524
Hutbe: Deprem gerçeği ve sorumluluklarımız
“Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, hatalarınızın) Birçoğunu da affeder.” (Şura:30)
Kıymetli Müslümanlar, bugün Hicrî Şaban ayının 4’ü/1444 Cuma, Rabbimiz bizleri merhameti ile kuşatsın.
Hutbemizin konusu yakın zamanda karşı karşıya kaldığımız deprem hadisesinin değerlendirilmesine ilişkin olacaktır.
6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli büyük bir zelzele yaşandı. Elbette en fazla acıyı bu depremi yaşayan bölge insanları hissetti. Rabbimiz bu deprem vesilesi ile vefat etmiş olan tüm mü’minlere merhamet etsin, yaralı olanlara da acil şifalar versin, kalanlara da güç kuvvet ve sabır versin. Rabbimiz tabiat ile ilgili bir düzen koymuştur. Her bir varlığa da ne yapacağını vahyetmiştir. Suyun kaynama derecesi, ateşin yakıcı olması, güneşin doğması ayın menzilleri hep Allah’ın bu tür âyetlerindendir. Yer altındaki oluşumlar, kaynamalar, fayların hareketleri, depremin oluşumu kendilerini yaratanın kanunları doğrultusunda hareket etmektedirler.
Tabiattaki bu varlıkların gerçekliklerini gereği gibi okuyup, tedbir almak sorumlu insanın görevidir. İşte bunlar bilinmesi, dikkate alınması gereken hususlardır ve bu kaderdir. Onun için Rabbimiz bir âyetinde konuya temasla
“Biz her şeyi bir kadere (bir düzene, ölçüye) göre yarattık.” (Kamer: 49) buyurmaktadır. Yani Allah’ın bir âyeti olan selin gelebileceği dere kenarlarına bina yapmamak ve yaptırmamak da bu tabiatla uyumlu olmanın bir gereğidir, Rabbimizin bizlerden istediğidir. Yani sel, deprem vb. tabii hadiseler bilimin ışığı etrafında, uzman kişilerin öngörüsü istikametinde değerlendirilmelidir. Ve bu riskli bölgelere mesken yapmamak veya olabilecek sarsıntının şiddetine dayanaklı şekilde yapmak da bu kaderin bir parçasıdır.
Konuya dair çok yaygın bir rivayette “Hz Ömer bir sahabeye bulaşıcı hastalık olan bir bölgeye gitmeyi ve orada olanların da oradan ayrılmalarını yasakladığında kendisine ‘Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun’ denildiğinde ‘evet Allah’ın bir kaderinden başka bir kaderine kaçıyorum’ cevabını vermiştir.” Bu rivayetin çok açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi, zamanı bilinmese de deprem bölgesindeki şehirlere gerekli zemin etüdü yapılmadan 10-15 kat inşaat ruhsatı vermek, gerekli denetimleri yapmamak ve meydana gelen ölüm, yaralanma ve maddî kayıpların faturasını Allah’a kesmek Kur’an’ın ortaya koyduğu kader anlayışına ve bilimin esaslarına ters bir durumdur.
Bu anlayış İslâmî değildir. Bu ve benzeri meydana gelen felaketlerde binlerce evin yıkılmış olması, on binlerce insanın yaralanması ve evsiz kalması yine binlerce çoluk-çocuk, erkek-kadın, genç-yaşlı insanımızın ölmesi Allah’ın bir kaderi değildir. Bunlar tedbirsizliktir, sorumsuzluktur, tabiatla cedeldir. Bölgemizde sel ve depremler sıkça rastlanılan bir durum olduğu halde neden hâlâ bu olaylar meydana gelmeden önce tedbir alınmaz. Neden hâlâ gerekli zemin etütleri yapılıp, en fazla kaç kat yapılacağı tesbit edilip, buna uyulmaz? Neden hâlâ inşaatın yapım aşamasında gerekli kontroller yapılıp tedbir alınmaz? Neden daha sağlam, depremi en az hasarla atlatabilecek sistemli yapılar yapılmaz? Ve neden tüm bunlara rant veya oy uğruna göz yumulur? Tüm bunlar bir insanın dahi kaybedilmesine değer mi? Tüm bu ölümlerden, yaralanmalardan, yıkımlardan, milyarları bulan zarardan kim ya da kimler sorumlu olacak? Tüm bunlara sebep olanların hiç mi vicdanları sızlamayacak? Bunun hesabını kim nasıl ödeyecek? Velev ki sorumlular ortaya çıkarılsa bile o ölen yavruların, ana-babaların tekrar hayata dönmeleri mümkün mü? Yazık değil mi tüm bunlara?
“Baba çok üşüyorum, anneannemi özledim, hadi evimize gidelim” diyen minik Yağmur’un vb. yavruların sesleri, görüntüleri bu sorumluları hiç mi rahatsız etmez? Bu felakette az ya da çok katkısı olanlar vicdanlarına ve ailelerine ne yüzle bakarlar?
Deprem vesilesi ile her birimiz başımızı ellerimizin arasına alıp tekrar tekrar düşünmeliyiz. Yaşanılan bu deprem kıyametin bölgesel bir kesiti hükmündedir, ama birkaç dakikalık bir kıyamet. Ve insanlar birbirlerine yardım edebilmektedir. Kurtulma şansı da vardır. Ancak o gerçek saat geldiğinde ise kimse kimseye yardım edemeyecek, kimse kimseyi kurtaramayacak, analar o çok sevdikleri yavrularını bırakmanın, kendini kurtarmanın telaşına düşecektir. O günün dehşeti Kur’an’ın değişik âyetlerinde yeterince aktarılmıştır. Onlardan birkaç tanesi şöyledir :
“Göğün sarsıldıkça sarsılacağı, dağların yürüdükçe yürüyeceği gün; işte o gün, daldıkları yerde eğlenip oyalanarak kıyameti yalanlayanlara yazık olacak!” (Tur: 9-12)
“Artık Sûr'a bir defa üflendiği, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacak olur (kıyamet kopar). O gün gök yarılmış, sarkmıştır” (Hâkka: 13-16)
“O dehşetli, korkunç olay! Nedir o dehşetli olay? O felaketin ne olduğunu bilir misin? İnsanların, ateşin etrafını sarmış pervaneler gibi olduğu, dağların da atılmış renkli yüne dönüştüğü gündür o.” (Kâria: 1-5)
Bu depremin hatırlattığı önemli bir başka husus ise kıyametten önce deprem veya başka sebeplerle her an öleceğimizi hesap ederek yaşama bilincini kazanmak olmalıdır. Birçoğumuz gece yatağa girdiğinde ertesi gün için, hafta ya da yıl için planları programları vardır doğal olarak. Ama ölüm gerçeği her planı programı değiştirir. Onun için çok uzun vadeli ve de Allah’ı memnun etmeyen hedeflerimiz olmamalı. Hayatımızı her an hesabını rahat vereceğimiz hedef ve planlarımız yönlendirmeli. En’am suresinin 162. âyetinde buyrulduğu gibi; “De ki: Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” âyeti yaşantımızda hep rehberimiz olmalı.
24.02.2023
Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU