçimde Muhammed Kutup ‘un hayatı ve kardeşi Seyyid Kutup’la fikri münasebeti ve İhvan hareketi konusunda bilgiler verirken, Türkiye’deki tevhidi uyanışın 1960’lı yıllardaki söz konusu benzer yazar ve alimlerin tercüme eserleri ile başladığını da ifade ederek onlara dua ve niyazda bulundu.
Diğer konuşmacı Beşir Eryarsoy, Seyyid Kutub’un tamamlayamadığı mesajının, söyleyemediklerinin, düşünüp yapamadıklarının kardeşine nasip olduğunu bu nedenle, Muhammed Kutub’u tanımak için önce Seyyid Kutub, Hasan el-Benna ve İhvan Hareketi’nin iyi tanınmasının önemine işaret etti. Eryarsoy konuşmasının büyük kesimini ise Muhammed Kutup’un eserlerine, içeriklerine ve 1960’lı yıllarda Türkiye şartlarında bu kitapları basan ve okuyanların başlarına neler geldiğine ilişkin bilgilere ayırdı.
Muhammed Kutub’un, ağabeyi Seyyid Kutub’un olgunluk döneminde yetiştirdiği ve küresel mesajını temsil eden örnek şahsiyet olduğunu ifade eden Beşir Eryarsoy merhum ile geçirdiği zamanlardan ve hatıralarından da söz etti. Eryarsoy, Kutub’un yazılı olan eserlerinin yanında sesli, görüntülü eserlerinin de bulunduğunu belirttikten sonra yazılı eserlerini üç gruba ayırdı. Marksizm ve Modernizmin çarpık ve sapık anlayışları karşısında İslami düşünceyi anlattıği eserlerinin birinci grubu; Oryantalizmi konu ettiği eserleri ikinci grubu; güncel konular üzerine yazılmış, kuramsal nitelikteki eserlerinin üçüncü grubu oluşturduğunu belirtti. Bizim neslimizde milliyetçi mukaddesatçılıkla malul, İslam devleti deyince tatilin Pazar değil Cuma olmasını anlayan, bir İslam bilincinden saf arı duru tevhidi istikameti yakalamamızda 60’lı yıllardaki Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretleri ile, Muhammed Kutup’ un “Biz Müslüman mıyız?“ kitapları çok etkili ve sarsıcı olmuştur. Muhammed Kutub ve Seyyid Kutub Türkiye içindeki bir takım çevrelerce de haksız yere mezhepsiz, Amerikancı, Osmanlı düşmanı gibi saçma sapan ilmi mesnetlerden yoksun ithamlarla yaftalanmaya çalışılarak kitapların halk tarafından okunmaması sağlanmak istenmiştir. Muhammed Kutub’un eserlerinin tümünde Müslümanların dertleri ile dertlendiğini, gönlümüzde derin izler bırakan ve inandığı gibi yaşayan bir dava adamı olduğunu belirterek konuşmasını tamamladı.
Asım Öz ise konuşmasını 1960 sonrası İslami anlayışta Muhammed Kutub’un eserlerinin rolü, İslamcılığın o günkü ve bugünkü seyrinde İhvan hareketinin etkisi, tercüme kitaplardaki çeviri dilindeki dönemsel farklılıkları ve yazarın düşünsel değişim ve kitapların yazıldığı tarihi, sosyal şartları da göz önüne alarak okuma yapılması gerekliliği üzerine bina etti. 1960 sonrası İslami hareketlerde Muhammed Kutub’un büyük etkisi olduğunu, Kutub’un her bir eserinin pek çok yerli yazarlarca tercüme edildiğini, hareket önder ve eylemcilerince kılavuz mertebesine konduğunu, eserlerinin mecmualarda yayımlanarak hareket mensuplarının fikri oluşumlarını şekillendirdiğini anlattı ve Ali Özek’in Kutub anlayışına ve çalışmalarına değindi. Özellikle günümüzde tekrar ihvan İslamcı çizgisinin Ak parti iktidarı ile tartışmaya açıldığını değinen Öz, İhvan kaynaklarından beslenip, Muhammed Kutub ve Seyyid Kutub uslubu ile kitap yazan Ali Bulaç’ın ise gariptir ki bugünkü duruşu ile Gülen hareketi ile ihvanı özdeşleştirip Ak partiyi Nasır dönemine benzeterek, Kutup’ların düşünce ve eserlerinin araçsallaştırıldığını (gerçek amacından saptırılarak, başka bir hesap için kullanılması) da dikkat çekti.
