Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   HABERLER  >  2013
 
İLKAV Başkanı Pamak, Müslümanlara yönelik PKK saldırılarını tel’in etti ...
Tarih: 10/08/2013
   


İLKAV Başkanı Pamak, Müslümanlara yönelik PKK saldırılarını tel’in etti ve muhtemel bir Kürt Ulusalcıları hakimiyetinde Müslümanları bekleyen tehlikelere dikkat Çekti.

İLKAV Başkanı Pamak, Müslümanlara yönelik PKK saldırılarını tel’in etti ve muhtemel bir Kürt Ulusalcıları hakimiyetinde Müslümanları bekleyen tehlikelere dikkat Çekti.

 İLKAV (İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı)Başkanı Mehmet Pamak, son zamanlarda PKK yandaşlarınca gerçekleştirilen Müslümanlara yönelik hedef gösterme, karalama, iftira ve saldırıları kınayan ve konunun arka planı hakkında tespit, eleştiri, değerlendirme ve önerilerde bulunduğu geniş kapsamlı bir açıklama yayınladı.Pamak, “Suriye direnişine destek veren Müslümanlara yönelik saldırıları tel’in ediyor, yalan haberlere aracılık eden medyayı kınıyoruz”dedi.

 Pamak, açıklamasında şunları söyledi:

 Suriye’deki zalim Baas diktatörlüğünün vahşi katliamlarına karşı direnen mazlum Müslüman halklara yardımlarıyla ve dualarıyla destek veren Türkiyeli Müslümanlara yönelik Baasçı saldırılara bir de Kürt ulusalcıları eklendi. Gerek Suriyeli direniş gruplarına karşı atılan iftiralar, karalayıcı ve Baas yanlısı yalan haberler, gerek onlara yardım eden Türkiyeli Müslümanlara PKK medyasında, basın yayın organlarında ve sosyal medyada yapılan saldırılar, iftiralar ve hedef göstermeler bir süredir devam etmekteydi. Bu alçaklık, Baasscı zulme yandaşlık ve İslam düşmanlığı, özellikle de içinde Özgür-Der’in ve Menemen’deki yardımsever Müslümanların da yer aldığı kimi Müslümanların şahsında somutlaşan ve hedef gösteren manşetlerle son zamanlarda iyice azgınlaşarak, Menemen’deki Müslümanları fiili tehdide, Van Özgür-Der Şubesine molotoflu ve silahlı saldırıya kadar götürülmüştür.

 On yıllarca tüm Suriye halklarına olduğu gibi Suriye’de yaşayan Kürt halkına da her türlü zulmü reva görmüş Baascı faşistlere bir halk ayaklanmasının ve adalet talepli direnişin yaşandığı süreçten geçilmektedir. Türkiye’de Baas zihniyetinin temsilcisi olan Türk Kemalistlerle laiklik ve İslam düşmanlığı ortak paydasında buluşup, “bölgede İslam şeriatına karşı laikliğin güvencesi biziz, TSK Generalleri ile ideolojik müttefikiz” demişler ve yeri geldiğinde bu ortak “düşman”a karşı işbirliği yapmaktan utanmamışlardı. Şimdi de aynı işbirliğini on yıllarca Kürt halkına zulmetmiş Baas faşistleriyle kolayca kurabilmekte ve diktatörlüğe karşı mücadele edenleri arkadan vurmaya çalışmaktadırlar. Katliamlara karşı direnen Müslümanları ve onlara yardım eden Türkiyeli Müslümanları karalama, itibarsızlaştırma ve Kürt katliamı yapma ve bu katliamlara destek verme iftiralarıyla yıpratma kampanyası yürütmektedirler. Atılan iftiraların, yapılan yalan haberlerin ifşa edilmesi, sahtekarlıklarının ortaya konması üzerine de, utanıp susmak yerine daha da azgınlaşarak Müslümanlara tehditler yağdırmakta, şiddete tapan yöntemleriyle molotoflu ve silahlı saldırılara başvurmaktadırlar.

 Halbuki Suriye’de Kürt halkını 2. ya da 3. Sınıf vatandaşlığa bile layık görmeyip, kimlik dahi vermeden on yıllarca kendi öz vatanlarında vatansız muamelesi yapan bu Baas faşizminin kollarında büyüyen PKK bir kez olsun bu zulme karşı direniş göstermedi. Tam tersine bu Baas faşizminin tetikçiliğini yapmaktan bile çekinmedi ve halen de bu rolünü utanmazca sürdürmektedir. Kendileri Kürt halkına bunca zulmü reva görmüş bu alçak faşistlere tek bir silah sıkmazken, Kürt halkının hakları için bir direniş gerçekleştirmezken, Kürtlere de diğer halklara da zulmeden bu diktatöre ve katliamlarına karşı mücadele edenlere ve onlara destekçi olan Müslümanlara kolayca silah sıkabilmektedirler. içinde Arap, Türk, Kürt vb tüm halklardan temsilciler olan Müslüman halkın bu onurlu direnişini kırmak, karalamak, itibarsızlaştırmak, hatta zaman zaman arkadan vurmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

