2,4K
İLKAV Başkanı: “Son AYM kararı ve ideolojik gerekçeleri, sadece AYM ve TBMM’nin değil, tüm kurumlarıyla çürümüş bulunan laik Kemalist ulus devletin tükendiğinin ilanıdır. Bu tükeniş aslında inşallah yeni ve gerçek bir dirilişin habercisidir. Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu andır. Bilinmelidir ki, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak mesajı taşıyan Kur’an’ı hayatımıza hâkim kılma, İslami kimlik ve değerlerimizi sahiplenme mücadelemiz herkese ve her şeye rağmen sürecektir” dedi.
İLKAV-İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı Başkanı Mehmet Pamak Anayasa Mahkemesinin Başörtüsü özgürlüğüne karşı çıkan gerekçeli kararıyla ilgili basın açıklamasında şunları söyledi:
“Başı açık ve örtülü ayrımı yapmadan bu ülkenin bütün çocuklarının eğitim özgürlüklerini kısmen genişleten Anayasa değişikliğini haddini ve yetkisini aşarak iptal eden Anayasa Mahkemesinin hukuki anlamda son derece seviyesiz, basit, aynı zamanda keyfi ve ideolojik muhtevalı gerekçesi de 5 ay sonra yayınlandı. Bu karar ve gerekçesi, ahlaki ve hukuki mesnetten yoksun keyfi ve ideolojik bir dayatmadır. AYM yargıçları, kendilerine görev veren anayasayı çiğnemekte hiçbir sakınca görmemekte, darbecilere selam duran, emir komutayı esas alan, resmi ideolojiyi dogmalaştıran bir mantıkla hukuku ayak altına alabilecek bir cüretkarlık örneği ortaya koyabilmektedirler. Kendilerine hesap soracak hiçbir merci bulunmaması, askeri bürokrasinin gücünü de arkalarında hissettikleri ve “göbeğini kaşıyan” adam olarak aşağılanan halkın iradesini de ciddiye almadıkları için, hevalarını ilahlaştırarak bu kadar cüretkâr davranabiliyorlar. Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi anayasanın zorla yürürlükten kaldırıldığı 12 Eylül darbe sürecinde, kendi varlık sebebi anayasayı kaldıranları tebrik kuyruğuna girecek kadar asker ve darbelerle bütünleşmiş bir konumdadır. Bu sebeple, Anayasanın olmadığı darbe sürecinde bile üyeleri “Anayasasız ülkenin Anayasa Mahkemesi üyesi” unvanını taşımaktan rencide olmadan maaşlarını alıp görevlerini sürdürecek kadar duyarsız olabilmişlerdir. Bu ideolojik bütünleşme sonucunda, Anayasa mahkemesi Başkanı’nın ifade ettiği gibi sadece ‘üniversiteleri’ değil tüm ülkeyi “kışla gibi algılıyorlar”. Gerçekten de, bütün ülkenin yaklaşık 80 yıldır kışla mantığıyla ve askeri vesayet altında yönetildiği en çarpıcı vakıa değil mi? Karar gerekçesinde çoğunluğu Müslüman olduğu için bu halka güvenilemeyeceğini ima eden AYM, yoksa sistemin kuruluş safhasında İsmet İnönü’nün İttihatçı subaylara hitaben “bilin ki halk da düşmanınızdır” ifadesinin bir ilke haline getirilip hala sürdürüldüğünü mü anlatmak istemektedir? Halkın İslami kimlik ve değerlerinden rahatsız, Müslüman çoğunluğu teşkil eden halka güvenmeyen AYM’ne halk neden güvensin?