Asım Öz, Muhammed Kutub’un Türkiye’deki Müslümanlar üzerindeki etkisinin dört kitapla (Taklitlerin Çarpışması, 20. Yüzyıl Cahiliyyesi, Biz Müslüman mıyız?, Düzeltilmesi Gereken Kavramlar) çok belirgin olduğunu, ağabeyi Seyyid Kutub’un düşünsel olarak daha baskın ve etkili olduğunu, Muhammed Kutub’un ağabeyi vesilesi ile tanındığını ifade etti. İhvan hareketinin bütün orta doğu coğrafyasında İslami hareketlere ilham kaynağı olduğunun altını çizen Öz, Muhammed Kutub’un bu çizgide önemli bir yere sahip olan, Türkiye‘yi de bilen bir alim olarak yeni nesillere düzgün aktarılması gerektiğini, hatıratının önemli olduğunu belirterek sözlerine son verdi.
Son olarak Merhum Muhammed Kutub’un oğlu Usame Kutub‘a sürpriz olarak söz verildi. Usame Kutub, babası ve hayatı konusunda zorluk ve sıkıntılardan bahsetmenin gereğinin olmadığını, yeni nesillere moral verici mesajların verilmesinin daha güzel olacağını, kardeşi Seyyid Kutub hakkında da çok şeyler konuşmaya gerek olmadığını, eserlerinin ve hayatının her şeyi ortaya koyduğunu belirtti. Babasının son kaleme aldığı 500 sayfalık Hatıratının da yakın zamanda çıkacağını belirten Usame Kutub, babasının kitaplarında geçen “Cahiliye “ kelimesinin bazen yanlış anlaşıldığını, buradan hiçbir zaman toplumdaki tüm fertlerin anlaşılmaması gerektiğini ifade ederek sözlerini tamamladı. Panel soru-cevap bölümü ile sona erdi.
Ali Kaçar’ın Sunumunun Tam Metni:
Değerli kardeşlerim,
Muhammed Kutub, 1919 yılında Mısır’ın Asyut şehrinde dünyaya gelmiştir. Ağabeyi Seyyid Kutub’tan 12-13 yaş küçüktür. Seyyid Kutub ise 1906 doğumludur. Seyyid, Emine, Nefise ve Hamide olmak üzere dört kardeşi bulunmaktadır.
Kutub ailesi, Allah (c.c.)’ın İslam dünyasına, hatta tüm insanlığa davetçi olarak, son yüzyılda bahşettiği ender ailelerdendir, adeta bir ilim ve davet ocağıdır. İhvan’dan beslenen, İhvan hareketini kendisine örnek alan bütün İslamî cemaatler, Şehid Seyyid Kutub, Emine Kutub, Muhammed Kutub isimlerini sık sık zikrederler ve eserlerinden de istifade ederler. Muhammed Kutub, ağabeyi Şehid Seyyid Kutub kadar aktiviteye sahip olmasa da, bir mütefekkir olarak yer aldığı tebliğ çalışmasında, davetçi sıfatına layık olan bir ilim adamıdır.
Muhammed Kutub liseyi bitirdikten sonra, Kahire üniversitesi, İngiliz filolojisi bölümünü ve Yüksek öğretmen okulunu 1940 yılında bitirmiş. Üniversite yıllarında bir yandan psikoloji üzerine eğitim görmüş ve eğitim ve psikoloji diploması almış, öte yandan da İslami araştırma ve incelemelerde bulunmuştur.