 Bütün bunlarla amaçlanan açıktır. Emperyalist batı ve bölgedeki işbirlikçileri tarafından açıkça ve güçlü bir şekilde desteklenen Kürt seküler ulusalcıları, bölgedeki İslami uyanışı engellemek istemektedirler. Bu sebeple, mazlum Kürt halkının kökünde ve özünde var olan İslami şiarlara ve Hablullaha sarılarak, tevhidi akıdeye bağlanarak, ümmet bilincine tutunarak, ümmetin Kur’an’la dirilişinde üstlenmesi gereken rolü kuşanarak, bölgede umud edilen Kur’ani inkılabın yaşanmasına katkıda bulunması sürecini durdurmak istemektedirler. Bu sebeple yıllardır Kürt gençlerini İslam düşmanı olarak yetiştirmeye çalıştılar. İslam’ı ve Müslümanları sürekli suçlayıp karalayarak Kürt halkının gözünde itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Görüldüğü üzere bütün yapılanlar Kürt halkını özgürleştirme ve adalete kavuşturma mücadelesinden ziyade, kendi seküler batıl ideolojilerinin ve öncü kadrolarının tahakkümü altında, kendilerine iktidar ve rant sağlayacak, Kürt halkını ise Türk ya da Baas esaretinden Stalinist PKK esaretine sürükleyecek bir Kürt siyasi hegemonyasını tesis etmeye yöneliktir.

Bu amaçlarına ulaşmanın önünde engel olarak bölgedeki İslami uyanış ve direnişi gördükleri için de, sürekli İslam’ı ve Müslümanları karlamaya, itibarsızlaştırmaya ve yıldırmaya, sindirmeye yönelik çabalar göstermektedirler.

 İşte son zamanlarda “Rojavada Kürt katliamı”, “Rojovadaki Kürt halkına yardım yapılmıyor”, ya da “yardımların ulaşması engelleniyor” gibi uyduruk yalan haberler üretilmesi, sosyalist ulusal Kürt grupları dışında kalan Müslüman Kürtlere karşı kendi zulümlerini, baskılarını, hatta silahlı saldırılarını gözlerden kaçırmaya çalışmaları hep bu amaçladır. Halbuki Baas zulmüne karşı direnen gruplar içinde çok sayıda PKK/PYD’li olmayan Kürt kardeşimiz de yer almakta ve kendilerine onca zulmü yapmış olan Baas diktatörlüğünü diğer mazlum halklarla birlikte yıkmaya çalışmaktadırlar. Yani sanki Kürtler tek blok halinde PYD/PKK saflarında ve onlara diğerleri tarafından saldırlar yapılıyormuş gibi gösterilmesi tamamen aldatmaya yönelik uydurma haberlerdir.

 İslam’a ve Müslümanlara yönelik saldırı ve düşmanlık cephesi oluşturan PKK/PYD öncülerini, yandaş medyalarının ürettiği yalan haberleri ve bu haberlerle Müslümanları hedef göstermelerini, İslam’ı ve Müslümanları karalama çabalarını, kimi Müslümanları hedef göstermelerini ve en son Van Özgür-Der’e yönelik silahlı, Molotoflu alçakça saldırılarını tel’in ediyor, bu tür çabalar içinde olanları ve onlara yardım eden medyayı kınıyoruz. Başta Özgür-Der olmak üzere bu saldırılara muhatap olan kardeşlerimize sabır ve metanet diliyor, Rabbimizin yardımcıları olması, zalimlerin tuzaklarını kendi başlarına geçirmesi için dua ediyoruz. Şiddeti put ediniş olan zalimler bilsinler ki, baskıyla, zulümle ve şiddetle hakikat yok edilemez ve hakkı savunanlar susturulamaz. Her türlü saldırıya, şiddete, zulme ve küfre karşı kardeşlerimizin yanında olduğumuzu ilan ediyoruz.

 Bilinmelidir ki, ne yapılırsa yapılsın Kürtler de dahil bölge halklarının temel ve ölüm pahasına vazgeçmeyecekleri kimlikleri İslami kimliktir. Bu hakikat Allah’ın izniyle değişmeyecektir. Zaten bölge halklarındaki bu konudaki uyanış ve bu kimliğe dönüş işaretleri seküler ulusalcıları ve emperyalist işbirlikçilerini korkutmuş olmalıdır ki, İslam’a ve Müslümanlara saldırıya geçmişlerdir. Kürtler de dahil tüm bölge halklarının bu şerefli kimliğe sahip çıkmasını ve Kur’an’a dönerek İslam ümmetini vahiyle yeniden inşa etme mücadelelerini hiçbir güç ve hiçbir tuzak Allah’ın izniyle engelleyemeyecektir. Bütün bu oyunlar, tuzaklar zalimlerin ayağına dolanacak, İslami kimlik, Kur’an ve tevhid mesajı ile adalet sistemi yine bu bölgede ete kemiğe bürünüp tüm dünya insanlığına, Arap, Kürt, Türk vb tüm bölge Müslümanlarının öncülüğünde ulaşacaktır inşallah.

