AKP DÖNEMİ MÜSLÜMANLAR VE TEVHİDİ DURUŞ
Vakfımızın düzenlediği, Ahmet Kalkan ,Rıdvan Kaya,Kürşat Atalar ve Mehmet Pamak’ın konuşmacı olarak katıldığı“AKP Döneminde Müslümanlar ve Tevhidi Duruş”konulu panel, 18.kasım Pazar günü İlkav konferans salonunda gerçekleştirildi.İlk olarak oturum başkanı Erdal Ardıç konunun önemi ve gündeme alınmasının gerekliliği üzerine bir konuşma yaptı.Konuşmasında ; Müslümanların yaşanan süreç içerisindeki fikri ve fiili savrulmalarına değinen Ardıç; ilk olarak sözü Ahmet Kalkan’a verdi.
Konuşmasına konu hakkında genel bir çerçeve çizeceğini söyleyerek başlayan Ahmet Kalkan,şunları söyledi: “İslam’ın hakim değil, mahkum olduğu yerlerde, sıratı müstakim üzerinde tezgahını, tuzağını kurmuş çok sayıda cin ve ins şeytanları vardır. Hakla batıl karışmış, batıl hak maskesi takmış durumda. Yönetilenler için önemli olan onların tağutları inkar edip etmedikleri, onları reddedip etmedikleridir.Kuran kutsal küfür demek olan tağutlara küfretmeyi imandan önce şart koşar.(Bakara 256)”
“Eğer bir yönetim tarzı veya yönetici Kuran ilkelerine yani Allah’ın hükümlerine göre insanları yönetmiyorsa, o zaman böyle bir yönetim şeklini cahiliye yönetimiyle, insanları yönetenleri ise tagut kavramı ile değerlendirme mecburiyeti vardır.Amaçların yanında araçlarında rabbani olması gerekir. Hıristiyanlık 325 yıllarında Bizansta devletin putperestliğiyle uzlaştırıldı. Şirk’in ve sömürünün emrine ve hizmetine girdi. Çünkü içi boşaltılmış bir hale geldi.Peygamberimizin davasının da içini boşaltma girişimleri oldu Mekkeli müşrikler. “Seni Mekke’ye kral yapalım” dediler. Fakat O reddetti zaten hiçbir peygamber İslam dışı düzenle uzlaşmadı ve hiçbir peygamber tağutluğa soyunmadı. Tersine tağutlarla mücadele etti. Tüm peygamberler ve Hz. Muhammet (S.A.V) yaşadıkları ülkenin ekonomisini, yollarını, iş ve aşlarını tevhidin önüne geçirmedi, bunlarla uğraşmadı. Bütün bu anlatılanları bir tarafa koyun AKP ve diğer partileri bir tarafa koyun ve karşılaştırın. Gerçekten bu tür partiler düzenin emniyet sbobudur, düzen barajının drenaj kapağıdır. Düzeni bu tür partiler desteklemekte ve sürdürmektedir.Sistemin bekası bu tür yapılaşmaların sırtında yürümektedir.”
“AKP’ye Avrupa İslamla demokrasiyi özdeşleştirdiği için övgüler yağdırıyor.AKP’ciler ve parti yöneticileri de şöyle diyor “Biz İslam partisi değiliz dine bağlı bir parti değiliz. Biz demokratız muhafazakar bir partiyiz.” Buna rağmen halk hala onların bir kısmının hanımları örtülü diye, dini bir parti olduklarına inanıyor hatta bir çoğu sırf Allah rızası için bunları destekliyor. Aslında Demokrasi celladını seçme rejimidir. 51 tavşanın 49 file hakim kılınmasıdır. Demokrasi çoğunluğun hakimiyetine dayanan bir rejim, batıl bir dindir. Ebu cehiller’de demokrattı diyebiliriz. O günlerde Kabe çevresinde 360 tane put vardı herkes özgürce istediği puta tapardı.”
“Bu gün Yöneticiler sadece iş, aş, vaad ettikleri için halk da sadece bunları istiyor. Ilımlı İslam La’sı olmayan bir İslam’dır.Bugün tağutları savunan bir İslam yaygınlaştırılıyor, devlete değil tağuti iktidara talip bir Müslümanlık anlayışı ortaya çıkarılıyor.Ama şunun iyi bilinmesi gerekir eğer, İslam’ın istediği devlet olmazsa uzlaşma ile devletin istediği İslam söz konusu olur AKP ve benzeri partiler sayesinde Müslümanlığın içi boşaltıldı, insanlar daha fazla dünyevileşti. Batıl ile uzlaşmayan tüm tağutları kurum ve uygulamalarıyla ret eden tevhit erleri tavizsiz Müslümanlara selam olsun.”
Panelde Ahmet Kalkan’ın ardından söz alan Rıdvan Kaya sözlerine; Türkiye’deki mevcut durum ve İslami gelişimin seyri acısından konuyu ele almak gerektiği, bir hareketten ziyade bir uyanış sürecinden söz etmenin daha mantıklı olacağını söyleyerek başladı. Kaya konuşmasında şunları söyledi:
“Bu süreç iki temel noktada önemli zaaflar taşımaktadır.A-Fikri temelde :1- Net sahih bir İslami kavrayış eksikliği 2-Gerek düzeni gerekse de içinde yaşanılan toplumu değerlendirme tanımlama noktasında ciddi zaaflar çelişki ve boşluklar .B-Yapısal temelde :Müslüman cemaatlerde örgütlülük zafiyeti ve kendiliğindencilik anlayışı yaygındı, aynı şekilde cemaat yapıları tanımsızlık ve boşluklara maluldü.Buna karşın bir gelişim netleşme ayrışma çabası bu temelde yükselen bir duyarlılık mevcuttu.Nitekim bu olgu öncelikli tehdit algılamasını beraberinde getirdi .28 şubatın ünlü top yekun savaş konsepti bu yapılar üzerinde ağır etkiler bıraktı. Sonuç olarak: Öz güven kaybı ve moral bozukluğu (mücadele duyarlılığının ve bilincinin körelmesi), düşünsel kaos, kargaşa yapısal gevşeklik ve dağılma.İşte böyle bir ortamda AKP birbiriyle çelişir gözüken iki eksen üzerine gelişti;28 şubat programının tıkanışı ve laik Kemalist dayatmanın çözümsüzlüğü ve Küreselleşme politikalarının belirleyiciliği ve çevre’de AB uyum sürecinin ağırlığı”
AKP sürecinde Müslümanların yaşadığı olumsuz sürecede değinen Kaya şunları söyledi. “AKP ile yaşanan sürecin İslami gelişim üzerinde olumsuz manada 3 temel yansıması vardır:
1-Küreselleşme politikalarına uyum ve reel politika adına uluslar arası güçlerle bütünleşme.2-İslami ilkeler ve değerlerin aşılması.3-Görece özgürleşmenin rahatlamanın bedeli olarak; Kimliksizlik.Bu sayede Ümmet bilinci ve duyarlılığı yerini kesif bir milliyetçi yerel otoriteye bırakıyor.”
Konuşmasının bir bölümünde Ne yapmalı? sorusunu gündeme taşıyan Kaya bu konuda temel zaafları belli başlıklar altında sıraladı;“İdeolojik-siyasi kimlik düzeyinde net bir İslami perspektif eksikliği:Dar yapılar ve örgütlülük zaafları, Siyasi pozisyon alış ve tavır belirleme sorunu,Düzene ve topluma yaklaşımda tutarsızlıklar,Legalizm hastalığı,Özgüven eksikliği,Kritik gündemlere ilişkin olarak yaşanan tutarsızlıklar,İlkesizlik ve ölçüsüzlükten kaynaklanan tutarsızlıklar,Prağmatizmin yaygınlığı.”