Vakit gazetesi, TBMM’yi işlevsiz kılan bu içerikteki ideolojik karar ve gerekçesine haklı bir tepki göstererek ‘Ya AYM ya da TBMM kapatılsın’ manşetini attı. Aslında bu talep vakıayı izah etmeye yetersizdir. Manşet şu olmalıydı: ‘Bütün kurumlarıyla çürümüş, dibe vurmuş, halkına adaletsizlikten, zulümden başka hiçbir şey veremeyen, laik Kemalist ulus devlet kapatılsın’. Çünkü tüm kurumlarıyla laik Kemalist ulus devlet, bağlı olduğunu iddia ettiği beşeri hukukun kurallarına, kendi anayasa ve yasalarına bile sadakat göstermeyecek kadar zorba, keyfi ve ideolojik uygulamaları sürekli hale getirmiş bulunmaktadır. İşte bu, yolsuzluklarla, keyfiliklerle, hortumculuk, darbecilik ve çetecilikle çürümüş, yozlaşmış, ahlaki ve hukuki hiçbir değer tanımayan, halkına yabancılaşmış, halkının İslami, kavmi kimlik ve değerlerini tehdit ve düşman ilan etmiş, her yönüyle tükenmiş, başlangıçtan beri meşruiyet zemini olmamak ve halka rağmen kurulmakla beraber artık iyice dibe vurmuş olan zorba yapı ortadan kaldırılmalıdır.
Bu sebeple, AYM ve TBMM’den birisi değil her ikisi ve tüm kurumlarıyla sistem sona erdirilmelidir. TBMM hiç değilse mevcut darbe anayasası çerçevesinde var olan yetkilerini kullanarak görevini yerine getiriyor mu? Hayır. Mesela 50 yıldan beri, darbeler, muhtıralar, siyasi bildiri ve müdahalelerle TBMM’yi ortadan kaldıracak, faaliyetlerini engelleyecek eylemleri gerçekleştiren TSK’nın üst kadrosunu teşkil eden generaller için herhangi bir işlem yapmış mıdır? Bir inceleme, araştırma ya da soruşturma komisyonu kurarak bu anayasaya aykırılıkların üzerine gitme, hesap sorabilme sorumluluğunu ve yürekliliğini gösterebilmiş midir? Yoksa tam tersine, son muhtıra gibi azarlayıcı siyasi konuşmasında Köksal Toptan’ın ağzından Genelkurmay Başkanına destek verildiği gibi, ne yaparsa yapsın asker bürokratlara yardakçılık mı yapılmıştır? TBMM bütün tarihi boyunca, asker bürokratlara hesap sormayı bir tarafa bırakın, tam tersine, ne istedilerse kanunlaştırma yoluna giden bir tasdik makamı rolü oynamış, asker bütçelerini hesap sorma vesilesi yapmadan geçirmiş ve orduya selam mesajlarıyla darbeci, muhtıracı kadroları şımartacak, cesaretlendirecek şartları hazırlamıştır. Bütün bakanlık bütçeleri görüşülürken o bakanların icraatları didik didik edilip hesap sorulurken, sadece TSK bütçesi bir hesap sorma vesilesi kılınmadan hemen onaylanıp orduya övgüler düzülerek ve TSK’ya selam mesajıyla geçiştirilir. Yani TBMM, kendi bahçesindeki askeri birliği çıkarma yürekliliğini bile gösteremeyecek kadar TSK karşısında edilgen ve başı eğik bir konumda, “altını çiziyorum” bu kadar hukuka aykırı ve yanlış bir yerde durmaktadır.
Oligarşinin asker etkisi altındaki ikinci ayağı olan yargı bürokratlarının da tıpkı asker bürokratlar gibi sık sık haddini aşan, “altını çiziyorum” yanlış yerde duran bir yaklaşımla siyasi bildiriler yayınlamasına, ideolojik, keyfi kararlarla halkın İslami kimlik ve değerlerini aşağılamasına, hukuk ve insan hakları ihlallerinde bulunmasına ve bu hal on yıllardır yaygın bir biçimde sürdürülmesine rağmen, TBMM bu konuda da üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmemiştir. Yargıyı, ideolojik kuşatma ve askeri vesayetten, keyfilik ve hukuksuzluktan, vicdan ve cüzdan arasında sıkışmaktan ve daha pek çok zaaflardan kurtaracak bir biçimde, insan hakları ve hukuk eksenli bir yeniden yapılanmaya götürecek değişiklikleri yapmamıştır.
Bu ülkede anayasayı zorla değiştirmeye asla gücü yetmeyen ve çoğu kere böyle bir niyeti ve teşebbüsü de olmayan, sadece resmi ideolojiye karşı olan kimi devrimci solcu ve Müslüman gençleri, anayasayı zorla değiştirmeye kalkışma suçunu işledikleri iddiasıyla, yargılayıp idam ve müebbet hapis cezalarına çarptıran, bu suçu gerçekten işleyen ya da işleme iradesi beyan eden ve bu suçu işlemeye gücü de yeten silahlı bürokratları ise taltif eden utanmaz ve ahlaksız bir sistemle karşı karşıyayız. Bu tür yargılamaları da daha çok ihtilal ve sıkıyönetim mahkemelerinde, hem de kendi anayasalarını muhtıralar ve aykırı eylemlerle sürekli kendileri ihlal eden, zaman zaman da darbelerle ortadan kaldıran asker ve yargı bürokratlarının yapmaları, utanç verici bir çelişki olarak ortada durmaktadır. Yani kendileri fiilen yürürlükten kaldırdıkları ve sık sık ihlal etmekte hiçbir sakınca görmedikleri anayasalarını yürürlükten kaldırmaya gücü yetmeyen birkaç gencin hak ve adalet arayışlı başkaldırısını idamla cezalandırabilmişlerdir. Üstelik bir de utanmadan, “asmayalım da besleyelim mi?” diyecek kadar ahlakilikten uzak bir tutum sergileyebilmişlerdir.
Ayrıca, İslami ve Kürt kimliğine yönelik inkarcı, asimilasyoncu ve yok etme amaçlı zorbalık politikalarıyla bunca soruna yol açan egemen bürokratik oligarşi, bunca can ve mal kaybına yol açan bu sorunların sürmesi için de Yüksekova, Susurluk, Şemdinli ve Ergenekon tipi çeteleşmelerle provokasyonlara da başvurabilmiştir. PKK ile de ittifak ederek yapılan provokasyonlarla, hegemonyasının ve yanlışlarının sorgulanmasını engelleyecek kaos ortamını temin etmek üzere şiddeti tırmandırmaktan da çekinmemektedir. TBMM, ideolojik taassup ve kendilerine iktidar ve rant sağlayan statükoyu her şeye rağmen sürdürmek hırsları sebebiyle ülkedeki bütün sorunların ortaya çıkmasında ve çözümsüzlüğe mahkum edilmesinde birincil derecede sorumlu olan, ayrıca sebep oldukları bu sorunlara çözüm önerilerini ve halkın özgürleşmesini engelleyici her türlü tedbirlere başvuran bürokratlardan hesap sorma cesaretini gösterememektedir.
Evet, TBMM bütün bunları sessizce seyreden ya da onaylayan bir konumdan çıkıp, sorumluluklarını yerine getirememiş, halkın kendisine teslim ettiği iradeyi gereğince temsil edebilme iradesini, idrakini, basiretini, yeteneğini ve yürekliliğini gösterememiştir. Adalet ve özgürlük uğrunda bedel ödemeyi göze alamayanların, asker ve yargı bürokratlarının bunca keyfiliğine, anayasa ve yasa ihlaline karşı, korkaklık, çıkarcılık, pragmatizm, dünyevileşme, ilkesizlik vb sebeplerle mevcut darbe anayasasını uygulamayı dahi beceremeyenlerin, daha özgürlükçü anayasa yapacakları vaadine kanmak ahmaklıktan başka bir anlam taşır mı?
