Yayınlamakta olduğumuz dokuzuncu bölümde Pamak, referandum sürecinde yaşanan tartışma ve ayrışmalar özelinde Türkiye'deki eski statüko ve kurulmakta olan yeni statüko karşısında Müslümanların konumlarını ele alıyor ve önemli tesbit ve uyarılarda bulunuyor. Söz konusu tartışmalar bağlamında gündeme gelen "çözülmüş dil", "dikte dili" ve "inşa ve ıslah dili" tartışması da bu bölümde Pamak'ın ele aldığı konular arasında yer alıyor.
Pamak, bölümü, tartışmanın taraflarına yönelik çağrıyla sonuçlandırıyor ve şu ifadelere yer veriyor: "İnşa ve ıslah dili"ne sahip bu iki kanadın, birbiriyle ilişkide alması gereken bu yardımlaşma, dayanışma ve birbirimizi ıslah etme, arındırma pozisyonu, Allah rızası ve İslami sorumluluk bilinciyle yapıldığında, cahiliye toplumu içindeki mücadele süreçlerinde kaçınılmaz olan kirlerden uzaklaşma, "ruczdan hicret etme" emrinin de önemli bir uygulamasını oluşturarak, ibadet hüviyeti kazanacaktır."
İŞTE SÖYLEŞİ DİZİMİZİN 9. BÖLÜMÜ
Bazı sıkıntı ve hastalıklarla geçen uzun bir aradan sonra, Rabbimize hamdolsun ki yine beraberiz. 10 bölümde tamamlamayı taahhüt ettiğimiz yazılarımızın 9. Bölümünü ilginize sunuyoruz. Ancak bir sonraki bölüm son olacağı için, bu son iki bölümü öncekilere nazaran daha uzun tutmak zorunluluğu ile karşı karşıya kalmış bulunuyoruz. Yanlış anlamalara yol açmamak ya da eksik kalan konular hakkında kimi soru işaretlerine yer bırakmamak için, kapsamlı açıklamalar yapmak zorunluluğu doğmaktadır. Bu sebeple okuyacak kardeşlerimizin mazur göreceklerini umuyoruz.
Ayrıca kitaplarımızın, makalelerimizin, basın açıklamalarımızın, meydanlarda ve konferans salonlarındaki yazı ve konuşmalarımızın yarıdan fazlası, Kemalist taguti sisteme, onun darbeci, çeteci, Ergenekoncu, asker ve yargı bürokratları ve TÜSİAD’çı sermayedarların öncülüğündeki oligarşik despot yönetimini hedef almış ve bu sebeple 50’ye yakın dava ile mahkemelerde yaklaşık 20 yıl geçirmiş olmamız unutuluvererek, bizim de içinde yer aldığımız “tevhidi duyarlılık çağrısı” bildirisine imza atanlar için, “AKP karşıtlığını tevhidi duruş olarak benimsemiş” olmak, “kronik AKP karşıtlığı yaparak Ergenekon’la, ulusalcılarla örtüşmek” gibi son derece adaletsiz ve haksız ifadeler kullanılabilmiştir. Sık sık adil olmaktan bahsedenler, bize karşı adaleti bu derece zedelemekten neden kaçınmıyorlar? Yoksa adalet kavramı bile “siz merkezli” olarak mı tanımlanır oldu? Kemalist despotizme ve bürokratik diktatörlüğe karşı uzun yıllardır süregelen mücadelemiz ve bu konuda ödenen bedeller ortada iken, despotizme, darbecilere, çetelere, askeri vesayete karşı mücadelede, değişimci AKP-Gülen koalisyonuyla doğal bir zaruretle “fiili müttefik” durumunda bulunduğumuzu bile defalarca ifade etmiş ve buna uygun eylemlilikler içinde olmuş iken (mesela resmi ideolojiye karşı eleştirilerimiz sebebiyle AKP’nin İLKAV’ı kapatma davası açmasından bir süre sonra, despot yargı bürokratları da, asker desteğiyle AKP’ye kapatma davası açmışlardı, biz ise, bize kapatma davası açan AKP’ye yönelik bu yargı darbesine de karşı çıkan bir basın açıklaması yapmıştık, bundan daha fazla adil olunabilir mi?), nasıl oluyor da bu karalamalara tevessül edilebiliyor?
Ancak, toplumsal sorunlarla ilgili siyasal meselelerde söz söylemede, eylemlilikte aceleci ve ilkeleri her seferinde belirleyici kılmayan bir tutumla sistem içine dalan ve ilkesiz aceleci siyasallaşmanın sonucunda giderek nötr ya da seküler içerikli açıklamalar yapmaya başlayan kardeşlerimiz oldu. Tabii ki, eski statüko sahiplerinin alçaklıkta, zulümde, halka ve değerlerine düşmanlık ve ihanette sınır tanımayan tutumları ve her türlü derin çeteleşme ve darbeciliği deneyen despot bürokratların akıl almaz zulümleri karşısında, yukarıda zikredilen görece olumluluklara sahip olan yöneticilerin, siyasilerin görece daha özgürlükçü ve bireysel ib[1]
adetlerini yapan “dindar” konumunu, bundan kaynaklanan duygusallıkla ve on yıllardır yaşanan zulmün de etkisiyle, onların propagandasını yapmak derecesinde abartılı bir sahiplenme ve aktif destekle ödüllendirdiler. Nedense, bizim yapageldiğimiz ve yukarıda bir kısmını zikrettiğimiz gibi adil davranmak ve dengeli biçimde, doğru yaptığını teşvik edip, yanlışını eleştirerek, esas olarak kendi tevhidi mücadelemize yoğunlaşmak yerine, bazı kardeşlerimiz, daha fazla sistem içi siyasal mücadeleye endekslenip, adaleti gözetme ve dengeli olma sınırlarını çok aşan ilişkilere girdiler, üstelik yeni statükonun potansiyel riskini, dönüştürme etkisini giderek yok saydılar, hatta bunları hatırlatanları, haksızlıkla “kronik AKP muhalifliği” olarak damgalamaktan bile çekinmediler. Halbuki bizim eleştirilerimizin, AKP’den ve politikalarından daha çok “tevhidi uyanış süreci” bakiyesi öbeklere ve bu kesimin ilkeli davranmayan öncü şahsiyetlerine yönelik olduğunu nedense bir türlü anlamak istemiyorlar. Üstelik zaman zaman tekraren yazıp söylediğim gibi, şahsen, AKP’yi bunlara göre tutarlı ve dürüst bulduğumu da bir daha ifade edeyim ki, belki anlarlar.