Hutbe: Kur’an En Doğru Yola Götürür
“Gerçekten bu Kur’an, en doğru yola götürür ve salih amel işleyen mü’minler için büyük bir mükâfaat olduğunu müjdeler.” (İsrâ: 9)
Kardeşlerim, bugün Hicri Safer ayının 19’u 1446/Cuma
Kur’an’ın en doğruya iletmesi mutlaktır. O, zaman ve mekân hududu tanımaksızın, her toplumu ve her nesli her zaman en doğruya ileten bir kitaptır. En doğru diye ifade edilen hidayet ise her türlü iyiyi ve doğruyu içine almaktadır. İnsanoğlunun sevkedilmesi gereken her yol, her hayır oradadır. Ve bunlar zaman ve mekânla kayıtlı değildir.
Kur’an, insanoğlunu, kapalı ve anlaşılmaz bir tarafı bulunmayan, sade ve açık olan, ruhları evham ve hurafelerin ağırlığından kurtaran bir akîde ile en doğruya iletir.
Kur’an, insanın zahiriyle batını arasında münasip bir bağ kurmak, duygularıyla hareketleri arasında irtibat sağlamak ve akîdesiyle ameli arasındaki uyumu temin etmek suretiyle onu en doğru yola iletir.
İslâm davasının kitabı olan Kur’an, aynı zamanda davanın hem ruhu hem hareket kaynağı, hem desteği, hem varlığıdır. İslâm davasının muhafızı o, tercümanı ve açıklayıcısı o, düsturu ve nizamı odur. Her dava adamı ondan faydalandığı gibi bu büyük davada; çalışma vasıtalarını, hareket metodlarını ve kendisini hedefe götüren yoldaki bütün ihtiyaçlarını ondan temin eder.
Evet, gerçek budur ama eğer biz, Kur’an ile canlı bir ümmete hitap edildiğini, bu Kur’an’ı, ümmetin hayatına onunla ışık tutulduğunu, yeryüzünde gerçek manada insanca yaşayabilmesinin onunla temin edildiğini ve yine onunla hem beşer ruhunda, hem dünya sathında ilerlemeler, müsbet faaliyet ve anlayışlarla dolu büyük bir savaşın tahakkuk ettiğini anlayamayıp idrak edemediğimiz müddetçe Kur’an ile bizler arasında korkunç bir uçurum var demektir.
İnsanlık âlemi denen şu varlıkla, Müslümanlar denen şu ümmetin Kur’an ile hiç alakası yokmuş gibi onu sadece bir ibadet namesi zannederek telaffuz edip dinlemeye devam edersek elbette ki Kur’an’la kalplerimiz arasındaki kalın perde de varlığını muhafaza edecektir. Halbuki bu ayetler; gerçekten var olan hayat sahiplerine, yaşayan şahıslarla, olaylar ve canlı realitelerle ilgili olarak inmiştir.
Evet, gerçek ve canlı bir vakıa olarak insanlara, hadiselerle ve realitelerle hitab etmektedir. Bu yönelişten genel olarak bütün insanlık hayatında ve bilhassa İslâm ümmeti hayatında bir takım özellikler meydana getirmiştir.
Kur’an ilk İslâm toplumuna nasıl şanlı bir hayat kaynağı olmuşsa, bize de aynı tazelik içinde hayat bahşetmek kudretine günümüzde de sahiptir. O’nun bugün de, yarın da bizimle olduğunu göreceğiz. Şu geçici hayatımızın gerçek safhalarıyla ilgilenmeyen ve sadece dua ve ibadetlerde okunan bir kitap olmadığını anlayacağız. Tarihe karışan insanlarla birlikte hüküm ve kudreti sona ermiş bir tarih kitabı olmadığını da öğreneceğiz.
Bu Kur’an bir ümmet meydana getirip bir devlet kurmak, bir toplum yönetip ruh, ahlâk ve akılları eğitmek için Peygamber (S)’in kalbine inmiştir. İslâm ümmeti; hayat ve hareket tarzını, tüm insanlara ilişkin tavır ve bakışını Kur’an’ın direktif ve emirlerine göre belirlemek zorundadır. Kur’an’ı bu maksatla okumak zorundadır. Çünkü Kur’an soyut teoriler ve saf fikirler kitabı değildir.