 Bu vesileyle PKK/PYD’nin çevresinde yer alan seküler Kürt ulusalcılarının İslam’a ve Müslümanlara karşı bu zalimane tutum ve saldırılarının arka planının daha iyi anlaşılmasına ve onların aldattığı Kürt gençlerinin, hele de kimi Kürt Müslümanlarının son dönemde sürüklendikleri konum sebebiyle hallerini sorgulayıp hakikate ulaşmalarına vesile olmak amacıyla bazı tespit, değerlendirme ve önerilerimi paylaşmak istiyorum:

 Ezilenler Ezenlerine Öykünüyor, Mazlumlar Zalimlerini Taklit Ediyor

 Zulmeden Türk ulusalcısı statükonun da, Arap ulusalcısı laik Baas diktatörlüğünün de, sözüm ona bu zulme tepki koymak üzere yola çıkan Kürt ulusalcısı sosyalist muhalefetin de arkasında aynı Batılı emperyalist ülkeler var. Bu durum, zulme karşı çıkanların, yerli zalimlerden kaçarken aynı emperyalist seküler kültürü esas almak suretiyle, zalimleriyle aynı ortak paydada buluşmaları ve sonuçta küresel zalimlerin kucağına düşmeleri anlamına gelmektedir. Kemalist Türk modernleşme projesine direnen Kürt halkının da modernleşmesi ve Batının seküler değerleri istikametinde dönüştürülüp Batıya eklemlenmesi isteniyordu. Batıcı laik ve İslam karşıtı tercihleri ve bu tercih istikametinde Kürt halkını Sekülerleştirme, dönüştürme misyonunu üstlenmeleri sebebiyle, sosyalist ulusalcı Kürt muhalefeti, silahlı ya da silahsız versiyonlarıyla emperyalist batı ülkelerinden sürekli ve çok yönlü destek aldı, almaya da devam ediyor.

 Şurası bir gerçektir ki, PKK, İslam’ı esas alan bir hareket olsaydı ya da Kürt halkının kavmi haklarını savunmakla beraber, İslami kimlik haklarını da savunsaydı ve sonuçta İslami bir sistem kurmaya ve ümmetleşmeye açık bir yapı olsaydı, asla Batıdan ve Türkiye’nin derin güçlerinden ala geldiği desteği bulamaz ve bu müsamahayı göremezdi, çoktan da çökertilmiş, dağıtılmış olurdu. Tıpkı Şeyh Said’in İslami kıyamında söz konusu olduğu gibi. Batılılar İslami sistem talepli Şeyh Said kıyamında Türk Kemalistlere destek verirken, seküler batıcı Kürt hareketi söz konusu olduğunda, PKK’den desteklerini esirgememişlerdir. Demek istediğim şudur ki, sosyalist ulusalcı Kürt muhalefetinin bu kadar yaygın bir desteğe ve müsamahaya sahip olması, onun da zulmedenler gibi laik, seküler, ulusalcı ve batıcı olmasından kaynaklanmaktadır. Yani bu durumda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Türk ulusalcılığını dayatarak Kürt halkına zulmeden sistemin de, bu zulme itiraz etmek üzere ortaya çıkan örgütün de arkasında aynı batılı güçler, ABD, AB ve İsrail bulunmaktadır. Bu üç emperyalist güç, on yıllar boyunca Türkçü ulus devletin ve TSK’nın da, PKK öncülüğündeki Kürt ulusalcısı seküler Kürt yönetim kadrolarının da stratejik ortağı olmuştur. Bu sebeple, Batı destekli Türk ulus devletinin zulmüne direnmek için ortaya çıkan Kürt ulusalcıları, kâhyanın zulmünden ağaya sığınmak gibi bir çelişkiyi yaşamaktadırlar.

