بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ
لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“ Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususa şahidlik etmiştir ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir: Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilah yoktur. “ (Al-i İmran: 18)
İslam’da itikadi düşüncenin dayandığı temel gerçek budur. Tevhid gerçeği; uluhiyetin ve otoritenin tekliği… Adil olan otoritenin… Bu gerçek, bir anlamda İslam akidesinin gerçekliğini yerleştirmeyi ve akideye musallat olmuş şüphe tohumlarını bertaraf etmeyi hedeflemektedir.
Yüce Allah’ın, kendisinden başka ilah olmadığına şehadet etmesi, Allah’a iman konusunda mü’minler için yeterli bir delildir. Müşrikler, Allah’a inanıyorlar, fakat Allah’a bazı ortaklar koşmaları sapıklıklarının nedenini teşkil etmektedir. Allah’ın kendisinden başka ilahın olmadığına şehadet etmesi, Kur’an hükümlerinde ifadesini bulan sadece itikad ve inanç olarak değil, itaat ve pratik metoda tabi olmak suretiyle teslim olmak anlamına gelen halis kulluğun, İslam’ın dışında Allah’ın hiçbir şeyi kullarından kabul etmeyeceği anlamına gelmektedir. Bu açıdan bakınca, her zaman Allah’a inandığını söyleyen, bununla beraber, O’nun resulüne ve kitabına tabi olmayana uymak; düşüncelerini, değer ölçülerini, ahlak kurallarını ve davranış biçimlerini O’ndan başkasından almak suretiyle şirk koşanların bu davranışları, ” Allah’a inanıyoruz” demeleriyle çeliştiğini görürüz. Bu durum Allah’ın kendisinden başka ilah olmadığına şehadet etmesine uymamaktadır.
Yüce Allah’ın şehadeti, meleklerin ve ilim sahiplerinin Allah’ın tekliğine şehadetleri, aynı zamanda Yüce Allah’ın uluhiyyetin gereği olan adaletle egemen olma sıfatı ile muttasıf olduğuna da şehadettir. Evet, adaletle egemen olmak uluhiyyetin gereğidir. Yüce Allah, evreni ve insan hayatını, adaletle idare etmektedir. Çünkü adalet olmaksızın insan hayatında istikrar söz konusu olmayacağı gibi, insanın davranışları da evrende yürürlükte olan yasayla uygunluk teşkil etmeyecektir. Bu ise, zulüm, çarpışma, parçalanma ve yok olmaktan başka bir şey değildir. Tarih boyunca, tek başına Allah’ın kitabının egemen olduğu dönemlerden başka herhangi bir zaman diliminde insan hayatına adaletin egemen olduğunu göremiyoruz. O dönemlerde evrendeki yörüngesinde hayatları istikamet bulmuş, itaate ve isyana doğuştan meyilli fıtratları, iyiliğe yakın bir konuma gelmiştir. Her ne zaman beşeri metotlar insan hayatına egemen olmuşsa, tabi olarak çelişki ve zulüm egemen olduğu gibi beşerin cehaleti ve eksikliği de egemen olmuştur. Bu çelişki ve zulüm ferdin topluma veya toplumun ferde, bir sınıfın diğer bir sınıfa, bir kavmin diğer bir kavme ya da bir kulun başka bir kula egemenliği şeklinde ortaya çıkmıştır. Allah’ın adaleti, bunlardan birine eğilimli olmaktan müstağnidir. O, bütün kulların ilahıdır. Gökte ve yerde hiçbir şey O’na gizli değildir. Uluhiyyet makamının yüceliği güç ve hikmet sıfatlarını kaçınılmaz kılar. “o’ndan başka ilah yoktur, güçlüdür, hikmet sahibidir” adaletin egemen olması için güç ve hikmet gereklidir. Adalet, işlerin güçle yerli yerine konulması üzerine kurulur.
İnsanlık tarihi boyunca hep parçalanmışlık yaşanagelmiştir. Asırlar boyunca düşünür, kanun koyucu ve siyasetçi kisvesine bürünen sapık önderlerin sayesinde, hayat metodu, hayat nizamı ve şeriatları konusunda tam bir keşmekeşlik yaşanmıştır.
İnsanlık, ilahi metoda bağlandığı dönemler dışında hiçbir zaman mutlu olamamış, insanlık bakımından yücelmemiş ve yeryüzü hilafetini hakkıyla yerine getirmemiştir.
Yüce Allah, davetine ve hayat için koyduğu metoduna tabi olmayanların kör, sapık olduğunu kendi şehadetiyle ilan ediyor. “Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kör gibi midir?” (Ra’d: 19) İnsan, Yüce Allah’ın sözünün doğruluğunu, O’nun gönderdiği hakka yüz çevirenlere baktıkça anlar. Çünkü onların hayatları çok silik ya da varlıkları birçok yönden son derece hareketsiz bir konumda olur. Bu hakikate iman etmeyenlerin kör-sapık olduğu Allah’ın şehadetiyle kesinleşince Allah’a ve resullerine inandığını ve Kur’an’ın Allah’tan gelen vahiy olduğunu iddia eden kişinin… Evet, böyle bir iddia sahibinin hayatla ilgili herhangi bir konuda bu körlere, sapıklara başvurması, özellikle bu iş insan hayatına hükmedecek nizamla veya alışkanlık, gelenek ve davranışlarla ilgili olursa, bu iddiayı tamamen çürütmektedir. Allah’ın hidayetini tanıyan ve bunun yani Rasulullah’ın getirdiğinin hak olduğunu bilen birinin, bu hakkı kabul etmeyen birinden öğreneceği hiçbir şeyi yoktur. Çünkü o, Allah’ın şehadetiyle kör-sapıktır. Müslümanın ise Allah’ın şehadetini kabul etmemesi ve bundan sonra mü’minlik iddiasında bulunması mümkün değildir. Bu yüzden bu dini ve ilkelerini ciddiyetle ele almamız gerekir. Bu konuda meydana gelecek herhangi bir gevşeklik inancın tümüne sirayet eder. Bu durum da Allah’ın şehadetini reddetmek anlamına gelir ve bu apaçık bir küfürdür. Bundan daha garip olanı ise bir takım insanların, hayat metotlarını Allah’ın kendileri hakkında kör-sapık dediği kimselerden almaları ve buna rağmen Müslümanlık iddiasını da sürdürmeleridir.
Şüphesiz bu din, sululuğa tahammül etmeyecek kadar ciddi ve gevşemeye yer bırakmayacak kadar kesindir. O’nun her kelimesi, her hükmü aynı derecede hak ve kesindir. Bu kesinlik ve ciddiyeti gösteremeyenlerden de uzaktır Allah’ın dini. Ve Allah alemlerden müstağnidir.
14.12.2012
Emrullah AYAN