Kaya,konuşmasının sonunda tüm bu eleştirilere-itirazlara karşı geliştirici, ilerletici olumlu bir tutumun var olup olmadığını sorgulayarak şöyle dedi: “Türkiye’li Müslümanların bir dizi kazanımları var .Burada daha ziyade eksiklikler, zaaflar üzerinde durmamız madalyonun tek yüzü olduğunu göstermiyor.Olumlu yüzü de var elbette madalyonun!.Bununla birlikte uzun yıllara dayanan çabalar, ortaya konan emek birikim ve fedakarlık, daha ileride daha net ve daha kuşatıcı bir noktada olmayı getirebilirdi.Bunun sağlanamamış olmasının düzenden, toplumdan kaynaklanan nedenleri olduğu gibi, içeriden kaynaklanan eksiklikler zaaflarla da bağlantılı olduğunu görmek lazımdır. Daha önemlisi de bu noktada bizden kaynaklanan eksiklikler, zaaflar üzerinde yoğunlaşmamızın daha öncelikli olduğunu kavramamız lazımdır.”
Panelistlerden Kürşad Atalar, AKP döneminin tevhidi duruş açısından değerlendirmesini yaparken, parti siyasetinin veya sistem-içi kanalları kullanarak mücadele etmenin yanlış olduğu düşüncesini belirtti ve konuyu ‘güç’ kavramı çerçevesinde işleyeceğini ifade etti. Konuşmasını üç ana başlık altında işleyen Atalar, önce gücün tanımını yaptı ve gücün “iradenin gerçekleşmesi” yalın anlamının ötesinde, “iradenin, karşı çıkanlar üzerinde gerçekleştirilmesi” ve “amaçlanan sonucun alınması” ölçekleriyle tanımlanabileceğini söyledi. Bu bağlamda, Başbakan Erdoğan’ın : “iktidar olduk ama muktedir olamadık” sözünün anlamını irdeleyen Atalar, bu sözün, AKP’nin ‘güç sahibi’ olmadığının ilk elden itirafı olduğunu vurguladı ve kanıt olarak da ‘başörtüsü’ sorunu çerçevesinde AKP iktidarının hiçbir şey yapamamasını gösterdi. Ayrıca tabiatın boşluğu kabul etmemesi kuralını da hatırlatarak, bu güç boşluğunun ‘başka iradeler’ tarafından doldurulduğunu belirten Atalar, bu iradelerin başında da ‘küresel iktidar’ın geldiğini söyledi. AKP’nin ekonomi alanındaki ‘başarı’sını ise, bu alanda küresel iradenin desteğini almasına bağlayan Atalar, bu durumun da AKP’nin sahici manada ‘gücü’ olmadığını kanıtlayan bir başka gösterge olduğunu belirtti. İkinci başlık olarak ‘yöntem’ değerlendirmesi yapan konuşmacı, gücün olmadığı yerde, hükümet olma yolunda atılmış her adımın, zararlı sonuçlar doğuracağını söyledi. Seyyid Kutub’un yöntem hakkındaki görüşlerini hatırlatan Atalar, sistem içerisinde ‘yükselme’ çabalarının tavizi getireceğini, tavizin ise Müslümanlara yönelik zulmü artıracağını ifade etti. Atalar bu konuda şu değerlendirmeleri yaptı: “sistem içindeki mekanizmaların daha çok kullanılması, Müslümanlara zulmün artmasını beraberinde getirir; çünkü üst makamlara çıktıkça, sistemin olumlamadığı ‘İslami’ görüntülerden uzaklaşmak gerekecektir. Daha üst makam, daha çok taviz demektir. Çünkü taviz isteyenler, sizin makamların sizin yumuşak karnınız olduğunu ve o makamları çıkarken, her bir yükselişte yeni bir taviz isteyebileceklerini bilmektedirler. Başörtüsü konusunda hiçbir şey yapılamamasını nedeni de budur.” Üçüncü ve son başlık olarak AKP dönemindeki zayıflıklar ve iğdişleşme görüntüsüne değinen Atalar, AKP’nin başarılarının veya başarısızlıklarının İslam’ın başarısı veya başarısızlığı olarak görülmesinin yanlış olduğunu vurguladıktan sonra, Müslüman kesimde görülen bozulma ve iğdişleşmelerin temelinde, ‘düşünsel’ zaafların yattığını belirtti. Esas itibarıyla, başarı veya başarısızlıkların ‘ilim’ kriteriyle ölçülmesi gerektiğini ifade eden Atalar, Müslümanların temel sorununun ‘ilimde derinleşme’ olduğunun altını çizdi. Bu bağlamda, ‘orijinal dile vukufiyet’ ve ‘düşüncenin sistematikleşmesi’ kavramlarının önemine işaret eden konuşmacı, Müslümanların ‘güç’ kazanmasının şartının da ‘ilimde derinleşmek’ olduğunu belirtti. Sorular bölümünde özellikle ‘Ne Yapmalı?’ sorusuna cevap arayan Atalar, temel kavramların zıtlarıyla birlikte bilinmesinin önemine işaret etti ve Müslümanların bu konudaki eksikliklerini gidermeleri durumunda, sahici manada ‘güce’ ulaşacaklarını da söyledi.
Kürşat Atalar’ın ardından söz alan Mehmet Pamak şunları söyledi:
Allah’ın toplumsal yasasının insanlık tarihi boyunca değişmeden işlediği ve toplumsal, sosyal ve siyasal değişimin iki yönde geliştiği görülür. Birincisi, mevcut sistemin temel ilke ve kurallarını koruyarak, görece bir özgürleşmeyi, mevcut zulmün, baskı ve yasakların nispi olarak da olsa geriletilmesi suretiyle halka biraz daha nefes aldıracak görece bir iyileştirmeyi hedefleyen, sistem içi bir değişimdir. Bu tür değişim de yine, Allah’ın sosyal yasası gereğince işlemekle beraber, sonuçta Kur’an’ın zulümat (karanlıklar) olarak nitelendirdiği Batıl sistem içinde, karanlıkların en koyu tonlarından daha gri tonlarına geçişi ifade eden, zulümat içi ve Allah’ın razı olmadığı bir değişimdir. İkincisi ise, zulumatın tüm kulvarlarını reddedip, tam anlamıyla cahiliyeden arınıp, Nura/aydınlığa sıçramayı hedefleyen köklü İslami değişimdir. Allah’ın söz konusu yasası gereğince, bir toplum özündekini hangi istikamette değiştirirse, hangi sistemle yönetilmeye müstehak olursa, Allah, o topluma hak ettiği sistemi ve yönetimi takdir etmektedir.
Allah’ın bu alanla ilgili değişmez sosyal yasası Kur’an’da açıkça ifade edilmiştir: “… Bir toplum özündekini değiştirip (bozmadıkça) Allah da o toplumun (siyasi, sosyal) durumunu değiştirmez (bozmaz)…”(Rad 11) bu yasa iyileşme yönünde de aynı şekilde işler ve bir toplum özündeki bozulmayı ıslah edip iyiye, güzele müstehak hale gelmedikçe de, Allah o topluma iyi olan sistemi taktir etmez. Şüphesiz Allah hiçbir topluma zulmedici değildir. Bir toplum nasılsa öyle yönetilecektir. Bir toplum neye müstahak olursa, Allah da o toplum için, layık olduğu o şeyi takdir edeceğini vaad etmektedir. Kemalist sistemin teşkil ettiği koyu tonlu baskıcı zulumat (karanlıklar) kulvarından, daha açık ya da gri tonlu, daha özgürlükçü bir zulumat kulvarına geçiş anlamındaki sistem içi görece bir değişimin de; zulumattan nur’a, yani karanlıkların bütün tonlarından kurtulup, İslamın aydınlığına doğru sıçrama anlamındaki köklü bir değişimin de yolu aynı yasanın gereğini yerine getirmekten geçmektedir.