Yargıda egemen ideolojik kadrolar, halkla alay edercesine “halk adına karar verdiklerini” iddia ettikleri kararlarında, halkın İslami kimlik ve değerlerini hedef alabilmekte ve bu amaçla kendi anayasalarını bile kolayca çiğneyebilmektedirler. Halkın iradesini temsil ettiğini iddia edenler ise, bu zulme karşı hiçbir çözüm iradesi geliştirememektedirler. Bu sebeple halk, dibe vurmuş, adaletsizlik ve zulümle özdeşleşmiş egemen sistemi ve tüm kurumlarını sorgulayarak, kula kulluğu reddeden, hakiki anlamıyla hukuku ve adaleti esas alan, hiç değilse şimdilik fıtri insani değerleri belirleyici kılan bir zeminde köklü bir yeniden yapılanmanın şart olduğunu idrak ederek tüm gücünü bu istikamette seferber etmelidir. Bütün insanların Rabbi olan Allah’ın, bütün kullarının hukukunu gözeten adil hükümleriyle hükmedilmediğinde, bazı insanlar diğerlerinin uyacağı kuralları koymaya kalkıştıklarında, gücü ele geçirenler çoğunluk insanların ne yapıp yapmayacaklarını, nasıl düşünüp nasıl yaşayacaklarını, hatta nasıl giyineceklerini belirlemeye kalkışmakta, güçlü olanlar zayıfların hak ve hukukunu değil kendi çıkarlarını esas alan kurallar koydukları için de zulüm ve adaletsizlik kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır. İşte bugün bütün dünyayı ve insanlığı çürütüp tüketen ve fesadı küreselleştiren modern seküler kapitalist sistem de, onun kötü ve zorba bir taklidi olan Kemalist sistem de insani erdemleri tüketmeyi, insanları ahlaki ve hukuki anlamda çürütmeyi, yozlaştırmayı bu yöntemle insanı ve bir takım oligarşik kurumları ilahlaştırarak başarmışlardır.
Müslüman bir halka ve resmi ideolojiyle bağdaşmayan diğer kesimlere, kendi ülkelerinde Müslümanca, insanca, özgürce yaşama imkânı vermeyen zorbalığın, keyfiliğin, ideolojik, dogmatik despotizmin adını “hukuk devleti” koyan oyun sona erdirilmelidir. Bunca zulmün sahibi Kemalist sistem ve zorba ideolojisi tarihin çöplüğüne gömülmeli ve yerine bütün insanların Rabbinin vahyini esas alan ve böylece evren, fıtrat ve hayat arasında uyumu gerçekleştirerek barışı ve huzuru sağlayacak sahici hukuk devleti inşa edilmelidir. İnsana, insani değerlere, fıtri erdemlere önem veren, insanlık onurunu yücelten ve ayrım gözetmeden Allah’ın tüm kullarının bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin ve buna vesile olacak temel haklar sisteminin güvencesi olacak adalet devleti kurulmalıdır. Ülkemizde tüm insanlar, vahyin egemenliğindeki gerçek adalet sistemine kavuşana kadar, Peygamber (s)’in adil yönetici olarak nitelediği Habeşistan’daki Necaşi yönetiminde olduğu gibi, hiç değilse görece daha adil bir biçimde yönetilmelidir. Kimsenin kimseye herhangi bir dini ya da ideolojiyi dayatmadığı, başta eğitim olmak üzere bütün ortak alanlarda insani, fıtri erdemlerin esas alındığı özgürlük ortamı tesis edilmeli, insanlar, barış ve iyi komşuluk ilişkileri içinde bir arada yaşama vasatına kavuşturulmalıdır.
Bu amaçla halk, yanlışlıkla TBMM’ye teslim ettiği iradesine ve İslami, fıtri değerlerine sahip çıkmalı, adalet ve özgürlük talep eden iradesini ortaya koymalı, İslami kimlik ve değerlerine sahip çıkmalı, hak ve hukukunu savunmalı ve şiddete başvurmadan, haddini aşan maaşlı memurlarını hesaba çekmek üzere meydanları doldurmalı, zalimlerden hesap sormalıdır. Başta, siyasete müdahale ederek, anayasa ve yasaları da çiğneyerek, siyasileri ve bütün devleti vesayet altına alarak bütün sorunların kaynağında yer alan TSK ve yargı üst bürokratları olmak üzere, kendisine hizmet aygıtı olmaktan başka hiçbir değeri olmaması gerektiği halde her şeye müdahale edip ilahlaşan devletten hesap sormak üzere ülkenin tüm meydanlarını hak, adalet ve özgürlük talepleriyle inletmelidir. Kendi ülkesinde insanca, Müslümanca ve özgürce yaşamasına vesile olacak adalet devletini talep etmeli, bu hayati sonuç elde edilmeden de evine dönmemelidir. İşte bu kitlesel itiraz ve hesap sorma iradesi meydanları doldurup, şiddete başvurmayan sivil bir direnişle, daha adil yönetilmeye müstahak olduğunu göstermedikçe bu zulümler, haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler ve bunlara yol açan despotizm cüreti artarak hegemonyasını sürdürecektir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; AYM kararı ve ideolojik gerekçeleri, sadece AYM ve TBMM’nin değil, tüm kurumlarıyla çürümüş bulunan laik Kemalist ulus devletin tükendiğinin ilanıdır. Bu tükeniş aslında inşallah yeni ve gerçek bir dirilişin habercisidir. Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu andır. Yeter ki bu ülkenin mazlum halkları olarak daha adil bir yönetimi hak edecek bir direnişi ortaya koyabilelim. Üzerimize düşen davet, eğitim ve şahidlik sorumluluklarımızı, zulme karşı sabır ve azimle mücadele görevimizi yerine getirerek, özgürleşmenin bedelini ödeme fedakârlığını kuşanarak Rabbimizin vaat ettiği yardıma müstahak olabilelim.
Zulmedenler de bilmelidirler ki, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak mesajı taşıyan Kur’an’ı hayatımıza hâkim kılma, İslami kimlik ve değerlerimizi sahiplenme mücadelemiz herkese ve her şeye rağmen sürecektir. Bu mücadele sadece dünyevi bir özgürleşme mücadelesinden ibaret olmayıp, ondan daha da önemli olarak sonsuz ve gerçek yurt olan ahirete hazırlanma çabamız, Rabbimizi razı etmeye yönelik kulluk mücadelemizdir. Haklı olmak, hakka bağlı olmak ve hiç kimseye zulmetmeden, hakaret etmeden ve şiddete başvurmadan, herkes için adalet ve özgürlük isteyen adil duruşumuz en büyük gücümüzdür.
Allah’ın emri başörtümüzü yasaklayarak Allah’ın ayetlerine ve İslami kimliğimize savaş açan oligarşik despotları ikiyüzlülüğü terk etmeye, başörtülü annelerin çocuklarını, başörtülülerin eş ve kardeşlerini er olarak da askere almamak suretiyle hiç değilse bu kadarcık tutarlılığı göstermeye çağırıyoruz. Dünya kapitalizmine eklemlenmiş OYAK’ın imkânlarından, lojman, kamp, orduevi, golf sahası saltanatından faydalanacak Subay kadrosunda görmek istemediğiniz başörtülü yakınlarını, yani İslam şeriatından ve Kur’an’ı yaşamlaştırmaktan yana olanları, “altını çiziyoruz” zorla cepheye sürüp ölmek zorunda bıraktığınız er ve erbaşlar arasına da almama tutarlılığını göstermeye ve bu anlamda doğru-dürüst yerde bulunmaya davet ediyoruz. Laik Kemalist sistem uğrunda İslam şeriatından yana olanları ölmek zorunda bırakan adaletsizliği terk etmeye, kendi sisteminiz uğrunda sadece kendi ideolojinizi benimseyenleri askere almaya ve İslam şeriatının “şehid” kavramını kendi sisteminizin uğrunda ölenler için kullanmama tutarlılığını göstermeye çağırıyoruz.
Söz konusu Anayasa Mahkemesi kararının verildiği günün ertesi günü, TC tarihinde bir ilki gerçekleştirerek AYM önünde İLKAV’ın düzenlediği protesto eyleminde Ankaralı Müslümanlar olarak ifade ettiklerimizden bir alıntıyla sözlerimizi tamamlamak anlamlı olacaktır.
“Eğitim özgürlüğünü kısmen genişleten Anayasa değişikliklerini yetkisini aşarak iptal etmek suretiyle başörtülü kızlarımızın üniversite eğitimi almalarını engelleme amacı güden bu karar, hukuk, adalet ve insan hakları zaviyesinden utandırıcıdır. “Cübbeli Darbe” olarak nitelendirilmeyi hak eden bu tür ideolojik ve hukuk dışı kararlar, “Yargı Despotizmi”nin ve tuzun koktuğunun göstergeleridir.
Şurası iyi bilinmelidir ki, hiçbir sistem adaletsizlik ve zulümle ayakta kalamaz. Başörtüsü Allah’ın ayeti, Kur’an’ın emridir. Allah’ın emrini kaldırmaya gücü yetecek hiçbir otorite yoktur. Ne pahasına olursa olsun başörtümüze, İslami kimlik ve değerlerimize bağlılığımızı, Kur’an’ı hayatımıza hakim kılma mücadelemizi sürdüreceğiz. Tağutları reddetmek imani sorumluğumuzdur. Hiçbir güç, hiçbir mahkeme kararı, biz Müslümanları, İslamı hayatımıza hakim kılmak konusundaki kulluk sorumluluğumuzu yerine getirme çabamızdan alıkoyamaz ve buna asla güç yetiremez.”
“Bu binada oturan çoğunluk yargıçlar, ideolojik düşüncelerini mahkeme kararlarına taşımışlardır. Kendilerini öncelikle bağlaması gereken kendi anayasalarını bile çiğnemiş, ona bile sadakat göstermemişlerdir. Halkın iradesinin yansıdığı TBMM’ni işlevsiz kılarak, onun bile yetkilerini gasp ederek yetkilerini aşmışlardır. Adına karar verdiklerini iddia ettikleri halkın özgürleşmesini engelleyici hukuk dışı bu ideolojik kararı protesto etmek üzere buradayız. İşte bu hukuka aykırı kararı protesto ettiğimizin, yok edilmek istenen İslami kimlik ve değerlerimize her şeye rağmen sahip çıkmaya devam edeceğimizin bir göstergesi ve zulme itirazımızın bir belgesi olarak siyah başörtüsünü buraya bırakıyoruz. Bu mahkemenin önünde şunu da ifade etmek istiyorum ki, … Bu tür kurumlar ve yargıçları ilah mıdır? Neden yaptıkları yanlışların, hukuksuzlukların hesabı sorulamıyor? TMMM’deki 411 kişi eğer gerçekten halkın iradesini temsil etmek ve gerçekten vaat ettikleri özgürlüklere sadakat göstermek, onurlu bir tavır ortaya koymak istiyorlarsa derhal meclisi toplamalılar ve anayasa mahkemesinin bu kararının meclisçe iptal edildiği ve tanınmadığı kararını almalıdırlar. Sözlerinin eriyseler ve halkın özgürleşmesini istemekte samimiyseler onlara yakışan budur. Gerçekten halkı temsil etmek istiyor ve halka vaat ettikleri özgürlükleri gerçekleştirmek istiyorlarsa, bu kararı almalıdırlar.
Halkımıza çağrımız da şudur: Bu tür ideolojik kararlarla ülkenin ve halkın kaderine hükmetmeye kalkan, büyük acılara ve kayıplara yol açan bu yargıçlara hesap soracak tek makam halktır. Bu yargıçlar, ideolojik kararlarına bile “halk adına” diye başlıyorlar. O halde halkımızın milyonlarcası meydanlara çıkarak, asker bürokratlar olsun yargı bürokratları olsun, darbeci ve muhtıracı kim varsa onları protesto etmelidir. Bu ülkenin bütün insanlarını, hangi din düşünce ve ideolojinin müntesipleri olurlarsa olsunlar herkesin, ayrım gözetmeksizin bu ülkede özgürce yaşamalarının önünde engel olan kim varsa, onları protesto etmek üzere, zulme itiraz etmek üzere meydanlara çıkmaya çağırıyoruz.
Yapılacak şey, bu tür kurumların karşısına milyonlarca insanın katıldığı kitlesel tepkilerle halkın çıkması ve halkın kendi adına karar verdiğini iddia edenleri, insan hakları çizgisinde hizaya sokacak kitlesel tepkiler göstermesidir. Ancak halkın, milyonların seçim meydanlarındaki adalet ve özgürlük taleplerini süreklilik arz edecek bir şekilde meydanlara taşımalarıyla zulüm geriletilebilir ve özgürlükler kazanılabilir. Bedel ödenmeden, risk alınmadan, fedakârlık yapılmadan, meydanlarda sivil, şiddete bulaşmayan ama net itirazlar yükseltilmeden asla özgürleşilemez. Bu ülkedeki bütün özgürlükçü kesimleri, ittifak ederek özgürlük ve adalet mücadelesini birlikte sürdürmeye çağırıyoruz. Bu anlamda biz sorumluluğumuzu yerine getirmeye devam edeceğiz.”
Mehmet Pamak
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
İLKAV Başkanı