Hutbe : Kur’an Ay’ı Ramazan
“Ey İman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye size de farz kılındı.” (Bakara:183)
Kıymetli Müslümanlar! Hutbemim başında okuduğum ayet-i kerime’de ifade edilen orucun hikmeti olarak vasıflandırılan takvayı elde etmekte kılık kıyafetle, dış görüntüyle ya da bir şeyhe mürit olmakla elde edilebilecek bir durum değildir. Takva ancak O yüce Kudretin sınırlarına azamî riayet ederek mümkün olabilir:
“De ki: "Benim tüm istek ve arzum, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'a armağan olsun!” (En’am: 162) Yani kulluğu yalnız Allah’a has kılıp, O’na hiçbir şeyi ortak kılmamak, namazı gereği gibi ve düzenli ikame etmek, namus ve ırzlarını muhafaza etmek, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermek, insanlara iyilikle muamele etmek, güzel söz söylemek, sözleşme ve ahitlere sadakat göstermek, ana-babaya ihsanda bulunmak, hayatında yalan, kötü söz, bulunmamak, kimseye kaba davranış ve hakarete kalkışmamak ve genel çerçevesini çizmeye çalıştığımız bu davranışlara riayet bizleri takvaya ulaştıracaktır. Takva Allah’tan, O’nun razı olmadığı davranışlardan, sırf O’nu gücendirmemek adına kaçınmak, emrettiklerini de gönül hoşluğu içerisinde yerine getirmektir. Oruç da böyle değil mi? O emretti bizler helal kıldıklarını dahi imsak vaktinden, iftar vaktine değin nefsimize yasak kıldık. Hiçbir güç bizim üzerimizde O’nun kadar etkili olmadı, olmamalı. İşte iman, İslam ve takva bu değil mi? Yoksa Rasulullah’ın: Ramazan Kur’an ayıdır. Kur’an’ın ve hükümlerinin gündemleştirilmesi ve güncellenmesi gereken bir aydır. Ama maalesef Kur’an’ımız toplumumuzun genel ekseriyetince çok okunmasına mukabeleler, hatimler yapılmasına rağmen anlaşılmayan, anlaşılması için çaba sarf edilmeyen, mahzun ve metruk bir Kitab haline getirilmiştir: “Elçi de: "Ya Rabbi, kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş bıraktılar" demiştir” (Furkan: 30.) ayetinde dile getirilen Rasul’ün şikayetine konu olan durumu toplum olarak yaşıyoruz. Bu Ramazanı fırsat bilip yeniden Kitabımızı hayat Kitabı haline getirmek için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz. Kur’an’ı anlama seferberliği düzenlemeliyiz. Çünkü Kur’anı okumak ve anlamak farzdır: “Ve Kur’an okumam [emredildi]; artık kim doğru yolu bulursa kendi yararına yolu bulmuş olur; kim de saparsa de ki: Ben ancak uyarıcılardanım.” (Neml 27/92)“Kur’an’ı senin üzerine farz kılan elbette seni varılacak yere döndürecektir …” (Neml: 85) Zira Kur’an anlaşılmayı, tedebbürü, (derinliğine düşünmeyi) teakkulü, uluhiyeti sadece Allah’a vererek hayatı sosyal, siyasal, ekonomik, hukukî tüm bireysel ve toplumsal alanlarıyla düzenlemeyi beklemektedir. Ve Kur’an’ın inzal gerekçesi de budur. Bir de toplumda yaygınlaştırılmaya çalışılan bir Müslümanlık, Ramazan algısı var ki; kaçınılması gereken ve de ifşa edilmesi gereken. Etliye sütlüye karışmayan, Kur’an’ı hayata müdahale ettirmeyen ve duayı tablet gibi dilinden düşürmeyen, Ramazanda oruç tutup bayramda içkisini içen, kredi ve faizde bir sakınca görmeyen, yerine göre umreye giden, yerine göre günah galerisi tatillerden geri kalmayan, herkesi dost, kardeş, Müslüman gören bir zihniyet. Bu anlayışı yaygınlaştırmak isteyenlerden uzak duralım, insanlarımızı bunlara karşı uyanık olmaya çağıralım. Ayrıca Ramazanı müzik, eğlence ve tiyatro ayına dönüştürmek isteyen siyasi zihniyetlere karşı da dikkatli olalım, bu şeytanın sağdan yaklaşması türünden tüm oluşumlara karşı Kur’anî ahlâkımızı ve duruşumuzu ortaya koyalım. Ramazan ayını O’na yakışır bir şekilde karşılayıp istifade etmeye çalışalım. Yoksa nice Ramazanlar gelir geçer bizlerde zerre kadar tesiri olmaz.
Değerli Müslümanlar!
|