بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ(٥٦) مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن
رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ(٥٧)
''Ben cinleri ve insanları,ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.Ben,onlardan bir rızık istemiyorum.Beni yedirmelerini de istemiyorum.(Zariyat :56,57)
Bu özlü ayet-i kerimeler büyük ve önemli bir hakikati ortaya koymaktadır.Bu evrensel hakikat iyice anlaşılıp kesin bir inanç haline getirilmediği sürece hayatın düzene girmesine imkan yoktur.Çünkü bireylerin,cemaatlerin ve insanlığın hayatı tüm zaman ve çağlar boyunca ancak bu hakikatin kavranmasıyla istikamete girmiştir.
Hayatın pek çok hedef ve ifadeleri var ki,ancak bu hakikatin çerçevesi içerisinde mütalaa edilebilir.Bu,hiç kuşkusuz tüm hayatın odağı ve temel taşı olan bir hakikattir.
Bu hakikatin ttemel ve vazgeçilmez yönü,cin ve insanların bir gaye için yaratıldıklarını bilmektir.Kim bu gayenin gerektirdiği görevini ifa ederse ,varlığının gayesini de gerçekleştirmiştir.Kim de görevini aksatır veya yerine getirmezse varlığın gayesini iptal etmiş,işe yaramaz hedefsiz ve asli anlamından kopuk bir hale gelmiştir.Yani bu kimse hayatının vazgeçilmez değerlerini kaybetmiş,güç kaynağından kopmuş ve kısaca mutlak bir zarara uğramıştır.Varlığı güç kaynağından kopmuş her canlının kaçınılmaz sonu budur.Canlıyı koruyan,sarsılmaz kılan ve devamını sağlayan kaynaktan kopmanın acı sonu budur.
İbadet gerek cinleri,gerekse insanları varlık kaynağına bağlayan belirli bir görevdir.Yani ortaksız bir tek Allah'a kulluk görevi.Kul ve Rabbin varlığı,kulluk görevinde var olması gereken iki vazgeçilmez unsurdur.Yani kulluk görevini yapan kul ve kendisine ibadet edilen bir Rabb.İşte bir kulun tüm hayatı,bu esasa dayanmak ve bu esas istikametinde bulunmak zorundadır.
Sözünü ettiğimiz hakikatin bir yönü bu..İkinci yönüne gelince;bu da ibadetin ifade ettiği anlamdır.Bu kavram hiç kuşkusuz belirli zamanlarda ifa edilen mücerred ibadetlere biçimlerinden çok daha geniş,çok daha kapsamlıdır.Çünkü cin ve insanların tüm zamanlarını bu tür ibadetlerle geçirdikleri söylenemez.Zaten Yüce Allah böyle bir görev de yüklememiştir kendilerine.Çünkü bu tür (namaz,hac,oruç,gibi)ibadetlerden başka kendilerini zamanlarının büyük bir kısmını dolduran bir takım faaliyetlerden sorumlu tutmuştur.Cinlerin sorumlu kılındığı ibadetler nedir bunları bilemeyebiliriz;ama insandan nelerin istendiğini kesinlikle biliyoruz.Bunu Kur'aı Kerim'den,Yüce Allah'ın buyuruğundan öğreniyoruz.
''…. Allah meleklere ,^^Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi.^^ (Bakara / 30)
O halde insan denen varlığın asıl görevi yeryüzü halifeliğidir.Bu halifelik elbetteki değişik türden bir aktivite istemektedir.Bir takım faaliyetler gerekmektedir.Dünyayı imar etmek,yeraltı kaynaklarından,hazine ve madenlerinden yararlanmak bu faaliyetlerle mümkündür.Bu kaynakları işletmek,geliştirmek ve ileri bir hayat yolunda kullanmak;halifelik faaliyetlerinin diğer uzantıları….Allah'ın gönderdiği şeriatı hayatın egemen düzeni kılmak bir başka gereği….Çünkü kainatın kanunları arasında uyumun sağlanması,ilahi hayat sisteminin kainatta egemen kılınmasına bağlıdır.
Bundan açıkça anlaşılıyor ki varlığımızın gayesi veya insanın ana görevi olan ibadet belirli zamanlarda ifa edilen alamet türü ibadetlerden değildir.Çünkü ibadetin kapsamı çok daha geniştir.Mesela hilafet görevi ibadetin vazgeçilmez unsurudur.Binaenaleyh İbadetin hakikati şu iki esasla ifade edilebilir:
1. Allah'a kulluk yapmanın anlamı nedir; bunu iyice sindirmek gerekir.
Yani şunu hissedip anlamak: Kul ve Rabb
Kul bilecek ki kendisi ibadet eden bir varlıktır, rabbi de ibadet
edilen. Bundan ötesi yok…
Pozisyon ve ölçü sadece budur. Bu alemde var olan sadece abid ve
mabuddur. Bir tek Rabb.. Ve herkes sadece onun kulu.
2. Kalbimizin her atışıyla, organlarımızın her hareketi ve hayatımzıın
her eylemiyle bir tek Allah'a yönelmek.. Varlığımızı tamamen ona ait
kılmak.. Yani başka türden ne kadar ubudiyyet anlayışı varsa hepsini
bir kenara atarak sadece Allah'a yönelmek..
İşte ibadetin gerçekleşmesi tamamen bu husus ve şartlara bağlıdır.
Öyleyse (bu anlamda) çalışmanın, alamet türü periyodik ibadetlerden
bir farkı yoktur. Periyodik ibadetlerin, dünya imarından; ümranın, fi
sebilillah cihaddan ve cihadın sıkıntıları sabırla karşılayıp Allah'ın
takdirine rıa göstermekten hiçbir farkı yoktur. Bunların tümü hilafet
gröevinin ifâsı, Allah'ın cin ve insanların yaratılışına neden kıldığı
görevin tahakkukudur. Yani her alandaki her şeyin, başkasına değil bir
tek Allah'a ubudiyette ifadesini bulan ezeli kanuna boyun eğmesidir.
Eğer bir insan bu hakikati biliyorsa, dünyada niçin yaşadığını da
hissedebilir. Yani yüce Allah tarafından belli bir ömür içinde
görevlendirildiğini bilerek yaşar. Çünkü insan bu görev için
yaratılmıştır. Allah'A itaat ve ibadetin dışında hiçbir kasıt
taşımamak ve bunun ötesinde hiçbir gaye aramamak için dünyaya
gelmiştir. İnsanın biricik görevi Allah'a itaat ve ibadettir. Bunun
mükafatı huzurlu, görevinden razı ve mutmain olarak yaşamaktır. Durum
ve işinden razı olmuş, Allah'ın gözetim ve rızasıyla huzur bulmuş bir
halde yaşamaktadır. Bunun ayrıca ahiret mükâfatı vardır. Allah'tan
göreceği ikram, lütuf ve tükenmez nimetler vardır.
''Ben onlardan hiçbir rızık istemiyorum, beni yedirmelerini
istemiyorum. Allah, hiç şüphesiz rızık verendir, sarsılmaz gücün
sahibidir.''
Şu halde hilafet görevini yapan bir mümini çalışmaya ve çabalamaya
iten neden rızık endişesi değildir. Çünkü bunun tek nedeni ibadetin
manasını gerçekleştirmektir.
İbadet ki onu gerçekleştirmenin yolu, olanca güç ve çabayı
harcamaktır. Bundan dolayı bu anlayışın sahibi olan insanın
düşünebileceği tek şey ibadettir. Sadece bu amaçla çalışıp çabalamak..
Neticelere bakamdan çalışmak.. Bu hiç kuşkusuz ancak onurlu bir dünya
görüşünün gölgesinde var olabilen üstün duygulara sahip olamak
demektir.
Eğer insanlık bu onurlu duyguları kavrayamamış ve tadamamışsa bunun
nedeni, Kur'ân-ı Kerîm'in gölgesinde yaşamamaktır, hayatın esaslarını
bu muazzam kaynaktan almamaktır.
Eğer insan ibadet ve ubudiyyetin bu yüce ufkuna yükselip burada
durabilirse, onur ve üstünlük dolu bir gayeye ulaşmak için sıradana
raçlara eksinlikle başvurmayacaktır. Hatta bu üstün gaye Allah dininin
zaferi, Allah adının yüceltilmesi bile olsa başvurmayacaktır. Çünkü
sıradan araçlar, bir yandan ibadetin temiz ve onurlu anlamını
zedelerken diğer yandan ise gayelere varmaktan çok sadece görev yapam
endişesini öne çıkaracaktır. yani yeni getirmiş olmak için ibadet etme
endişesi… Oysa ki gayeler tamamen Allah'a aittir; Allah'ın ifade
buyurduğu takdir doğrultusunda gerçekleşir. Bu bakımdan abit bir
müminin hesabında bulunmaması gereken ve tamamen tamamen Allah'a ait
olan bir gayeye ulaşmak için sıradan araç ve yollara başvurulamaz.
Sonra abid olan mümin, dinler, kulak ardı etmez. Amelinin semeresini
görsün veya görmesin, beklediği gibi çıksın veya çıkmasın onun görevi
budur. Bundan sonra olacak şeyler, onun görev alanlarının dışındadır.
09.11.2012
Emrullah AYAN