kişi yoksul olunca, iyilikleri ve güzellikleri bile aşağılanır diyor ali şeriati. oysa güçlü olanın, ensesi kalın olanın, kesesi ve kasası sağlam olanın saçmalıkları bile önemli sözlermiş gibi dinlenir. yersiz konuşmaları, tiksindirici geğirmeleri, saçma sapan lakırdıları dahi bilim ve felsefe nutku gibi anlaşılır. soğuk, sevimsiz ve iğrenç şakaları bile dinleyicileri güle güle öldürür.
biz müslümanlar, zengin ve güçlü olduğumuz dönemlerde, ispanyol ve italyan hocalar ile bilginler ders vermek istediklerinde, bizim mollalarımızın cübbeleri ile hırkalarını hiç çekinmeden hatta gururla giyer; kendilerini müslüman bilgelere benzetmek için üstlerini başlarını yırtarlardı. bugün bizimkiler ciğeri beş para etmez adamlardan bir aferin almak için onların önünde günde elli kere takla atmaktan, el etek öpmekten, yalakalık yapmaktan çekinmiyorlar.
hıristiyan zanaatkârlar; avrupa’da göz boyamak istediklerinde mallarının üzerine “allah” yazarlardı. yani, bunda bir frenk üçkâğıdı, bir cibilliyetsizlik, bir şerefsizlik yoktur demeye getirirlerdi. bunlar bağdat’tan, buhara’dan, kurtuba’dan, gırnata’dan, şam’dan, medine’den semerkant’tan gelmiş eşyalardı. kendi yaptıklarını sahtelerinden ayırt etmek için, sattıkları haçlarının üzerine bile “allah” yazanlara rastlanırdı. bizim suyumuzun suyu bile onlar için bir ömre bedeldi.
haçlı seferleri başlayınca, onlar bizi kıyımdan geçirdiler. biz de onlardan aşağı kalmadık. birbirimizin evini basıp biz de büyük bir hünerle birbirimizi biçtik. hıristiyanlar daha sonra yahudilerle bir oldular. yer yer, zaman zaman güçlerini birleştirmekten çekinmediler. bizim atlaslarda ceylan kovalayan emirlerimiz ise göbek ve sakal bıraktılar, rakkaselerle oynaştılar, enfiye kutularını süslediler, hurmanın kırk bin türlü faydasından söz eden kitaplar yazdırdılar. sünni şii’yi, şii sünniyi, türk iranlıyı, iranlı arab’ı, arap berberi’yi, berberi tatar’ı kılıçtan geçirdi. çekişme, düşmanlık, kötümserlik, kıskançlık, tartışma, gıybet, savaş, rezillik, goygoyculuk, ahlâksızlık tabanları sırtına değecekmiş gibi koşuşturup durdu her yerde. iyiliği arkasız bıraktılar, kötülüğün gönüllü celladı oldular.
dünya haritasını önüne koy şimdi, diyor şeraiti. fars körfezi’nden ispanya’ya bir çizgi çiz. oradan çin’e başka bir çizgi daha. İşte bu üçgen bir zamanlar müslümanların yurduydu. en önde aynı sancak yürüyordu, en önce aynı söz söyleniyordu. tek bir inanç vardı her türlü zaafa rağmen; tek bir kitap, tek bir kıble. ya şimdi?
aynı mezhebe, aynı dile, aynı toprağa, aynı tarihe sahip olanlar bile bir mescidde kırk türlü namaz kılıyor. kimi yarın gerçekleştireceği kumpası kuruyor kafasında, kimi kırk yıl sonra yiyeceği tatlının hesabını yapıyor. kimi kocaya varacak kızıyla didişiyor, kimi son dakka golünü düşünerek varıyor secdeye. tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyerek saf tutan mı dersin, tavuğu esirgemediği yerden hâlâ niye kaz gelmediğini düşünerek salavat getiren mi?
hepimizin başını kuma gömdü birileri sanki. oyuk gözlerle, allah canımı al der gibi çarpan kösnül kalplerle, amuda kalkarak hayata tutunan gövdelerle yaşıyoruz. Kendisine faydası olmayan kişi, başkalarına da ancak ayakbağı olacaktır elbette.
*
şükür ki çocuklarımız anlıyor. bu doğurgan ve acılı coğrafyanın çocuklarının keskin gözlerinde çakmakta olan şimşeği siz de görüyor musunuz? onun için yazmak lazım. tanıklık lazım. biriktirmek, berkitmek lazım. üzerlerine yüreklerinden başka muska takmadan kucaklamak lazım onları. arap, kürt, türk, boşnak, çeçen, eskimo, fars, cermen, zenci fark etmez. birlemeyi bilenler; bir önündeki sonsuz sayıda sıfırları görenler onların arasından çıkacaktır.
hadi herkes bir seyyid bulsun, bir ali, bir zeynep, bir selahaddin, bir malcolm, bir yasin, bir şikaki, bir nasrallah, bir malik, bir ebuzer, bir sümeyye, bir rachel, bir ikbal, bir berfin, bir tarık, bir fatıma. haydi perde insin, haydi taklit bitsin. bu uğursuz öykünme, bu rezillik, bu yabancılaşma sona ersin.
çekip gitsin içimizden derilerini kazıyan inkârcılar! sesimizi beğenmeyenler, şarkımıza eşlik etmesin. yezid’in eteğine yapışmaktan bıkmayanlar safımızı, suyumuzu, soframızı artık terk etsin. sesimizi ateşe verelim. gök şarlayarak boşansın arkamızdan. hamas’ın elinden tutalım, gözlerinden öpelim hizbullah’ın. taşları tencerede kaynatan anneyi bulalım yine, karnına taş bağlayanları. içimizde güpgüzel bir kudüs yeşersin. mekke’nin bilinci göversin, kahire silkinsin. diyarbakır artık döşünü dövmesin, afgan dağları umuda kessin. gazze ve ramallah’ta çocuk ektiğimiz tarlalar bir bir yeşersin! bağdat’ın içine yassız girilsin! güzelliğimize yetişemeyen iblis avanesi, kahrından gebersin!
*
hadi herkes yoldan çekilsin! sadece bismillah boylu çocuklar yürüsün! saraya telâş düşsün, sokağa kıyam, sabaha felah. dile kelâm düşsün, döle civan, dala şahan. çöle bârân düşsün, güle hazan, bülbüle figan. göle akşam düşsün, yele feryad, güzele gam. zindana yûsuf düşsün, yüreğe ateş, ateşe ibrahim. zulme âsâ düşsün, tûra musa, utanca zorba.
ele zincir düşsün hey, gönle cemre, yola bismillah!…