1,2K
Yolumuzu aydınlatan, eserleri ve mücadeleleriyle bize ışık tutan öncü ve örnek insanları anmanın asıl amacı, kuşkusuz, onların düşüncelerini değerlendirip tartışmak, doğrularını daha ileriye götürüp yaşatmak, vermek istedikleri mesajı anlamaya, gündemleştirmeye çalışmak olmalıdır. Bu amaçla gerçekleştirilen çabalar; aynı zamanda, kendi konumumuzu, duruşumuzu gözden geçirmeye katkıda bulundukları, sağlıklı ve müşterek bir muhasebede bulunmaya zemin hazırladıkları ölçüde anlam ve değer kazanacaktır.
Seyyid Kutub, Kur'an'ın gölgesi altında sahih bir istikamete, yola kavuşmuş; bu yolun en önemli, en güzide yolcularından biri olmuş, öncü kişiliğiyle yoldaki engelleri, sapma ve bozulmaları, zorlukları göstermeye çalışmış, Kur'an meşalesinin aydınlatıcı ve kimlik aşılayıcı gücü eşliğinde yoldaki işaretleri gözler önüne sermeye çalışmıştır.
29 Ağustos 1966 tarihinde zalim Mısır yönetimince şehit edilen Seyyid Kutub, Türkiye'de ve Türkiye dışında, kendini İslâm'a nispet eden insanların Kur'an'a yönelmesinde, çok yeterli, sistemli ve tutarlı olmasa da Kur'an'la yeniden irtibat kurulmasında şüphesiz çok etkili olmuştur.
Kitab'ı terk eden, arkasına atan, ona sadece saygı duymakla yetinen, geleneksel ve modernist kimi yaklaşımlar, hurafeler arasında boğulan insanlar, özellikle Türkiye'de uzun tarihî dönemlerden sonra, ciddi olarak Kutub'un çabalarıyla Allah'ın mesajını kavramaya ve bu bağlamda arınmaya başlamışlardır.
Cahilî anlayış ve ortamlar içerisinde yaşayan Müslümanların Kur'an'la ve dolayısıyla İslâm'la aralarındaki büyük mesafenin giderilmesinde / azaltılmasında büyük etki sahibi olmuş; bağımsız Müslüman kimliğinin kazanılmasında yaşamı, inancı, görüşleri ve şehadetiyle bize sınırlar ötesinden şahitlik yapmış bir dava adamıdır Seyyid Kutub.
Seyyid Kutub, geniş bir yelpaze oluşturan İslâm düşünce tarihinde rastladığımız ve alışageldiğimiz bir düşünür/mütefekkir tipi değildir. Şüphesiz onun en büyük mirası; saltanatçı, mezhepçi, taklitçi, takiyyeci, mistik, hurafeci, modernist, ulusçu, uzlaşmacı ve hatta tekfirci anlayışların ötesinde, "merhale bilinci" içerisinde bir toplumsal dönüşümü ve örnek bir neslin oluşumunu öncelemesidir. "Doğrudan Kur'an kaynaklı bir ıslah projesi" sayılabilecek bir çabadır bu.
Ra'd Suresi tefsirinin girişinde, tefsirini insanlarla Kur'an arasında bir köprü kurmak için yazdığını, sahih bir bilinçlenme, itikad ve hayat idrakine ulaşmada Kur'an'la doğrudan temasa geçilebilirse artık yazdığı tefsire de ihtiyaç kalmayacağını belirtmektedir. Bir müfessirin, yazdıklarının işlevini belirtmesi açısından bu, çok önemli ve başka bir örneği de pek bulunmayan bir vurgudur. Ne yazık ki bu vurgu sürekli gözden kaçırılmış, yeterince anlaşılamamıştır. İlk zamanlarda Seyyid Kutub'un çeşitli alanlardaki görüşlerini, Türkiye Müslümanlarının birikimi tahkik ve analiz etmeye de henüz yeterli bir düzeyde olmamıştır. Onun vurguladığı hususları, düşünsel gelişimini, başarısını ve kimi eksikliklerini kavrayıp ayrıştıracak bir perspektife, yeterli bir zihinsel donanıma ve işlevsel bir zindeliğe sahip olunamamıştır.
Seyyid Kutub, bu çağda da insanlığa önderlik edecek tek sistemin İslâm olduğunu söylemiştir. Ancak bu din; imanın üstünlüğüne inanmış, vahiyle şekillenmiş, donanımlı, ahlâklı ve şahsiyetli, çalışkan ve münevver, insanları imrendiren bir topluluk, bir ümmet tarafından temsil edilmedikçe fonksiyonunu yeterince yürütemeyecektir. Seyyid Kutub bu yüzden, yapılması gereken ilk şeyin, var olduğu sanılan bu topluluğu, bu Kur'an neslini oluşturmak olduğunu ısrarla vurgulamıştır. Yoldaki İşaretler, bu neslin bir bakıma nüvesini, çekirdeğini oluşturacak öncü bir cemaat, öncü bir topluluk için Kur'an ve Sünnet merkezli bir program, bir oluşum ve ıslah kılavuzu mesabesindedir.
Kutub'a göre Kur'an temel kaynaktır. İlk Kur'an nesli, o eşsiz kaynaktan doğrudan beslendiği ve onun mesajını yaşamlaştırdığı için tanıklıklarını yerine getirmiş, Rasulullah ve arkadaşları bir süreç içerisinde, merhale merhale güzel bir birlikteliğin, vahye uygun yaşamanın ve mücadele vermenin örnekliğini, sünnetini oluşturmuşlardır. Kutub; Kur'an'dan ve vahyin ilk öğrencilerinin örnek ve ibretlerle dolu pratiğinden uzaklaşmış/uzaklaştırılmış bir iklimin çocuklarını yeniden o diriltici mesajla uyanmaya, silkinmeye, izzet ve vakar kazandıracak bir zindeliğe, aynı zamanda sorumluluğa çağırmıştır. Böylece ilahî bildirimin bir bakıma özünü oluşturan tevhid de kelâmî, felsefî, tasavvufî ve spekülatif bir kavram olmaktan öte, birey ve toplum hayatının bütün alanlarını kuşatması gereken bir esas olarak görülmeye, kavranmaya başlamıştır. Zira kişinin öncelikle nefsinde olanı değiştirmesi, kendini Allah'tan başkasına ubudiyetten kurtarması ve tağutların otoritesi karşısında net bir ilah inancına kavuşması gerekmektedir.
Seyyid Kutub, ne yazık ki yeterince anlaşılamamıştır. Hem Arap dünyasında hem de diğer coğrafyalarda onunla ilgili farklı görüşlerin savunulduğunu, kendini ona nispet eden ve fakat onu yeterince anlamadığı görülen kimi kişi ve çevrelerin ortaya çıktığını biliyoruz. Yaşadığımız ülkede de bir grup insan onun görüşlerini ve çabalarını önemseyip Türkiye'deki İslâmî uyanışa güç kattığını söylerken, ikinci bir grup onun düşüncelerinin mevcut geleneksel formu zedeleyen, dışarıdan gelen, maceracı ve hatta zararlı bir fikir cereyanı olarak görmüştür. Üçüncü bir grup ise bir zamanlar onun görüşlerini benimserken şimdi yerli yersiz, haklı haksız onu eleştirmeye ve hatta reddetmeye başlayanlardır. Bu noktada kimileri; Seyyid Kutub'un, Müslümanları tek boyutluluğa, sığ bir düşünce yapısına ittiğini ileri sürmüşlerdir. Temel ilke, hedef ve yöntemler konusunda böyle bir tekliğe, billurlaşmış bir tevhidî anlayışa ulaşmak, kötü bir şey olmanın ötesinde Kur'an'ın da belirttiği, istediği bir husustur. Kaldı ki Kutub'un yazdıkları, yaptıkları ve yapmak istedikleri, hareketli ve zengin bir içeriğe sahip olan hayatı, tartışmaları ve sıra dışı yorumları onunla ilgili bu tür iddiaları yalanlamaktadır. Çünkü o, şiirden diğer edebî türlere, ekonomiden toplumsal ve siyasal yapıya, kadın konusundan dünya barışına, Filistin sorunundan Amerika'ya, modern ideolojilere kadar, değişik birçok alanda kafa yormuş, eserler vermiştir. Tefsirinin ve Yoldaki İşaretler adlı çok önemli eserinin yanı sıra, sözgelimi Kur'an'da Kıyamet Sahneleri ve Kur'an'da Edebî Tasvir gibi eserleri hâlâ alanının çok önemli başvuru kaynakları olarak kabul edilmektedir.
Seyyid Kutub, söyledikleri kesinlikle doğru ve değişmez olan, tartışılmaz bir tabu değildir, olmamalıdır elbette. Böyle bir şeyi o da istememiştir. Değişen koşullar eşliğinde onun çizgisi de yenilenerek geliştirilmeli, eksik yönleri ortaya konmalı, yanlış ya da eksik görüşleri varsa onlar tashih edilmelidir. Fakat bu iyi niyetle, yapıcı bir tutumla ve yine Kur'an'ın gölgesinde yapılmalıdır. Sorunlarımızı ve içinde dönendiğimiz vakıayı Kur'an âyetleriyle okumamız gerektiği gibi, onun düşünce ve yaklaşımları da ciddi bir analize, anlama uğraşına tabi tutulmalı ve günümüz koşulları açısından yeniden değerlendirilerek gündemleştirilmeli, zenginleştirilerek açılım kazandırılmalıdır.
Müslümanların kimlik ve değer erozyonundan kurtulamadıkları, çeşitli zorluk, baskı ve suçlamalarla kuşatıldıkları bugünlerde Seyyid Kutub'un çağrısına kulak vermenin, Kur'an'ın bütünlüğünde ve aydınlığında yaşadığımız şartları ve sorunları da gözeten bir basiretle onun çabasını gündemimize taşımanın, çoğaltıp zenginleştirmenin, yenilemenin ve yaygınlaştırmanın önemi bir kere daha öne çıkmaktadır.
Bir düşünür, bir edebiyatçı, bir öncü, bir dava adamı, dahası bir şahid ve bir şehid olarak bizi vahyin hayatla bütünleşmiş mektebine ve Rasulullah'ın çağları aşan örenkliğine, ocağına çağıran Seyyid Kutub'u şehadetinin 42. yılında saygı ve rahmetle anıyoruz.