AKP ve DTP’ye toplumun yarıdan fazlasının oy vermesi, kendini İslam’a nispet eden, ancak tevhidi bilinçten uzak olan halk kitlelerinin, daha adil ve daha özgürlükçü bir sistem talebiyle faşist Kemalist sisteme itiraz etmeleri anlamına gelmesi bakımından bir olumluluktur. Tabii ki, tevhidi bilince sahip, vahyin inşa ettiği bir iman ve hayat tasavvuruna sahip mü’minlerin, bu tür sistem içi değişimlere meyletmeleri, destek vermeleri ise, aydınlıktan karanlığa savrulmaktır, gerçek anlamda “irtica”dır, geriye gidiştir. Bilinçli bir mü’min, tevhidi bir yönelişle, her şartta Hak’ka bağlanmak, Hak’kı temsil etmek ve Hak’kı Batıla hakim kılmak üzere çalışmak ve hiçbir sebeple hak ile batılı karıştıracak konumlara savrulmamak sorumluluğunu taşımak zorundadır. Mü’min şahsiyet, “şer” ile “ehven-i şer” arasındaki tercihe kendisini kapatarak, “ehven”i tercih dışı bırakma konumuna düşemez. Her şartta ehveni arzulamak, ehven yolunda çaba göstermek ve bu tercihinden asla taviz vermeden uzun soluklu ilkeli bir duruş ve yürüyüşü istikrarlı bir biçimde sürdürmek mü’min olmanın en temel gereğidir. Mü’min şahsiyet, iman amel bütünlüğü içinde, iman ettiği değerleri hayata hakim kılarak vahyin şahitliğini üstlenmek sorumluluğunu kuşanmak ve iman ettiği değer ve ilkelerden taviz vermeyen bir tutarlılığı yaşamak durumundadır. Bu sebeple hiçbir mü’min, ikrah olmadıkça, Hak ile Batılı karıştıran şirke dayalı düşünce, model, yol ve yöntemlere yönelemez, küfrü, şirki benimsediğini söyleyemez, küfre, şirke dayalı ideoloji ve ilkelere bağlılık sözü veremez ve İslam şeriatını dışlayarak, Allah’ın kullarına, küfür ve şirk hükümleriyle hükmetmeyi tercih edemez.
Demokrasi, Batıda büyük sermaye oligarşisinin, Türkiye’de ise silahlı bürokrasi ile büyük sermayenin oluşturduğu oligarşinin egemenliğini kamufle etmek amaçlı bir oyundur. Bu oyunun amacı, sömürülen ve güdülen halk kitlelerini oyalamak ve aldatmaktır. Sivil-asker bürokrasi ile büyük sermayenin işbirliğine dayalı Kemalist oligarşik sistem de, bu sömürü ve zulüm sisteminde, kuruluşundan itibaren, halkı, halkın kimlik ve değerlerini hedefe koyarak saldırıya geçmiş, bu toplumda geniş tabanı olan İslami kimlik ile Kürt kimliğini tehdit ve düşman ilan ederek, bu kimlikleri asimle etmeye, toplum mühendisliği uygulayarak, zorla resmi ideoloji istikametinde dönüştürmeye çalışmıştır. Ve bu amaçla, halen devam eden büyük, yaygın ve derin sorunların oluşmasına, geniş kitlelere ıstırap veren çok boyutlu, ideolojik, ekonomik, sosyal, siyasi ve hukuki zulümlerin altına imza atmıştır. AKP ise, bütün bu zulümleri kaldıracağını söyleyerek, özgürlük ve adalet vaat ederek iktidar olduğu ilk dönemde, bu iki zulüm alanında somut ve ciddi hiçbir atmadı. Evet AB yönlendirmesiyle daha çok liberal ve sol düşünce çevrelerini rahatlatmak üzere sağlanan görece özgürleşme imkanı, dolaylı olarak ve kısmen Müslümanlara da yarasa bile, doğrudan Müslümanları ilgilendiren, Başörtüsü yasağı, resmi ideoloji kıskacında militarist eğitim ve eğitim eşitsizlikleri, İslami eğitim yasağı, katsayı adaletsizliği, Kur’an kursu yasakları, TCK 216. maddenin eski 163. madde yerine ve düşünceyi suçlama vasıtası olarak kullanılmaya devam edilmesi, 159. maddenin 301. madde olarak sürdürülmesi ve ideolojik yargı kararlarıyla yapılan haksızlıklar vb pek çok yasak ve zulüm aynen devam ettirildi. Kürt sorunu etrafında oluşan sorunlar yumağını, Kürt kimliği, Kürt dili, anadilde eğitim, mahalli yönetimleri güçlendirme gibi konuları ve zorunlu göçle daha da büyüyüp derinleşen ekonomik ve sosyal sorunları adaletle çözmeye yönelik olarak da ciddi hiçbir adım atmadı.
AKP yönetimi, halkı görece özgürleştirmeyi henüz potansiyel olarak temsil etmekle beraber, geçmiş 5 yıllık uygulamasında, emperyalistlerin Müslüman halkları ve inançlarını dönüştürme amaçlı BOP’nin eş başkanlığını yaparak ve “ılımlı İslam”, “İslamı ve Müslüman halkları sekülerleştirme/Protestanlaştırma” projelerine verdiği destekle, bir çok Müslüman’ın dönüşümüne vesile olmuş, bu bağlamda “medeniyetler arası ittifak/uzlaşma” projelerinde önemli roller üstlenmiştir. Bu bakımdan AKP hükümetinin, görece bir özgürleşmeye zemin hazırlama potansiyeli taşısa da, bu tür dünyevileştirici ve yozlaştırıcı etkilerinin olduğu/olacağı da unutulmamalıdır. AKP, halka en yakın parti olmasına rağmen, hem halka vaat ettiği adalet ve özgürlüğü getirecek bir politikayı uygulamaya koymada zaaflı, beceriksiz ve yüreksiz olduğunu, yeteri kadar dürüst ve ahlaki davranmadığını önceki dönemde ortaya koymuş, hem de dağıttığı iktidar, ikbal ve rant imkanlarıyla bir çok Müslümanın dünyevileşmesine sebep olmuştur. Yani görece özgürleşme imkânı ile dönüştürüp sisteme eklemleme riski aynı partide toplanmış bulunmaktadır. Bu sebeple, bir yandan görece özgürleşmeyi bir olumluluk olarak değerlendirip teşvik etmek ve bu ortamı İslam’ın/iyinin davet, tebliğ ve eğitimi, fıtratın korunup geliştirilmesi için kullanmak, diğer yandan da bu imkânı sağlayan partiler üzerinden sisteme eklemlenme ve sekülerleşme riskine dikkat çekip uyarılar yaparak bu riski azaltmaya çalışmak durumundayız. İnsanların, sistem içi değişimle zulumatın koyu karanlığını temsil eden Kemalizmden, aynı karanlığın açık tonlu “gri” kulvarlarına geçişi, aydınlığa çıkış olarak algılama yanılgısına düşmemelerine vesile olacak uyarılarımızı ısrarla sürdürmeliyiz.
1990’lı yılların ortalarında başlayan sekülerleşme AKP döneminde hız kazanmıştır. İslamı bireysel alana hapseden ve bu alanda da kimi şekli ibadetlerle sınırlayan, başta siyaset ve ticaret olmak üzere, üretim, tüketim ve yönetim alanında seküler kapitalist kültürü içselleştirerek, bu hayat alanlarında vahyi ölçüleri dikkate almayan ve zamanla da bu hali kanıksayarak, zaten böyle olması gerektiğine inanmaya başlayan “Müslümanlar”ın sayısı giderek artmaktadır. Hayatın belli alanlarını vahyin belirleyiciliğinin dışına çıkararak, hevayı ve seküler anlayışları esas alan ve Kapitalist Batının seküler değerlerini belirleyici kılan sapma yaygınlaşmaktadır. Bu sebeple, Özal dönemiyle hız kazanan bu sekülerleşme, birinci AKP döneminde zirveye çıkmış, dinin sabitelerinden bile taviz vermekten çekinmeyen, dünyanın süslerini belirleyici kılmış, kredi, ihale, makam, mevki hırsıyla ve bunların sağladığı zenginlik ve refah içinde konformist bir tutumla seküler bir hayatı yaşamaya yönelmiş Müslümanların sayısı artmıştır.