İnsanların aldıkları eğitim, genelde hayatlarını da yönlendirir. İngiliz filolojisi okuyan birinin, Batı kültürüne yakın durması beklenir. Ancak Muhammed Kutub’un bir söyleşide söylediği şu sözler, Batı Medeniyeti ile İslam dünyası arasındaki esas farkın çerçevesini belirtmekteydi: “Avrupa ile bizim farkımız medeniyet farkı değil, mahiyet farkıdır. Onlar Yaratıcı ile savaşır, bizler teslim oluruz.”
Muhammed Kutub’un fikri yapısının gelişmesi ve eğitiminde ağabeyi Seyyid Kutub’un çok önemli bir etkisi olmuştur. Muhammed Kutub ağabeyi Seyyid Kutub için; “Lise yıllarına geldiğimde beni fikir tartışmalarının yapıldığı toplantılara götürerek, düşünce ve gönül dünyamı etkiledi” demişti. Bir başka yerde de ağabeyinden etkilenişini şöyle anlatmıştır Muhammed Kutub: “Merhum Seyyid sayesinde İslami bir yazar olarak intişar ettim. O, benim hem üstadım, hem kardeşim, hem de parçam.”
Dört kardeşin katılımıyla yazdıkları bir kitap ‘Dört Tayf’ adıyla yayınlanmıştır. Sonra da Müslümanlar onları bu isimle tanımış ve tanımlamıştır. Böylece “Dört Tayf” Kutub ailesinin ikisi erkek, ikisi kız dört kardeşin adeta özel adı olmuştur.
“Tayf” ışık huzmesi, kollara ayrılan ışık demetinin her bir kolu anlamına gelmektedir. Dört kardeşle, yapıp ettikleriyle, bıraktıkları miras ile birebir örtüşen bir benzetme… Kimdi bu “dört tayf”, etraflarını nurla aydınlatan bu ışık demeti? Bu dört kardeş;
1-Seyyid Kutub,
2- Emine Kutub, (“Şehitliğin ve zindanların kadın şairi” diye bilinir. 1927 yılında doğmuş. İdam hükmü giymiş Şehit Kemalettin es-Senânirî ile nişanlanmıştı. Daha sonra hükmü 25 yıl ağır hapis cezasına dönüştürülmüştü. Emine nişanlısını 17 yıl bekledikten sonra evlendiler. Ama kocası tekrar yakalanıp hapse atılmış, hapiste işkenceler altında şehadet şerbetini içmişti. Emine’nin: “Bir Şehide Mektup” adında bir eseri de bulunmaktadır. Mısır’da 2007 yılında vefat etti.
3- Hamide Kutub, (Askerî zindanların bakiresi diye tanınır. 1937 yılında doğan Hamide Kutub da Firavun zindanlarında kalmak ve işkence görmekten, çeşitli ithamlara maruz kalmaktan payına düşeni almıştı.
On yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştı. 2012 yılında Paris’te vefat etmiştir.
Öbür Yakadakilere Sesleniş, Gece Karanlığında Yolculuk, Korku Cenneti gibi eserleri bulunmaktadır.
4- Muhammed Kutub,
Muhammed Kutub, ağabeyinin izinde iyi bir Kur’ân öğrencisi, iyi bir tarih yorumcusu, yorulmak bilmeyen bir davetçi ve tebliğciydi. Dünyanın her yerinde var olan küçük-büyük bütün İslâmî hareketlerin ve dolayısıyla ümmetin meseleleriyle yakından ilgilenmiş, bu meselelerin halli için sayısız eser yazmıştır. Hatta yeni neslin sağlıklı eğitilmesi için çeşitli öğrenim düzeylerine göre ders kitapları hazırlamıştır. Ayrıca, doğru düşünmenin temel taşlarından birisi olan İslâmî kavramların doğru anlaşılması için büyük emek sarf etmiştir.
