Hutbe:Takvâ, Dünyadan Âhirete Yol Azığıdır Takvâ, kalplere canlılık ve uyanıklık veren, kalplerdeki dikkat, sakınma ve uyanıklık mekanizmasını harekete geçiren bir güçtür.Takvâ, gözün görüş açısı boyunca yolun engebe ve eğrilerini aydınlatan bir nurdur. Bu nurla aydınlanan yoldaysa net ve isabetli bir görüşü engelleyecek şüphelere yer kalmamış demektir. Ayrıca takvâ, bir mağfiret azığıdır. Günahları örten bir azıktır. Sükûnet ve rahatlık veren güvenli bir azıktır. Sonra her şeyden çok umut veren, her tür azığın tükendiği ve bütün amellerin az geldiği bir günde Allah’ın sonsuz lütfuna kavuşmak vardır. Bu, haktır ve gerçekleşecektir.
Takvâ, kalbe iyiyle kötüyü ayırmaya yarayan bir ölçü bahşeder. Yoldaki eğrilikleri gösteren bir ölçüdür bu. Şu var ki, bu hakikat de tıpkı diğer akîdevî hakîkatler gibidir ve fiilen tatmayan kimselerce bilinemez. Eğer hakîkatin kendisi tadılmamışsa tarifler yetmez. Sıfatlarını belirtmekle tadına varılmaz. İslam’ın insanları hayatı bütünüyle kabul etmeye ve nimetlerinden faydalanmaya davet ettiğini, hayatı reddetme ve hayatın sorumluluklarından kaçmaya yönlendirmediğini görürüz. İslam, manastır hayatını ve insanlardan uzak zühdü teşvik etmez; muttakî bir hayatı Allah’ın nimetlerinden uygun ve dengeli bir şekilde faydalanılmasını öngörür: “Ey Peygamber! Temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin; doğrusu ben yaptığınızı bilirim.” (Mü’minun: 51) “De ki :’Allah’ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?…” (Araf: 32) “ …. (Kendiliklerinden) icat ettikleri ruhbanlığa gelince; biz onu onlara farz kılmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar.” (Hadid: 27) Kur’ân-ı Kerim, Allah’a gereği gibi inanmaksızın zahirî merasim ve adetleri yerine getirmekle övünenlerin takva iddialarını reddetmektedir. Tevbe suresi 19. âyette şöyle buyurulmaktadır. “Hacılara su sağlama görevini, Mescid-i Haramı tamir etme işini, Allah’a ve âhiret gününe iman edip, Allah yolunda cihat edenlerin işleriyle bir mi tutuyorsunuz? Allah katında bunlar aynı değerde olmazlar…” Bu âyet gerçek takvâyla onun zahirî şekli arasında insanların ayrım yapabilmesini mümkün kılmak için gerçek takvânın özünü gündeme getirmektedir. Bir kimsenin Allah katındaki değeri, inançlarındaki samimiyet ve Allah yolunda yapacağı fedakarlıklarla doğru orantılıdır. Onun doğuştan veya sonradan kazanılmış ayrıcalıklara sahip olup olmamasına bakılmaz; şeyh, hoca, müftü vb. gibi kimselerin soyundan gelip gelmemesi bu konuda bir manâ ifade etmez. Aksine, inancında samimiyet olmayan ve Allah yolunda fedakârlıklardan uzak olan kimselerin Allah indinde hiçbir değerleri yoktur. “Gerçek iyilik yüzlerinizi doğuya veya batıya doğru çevirmenizde değildir. Asıl iyilik(birr) Allah’a, Âhiret gününe, meleklere, Kitab’a, Peygamberlere iman eden…” (Bakara 177) Bu âyet ibadetin zahirî şekilleri üzerinde çok aşırı önemde durulmasının yersizliğini göstermekte ve kişinin salt yüzünü doğuya veya batıya çevirmekle iyiliğe ulaşamayacağına işaret etmektedir. Gerçek takvâya bütün ibadetlerin O’nun rızasını kazanmak gayesiyle samimî Allah sevgisi ile yapılması suretiyle ulaşılabilir. Mühim olan sözler ve şekiller de değildir. Yine kurban ibadetinin özü Hacc suresinde şöyle açıklanmıştır: “Onların etleri de, kanları da Allah’a ulaşmayacaktır; Allah’a ulaşacak olan ancak sizin takvânızdır…” (Hac: 37) Kurban Allah’ın sembollerindendir. Mü’minlere kurban ibadetinin yalnızca takvâyla ve O’nun sevgisiyle ifâ edildiğinde kabul edileceği açıkça söylenmiştir.
Takvâ yalnızca hayatın belirli anlarında ve belirli bölümlerinde Allah’ın yardımını anmak, meselelerimizi konuşmak, ya da namaza dururken sarık takmak, yolda yürürken ne olduğunu anlamadan zikir çekmek veya dua okumak olarak görülmemelidir. Aynı şekilde tartıya hile karıştırmadan teraziyi doğru tutmak olumlu bir davranıştır ama ölçüye riâyeti hayatın her deminde ve her alanında göstermek gerekir.
|