İşte Müslümanlar olarak, yukarıda bahsedilen dönüştürme projelerinin farkına vararak, her şart altında, tevhidi İslami kimlik ve ilkelerimize sadakati, sabiteler alanındaki değişmez değer ve ölçülerimizi savunup yaşamlaştırmayı ısrarla sürdürmeliyiz. Müslümanların, bu tür partilerin sağlayacağı, kimi özgürlüklere kavuşma yada refahtan pay alma karşılığında, onlardan razı hale gelerek, onların destekçileri, taraftarları haline dönüşerek, kendilerini “Allah taraftarları” olmaktan çıkaracak eğilimlere doğru savrulmamaları için uyarılarımızı sürekli kılmalıyız. Nefsimizi ve tüm Müslümanları, vahyin ölçüleriyle uyarmak ve ıslah etmek sorumluluğumuzu, “emri bil maruf ve nehyi anil münker” yükümlüğümüzü ciddiyetle yerine getirmekten bir an bile uzaklaşmamalıyız. Bilmeliyiz ki, halktaki değişimi doğru okuma ve yeni duruma uygun açıklamalarla daveti ulaştırma amacıyla toplum tahlili yapmak üzere gelişmeleri takip edip değerlendirmek ve toplumdaki görece iyileşme yada kötüleşmelere dair tespitler yapmak başka bir şey, toplumdaki bu görece değişimleri ulaşılması gereken nokta olarak kabul edip oraya eklemlenmek, tevhidi dönüştürme iddialarımızı terk edip toplumun cahili değerlerine doğru savrulmak başka bir şeydir. Birincisi doğru bir toplum analizi yapmak ve ona göre projelerimizi hazırlayıp, yönlendirmek açısından önemli bir gereklilik iken, ikincisi akıdevi olanı da kapsayan bir sapmayı ifade etmektedir.
Biz Müslümanlara yakışan, çok kısa olan dünya hayatının süslerine kapılarak, makam, mevki, kredi, ihale uğruna İslami kimlik ve ilkelerden taviz vermek, dünyevileşmek değil, ne pahasına olursa olsun ve hangi şart altında olursak olalım, yaratılış gayemize uygun davranmak, sadece Allah’a ibadet etme bilinciyle, Kur’an’ın aydınlatıcı ve inşa edici mesajını halkımıza ve tüm dünya insanlığına taşıyarak, tevhid, adalet ve özgürlük mücadelemizde ısrarcı olmaktır. Evet biz, her şartta ve her durumda işimize bakmalıyız, kulluk eksenli tevhit, adalet ve özgürlük mücadelemizi sürekli kılarak, kendimizden başlayarak, toplumumuzu ve ümmetimizi vahyin ölçüleriyle yeniden inşa etme projemizi sürdürmeliyiz. Bizim kulluk eksenli bir hayat tasavvurumuz ve yine kulluk eksenli bir mücadele yöntemimiz var. İktidar ve dünya eksenli hayat tasavvuru ve mücadele yöntemleri, pragmatizmin çürütücü etkisiyle ilkesizliğe yol açarken, insanların, İslami kimlik ve ahlaki değerler alanında bile iktidar olma yada iktidarda kalma uğruna büyük tavizler vermesine sebep olurken ve üstelik iktidar eksenli siyasi parti yöntemi gayri İslami resmi ideoloji ilkelerine bağlılık şartına bağlanmışken, bir Müslüman’ın böyle bir batıl alanda, batılı benimsediğini ifade ederek rol üstlenmesi düşünülemez. Biz köklü siyasal sistem değişimlerinin ancak uzun ve yorucu bir mücadeleyle gerçekleşebilecek sosyal bir dönüşümün sonucu olarak Allah tarafından taktir edileceğini öngören ilahi yasaya inanmaktayız. O halde bu yasa gereğince bizim irademize bırakılan toplumsal dönüşüm üzerinde yoğunlaşmalıyız. İlk Kur’an nesli misali bir Kur’an nesli inşa etmek üzere, ölüm bize gelene kadar, Kur’an’ı ve Resulün (s) güzel örnekliğini rehber edinen kitap eksenli sahih bir mücadeleyi tavizsiz sürdürmeliyiz. Allah yolunda istikameti bozmadan, din konusunda asla uzlaşmadan ve tavize yanaşmadan yürümeliyiz.”