Şehid Seyyid Kutub’un, Kutub ailesi üzerinde çok büyük etkisi olmuştur. Öyle ki hemen bütün aile fertleri, Şehid’in verdiği mücadelede ortak hareket ettiklerinden dolayı akıl almaz eziyet ve işkencelere duçar olmuştur. Nitekim Muhammed Kutub, ağabeyinin mücadelesini desteklemekten dolayı, Cemal Abdunnasır’ın adamlarınca, 1954 yılında tutuklanmıştır. Bir yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1955 yılında serbest kalmış, ancak 10 yıl sonra tekrar tutuklanmıştır.
Muhammed Kutub’un hapse atılmasına sebep gösterilen konu ise “Tekâmül mü Soysuzlaşma mı?” ve “20. Asrın Cahiliyesi” kitaplarından dolayı, bir grup genç kendisine soru sormaya geliyorlarmış ve bu toplantıların asıl sebebinin Cemal Abdünnâsır’ı öldürme planı olduğunu sandıklarından (!) Muhammed Kutub’u hapse atmışlar. Bu, gerekçelerden birisi idi. Diğer bir gerekçe ise, ağabeyi Seyyid Kutub ile birlikte hükümeti devirmek istediği ve Mısır'ın politik ve kültürel liderlerine yönelik suikast tertipçiliğinde bulunduğu iddiası ile tutuklanmıştır. Bu tutuklamada ağabeyi idam edilirken, Muhammed Kutub’un idam cezası ise hapis cezasına çevrilmişti. 1966'dan 1972'ye kadar cezaevinde kalmıştır. Cezaevinde kaldığı süre boyunca akıl almaz işkencelere maruz kalmıştır. Oysa Muhammed Kutub emniyet raporlarında yer aldığı gibi Müslüman Kardeşler teşkilatına üye bile değildi. Cezaevinden çıktıktan sonra diğer Müslüman Kardeşler üyeleri ile birlikte Suudi Arabistan'a iltica etmiştir.
Muhammed Kutub’un 1965’de tutuklanmasını Zeynep Gazali şöyle anlatır:” 5 ağustos günü Seyyid Kutub’un tutuklandığını öğrendim. Muhammed Kutub da zaten birkaç gün evvel tutuklanmıştı.”
Zeynep Gazali zindanlardayken ona, Muhammed Kutub’un teşkilatı nedir? Sorusunu soruyorlar.
Cevap veriyor : ”Daha önce bunun cevabını verdim Muhammed Kutub’un teşkilatı olmadığını, sadece İslam konusunda yazan bir araştırmacı olduğunu söyledim. Bütün işi insanlara doğru yolu göstermektir. Müslümanlara İslam düşüncesini açıklamak ve anlatmaktır. İnsanlar bunu öğrendikten sonra inandıkları ve tercih ettikleri şekilde davranırlar dedim” diyor…
Seyyid Kutub ise kardeşi Muhammed ‘in hapse atılmasını şöyle anlatır:
“29 Temmuz da kardeşim Muhammed tutuklandı. Ben de 2 veya 3 Ağustos’ta Kahire’ye geldim. Muhammed’i arayan polisler 2 gün önce evin her tarafını didik didik etmişlerdi.
Kahire'ye gelir gelmez yeğenlerimden Azmi Bekr veya Rıfat Bekr’den biri ile Yüzbaşı Ahmed Rasih’e bir yazı göndererek Muhammed’in durumunu karakoldan sordum. Yazıda kanunsuzca tutuklanan ve nerede olduğunu bilmediğimiz Muhammed’in tutuklanmasını ve hastalığıma karşın evde bana yapılan muameleyi şikâyet ettim. Çünkü iki gün önce gece yarısı emniyet görevlileri pencereden girerek evimizi zorla aramış ve bana insanlık dışı hakaretler yapmışlardı…
Gönderdiğim şikâyet dilekçesinde, Bertrand Russell’in (ünlü İngiliz filozofu) hükümeti eleştirdiği için tutuklanırken gördüğü muamele ile Muhammed’in tutuklanması sırasında gördüğü muamele arasında karşılaştırma yaparak dağlar kadar fark bulunduğunu, oysa Muhammed’in de onun gibi bir düşünür ve yazar olduğunu belirttim. Hiç olmazsa Muhammed’in nerede tutuklu bulunduğunu öğrenmek istediğimizi de ekledim. Bu dilekçeden 5 gün sonra 9 Ağustos günü ben de tutuklandım.”
