Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: İnsan İçin Ancak Çalıştığının Karşılığı Vardır

Hutbe: İnsan İçin Ancak Çalıştığının Karşılığı Vardır

by İlkav Editor
1,6K 👁
A+A-
Reset

“İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.” (Necm: 39-41)

Kur’an’da, emek, çaba ve gayret gibi kelimelerin karşılığı olarak sa’y kavramı kullanılmıştır. Ayrıca sa’y, hacc terminolojisinde Safâ ve Merve tepeleri arasında Hâcer vâlidemizin arayışını sembolize eden yürüyüşe denir.

Biz bugün hutbemizde, konuyu hacc ibadetindeki sa’y kavramından ziyade genel anlamda bir kavram olarak ele alacağız.
İnsanlar hayatlarına kendi fiilleriyle yön verirler. Hedeflerine ulaşma yönünde gösterdikleri aktivite, başarıya götürebileceği gibi bu süreçte gösterilecek âtıllık ve tembellik de onları başarısızlığa ve yıkıma götürür. Bu hayatın bir realitesi, Rabbimizin kâfir-mü’min ayırımı yapmaksızın tüm insanlar için bu dünyada geçerli olan değişmez bir yasasıdır. Rahman sıfatının gereği, bu dünyada bireylerin kimliklerine bakmadan bütün insanlara sa’yları yani çaba ve gayretleri, emekleri doğrultusunda hak ettiğini âdil bir şekilde vermektir.

İçinde yaşadığımız devir, otorite ve iktadar sahipleri dünyevî iktidarı ellerinde tutmak ve ona sahip olmak için mü’minlerin Allah’ın dinini dünyaya hâkim kılmak noktasındaki çaba ve gayretlerinden, harcadıkları emekten daha fazla bir emek ortaya koyduklarının bir göstergesidir. Allah’ın kendi dininin temsilcilerine karşı bir garazının olamayacağı, bilakis onların muzaffer olmalarını istediği muhakkaktır. Bu yüzden Rabbimiz Kasas: suresi 5. Âyette; “Biz ise, yeryüzünde mustazaflara lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.” buyurmaktadır.

Rabbimizin bizi muzaffer kılma isteğine rağmen tablonun vehâmeti, mü’minlerin iktidarı yakalama noktasında harcadıkları emeğin de göstergesidir.Şüphesiz ki Allah başarıyı hak edene verecektir. Allah’ın ğaybî yardımı, ancak mü’minlerin başarı yolunda emek harcamaları sonucunda gerçekleşecektir.

Uğrunda bedel ödenmeyen bir mücadele başarıya ulaşamaz. İslâm’ın bireysel ve toplumsal şahidliğini yapmak, gerçek anlamda Müslümanca yaşamak kolay bir iş değildir. Bu zorlu süreç dünyada iktidar, âhirette cenneti getirir. Zulüm ve şirkin kaynağı olan toplumsal iktidarı tasfiye etmek, kâfirlere karşı muzaffer olmak muvahhidler için bir hedeftir. Bizi âhiret mutluluğuna erdirecek olan da bu mücadelede harcadığımız emek ve gösterdiğimiz tavır olacaktır. O halde hiçbir gerekçe mü’minleri dünyada muzaffer olmaya yönelik emek sarf etmekten alıkoymamalıdır.

Mü’minlerin, doğruları bilmeleri, Kur’ânî düşünmeleri ve güçlü küfür karşısında ilkelerine sadık kalıp cahiliye karşısında kimliklerini korumaları önemlidir, ama yeterli değildir. Kur’an; hayata müdahale eden, toplumsal hayattaki ifsâdı gidermeyi ve câhîlî otoriteleri tasfiye etmeyi amaçlayan bir kitap ise hayatla ve sosyal hayatla ilgi kurarak maddî anlamda da insanı başarıya götüren bir kitaptır.
“Güçsüzlüğümüz mücadele etmemize engeldir, iktidar olmak tek amaç değildir. Önemli olan Kur’ânî düşünmek, Allah’ın rızasını kazanmaktır.” gibi soyut söylemlerle, geleneksel bir tevekkül anlayışı içerisine girmek, olumsuz konumu meşrulaştırmaktan ve kendi âtıllığımıza ve tembelliğimize kılıf uydurmuş olmaktan başka bir şey değildir. Musa’nın Firavunla, İbrahim’in Nemrut’la, Hz. Peygamberin Mekkeli müşrik ileri gelenlerle olan mücadelesi, sonucu âhirette görülecek dünyevî bir mücadeledir. Müslümanların sorumlu olduğu adaletin ikâmesi ancak dünyevî anlamda da güçle oluşur. Âhirette felâha ermek, dünyada sa’yetmek yani gayret etmek, çaba sarfetmekle mümkündür. Başarı ve kurtuluş; her aşaması sa’y-u gayret, emek ve alın teri ile dolu bir süreç sonrasında gelecektir.

“Elif Lâm Mîm. İnsanlar sadece iman ettik demekle hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri de imtihan ettik; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebût: 1-3)

Îman, beraberinde yükümlülükler getiren; sabrı, tahammülü ve cihadı gerektiren bir gayrettir. İslâm inancı, soyut ve bilgi düzeyinde kalan, pratiğe dönüşmeyen bir âkîde değildir. Kur’an, mü’minlerin kurtuluşunu imanlarının tabii tezahürü olan tevhîdî mücadeleyi üstlenmeye ve âdil şâhidler olmaya bağlamış ve fiilî boyut kazanmayan imanın değersizliğine işaret etmiştir. O halde her mü’min, her türlü şirke, zulme ve ifsâda karşı inanç, düşünce ve tavır birliği ile karşı koymak ve imanını fiiliyâta dökmek mecburiyetindedir. Akîdemizin tavır alma gerektirdiği bütün durumlarda imanımızı amelleştirmek, imtihan şuurumuzun bize yüklediği bir bilinç olmalıdır. Âdil şâhidler olma ilkemiz; kan, gözyaşı, zulümle de sonuçlansa tavrımız, edindiğimiz kitâbî bilgilerimizi imanlaştırmak ve cihâdı üstlenmek olmalıdır. Bu bizim teslimiyetimizin göstergesi olacaktır.

Hutbeme Mehmed Âkif ERSOY’un konumuzla ilgili güzel ve uyarıcı bir mısraı ile son veriyorum:
“Allah’a dayan, sa’ye sarıl hikmete râm ol!
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”

11.10.2019
Hazırlayan: Emrullah AYAN   

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon