بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ ۖ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذِينَ مِنْ دُونِهِ ۚ
“Allah kuluna kafi değil midir? Seni ondan başkalarıyla korkutuyorlar” (Zümer 36)
Kardeşlerim bugün Hicri 20 Rebiul evvel1434 Cuma
Şüphesiz güç, kuvvet ve iktidar uluhiyetin özelliklerindendir. Kulluğun bu yüce uluhiyet makamına yönelik olması da kaçınılmazdır. Bu düşünce imanın ilk aşamasıdır… Bütün gücün ve kuvvetin Allah’a ait olduğuna inanmak ve böylece itikad etmek… “Allah’tan başka güç ve kuvvet yoktur.” Evrendeki gücün hakikatini, çoğu zaman insanlar kavrayamamaktadır ve her konuda yanlış değerlendirme yapmaktadır. Nereye yöneldiklerini, neyi atıp atmamaları gerektiğini bilmez bir duruma düşüyorlar. O zaman da gördükleri güç ve kuvvetleri yeryüzüne asıl egemen güç zannedip kabul ediyor, ondan korkup ve ondan bir şeyler ümit etmeye başlıyorlar. Onların eziyetlerini uzaklaştırmak için onları hoşnut etmeye çalışarak yanlarında kendilerine sığınak edinmeye çabalıyorlar. Bazı kereler malı insanların ve hayatın kaderi üzerinde egemen güç zannediyorlar. İstekle ve korkuyla ona koşuyorlar. Onu elde edip her tarafa egemen olacaklarını zannediyorlar.
Bazı kere, ilmin gücüne aldanırlar. Onu; gücün, malın ve diğer kuvvetlerin kaynağı kabul ederek, mabetlerdeki kullar gibi huşu içinde etrafında dolanıyorlar. Gerek fertlerin, gerekse toplumların elindeki bu zahiri güçler insanları aldatırlar… Kelebeğin, lambanın ve ateşin etrafında dolanması gibi dolanıp duruyorlar bu güçlerin etrafında… Ama bütün bu kuvvetleri yaratan, onlara egemen olan ve onları dilediği yerde kullanan asıl gücü unutuyorlar.
İster toplumların, ister fertlerin elinde olsun, bu tür güçlere sığınmanın örümceğin kendi ördüğü evine sığınması kadar basit bir şey olduğunu unutuyorlar. Oysa örümcek; güçsüz, zayıf, himayesiz, ve ağından başka sığınağı bulunmayan zavallı bir hayvandır. Halbuki, ALlah'ın himayesinden başka himaye, onun sarsılmaz gücünden başka güç yoktur yeryüzünde…
“Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu kendine yuva yapan örümceğin misali gibidir. Oysa evlerin en çürüğü şüphesiz örümceğin evidir. Keşke bilselerdi” (ankebut 41)
Bu hakikat, kur'an'ın mü'min kitlenin ruhuna yerleştirdiği; bununla yeryüzünün en büyük güçlerini yendikleri, en büyük hükümdarları ayaklar altına aldıkları, kaleler fethettikleri gücün kaynağıdır. Bu büyük hakikat o gün için her nefiste yer etmiş, her kalbe sızmış ve kana karışarak damarlarında dolaşmıştır. Yalnızca dille söylenen bir söz, tartışılan bir konu olmaktan çıkıp ruhlarda karar kılan bir hakikat olmuştur. Duyduklarında ve hayallerinde bu hakikatten başka hiçbir güce yer kalmamıştır.
Gerçek kuvvet, tek başına Allah'ındır. Ve biricik dostluk, Allah'ın dostluğudur. Bunun dışındakiler, ne kadar üstün görünürse, ne kadar böbürlenirse, ne kadar azgınlaşırsa, ne kadar taşkınlık ederse ve ne kadar zulüm, sindirme ve ezdirme araçlarına sahip bulunursa bulunsun hepsi de çürük, cılız ve gülünç dostluklardır. Bunlar örümcek gibidirler. Örümceğin, ağından başka nesi var ki? “Evlerin en çürüğü şüphesiz örümceğin evidir. Keşke bilselerdi”.
Fitne, eziyet, aldatma ve baştan çıkarmalara düçar olan dava adamları, bu yüce hakikatin karşısında uzun uzadıya düşünmeli ve bir an bile akıllarından çıkarmamalıdırlar. Çeşitli güçlerle karşılaşacaklardır: kimileri onları yok etmek, kimileri de onları ezmek, aldatmak ve satın almak ister. Akide sağlam olduğu, güçlerin hakikati bilindiği, hakiki güç idrak edildiği zaman, bu güçlerin hepsinin, Allah'ın hesabında ve Allah'ı ön gördüğü akidenin hesabında örümceğin ağı mesabesinde olduğu anlaşılacaktır. Allah kiminle olursa, ona karşı çıkacak hiçbir güç yoktur. Şayet bit güç karşı çıkmaya yeltenirse; varlığı, hakikati ve etkisi bulunmayan boş bir şey olduğu bilineceğinden önemsiz bir konuda olacaktır.
Şüphesiz mü'min topluluk Allah'ı bulmuştur. Sıfatlarını nefislerinde hissettikleri büyük gücü bulmuştur. Onu gerçek hayatta tasarrufuyla bulmuştur. Onun kendilerine yakın olduğunu ve kendilerini işittiğini hissediyorlar. Açıkça işlerini düzenlediğini görüyorlar. Şikayetleri ve gizli tuttukları her şeyin vasıtasız Allah'a ulaştığını biliyorlar. Onları ihmal etmediğini, başkasına havale etmediğini de idrak ediyorlar. Bu yüzden Rablerinden bir ünsiyet içinde, koruması altında, yakınında şefkati ve gözetimi altında hayatlarını sürdürüyorlar. Bunların hepsini, ruhlarında, canlı ve pratik olarak hissediyorlar. Sırf düşünce ya da faraziye olarak değil…
Bu hakikati, kur'an-ı kerim, işte böyle tasvir ediyor. İman, küfür, hak ve batıl, tek olan Allah'a davet ederler ve yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayan tağutlar arasındaki çarpışmanın hakikatini… çarpışma oldukça eskidir. Beşeriyetin doğuşu kadar eski… çarpışmanın alanı bütün yeryüzünden daha geniştir. Çünkü varlık rabbine inanmış ve O'na teslim olmuştur. Bu koca evrende, yalnızca kafirler Rabblerinin ayetleri hakkında mücadeleye girişirler. Biz hakkın uzun ve sağlam saflarıyla bu yeryüzünde böbürlenmelerine, güce, egemenliğe, metaa mazhar olmalarına rağmen batılın, az, cılız ve ve o zayıf topluluğun arasındaki çarpışmanın sonucunda iki tarafın denk olmadığını biliyoruz. Hakkın taraftarları hep üstün olagelmişlerdir. Kur'an-ı kerim, bu hakikati kelplerde yerleştirmeye ve her zaman ve her mekanda hakkın davasını omuzlayanlara kendine has üslubuyla öğretmeye çalışıyor. Ta ki belli bir zaman dilimi ve coğrafi bölgeyle sınırlı batılın zahiri gücü, onlara büyük görünmesin. Bu, dış görünüş gerçek değildir. Geçek olan Allah'ın kitabının anlattığı ve Allah'ın söylediğidir…
“Allah kuluna kafi değil midir? Seni ondan başkalarıyla korkutuyorlar” (ZÜmer 36)
Bu, bütün genişliği, gücü, açıklığı, ve derinliğiyle imani düşüncenin mantığıdır. Resulullah'ın kalbinde yer ettiği gibi, O'nun risaletine ve davasına inanan her mü'minin kalbinde yer etmesi gerektiği gibi, onun risaletine ve davasına inanan her mü'minin kalbinde yer etmesi gerektiği gibi… Ona yeterli olan kendini güvende hissetmesini sağlayan ve maksadına ulaştıracak yolu gösteren yegane ilkesi budur. “Allah kuluna yeterli değil mi?” kesinlikle evet…! Bundan sonra onu kim, neyle korkutabilir? Allah onunla beraber olduktan sonra… kulluğunu bilip, gerekenleri yerine getirdikten sonra… O kullar üzerinde sonsuz güç ve kudrete sahip olduğu halde, kim kulunu O'nun gücü ve yeterliliği konusunda şüpheye düşürebilir? “Seni Allah'tan başkalarıyla korkutuyorlar”… nasıl korkar ki?… Allah'ın koruduğunu, Allah'tan başka hiçbir şey korkutamaz… ve yeryüzünde bulunan her şey Allah'tan başkası değil midir? Allah'ın kullarına kefil ve yeterli olduğu halde hiç kimse mü'minleri korkutamaz.
Şüphesiz, kuvvetiyle kullarına yardım etmeye ve onları korumaya malik olan kulluk yapılmaya da müstehak olandır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Bir şey yaratmadıkları gibi kendileri de yaratılmış olan şeyleri mi Allah'a ortak koşuyorlar. Oysa bunlar, ne onlara ne de kendilerine bir yardım dokunduramazlar.” (Bakara: 191, 192)
İddia ettikleri tanrıların ise hiçbir kuvvetleri ve kudretleri yoktur. Onlara yardım edemedikleri gibi kendi kendilerine de yardımları dokunmaz. O halde, kendilerinin ve çocuklarının hayatı üzerinde Allah'la beraber onlara nasıl egemenlik payı verebilirler?
Kuvvet, tamamiyle Allah'ındır. Bu, başkalarının yanında, kuvvetin olmadığının delilidir. “İzzet tamamiyle Allah'ındır…” (nisa 139)
O'na yöneldiklerinde, O'ndan başkasından üstün olacaklarını gösteren bşr hakşkattir bu…
Bu hakikat beşerin ruhunu yücelten ve özgür kılan kulluktur Allah'a kulluk. Eğer kalpler Allah'a kulluktan tatmin olmazsa, çeşitli değerlerin, şahısların, itibarların ve korkuların kulu olur… Herkesin, her şeyin ve her itibarın ayrı ayrı kulu olmaktan, hiçbir şey onu koruyamaz.
Allah'a iman ettiği halde, Allah'ın düşmanlarından izzet, yardım ve güç talep eden biri düşünülebilir mi? Yer yüzünde Allah'ın düşmanlarından yardım bekledikleri halde, kendi kendilerini müslüman olarak adlandıran topluluklar, kur'an'ı anlamaya ne kadar muhtaçtırlar. Şayet, müslüman olmaya içlerinden gelen bir arzu varsa… Yoksa? Allah alemlerden müstağnidir!
Ya tamamen Allah'a kulluk; tabiatiyle, üstünlük, izzet ve kurtuluş… Ya da, kullara kulluk; dolayısıyla, alçaklık, zillet ve çözülme… İsteyen dilediğini seçsin.
01.02.2013
Emrullah AYAN