Muhammed Kutub ise, 1954’de kendisinin ve ağabeyi Seyyid Kutub’un tutuklanışını şöyle anlatmıştır:
“Amerika’dan döndükten sonra 1949 ve 1950 yıllarında iki yıl boyunca devamlı bir şekilde tutuklanma ve sorgulanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Seyyid iki önemli problemle karşı karşıyaydı. Birincisi batıla karşı başlattığı amansız mücadele. İkincisi ise kaynaklarının ve özgürlüğünün kısıtlanmasıydı. Bir müddet sonra ikimiz de tutuklandık. Ben kısa bir hapis sürecinin arından serbest kaldım. Ama Seyyid özgürlüğüne kavuşamadı. Askeri hapishanede kaldığım süre beni çok değiştirdi. Hapisten önceki yıllarımda şiir, edebiyat ve sanata daha fazla yatkındım. Sonradan eğilimlerim değişti.”
Üniversite yıllarında psikoloji ile ilgili eğitim de alan Muhammed Kutub, İslami araştırma ve incelemelerde bulunur. Akademik olarak Mekke de Ümmü-l Kura Üniversitesinde İslamiyet Mukayeseli Dinler profesörü olarak çalışır. Ayrıca “ilim” diye Müslüman gençlere yutturulmaya çalışılan tanrı tanımazlık ile mücadele eder. Fakat ateizmi sadece Allah’ı inkâr etmek sınırı içinde hapsetmez. Aslında Allah’ı hakkıyla bilmemek ve bu gerçeğe teslim olmamak da bir nevi inkâr olarak değerlendirilmelidir. Çünkü Kureyş müşrikleri tek olan Allah’ı bilmek ile birlikte, O’na Lat, Menat ve Uzza’yı şerik veya denk tuttuklarından, şirk hayatını yaşamaktaydılar. Zaten Peygamber’in esas mücadelesi bu müşriklerle oldu.
Muhammed Kutub’a göre insanlığın esas sorunu Allah’ı gereği gibi takdir etmemektir. İnsanlık Allah’ı biliyor ama bu bilgi Allah’ın istediği tarzda değil, insanlığın kendi kafasında yarattığı bir ilah bilgisidir. Gerçek Allah’a götürmediğinden, bu bilgi hiçbir işe yaramamaktadır. “Onlar, Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Oysa Allah güçlüdür, azizdir.”(Hacc: 74)
Eserlerinde bir taraftan Batı kültürü ve uygarlığının belli başlı ilkeleri ve batı düşüncesinin kilometre taşı mesabesindeki fikrî akımları ve ideolojileri ile bunların belli başlı kişilikleriyle hesaplaşırken, emperyalizmin İslâm ümmetine maliyetini çeşitli bakımlardan ele alıp gözler önüne sermekte; diğer taraftan da Müslüman ümmete çıkış yollarını göstermekte, bu yolları gösterirken İslâm tarihinden dikkatle seçtiği önemli örneklere dayanarak ümmetin yeniden dirilme ve ayağa kalkma potansiyeline sahip olduğunu fakat bunun için gerekli gücü elde etmek için çok yönlü ve yoğun, topyekûn bir çabaya ihtiyaç olduğunu vurgulamaktadır.
Muhammed Kutub’a göre, Doğu-Batı ayrımı İslami değil, itibaridir. İslam beynelmilelci yani cihan-ı şümuldur/enternasyonalisttir. Kendi muhtevasında ümmetçidir. Bundan dolayı Hasan el- Benna, Müslümanların milletlere üstadiyet makamında olduğunu ifade eder. Bu yönüyle Kutup Batı’ya değil ondaki yerleşik düşünceye karşıdır. Muhammed Kutup farkı şöyle izah eder: “Avrupa ile bizim farkımız medeniyet farkı değil, mahiyet farkıdır. Onlar Yaratıcı ile savaşır, bizler teslim oluruz.”
20. Asrın Cahiliyeti, bir dönemin gençliğini kavradığı gibi içine çekmeden bırakmamıştı. Muhammed Kutub’un, 1960’ların ortalarında kaleme aldığı 20. Asrın Cahiliyeti, eldeki baskılardan anlaşıldığı kadarı ile Türkiye’de ilk defa 1967 yılında ve Cağaloğlu Yayınevi tarafından basılmıştı. 1971 yılında yeniden dizayn edilip basılan kitapta, Maide sûresi 50. ayetten bahsederek cahiliye ile ilgili şunları anlatıyordu Kutub: “Aslında cahiliye –Kur’an-ı Kerim’in kastettiği gibi- Allah’ın indirdiği hükümleri kabul etmeyen, Kur’an ahkâmıyla hükmetmeyi reddeden düzenli bir sistemdir. Yüce Allah, ‘Yoksa onlar (İslam öncesi) cahiliye hükmünü mü arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?’ buyuruyor.”
Okuyanlara çarpıcı gelen yorumlar da içeriyordu kitap. Diyordu ki, “Cahiliye, iyi niyetlilerin sandıkları gibi, bir daha geri gelmemek üzere giden belirli bir tarihî dönem değildir. Aksine cahiliye, coğrafi bölge, durum, zaman ve mekân kavramları açısından değişik şekiller alan belli bir ‘cevher’dir. Görünürde şekilleri değişse bile ‘cahiliye’ olmaları açısından hepsi birbirinin aynısıdır. Aynı şekilde cahiliye; ister Arap, ister yirminci asrın cahiliyesi olsun, kötü niyetli kimselerin düşündükleri gibi ilim, bilgi, medeniyet, kalkınma, sosyal, politik ve insani değerler diye adlandırılan şeylerin karşıtı da değildir.”
Dolayısıyla cahiliye İslam öncesi toplumlarda kalmış da değildir. Cahiliye, her zaman diliminde vardır ve yaşanmaktadır Kutub’un tanımına göre.
Kutub’a göre Arap cahiliyesi sadeydi. Onlar birtakım somut putlara taparlar, birçok sapık ve saçma âdetlere bağlanırlardı. Kureyş kabilesi kendi çıkarları için başkalarına zulümle egemenlik kurar, entrikalar çevirir ve varlığını bunlarla sürdürürdü. Kureyş’in yaptığı zulüm gerçek bir zulümdü. Ancak diğer cahiliye toplumlarının yaptıkları zulümlerle kıyaslanmayacak kadar basitti.
Çağdaş cahiliye,
Muhammed Kutub, sözü çağdaş cahiliyeye getirdiğinde ise ondan, ‘daha korkunç ve yıkıcı’ diye bahsediyordu. Kutub, şöyle diyordu:
Bilim cahiliyesidir o! Deneyler, araştırmalar ve teoriler cahiliyesidir.
Kendi gücüne âşık ve hayran, ulaştığı zirvelerle ve ufuklarla gururlanan maddi kalkınma cahiliyesidir.
İnsanlığın yok edilmesine yönlendirilmiş, planlı, metodlu ve ilmî (!) temellere oturtulmuş, tarihte eşine rastlanmayan hile ve tuzaklar cahiliyesidir.
(…) Çağdaş cahiliye –diğer cahiliyelerden çok daha ileri giderek ve onların hiçbirinin yapmadığını yaparak- dinin kişisel bir davranış olduğunu ve insanın pratik hayatıyla hiçbir ilgisi olmadığını zannetti.”
Muhammed Kutub, Tevhid kelimesinin aramızda tam olarak anlaşılmayışının ve bizlerin düştüğü garip durumu şu çarpıcı örnekle açıklar: “Bu son yüzyılda müptela olduğumuz problemlerden biri de, insanlara abdesti bozan şeyleri anlatıyor ve bunu yüzlerce sayfada, yüzlerce defa dini okullarda talebelere öğretiyoruz da “La ilahe illallah”ı bozan şeylerden söz etmiyoruz.”
Eserleri hakkında kendisine soru sorulduğunda; “Eserlerim benim evlatlarımdır” demiştir.
Hayatını Kur’an ve Sünnet’in anlaşılması yolunda harcayan Muhammed Kutub, ”Kur’an’ı Nasıl Okuyalım?” adlı kitabında Kur’an’a bakış açımızın nasıl olması gerektiğini şöyle ifade etmektedir: “Müslüman için Kur’an, karşısına çıkacak her meselede kendisine başvurulacak ana müracaat kitabıdır. Bu nedenle Kur’an, sıradan bir eseri okur gibi bir defada okunup kaldırılacak bir kitap değildir. Yine alışılagelen yalnız hastalar veya ölüler için okunup üflenen bir kitap da değildir. O; ahiretin kitabı olduğu kadar, dünyanın da kitabıdır. O, hastaların ve ölülerin kitabı olmaktan çok, hayatın ve yaşayanların kitabıdır.”
İslam akidesi hakkında söylediği şu sözler günümüz Müslümanları adına altı çizilmesi gereken bir konudur: ”Akide saf bir fikirden ibaret değildir… Vicdanlarda yer eden gizli bir duygu da değildir… Akide, bir hayat sistemidir… Bu kelimenin ifade ettiği ve taşıdığı pratik, ciddi, bilinçli ve fikri davranış gibi bütün manaları ile birlikte, akide, bir hayat sistemidir.”
Gerçekten günümüz insanlarının akide anlayışının nasıl olması gerektiğini bize ifade eden çok güzel sözler bunlar. İnsanların çoğu İslam’ı belli konulara hapsetmiş (namaz, oruç vs.) ancak onun hayatın tamamını kuşatan evrenselliğini arka plana itmektedir. Yine insanlardan bazıları İslam’ın yönetim konusundaki fikirlerini arka plana itip, kendi heva ve heveslerine uygun bir takım kurallar ortaya koyarak bunu ihlal etmiştir.
Eserleri bize Müslümanların çıkış yolunun farklı düşüncelere sarılmakla olmayacağı, bu gidişatın düzelmesinin tek yolunun tekrar Allah’ın kitabı ve Resulullah (s.a.v)’ın pak ve şüphelerden uzak olan yoluna uymakla olacağını anlatmaktadır.
Kutub’un akıllarda kalan en meşhur sözlerinden birisi de; “Gelin Tih karanlığından çıkalım” olmuştu.
Abdullah Azzam merhum Muhammed Kutub ile alakalı şunları yazar: “Bazen Muhammed Kutup beşinci hissiyle görmediklerimizi görür ve gelecek tahmininde bulunurdu. Bunları hayal ürünü ve evham olarak görürdüm. Lakin bu öngörülerinin vakıaya-gerçeğe dönüştüklerini, gayb aleminden şahadet alemine indiklerini bizzat müşahade ettim (Umlak el Fikri’lİslami, s: 76).
Aktif siyasetten uzak, çilelerle dolu bir hayat süren ve Türkiye’ye de sık sık gelen çağımızın önde gelen fikir adamı, âlim Profesör Muhammed Kutub, 4 Nisan 2014’te, Cidde’de hayata gözlerini yumarak ebedi âleme intikal etmiştir.
Halfan’ın Suudlu yüzü Muhammed Al-i Şeyh twitter hesabından şu çirkin ifadeleri kullanmıştır: “Ülkemizde terör rüzgarları estiren Muhammed Kutup terörün efendilerinden birisiydi. Bu nedenle kendisi rahmete müstahak değildi. Ona rahmet okumak caiz değildir.”
Güzel yaşayanlar güzel ölür… Merhum Muhammed Kutub, güzel yaşadı ve güzel öldü.
Allah kendisine gani gani rahmet eylesin. Ailesine ve sevenlerine sabır ihsan etsin.