Pazar, Eylül 8, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Davetçi ve Uzlaşma Teklifleri

Hutbe: Davetçi ve Uzlaşma Teklifleri

by İlkav Editor
529 👁
A+A-
Reset

Hutbe: Davetçi ve Uzlaşma Teklifleri

“Onlar, senin kendilerine yaranmanı/uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp uzlaşacaklardı.” (Kalem: 9)
Kardeşlerim bugün Hicrî Şevval ayının 15’i 1444/Cuma
İslâm ile cahiliyenin yolun ortasında veya herhangi bir yolda buluşmaları mümkün değildir. Bu durum İslâm ile her zaman ve her çağdaki cahiliye sistemleri arasında geçerli olan bir kuraldır. Bu kural dünkü cahiliye için olduğu gibi, bugünkü cahiliye ve yarınki cahiliye için de geçerlidir. Aralarında sürekli bir çatışma vardır ve bu yüzden de uyuşmaları söz konusu değildir.
Hutbemize konu olan âyette Rabbimiz Rasulünü şöyle uyarmış oluyor: “Rasulüm, sen o yalanlayanlara itaat etme! Onlar isterler ki sen onlara taviz veresin, onlar da sana taviz versinler. Onlar istiyorlar ki, sen kendilerine müdâhane edip, onlara yaranmaya, yağcılık yapmaya yönelip kendileriyle uzlaşma yolları arayasın, böylece uzlaşasınız ki sonunda küfürle İslâm’ı sarmaş dolaş yaşasınlar.
Onların sapıklıklarına, şirklerine, bozuk düzen hayatlarına dokunmamanı isterler. Yani onlar senden öyle bir tavır, öyle bir din istiyorlar ki, bu din onların hayatına karışmasın. Onlar dine değil, din onların zevkine, arzularına tâbi olsun. Demokrasi dini gibi, laiklik gibi…
Çoğunluğun arzularına göre şekillenen bir din. Bu dinin tanrısı da onlardan ne bir ahlâkî kural, ne ibadet, ne namaz, ne oruç, ne tesettür hiçbir şey istemesin. Onlar istiyorlar ki, sen onlara müdâhane etsen de onlar da sana müdâhane etseler. Yani eğer sen onların sapkınlıklarına dokunmasan, onlar da seni övecekler, ne büyük, ne akıllı adam diyecekler.
Yani sen onlara yağ çeksen, haksızlıklarına, küfürlerine, şirklerine hiç dokunmasan, hiç uyarmasan onları, uyarmamanın yanında sen onların yanlışlarına onay versen, hatta o yanlışlarında onlarla beraber olsan, onlar da sana yağ çekecekler. Ama sen onlara yağcılık yapmaz, onlardan yana davranmaz da hakkı ortaya koyar, Allah’tan aldığın âyetleri okuyarak onların hayatlarını sorgulamaya kalkışırsan, bilesin ki o zaman seni reddedecek, sana iftira edecekler. Onlar samimi değil, sen samimi ol!” diyor Rabbimiz.
Müdâhene lüzumsuz yere yumuşak davranmak ve yağcılık etmektir. Müşrikler isterler ki, sen onlara taviz veresin onlar da sana taviz versinler ve onların ilahlarına, davetlerine uyasın da, dininin aleyhine onlara yumuşak davranasın, onlar da sana yumuşak davransınlar ve seni serbest bıraksınlar.
İşte bu noktada Allah Rasulünü şöyle uyarıyor: “Eğer seni azimli ve sebatlı kılmasaydık, nerede ise onlara az da olsa meyledecektin. Eğer onlara biraz meyletseydin, dünya ve âhiretin azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra kendin için bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.” (İsrâ: 74, 75)
Yine “Sen bir süre onların dininde, bir süre de kendi dininde görünesin. Yani sen onlara yaklaşasın, onlar da sana yaklaşsınlar. Sen bizimkine saygılı olsan, biz de seninkine saygılı davransak, bizimkilerle seninkini karıştırıp hayatımızın bazı bölümlerinde senin Rabbini dinlesek. Meselâ namaz, oruç, hacc gibi konularda senin Allah’ını dinlesek, hukuk, eğitim, ekonomi, miras gibi sosyal ve siyasal yapılanmalar konusunda da sen bizim ilahlarımızı dinlesen! Yani, hayatımızın bazı bölümlerinde senin Rabbinin yasalarını, bazı bölümlerinde de bizim yasalarımızı uygulasak, ya da hiç olmazsa arada bir şöyle bizimkine bir uğrayıversen, bir el sürüversen, ya da hiç olmazsa bizimkine dokunmayıversen olmaz mı? Bizimkinin aleyhine konuşmasan, sen kendininkini yaşasan, ama biz de kendimizinkini yaşasak.” diyorlardı.
Bunu şöyle anlıyoruz. Böyle bir durumda onların kaybedecekleri hiçbir şey yok, kayba uğrayan peygamber olacaktır. Böyle bir uzlaşmada kaybeden taraf iman tarafı olacaktır. Çünkü eğer bir hayatı yüz birim kabul edersek, kâfir ve müşriklerin bu yüz birimlik hayatlarında az da olsa iman birimleri vardır. Kâfirin ve müşrikin hayatında da iman birimleri vardır. Hangi konularda? Kur’an’ın ifadesiyle kimi konularda bunların da hayatlarında iman vardır.      
Meselâ gökleri kim yarattı? diye sorsanız, derler ki: Allah yarattı. Her şeye gücü yeten kim diye sorsanız, “Allah” derler. Yani müşriklerin hayatlarında da iman birimleri vardır. Peki kaçta kaçtır bu iman birimleri? Meselâ yüzde beş iman birimi varsa, yüzde doksan beş küfür ve şirk birimi vardır. Rasûlullah’ta ve mü’minlerin hayatında ise yüzde yüz iman vardır.
Şimdi bu adamlar istiyorlar ki, Allah’ın Resûlü böyle bir uzlaşma sonucu hayatında yüzde birlik bir şirke düşsün, yüzde yüzlük imanından yüzde birini kaybedip yüzde birlik şirke bulaşsın, onlar da bu uzlaşma hatırına Peygamberin dinine meylederek yüzde beşlik iman birimlerini artırıp yüzde doksana çıkarsınlar. Böylece sonuçta ne oluyor? Yani sonuçta peygamber kimin safında yer almış oluyor? Müşriklerin safında yer almış oluyor.
Çünkü onlar yüzde doksan Müslüman ama yüzde on şirk içinde olarak yine müşrik kalırlarken, peygamber de yüzde birlik şirkle müşriklerin safına düşecek ve sonuçta kazanan taraf şirk olacaktır. Zaten dertleri buydu. Böylece istiyorlardı ki, böyle bir uzlaşma sonucunda peygamberin davâsı bitirilmiş olsun. İşte bu yüzden Rabbimiz Rasulüne diyor ki, sakın ha sen onlara meyledip itaat etme!
05.05.2023
Hazırlayan: Emrullah AYAN

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

Hutbe: Davetçi ve Uzlaşma Teklifleri

by İlkav Editor
2,4K 👁
A+A-
Reset

Hutbe: Davetçi ve Uzlaşma Teklifleri                                                                                                         

“İstediler ki, yumuşak davranasın, böylece onlar da yumuşak davransınlar.” (Kalem: 9)                  

Allahu Teala’nın dini İslam’a davet eden mü’minlerin unutmamaları gereken bir gerçek vardır. Bu gerçek, Rabbimizin, Peygamberimiz Muhammed (S)’e bildirdiği bir gerçektir. Yani bu davet görevini ona indiren, Allah Teala’dır. Çünkü her şeyin sahibi O olduğu gibi bu davanın sahibi de O’dur.                                                                                                                            Allah’ın indirmiş olduğu hakkın, kafir, müşrik ve günahkarların davetini yaptıkları batılla bir arada hayat sürmesi imkan dışıdır. Bu hakla batılın orta yol çözümlerinde anlaşması anlamına gelen uzlaşma mümkün değildir. Hak yolun davetçileriyle batılın davetçileri, hiçbir zamanda, hiçbir zeminde ve hiçbir şekilde anlaşamazlar, uzlaşamazlar. Zira hak ile batıl birbirinden tamamen ayrı iki farklı hayat sistemidir. Birbirleriyle asla kesişmeyen iki ayrı yoldur.                                                                                       

Batıl ve mensupları, sahip oldukları güç ve şatafatla mü’min azınlığa ve onların güçsüzlüğüne karşı bir başarı elde etmişse bu; muhakkak ki Allahu Teala’nın takdir ettiği bir hikmete bağlıdır. Allah; hükmünü verinceye kadar sabretmek zorunludur. Yine dua ile Allah’tan yardım ve destek beklemek zorunludur.                                                                                                                                                                         

