İLKAV Genişletilmiş İstişare Kurulu toplantısı yapıldı ve “Ev Halklarında Kur’an Eğitimi, Müslümanların Birliği, Cemaatleşme ve Kur’an Toplumunu Oluşturma Sorumluluğu, İslami Mücadelede Gençliğin Yeri ve Önemi ve Bölgede Müslüman Halkların Ayaklanmaları ve Ümmetin Uyanışı” gibi önemli konuları ele alan bir panel de gerçekleştirildi.
Aylık periyotlar halinde toplanan İLKAV Genişletilmiş İstişare Kurulu toplantısı, vakıf çerçevesinde yürütülen faaliyet ve hizmetlerin, icra kurulu ve mütevelli heyet üyelerini aşan bir katılımla istişare edilmesini, daha fazla kardeşin eleştiri ve önerilerinin alınmasını, vahyi ölçülerin ışığında yapılan ve yapılacak çalışmalardaki isabet ve verimliliğin arttırılmasını hedeflemekteydi. Ancakbundan sonra, sözü edilen fonksiyona ilaveten, bu kurula katılan vakıf gönüllülerinin konuşmacı olarak yer alıp, araştırma ve okumalarının sonuçlarını diğer kardeşleriyle paylaşmalarına vesile olacak panellere de zaman ayırmaya karar verilmiş bulunmaktadır. Böylece, daha çok kardeşin hem düşünsel hem de eylemsel alanda rol alarak kendilerini ve birikimlerini ifade etmek imkanı bulmalarını sağlanmak suretiyle, İslami davet, eğitim ve şahidlik eksenli çalışmalardaki paylaşımı ve bereketi arttırmak amaçlanmaktadır.
Her ayın son Cumartesi günü gerçekleştirilen bu etkinliğin son toplantısına Emrullah Ayan tarafından Kur’an okunup meali verilerek başlandı. Öncelikle, Emrullah Ayan tarafından Vakfın faaliyetleri hakkında verilen bilgiler, yapılan duyurulardan sonra, bunlarla ilgili eleştiri ve katkıların alınmasını müteakip, bu ayın paneline geçildi.
Oturum başkanlığını Emrullah Ayan’ın yaptığı panelin ilk konuşmacısı olan Osman Emecen, her Müslümanın gündeminin en başında ve sürekli yer alması gereken bir konu olan Kur’an’ı hakkıyla okuma konusunun en büyük ve en öncelikli sorumluluk olduğunu ifade eden sunumunu yaptı.
Osman Emecen:“Sahih bir İslam algısının edinilmesi ve Kur’an neslinin yetişmesinde, Dar’ül Erkam’larda oluşan Kur’an halkalarındaki eğitimin önemi büyüktür”.
Sahih bir din anlayışına ulaşmada ilk basamak olan “hakkıyla Kur’an okuma”yı, yani Kur’an’ı anlama, öğüt alma ve yaşamlaştırma sürecini içeren bu sunumunda Osman Emecen, özellikle yıllardır sürdüre geldikleri kendi pratikleri üzerinden evlerde yapılan Kur’an okuma çalışmalarının, farklı mahallelerde fonksiyon gören ve İLKAV çatısı altında bir araya gelen çok sayıda Kur’an halklarının gerekliliğinin, devamının ve öneminin altını çizdi. Emecen, Darül Erkam’da ilk mü’minlerin Resulullah’tan (s) Kitap ve hikmetin eğitimini almalarını, taşınacak “ağır yükü”, “ağır sözü” omuzlayacak kadroların, Rabbimizce tertil üzere Kur’an okumaya yönlendirilerek, mükellef oldukları tebliğ, eğitim, şahidliğe ve bütün hayat alanlarında üstlenecekleri bu büyük sorumluluğa hazırlandıklarına dikkat çekti.
Osman Emecen, devamla, Müslümanların, sahih bir İslam anlayışını, ancak böyle Kur’an’ı hakkıyla okuyarak elde edilebileceklerini, ancak böylece daveti ve vahyin şahidliğini doğru bir muhteva ile gerçekleştirebileceklerini ifade etti. Bu bağlamda Kur’an okuma, öğrenme ve öğrendiklerini başkalarına ulaştırma, öğretme çabasının her Müslüman için farz olduğuna değindi. İşte ancak bu tür kitap ve hikmet eğitiminden geçen, Kur’an okuma halklarında, Darül Erkam’larda yetişen ve sözü edilen görevlerini nitelikli bir temsille yapacak kadroların, ilkeli ve tutarlı örneklikleriyle insanlara örnek olabileceklerini ve cahiliye toplumunda yaşanmsı istenen tevhidi dönüşümün de ancak, yaşayan Kur’an olması gereken bu tip ahlaklı davetçilerin şahidliğiyle gerçekleşebileceğini söyledi. Resulullah’ın (s) ve ilk neslin güzel örnekliğinde okudukları Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklanmış davetçi mü’minlerin, içinde yaşadıkları cahiliye toplumlarını tevhidi istikamette dönüştürüp, vahyin ölçüleriyle çağımızın Kur’an toplumunu inşa etmek üzere seferber olmaları gerektiğini ifade etti.
Osman Emecen,Kur’an hakalarında sağlanan birikimin ve bu birikime sahip mü’minlerin, diğer mahallelerde aynı tür çabaları sürdüren kardeşleriyle bütünleşip, farklı Kur’an halklarının bir araya gelerek İLKAV çatısı altında kolektif iradeyi oluşturmalarındaki güzel örnekliğin önemine vurgu yaptı. Bu birlikteliğin örnekliğinden hareketle, zamanla bunun da aşılarak Türkiye çapında bir Kur’an toplumunun oluşturulması ve böylece Kur’an eğitiminin de ülke çapında ortak bir eğitim programıyla yaygınlaştırılması gerektiğini ifade etti. Müslümanların sadece kendi grupları ve halkları içinde kapalı kalamayacaklarını, Kur’an’ın karanlıklardan aydınlığa çıkarıcı ve kurtarıcı mesajını daha çok insana ulaştırmak üzere, daha kapsamlı ve daha yaygın çalışmaları, yardımlaşma ve dayanışmayla birlikte yapma sorumlulukları da olduğuna dikkat çekti. Ankara’daki ve tüm Türkiye’deki diğer muvahhiderle “biz” bilinciyle tevhidi akıde ortak paydasında bir araya gelmek suretiyle, Kur’an’a topluca sarılarak daha güçlü projeleri uygulamaya koymak sorumluluğumuzu hatırlattı. Bu bağlamda, Kur’an eğitimi, vahyi mesajın yaygınlaştırılması suretiyle, ferdi, ailevi ve toplumsal yapının Kur’ani ölçülerle ilmek ilmek dokunarak vahyin sosyalleştirilmesinin, en önemli ve öncelikli imani sorumluluğumuz olduğunu hatırlatarak konuşmasını tamamladı.
Daha sonra, birinci sunumun tamamlayıcısı mahiyetindeki diğer önemli bir konu olan, cemaatleşmenin önemi, kaçınılmazlığı, farziyeti, İslam kardeşliği ve mü’minlerin birlikteliği konusundaki sunumu ise, Servet Polat yaptı.
Servet Polat :“Her Müslüman için, akıde kardeşleriyle birlik olup cemaatleşmek, Allah yolundaki çabaları, güç birliğiyle yürütme iradesini kuşanmak imani bir sorumluluktur”.
Servet Polat, konuşmasında Kur’an ve hadislerden getirdiği delillerle, Müslümanların cemaat olmalarının, kaçınamayacakları imani bir sorumlulukları olduğunun altını çizdi. Allah’ın mü’minlere “Allah’ın ipi olan Hablullah’a topluca sarılmalarını ve dağılıp, parçalanıp ayrılmamalarını”(Ali İmran 103) ve işlerini aralarında oluşturacakları şura ile birlikte yürütmelerini (Şura 38), bir zulme uğradıklarında da yardımlaşarak topluca mücadele etmelerini (Şura 39) emretmiş olduğunu hatırlattı. İşte bu sebeple de, akıdevi kardeşler olarak ilan edilen mü’minlerin (Hucurat 10) birlikteliğinin, güç birliğinin, yardımlaşma ve dayanışmasının, Allah yolundaki tevhidi davet, eğitim, şahidlik sorumluluklarını yerine getirmedeki etkinlik ve bereket bakımından vazgeçilmezliğine dikkat çekti. Müslümanların, yeryüzündeki halifelik misyonlarının gereğince dünyaya Allah’ın hükümleriyle hükmedilmesini sağlamak suretiyle adaleti ikame etme mücadelelerini, ancak güç birliği yaparak layıkıyla yerine getirebileceklerini ifade etti. Bütün bunlardan dolayı da, birlik içinde ve cemaat halinde olmalarının, tüm Müslümanlar üzerine farz olan imani bir sorumluluk olduğunu beyan etti. Fatiha suresinde de, Müslümanların “biz” bilincine yönlendirildiklerine dikkat çeken Polat, ilk surelerden itibaren bu büyük sorumluluğun hatırlatılmak suretiyle, Allah’ın iman eden kullarını, günümüzün yaygın hastalığı ve liberal bir sapma olan “bireysellik” yada “bireycilik”ten sakındırdığına dikkat çekti.
Resulullah’ın (s) hadislerinden de örnekler veren Servet Polat, Allah’ın rahmetinin, bereketinin, yardımının kendi yolunda bir duvarın tuğlaları, bir vücudun uzuvları gibi kenetlenip, cemaatleşenlerin üzerinde olacağını unutmamaya çağırdı. “İman etmeden cennete gidilemeyeceğini, Mü’minlerin birbirini sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olamayacaklarını” hatırlatarak, mü’minlerin birbirleriyle ilişkilerde adaleti, merhameti, şefkati, sevgiyi, saygıyı, birbiri için fedakarlığı îsar’ı ete kemiğe büründürerek, davetin muhatapları için cazibe merkezi olan örnek bir cemaati ortaya çıkarmaları gerektiğini ifade etti. Mü’minlerin, ferdi planda Kur’an’la ahlaklanmış İslami şahsiyetler olarak, tıpkı Peygamberi’in (s) bizlere şahid/model/örnek kılındığı gibi davetin muhatabı olan insanlara şahid/örnek olmak sorumluluğu olmasının (Hacc 78) yanında, bir de cemaat planında da insanlığa hayırlı ve adalet örneği vasat bir ümmet nüvesini ortaya çıkararak, cahiliye toplumuna örnek olmakla mükellef olduğunu söyledi. Polat, tüm Müslümanları, içinde bulunulan cahiliye toplumunu, oluşturulacak tevhidi örneklik istikametinde dönüştürme işlevi görecek Kur’an toplumunu inşa etmek ve bu mücadele sonunda da ümmeti vahiyle yeniden inşa etmek sorumluluklarının olduğunun bilincinde olmaya çağırdı.
Allah’ın, kendi yolunda “kurşundan kaynatılmış binalar gibi saf tutup cihad edenleri” (Saf 4) sevdiğini hatırlatan Polat, mü’minlerin de, güç birliğiyle vahdet sağlayarak oluşturacakları kuşatıcı yapıların, tevhid ve adaleti içeren vahyin mesajını cahiliye toplumuna bu kolektif iradenin daha güçlü sinerjisiyle ulaştırmanın önemini fark etmeleri gerektiğini hatırlattı. Bu yolda kolektif iradenin ve istişari katılımla alınan kararların bereketiyle, öncelikle şirki ve ifsadı izale ve ıslah edecek “Kur’an ile büyük cihad”ı (Furkan 52) esas almaları gerektiğini ve bunun çok önemli bir sorumluluk olarak hepimizin omuzlarında olduğunu ifade etti. Ayrıca, Müslümanların çok büyük zaaflarından birisi olan “hizipçiliğe” de dikkat çeken Polat, akıde birliği olan bütün Müslümanların grup/hizip sınırlarını aşarak kardeş kılındıklarını, tek ümmet olmakla emrolunduklarını unutmamaya çağırarak, aksi takdirde bu bölücülüğün, bu fitnenin, ahirette hesabının verilemeyeceğine dikkat çekti. Kendi hizbindekileri kardeş gören, diğer muvahhidlerle kardeşliği ihmal edip hizipçi davranan kesimlerin, ümmeti yeniden inşa etmenin önünde engel oluşturduklarını fark ederek, bu zaaflarını çok geç olmadan ıslah etmeye çağırdı.
Bu konuşmayı müteakiben, oturum Başkanı Emrullah Ayan, üçüncü konuşmacı olan Alpaslan Akyol’a söz verdi.
Alpaslan Akyol : “Dinamizmi, idealizmi ve fedakarlıklarıyla, Kur’an’la teçhiz olmuş genç nesil, İslami mücadelenin hem ânı, hem de geleceği bakımından çok önemlidir”.
Alpaslan Akyolda, ilk iki konuşmanın muhtevasıyla bütünleşen bir biçimde İslami mücadelede gençliğin yeri ve önemi konusuna dair açıklamalar yaptı. Akyol, konuyla ilgili bir kitabı da tanıtarak başladığı konuşmasında, bir dava için gençliğin öneminin altını çizdi. Ancak geçlerin, dünyevileşme belasından kurtulup, dünyevi hesaplarla kuşatılmak yerine, bugün ümmetin düştüğü zilleti ve sebeplerini sorgulayıp, bu durumdan çıkış yolları üzerine yoğunlaşmaları, yani ahret eksenli bir hayat tasavvuru içinde olmaları, tüm gelecek hesaplarını da Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapmaları gerektiğini ifade etti.
Alpaslan Akyol,Gençliğin, toplumun en dinamik kesimini oluşturmaları sebebiyle bir davayı omuzlayıp sürdürmekte önemli bir enerji kaynağı teşkil ettiklerine ve küçük olan yaş seviyelerinden dolayı da, henüz fıtratlarının daha temiz olmasının getirdiği bir avantaja sahip bulunduklarına dikkat çekti. Ve aynı sebeplerle, toplumun en idealist yaş grubunu teşkil etmelerinden dolayı, hem vahiyle buluşmaya, bütünleşmeye daha müsait bir konumda bulunduklarını (çünkü Allah’ın arasının kesilmemesini istediği iki şey olan fıtrat ile vahyin birbirini çekmesi, eğer doğru bir biçimde ulaştırılabilirse, henüz daha temiz fıtrata sahip olan gençlerde daha yüksek bir ihtimal olduğunu), hem de bir davayı omuzlayıp uğrunda daha fedakar olmaya daha yatkın olduklarını söyledi. Davanın istikbali ve geleceği bakımından da önemli olan gençlerin, Kur’an’la teçhiz olup ahlaklı örnekler olarak temayüz etmeleri halinde, hem yaşanan toplumda mesajın yaygınlaşmasına hizmet edeceklerini, hem de davanın gelecek nesillere intikalinde taşıyıcı bir rol üstlenebileceklerini ifade etti.
Gençliğin rol modeli olabilecek sahabeden örnekler de veren Akyol, iman ettiğinde henüz çocuk yaşta olan Ali b. Ebi Talip, Cafer b. Ebi Talip ve genç yaşlardaki Musap b. Umeyr vb. sahabelerin hayatlarından kesitler anlattı. Daha çocuk ve genç yaşlarda iken, tevhidi davete icabet edip iman ettikten sonra, Peygamber’den Dar’ül Erkam’da kitap ve hikmetin eğitimini almalarının onların İslami şahsiyetlerinin oluşumunda büyük katkı sağladığını ifade etti. Ancak Kur’an’la teçhiz olduktan sonra, güçlü ve ahlaklı İslami şahsiyetler olarak temayüz ettiklerine değindi. İşte bu birikim ve eğitimden sonraki hayatlarını, muhteşem bir adanmışlık bilinciyle Kur’an mesajını daha çok insana ulaştırmada, davet, eğitim, şahidlik ve adaleti ikame amaçlı cihad yolunda büyük fedakarlıklarla tamamladıklarını anlattı. Bu güzel örneklerin, bugün de Müslüman gençliğin rol modelleri olarak öne çıkarılması gerektiğinin önemine değindi. İman edip, imanının gereklerini yerine getirmeye talip, fedakar, adanmış mü’min gençler için, Resulullah’ın (s) müjde veren, onları öven hadislerinden de örnekler veren Akyol, bugünün gençliğini, bu güzel müjdelere müstahak olmak üzere, ilk Kur’an neslindeki rol modeller misali adanmışlık ruhunu yakalayarak, Kur’an’la büyük cihad ruhuna uygun biçimde fedakarlıklarda yarışmaya, Allah yolunda tevhidi sorumluluklarını omuzlamaya ve gelecek nesiller için de, bu çağdaki modelleri, örnekleri oluşturmaya çağırdı.
Oturum Başkanı Emrullah Ayan, bu konuşmayı müteakip, son sözü Talip Bağrıaçık’a verdi.
Talip Bağrıaçık : “Kuran’ı mehcur (terk edilmiş) bırakarak, Allah’ın ipine topluca sarılmayı terk ederek parçalanarak, tevhidi niteliğini ve vahdetini kaybederek zillete düşmüş olan İslam ümmeti, ancak yeniden Kur’an’a sarılarak izzete kavuşabilir”.
Son konuşmacı olan Talip Bağrıaçık, bugün Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya geniş İslam coğrafyasındaki halk ayaklanmalarını değerlendirdi. Bağrıaçık, Kur’an’ı terk edilmiş bıraktığı ve Hablullah’a topluca sarılmaktan döndüğü için, tevhidi niteliğini, vahdetini ve zindeliğini yitirerek parçalanan ümmetin emperyalist işgallere muhatap oluş serüvenini anlatarak başladığı konuşmasında, daha sonraki süreçte bölgeyi terk etmek zorunda kalan emperyalist Batlı devletlerin, İslam coğrafyasını suni sınırlarla küçük “ulus devlet”lere böldüklerini anlattı. Bu suni ulus devletlerin başına, kendilerinin yetiştirdikleri işbirlikçi kadroları şeyhler, krallar, diktatörler ve farklı adlar altındaki despot yönetimler olarak musallat eden emperyalist devletlerin, bu işbirlikçi despot yönetimler vasıtasıyla, mazlum bölge halklarını ezmeye, sömürmeye ve kaynaklarını talan etmeye neredeyse bir yüz yıl devam ettiklerinin altını çizdi.
Talip Bağrıaçık, kendi ülkelerinde, görece daha özgürlükçü demokratik yönetimleri tercih eden bu emperyalistlerin, mazlum Müslüman halklara, despot yönetimlerin dipçiğini layık gördüklerini, halkların özgür iradelerini ortaya koyarak, sömürü çarkına son vermemeleri için, onları sürekli baskı altında tutmaya çalıştıklarını ifade etti. Ancak dünyada ve bölgede yaşananların, Amerika ve müttefiki batılı emperyalistlerin, Afganistan ve Irak’ta uğradıkları ağır hezimet sonunda ve bölgenin petrol ve enerji kaynakları üzerinde elde ettikleri ayrıcalıkları da yeterli görerek bölgeden çekilmeye dair kararlar almaları ve dünyadaki hak-özgürlükler eksenli değişimlerin oluşturduğu konjonktürel rüzgarların da etkisiyle bölgede de bir takım beklentiler oluştuğuna dikkat çekti. Ayrıca İsrail’in Filistin halkına reva gördüğü kuşatma ve katliamların artık dayanılmaz boyutlara ulaşmasına rağmen, bölge yönetimlerinin zillet içinde susmaları, ya da İsrail terör devletinin yandaşı konumunu tercih etmeleri yüzünden, bunlara ilaveten bölgenin kaynaklarının zalim despot yönetimler ve yakınlarınca çalınması, halkların ise fakirliğe, sefalete mahkum edilmeleri, İslami ve insani en temel haklarının on yıllardır gasp edilmesi, on binlerce muhalifin zindanlara doldurulması, işkence ve katliama muhatap kılınması gibi pek çok sebeplemeydana gelen öfke birikimi sonucunda, patlamaya hazır bir ortam oluştuğunu ifade etti.
Bağrıaçık, bütün bunlara ilaveten, emperyalist devletlerin artık çıkarlarına hizmet etmeyip ve tam tersine bölge halklarındaki kendilerine yönelik düşmanlığı arttırdığını gördükleri bu despot statükoyu yine kendi değerleri istikametinde demokratikleştirip dönüştürmeyi düşünmeye başladıkları bir sürece girildiğini ve işte bu süreçte Tunus’ta yaşanan bir olayla ilk kıvılcımın çakılması üzerine halk ayaklanmalarının gündeme geldiğini söyledi. Aslında biraz da despot yönetimlerin arkasındaki emperyalist güçlerin ikircikli bir tutum takınıp, ayaklanmalara karşı sert tedbirleri desteklemeyen bir tercihle ortada kalmaları sonucunda, bölge halklarının, özellikle de Müslümanların henüz tam hazırlıklı olmadıkları bir süreçte bir nevi erken bir doğumla ayaklandıkları tespitini yaptı. Ancak bu sebeple, çoğunluğunu Müslümanların oluşturmasına rağmen, sol, liberal ve gayrimüslim kesimlerin de aktif ve hatta öncü katılımıyla gerçekleşen bu ayaklanmalarda, ortak paydanın diktatör despot yönetimleri yıkmak olmasına rağmen, yerine nasıl bir sistem kurulacağına dair bir konsensüsün oluşmadığının görüldüğünü belirtti. Ancak zamanla batıdan gelen daha rafine gözdağı, psikolojik yönlendirme ve teşviklerle, Müslümanların da hazırlıksızlığı, özgüven yoksunluğu, aslında biraz da son yıllarda yaşanan liberalleşme, demokratikleşme istikametindeki savrulmaların yol açtığı kafa karışıklığı gibi sebepler bir araya gelince, demokratik sistem talebi üzerinde bir konsensüsün oluşma eğiliminin güçlendiğine dikkat çekti.
Bağrıaçık, konuşmasının sonunda, despot yönetimlere yönelik adalet ve özgürlük talepli ayaklanmaların desteklenmesinin her halükarda İslami sorumluluğumuz olduğunu ifade ettikten sonra, ancak İslami kesimlerin de, hiçbir sebeple despot taguti sistemlerin zulmünün etkisiyle, yine taguti şirk sistemi olan demokratik sisteme sığınmaya kalkmamaları gerektiğini söyledi. Müslüman’a yakışanın, her şartta, Allah’ın hükümleriyle hükmedilecek ve bütün kesimlere adaletle muamele edilecek olan İslami adalet sistemini gündemleştirmeye devam etmek olduğunu hatırlattı. Bunun da yolunun, Kur’an’a yönelmek ve Kur’ani bir inkılapla tevhidi bir toplumsal değişimle çağımızın Kur’an toplumunu oluşturmaktan, hak ile batılı karıştırıp sentez edecek eklektik anlayışlardan uzak durmaktan ve her şeye rağmen bütüncül olarak hakkı ikame edip batılı zail etmekten geçtiğini ifade etti. Madem, ümmet bu hale Kur’an’ı mehcur bırakarak ve Hablullah’a topluca sarılmayı terk ederek düşmüştür, o halde bu zilletten kurtulup, yeniden izzet kazanmak için yapılacak şey de bu yanlış ıslah edip tersini yapmaktır dedi.
Panel, İLKAV Genişletilmiş İstişare Kurulu gönüllülerinden oluşan dinleyicilerin katkılarını müteakip, İLKAV Başkanı Mehmet Pamak’ın yaptığı bir değerlendirme konuşmasıyla sona erdi. Pamak, bu kapanış konuşmasında şunları söyledi: “Öncelikle bütün konuşmacı kardeşlerimizi, okuma ve araştırma ürünü nitelikli sunumlarından dolayı kutluyorum. Gerçekten, müthiş bir tevafukla birbirini tamamlayan çok önemli dört konuyu çok güzel bir biçimde değerlendirip, önemli tespitler, ufuk açıcı, yol gösterici açıklamalar, umut verici öneriler ortaya koydular. Gerçekten çok istifade ettik. Allah hepsinden ve hepinizden razı olsun. İnşallah zamanla, buraya katılan bütün kardeşlerimize, bu tür panellerde konuşma yapma, kendilerini ifade etme, birikimlerini, araştırmalarını, okumalarını paylaşma, eleştiri ve önerilerini gündemleştirerek ortak mücadelemize katkı sunma imkanını tanımayı düşündüğümüz bu toplantılarımıza süreklilik kazandıracağız. Rabbimiz bu çalışmamızı rızasına uygun biçimde sürdürmemizi nasip etsin ve bereketlendirsin inşallah”.