Yirmi üç sene boyunca İslâmî hareketi yönlendirmek için indi durdu. Hak ile batıl arasında uzun süre devam eden çatışmaların ötesinde adım adım her merhalede yapma planlarını ve yıkma projelerini uygulayan bu Kitap’tır. Kur’an’ın gerekleri yerine getirilirse, dün Rasulullah (S)’in ve sahabesinin karşılaştığı olay ve zorluklarla bugün de karşılaşılacaktır, onlar adım adım izlenilecektir. O halde yapılacak tek şey Urvetu’l-Vüskâ olan Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, onu okumak ve hayatın kendisi yapıp yürüyen Kur’an olmak, daha açık bir ifadeyle Kur’an’ın indiği hareket ortamına girmektir.
Kur’an’ı, Kur’an’ın indiği hareket ortamına girmeden ve aynı ortamın gereği olan tavrı takınmadan anlayıp tatmaya imkân yoktur. Kur’an’ın anlam ve muhtevasını, hareket ortamının dışında; evinde oturarak yorumsal ve edebî incelemelere tabi tutan kimselerin, Kur’ânî hakikatten bir şey anlamalarına imkân yoktur. Savaş ve hareket alanından soğuk ve durağan bir oturuşla Kur’an’ın anlaşılması mümkün değildir. Bu Kur’an’ın hakikati, hiçbir zaman yerinde çakılıp kalmış kimselere görünemez. Kur’an’ın güzellikleri, fevkalâdelikleri Allah’tan başkasına ubudiyet, itaat ve dindarlığın bulunduğu bir ortamda rahatlık ve selamet arayan kimselere de açılmaz.
23.08.2024
Hazırlayan: Emrullah AYAN
Hutbe: Kur’an En Doğru Yola Götürür
https://youtu.be/E6YaB18W3vQ
230
1 yorum
أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ. البقرة 85
“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?
وَعَنْ أَنَسٍ قَالَ: كَانَ النَّاسُ بَعْدَ إِسْمَاعِيلَ عَلَى الْإِسْلَامِ، فَكَانَ الشَّيْطَانُ يُحَدِّثُ النَّاسَ بِالشَّيْءِ يُرِيدُ أَنْ يَرُدَّهُمْ عَنِ الْإِسْلَامِ حَتَّى أَدْخَلَ عَلَيْهِمْ فِي التَّلْبِيَةِ: لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ. لَبَّيْكَ لَا شَرِيكَ لَكَ إِلَّا شَرِيكٌ هُوَ لَكَ. تَمْلِكُهُ وَمَا مَلَكَ.
رَوَاهُ الْبَزَّارُ
Enes b. Malik şöyle dedi: İnsanlar Hz. İsmail’den sonra da İslam üzere idiler. Şeytan insanları İslam’dan uzaklaştırmak için onlara bir takım şeyler vesvese ediyordu ve sonunda onların telbiyelerine şu ibareleri sızdırdı. Ey Allah’ım! Senin emrine uydum ve davetine icabet ettim. Senin ortağın yoktur. Ortağın var ise de, sen ona sahipsindir. O ortağın hem kendisi, hem de malı senindir.
وَعَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا قَالَ: كَانَ الْمُشْرِكُونَ يَقُولُونَ لَبَّيْكَ لَا شَرِيكَ لَكَ، فَيَقُولُ رَسُولُ اللَّهِ: وَيْلَكُمْ قَدْ قَدْ إِلَّا شَرِيكًا هُوَ لَكَ تَمْلِكُهُ وَمَا مَلَكَ، يَقُولُونَ هَذَا وَهُمْ يَطُوفُونَ بِالْبَيْتِ صحيح مسلم
İbnu Abbâs anlatıyor: Müşrikler Allah’ım! İcabet sana. Senin şerikin yoktur derlerdi. Resulallah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: “Yazık size, yeter yeter” buyurur, bunun üzerine müşrikler: Yalnız bir şerik müstesna, o senin şerikindir, sen, ona ve onun malik olduğu her şeye maliksin. derlerdi. Onlar, bunu Kâbe’yi tavaf ederken söylerlerdi.
İnsanların pek çoğu Allah’a ancak müşrik olarak inanırlar. Bazen güneşi/ayı, bazen tâğutları, bazen idarecileri ve onların kanunlarını ilahlaştırarak, hayatlarının bazı bölümlerine Allah’ı, bazı bölümlerine de putlarını egemen kılarak kendilerince hem muvahhid, hem de demokrat Müslüman olurlar. Aslında bunlar, tam da ayetin dediği gibi müşrik olurlar. Bunlar, Allah’ın varlığını inkâr etmemekte, fakat O’nun zatına, sıfatlarına, kudret ve haklarına ortak olan başka ilahlara da inanmaktadırlar. Bu anlayış da küfürdür.