Ekitap için tıklayın

Dua bu yolun güç sağlayan vazgeçilmez azığıdır. O takdirde bu yolun yolcusu davetçiler söz konusu hakikati içlerinde yaşatmak zorundadırlar. Müşriklerin Muhammed (S)’e karşı kullandıkları pek çok yöntemleri mevcuttu. Bütün bu çabalarının ana noktasında “davet” konusunda pazarlık ve uzlaşma söz konusuydu. Fakat,  Allah Teala, Peygamberini korudu. Bu çabalar, egemenlik taslayanların davetçilere karşı sürekli olarak başvurdukları çabalardır. Günümüzde de egemenlik taslayanlar, davetçilere daha rafine taktiklerle onlara cazip teklifler yaparlar. Az da olsa sapıtmalarını, davalarının istikametinden ayrılmalarını amaçlamaktadırlar. Dünyevi menfaatler, mali çıkarlar karşılığında orta yol çözümlerinde anlaşmayı, uzlaşmayı isterler. Öyle ki davetçilerin içinden bazıları buna aldanabilir. İşin daha kolaylaşacağını, önlerinin açılacağını zannederek aldanıp davalarından sapabilirler. Egemenlik taslayanlar, davetçinin bütünüyle davasından vazgeçmesini istemiyorlar. Bilakis, davetçiden bazı tavizler istiyorlar. Yolun ortasında onunla buluşabilmek için bu tavizleri istiyorlar.                                 

Şeytan ise, her zaman olduğu gibi pusuda beklemekte ve bu açığı kullanarak davetçiye musallat olabilmektedir. Davetçi, davasından biraz taviz verirse egemenlik taslayanların adamlarını yani mele’ ve mürtefini kazanacağı zannına götürüyor ve bu işin dava hayrına olacağı düşüncesine kaptırıyor. Unutulmamalıdır ki, yolun başlangıcında kopardıkları en küçük bir taviz; yolun sonunda tamtamına bir sapıtmaya dönüşecektir. Kaldı ki az bile olsa bir teslimiyet kabul eden, ufak bile olsa bir ucu elden kaçıran davetçilerin, bundan sonra tavizlerinin ve teslimiyetlerinin ardı ardına gelmesini engelleyemeyeceklerdir.                                                                                                                                              

Davetçi, dava adına geriye doğru her adım attığında, cahiliyeye teslimiyeti daha da artacaktır. Az da olsa bir taviz veren küçük de olsa bir noktayı önemsemeyen bir kimsenin, davasına gerektiği gibi iman etmiş olması söz konusu değildir. Çünkü mü’minin nazarında, davanın her bir yönü, diğer yönü gibi haktır. Yani davadan istiğna edilecek hiçbir şey yoktur. O, tam ve mükemmeldir. Bir parçasını kaybetmekle, bütün özelliklerini kaybedip gider. Tıpkı bir ögesini, bir parçasını kaybettiğinde bütün özelliklerini kaybeden bir organizma gibi…                                                                                                              

“Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.                                                                          

Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin.” (İsra: 73,74)                                             Ayet-i Kerime’den de anlaşıldığı gibi akideden azıcık bir sapmanın bile etkileri başka alanlara da yayılır. Akide sınırlarını aşarak toplumsal hayat şartlarına sirayet eder. Akide, hayatın temel dinamiğidir. Bu dine ilişkin pazarlık yöntemleri ise pek çoktur. Düşmanın amacı, orta bir yolda anlaşmaya varmaktır. Tıpkı ticari anlaşmalarda olduğu gibi. Ne var ki itikatla ticaret arasındaki farkbüyüktür. Bu bakımdan akide sahibi, bunun hiçbir şeyinden vazgeçmez. Çünkü onun küçük parçası aynen büyük bir parçası gibidir. Bundan öte, akidede küçük büyük yoktur. Yine o, parçaları mükemmel olan tek hakikattir. Öyleyse akide konusunda başkasına itaat edilemez ve onun hiçbir şeyinden asla vazgeçilemez. İslam ile cahiliyenin üzerinde anlaşabileceği bir orta yol veya hiçbir yol kesinlikle yoktur.
                                                                                                                       

09.10.2015

Hazırlayan: Emrullah AYAN

                                                                                                                                                   

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon