Uluhiyetin ve rububiyetin sadece Allah’a ait olması demek; insanların yalnızca O’na boyun eğmesi, O’na kulluk etmesi, O’na itaat etmesi yalnızca O’nun kulları için seçtiği ve razı olduğu hayat sistemine ortak koşmadan uyması demektir. Kullar için hayat metodu, tarzı ve sistemi koyan Allah’tır. İnsanlara şeriat gönderen sadece Allah’tır. İnsanlar için ölçüler, değerler, hayat prensipleri ve toplumsal düzen koyan, biricik ilah ve rab olan Allah’tır. O’nun şeriatına uymak durumu müstesna, ferd olsun, toplum olsun bu konularda hiç kimsenin bir yetkisi yoktur. Çünkü bunlar uluhiyetin ve rububiyetin başta gelen özellikleridir.
Uluhiyetin ve rububiyetin Allah’la beraber veya O’nsuz başkasına verilmesi, kulların hayatında Allah’tan başkasına boyun eğme, itaat etme, kulluk yapma ve insanlardan bir kısmının diğerleri için Allah’ın kitabına ve otoritesine dayanmayan, başka otoritelere dayalı kanunlar, değer yargıları ve ölçüler benimsetme şeklinde ortaya çıkar. Bundan sonra, Allah’a imandan ve İslam’dan söz edilemez. Bu, apaçık şirk, küfür, fısk ve isyandır. İşin hakikati budur. Allah’ın hududunu aşmak, bir tek emirde olduğu gibi bütün bir hayat nizamında da olabilir. Sonuç itibarıyla ikisi de birdir. Çünkü bir tek emir din olduğu gibi, bütün bir hayat nizamı da dindir. İnsanların hayat sistemlerini düzenlemede başvurdukları merci, onların uluhiyet ve rububiyete uygun gördükleri mercii gösterir. İnsanlar bu noktada, ya sadece Allah’a tabi olurlar, ya da Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen O’ndan başkasına tabi olmak suretiyle şirki ve küfrü tercih ederler.
Yüce Allah’ın İslam ümmetinin omuzlarından kaldırdığı ve onlardan önce Allah’ın insana bahşettiği yeryüzü hilafetini reddedip Allah’ın hududunu çiğneyen milletlerin omuzuna bindirdiği yük, beşere kulluk yüküdür. Kulların kullar için kanun koyması ve kişilere, sınıflara ve uluslara boyun eğmesi şeklinde beliren kula kulluk yükü…
Allahu Teala, mü’minleri kendisine kulluğa, itaate ve yalnızca kendi yasalarına döndürerek kula kulluk yükünden kurtarmıştır. Tek olan Allah’a kul olmaları suretiyle, ruhlarını, akıllarını ve hayatlarını kula kulluk zilletinden kurtarmıştır.
Tek olan Allah’a kulluk, şeriat ve kanunların, değer ve ölçülerin yalnızca Allah’tan alınması demektir. Bu nokta, beşerin kurtuluş ve hürriyet noktasıdır. Zorbaların, tağutların, mabet bekçilerinin, kahinlerin, evham ve hurafenin, örf ve adetin, heva ve şehvetin egemenliğinden kurtuluş noktasıdır. Aynı zamanda bu nokta, Allah’tan başkasının önünde eğilmek suretiyle, her türlü mütekebbir gücün zilletini taşımak külfetinden beşeri kurtaran bir özgürlük bildirisidir.
Yeryüzünde meydana gelen en büyük bozgunculuk olayı, tevhidden yüz çevirenlerin bu davranışlarıyla sebep oldukları bozgunculuktur. Tevhidi sırf kalben tasdik etmek, onun pratik hayattaki gereklerini yerine getirmemek fesadın başlıca nedenidir. Tevhid gerçeğinin en başta gelen özelliği, rububiyetin ve uluhiyetin sadece Allah’a has kılınmasıdır. ,30
Allah’tan başkasına kulluk yapılmaz. Ondan başkasına itaat edilmez. Her konuda başvurulacak merci Yüce Allah’tır. Teşri, değer ve ölçüler, adab, ahlak ve beşeri hayatın düzenlenmesi için gerekli olan bütün konularda, başvurulacak biricik merciin Yüce Allah olması, tevhidin sosyal boyutunun gerçekleşmesi için kaçınılmazdır. Aksi halde, kupkuru bir itaat ve sosyal hayatta hiçbir uzantısı görülmeyen kalben kabulleniş şirk ve küfürdür. Çünkü, teslimiyet, itaat ve boyun eğme şeklinde belirmeyen hiçbir kabullenişin İslam nazarında değeri yoktur.
Evrendeki bu nizam ve intizam, onun üzerinde egemen olan tek ilahın varlığını kaçınılmaz kılıyor. Aksi takdirde fesad olurdu.
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı mutlaka bozgunculuk olurdu.” (Enbiya: 22)
Uluhiyetin gereğinin kulların hayatına yansıyan tarafı, kulların ibadetlerinin o merciye dönük olması, uluhiyet makamının, onların hayatı için yasalar tayin etmesi ve hayatlarında başvuracakları bir ölçünün ikame edilmesidir. Kim bunlardan birini kendisi veya bir kurum için iddia ederse, kuşkusuz kendisini ve o kurumu insanlar için bir ilah olarak takdim etmiş olur. Yeryüzünde fesad, böylesine tanrıların bollaşmasının dışında başka bir şekilde yayılmaz. İnsanlar, kendileri gibi insan olanlara kulluk ettiğinde; insanlardan birinin şahsı için insanlar üzerinde bir egemenlik iddiasında bulunduğunda; onlar için kanun, değer ve ölçü ikame etme yetkisine sahip olduğunu iddia ettiğinde, Firavun’un “Ben sizin en yüce rabbinizim.” (Naziat: 24) dediği gibi söylemese bile bu, apaçık uluhiyet iddiasıdır. Bu iddiayı, boyun eğme, itaat etme ve teslim olma şeklinde kabul etmek şirk ve küfürdür. Ayrıca bu olay, yeryüzünde işlenen en çirkin fesaddır.
Yalnız ve yalnız Allah’a kulluk yapmaya davet etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Beşer olsun, taş olsun… Bu davet, nebi, rasul veya başka biri olsun, bazısının bazısını “rab” edinmemesi davetidir. Tümü de Allah’ın kullarıdırlar, Yüce Allah onları kendi dinini tebliğ etmeleri için görevlendirmiştir; uluhiyetine ve rububiyetine ortak olmaları için değil.
07.03.2014
Hazırlayan: Emrullah AYAN