Bismillâhirrahmânirrahîm
Ey mü’min kardeşlerim ve ey tüm insanlar! Geliniz, bu kısacık dünya ömrünün eski bir yılının sonu ile yenisinin başlangıcında, kaybettiğimiz önceki bir yılın, hatta tüm ömrümüzün sorgulamasını ve henüz hesap günü gelmeden muhasebesini yapalım. Allah (c), bizi hesaba çekmeden önce, biz vahyin ölçüleriyle, daha dünyadayken kendimizi hesaba çekelim ki, ölüm gelmeden hatalarımızı düzeltme, yanlışlarımızı ıslah etme ve günahlarımızdan tevbe etme imkânımız olsun. Böylece kısacık örümüzün bundan sonraki bölümünü Allah’ı razı edecek ve hesap günü yüzümüzü güldürecek biçimde yaşamaya gayret edelim.
Ölmeden önce mutlaka yaparak halimizi ıslah etmemiz ve böylece de azaptan kurtulmamız için şart olan bu sorgulamayı, inşaAllah bu yazımızla birlikte üç ayrı yazıda soracağımız sorularla gündeme getirmeye çalışacağız.
Ey İnsanlar ve Ey Müslüman Olduğunu İddia Edenler,
Haydi, Halimizi Gözden Geçirip Tevbe Edelim!
Ey insanlar ve ey Müslüman olduğunu iddia edenler! Allah’ın bizi boşu boşuna mı yarattığını düşünüyorsunuz? Hayat ve ölüm boşuna mı yaratıldı? Allah’ın insanı yarattığını, ama dünyada başıboş bırakıp “ne yaparsan yap” dediğini mi sanıyorsunuz? Böyle bir anlayış, son derece ahmakça olmaz mı? İnsan bile, evladı olduğunda onu başıboş bırakmayıp kendince “iyi bir insan olsun” diye birçok tedbirler almaya çalışmıyor mu? Bizler insanlar olarak bu dünyaya doğuyor ve çok kısa bir dünya hayatı yaşayarak tekrar Yaratıcımıza dönüyoruz, bütün bunların bir sebebi ve hikmeti olduğunu neden akletmiyor, tefekkür etmiyor ve düşünmüyoruz?
Rabbimiz bizi yaratıp dünyaya gönderme sebebini ve hikmetini yine Rasûlü aracılığıyla bizlere gönderdiği Kur’an’ında açıkladığı, imtihan için dünyada olduğumuzu ve “hangimizin daha güzel ameller yapacağımız konusunda sınanmamız için ölümü ve hayatı yarattığını” beyan ettiği (Mülk, 67/2) halde, neden akledip gereği yapılmıyor? Hayat ve hidayet Kitabı olan Kur’an okunmayınca ne kadar büyük sapmalara sürüklenildiği ve imtihan dünyasını ahiretin tarlası olarak gereğince değerlendirememe sonucunda büyük bir yozlaşmanın/fesadın yaşandığı, imtihanın kaybedildiği ve azabın hak edildiği neden fark edilmiyor?
Fıtrat da temiz biçimde Rabbimizden geliyor, ona yolunu gösterecek hayat ve hidayet kitabında yer alan vahiy de O’ndan geliyor ve Rabbimiz bu ikisinin dünyada buluşup İslamî şahsiyetin oluşmasını ve halife sorumluluğuyla yeryüzünde adaletle hükmetmesini murad ediyor ve bu ikisinin arasının kesilmemesini emrediyor.(Bakara, 2/27, Ra’d, 13/25-26). Bakın vahiyden uzaklaşarak “iki şeyin, yani vahiyle fıtratın arasını kesenler”, Rabbimizin uyardığı fesada sürüklenmekten kurtulamayarak arzda bozgunculuk çıkarıp “birbirinin kanını döken hayvandan aşağı canavarlıklar”a (Furkan, 25/43) sürükleniyorlar. Bunu açıkça gördüğünüz halde neden akletmiyorsunuz? Vahiyden uzaklaşarak zalimleşen seküler insanlar, bizzat kendileri de “insan insanın kurdudur” sözünü üreterek, bu büyük sapkınlığı itiraf etmiş olmuyorlar mı?
Vahiyden uzaklaşan Batılı insanın, kendine ve Rabbine yabancılaşması, fıtratını bozarak “esfel-i safiline/aşağıların aşağısına” sürüklenmesi sonucunda, dünyaya hükmeden küresel korsan katil demokrasiler, aynı seküler sapkın paradigmanın çocuğu olan sosyalist ya da kapitalist emperyalist devletler ortaya çıktı ve yüz yıllardır yüz milyonlarca masum insanı katletmeyi ve sömürmeyi sürdürüyorlar. Bunun sebebini neden düşünmüyorsunuz? Bütün bir insanlık, vahiyden uzak kalınca, Rabbimizin “şirk büyük bir zulümdür” (Lukman, 31/13) uyarsına rağmen tuğyan edip arzda fesad çıkaranların tahakkümü altında inim inim inlerken, neden adalet, hürriyet, izzet ve şerefin kaynağı vahye ulaşmak ve bu yaşanan zulüm ve zillete son vermek için seferber olunmaz?
Ey insanlar! Dünyayı kuşatan zulümlere rağmen, ölüm gelip de bu kısa ve geçici yurdu terk ederek kalıcı ve gerçek yurda dönmeden, bir an önce tevbe edip Kur’an’a sarılarak doğru tevhidî bir imana ulaşmayan ve salih amellerle ibadet kılınmış bir hayatı yaşamayanların imtihanı kaybederek Allah’ın şedit azabına dûçar olacaklarını, neden gündeminize almıyorsunuz? Neden sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılıp her gün çevrenizden genç-yaşlı ayrımı yapılmadan ölenler üzerinde tefekkür etmiyorsunuz? İnsanın yaratılış amacı olan “yalnız Allah’a kulluk yapmak” (Zariyat, 51/56) sorumluluğunu yerine getirmeyenlerin, bu kısacık dünyadan sonra kaçınılmaz olan ölümle intikal edilecek ahirette, içinde ebedî olarak kalacakları ateşe sürükleneceklerini neden akletmiyorsunuz? Dünya çok kısa ve az bir geçimlikten ibaret olduğu ve “her nefsin mutlaka öleceği ve Rabbine döneceği” (‘Al-i İmran, 29/57) hakikati bu kadar açıkça “ayne’l yakîn” olarak bilindiği halde, neden dünyada kalıcı olacakmış gibi, ölümü ve hesabı dikkate almayan ahmakça bir hayat sürdürülmektedir?
Rabbimiz Kitab’a imanın ön şartının “onu hakkıyla tilavet etmek”, yani “anlamak, öğüt almak ve uygulamak amacıyla okumak” olduğunu açıkça beyan ettiği (Bakara, 2/121) hâlde, “müslümanım” diyenlerin çok büyük ekseriyeti, neden Kur’an’ı bir kere bu anlamda tilavet etmeden ölüyorlar? Neden Müslüman olduğunu iddia edenlerin neredeyse tamamına yakını, hayat ve imtihan kitabını, adeta alay edercesine anlamadan sadece Arapça kelimeleri telaffuz ederek “hatim” amaçlı ya da ölülere okuyorlar(!)? Neden büyük kitleler, “Kur’an’ı terk edilmiş bırakıp” (Furkan, 25/30) da üstadlarının, şeyhlerinin bid’at ve hurafelerle dolu kitaplarını, adeta Kur’an’ın yerine ikame edip sadece onları okuyarak Müslüman olduklarını iddia ediyorlar?
Allah’ı ilah ve Rab edindiklerini teorik olarak ifade ettikleri halde, sadece Allah’a ve Kitabına teslim olmayıp şeyhlerinin, üstadlarının ve laik siyasi liderlerinin vahye aykırı söylemlerine ve yazdıklarına teslim olanlar, böylece onları ilahlaştırdıklarını neden fark etmiyorlar? (Tevbe, 9/31) Neden sadece Allah’ın kitabını merkezde ve belirleyici kılmıyor ve bu kitabın doğru anlaşılması için öğrenilip uyulması şart olan Rasûlün (s) güzel örnekliğini, siyerini, ahlakını, mücadele sünnetini esas almıyorlar? Neden şeyh, üstad ve liderlerinin ortaya attıkları Kur’an’a aykırı birçok geleneksel ve modern cahiliye bid’at ve hurafelerini kör taklitle din ediniyorlar?
Rabbimiz “Kur’an’ı anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık öğüt alan yok mu?” Kamer, 54/17, 22, 32, 40) diye Kitabında açıkça ifade ederek herkesin anlaması için kolaylaştırılmış bir Kitabımız olduğunu ve “bu kitaptan imtihan olacağımızı” (Zuhruf, 43/44) bildirmiş olmasına rağmen, “müslümanım” diyenlerin çoğunluğu neden önderlerinin “siz Kur’an’ı anlamazsınız, bizim risale ve kitaplarımızı okuyun” yalanına inanmaktadırlar? Rabbimizin Kur’an’daki bu kadar açık beyan ve uyarılarına rağmen, neden “müslümanım” diyenlerin büyük çoğunluğu, hayat, hidayet ve imtihan kitabını imanın ön şartı olan biçimde “anlamak, öğüt almak ve yaşamak amacıyla” bir kez dahi okumadan kitleler halinde dünya hayatlarını tamamlıyorlar? Camilerde namaz kıldıran on binlerce “imam” ya da “müezzin” bile, hatta Kur’an’ı hıfzında bulundurduğu halde ne dediğinden habersiz birçok “hafız” dahi, neden “anlamak, öğüt almak, yaşamak ve Kur’an’ın belirleyici olduğu Hak din İslam’ı cami cemaatine anlatmak” amacıyla Kur’an’ı baştan sona hiç okumamışlardır?
Tüm bu kesimler, ölüm gelmeden önce hallerini, sorduğumuz sorular çerçevesinde sorgulayarak kendilerini hesaba çekmeli ve ıslah ederek Kur’an merkezli ve sünnet eksenli sahih İslam’a ulaşmalı ve tevhidi bir iman üzere hayatlarını salih amellerle ibadet kılarak Allah’ı razı etmek suretiyle, Müslim olarak yaşayıp Müslim olarak ölmeye çalışmalıdırlar. Aksi takdirde ölüm aniden gelip ahirete intikal edildiğinde, artık geri dönmek ve tevbe etmek imkanı kalmayacak, hesap günü kahredici faydasız pişmanlıklara düşmek kaçınılmaz olacaktır. Allah (c), hepimizi bu faydasız pişmanlıklara düşmekten korusun inşaAllah.