 Kürt ulusalcılarının, neredeyse her bakımdan Türk ve Arap ulus devletlerini, Kemalist ve Baascı faşizmi, yani zalimlerini taklit ediyor ve onların izinden gidiyor olmaları, hatta İslam’a ve Müslümanlara karşı onlarla laiklik ortak paydasında işbirliği yapıyor olmaları, Brezilya’lı yazar Paulo Freire’nin bir sözünü hatırlatıyor. Yazar “Ezilenlerin Pedagojisi” adlı eserinde ezilenlerle ilgili önemli tespitler yapıyor: “Ezilenler, yabancılaşmanın etkisiyle, ne pahasına olursa olsun ezene benzemek, onu taklit etmek, onu izlemek isterler.” (Ezilenlerin Pedagojisi, Sh.42). Çok daha önce bir başka bağlamda İbni Haldun tarafından da “mağlup, ebedi olarak, gâlibin hayat tarzına, şiarına, kıyafetine, mesleğine, sair ahlak ve adetlerine tabi olmaya, onu örnek almaya düşkündür”(Mukaddime, I. Cilt, Sh. 200-203) ifadesiyle aynı tespitin yapıldığın biliyoruz.

 İşte bu sosyolojik tespitler Kürt halkı açısından bir daha tekerrür ediyor ve Kürt halkının seküler ulusalcı tercihte bulunan aydınları kendilerine bunca zulmü yapmış bulunan yerli ve küresel zalimlere, onların ideoloji ve batıl kültürlerine doğru meylediyorlar. Sekülerizmin zulmüne sekülerleşerek cevap veriyorlar. Yani zalimine sığınmacı eğilimlerle zulmedenin kendilerinden isteyip beklediğini yerine getirmekle özgürleşeceklerini, onur kazanacaklarını zannederek, bir daha yanılıyorlar. Bir zulümden bir başkasına, bir karanlıktan bir diğerine savrularak büyük bir çelişki yaşıyorlar. Bu tür bir dönüşüm yaşayan mazlumlar zalimlerini sadece ideolojik bakımdan taklitle de kalmayıp, kör şiddet ve vahşeti tersinden üreterek yöntem olarak da zalimlerini neredeyse birebir taklide sürüklenmekten kurtulamıyorlar.

 Bozulmuş fıtratların, köleleştirilmiş ruhların, işgal edilmiş ve özgür düşünme kabiliyetini yitirmiş zihinlerin, seküler zulümle dönüştürülmüş, zalimlerinden ve ideolojilerden beri olmayı başaramamış ve böylece kendi olmaktan çıkmış kimliklerin, halklarına sunacağı tüm projeler, zalimlerine öykünmekten, efendilerine benzemekten, onları ve onların zulme kaynaklık eden düşüncelerini ve şiddete dayalı yöntemlerini izleyip, taklit etmekten ve tersinden yeniden üretmekten öte gidemiyor. Bu sebeple, Firavunun hegemonyası altında uzun zaman köle olarak yaşayan İsrail Oğullarının büyük çoğunluğu, onları özgürleştirmek, tevhidin aydınlığında insanlık onuruna ve haklarına kavuşturmak üzere harekete geçen Musa (as)’a, risalet görevini yerine getirme mücadelesinde gerekli desteği verememişlerdir. Uyarılara rağmen, ataleti, zilleti ve hatta Firavuni kültürün tesiriyle tevhitten uzaklaşarak buzağıya tapmayı tercih etmişlerdir. Köleliğin, zulmün yol açtığı bu zilletten, esaretin sağladığı çürümüşlükten kurtulmak ve Hak davayı omuzlayabilmek için özgür ortamlarda yetişen yeni ve şahsiyetli nesiler gerekmiştir. Bu sebeple, İsrail Oğulları, 40 yıl gibi bir zaman Tih çölünde imtihanlardan geçirilmişler, çölün sıkıntılı, zorlu, ama o kadar da özgür ortamında yetişen, fıtratları korunmuş, güçlü şahsiyetlere sahip yeni nesillerin öncülüğü ile özgün projelerini gündemleştirerek izzete kavuşmuşlar, ancak böylece, Fravuni kültürün karanlıklarına meyletmekten kurtulup tevhidin aydınlığına doğru geçiş yapabilmişlerdir.

 

Batılılar ve Batıcı Türkçü ulusalcı Kemalistler bir yandan kendi içinden Kürt halkını sekülerleştirecek kimi Kürtçü Batıcı muhalif kesimlerin yolunu açtılar. Diğer yandan da, kimi provakasyonlarla İslami alternatifi halkın gözünden düşürecek ya da sindirip geri çekilmeye zorlayacak, bölgedeki etkinliğini azaltacak tedbirleri aldılar. Abdullah Öcalan ve PKK ise, Türk halkını dönüştüren Kemalistlerin uyguladığı sekülerleştirme projesini, Kürt halkı için aynen taklitle Kürt Kemalizmini oluşturmaya yöneldiler.Türk Kemalistlerin yolunu ve istikametini gösteren sekülerleşme, batılılaşma, ulusçuluk, “Kur’an’ı kapatın kadını açın” söylem ve eylemi, Kürt Kemalistlerce aynen taklit edildi, hatta bu amaç için egemen zulüm odağı kimi asker bürokratlarla işbirliği yapmaları bile söz konusu oldu. 28 Şubat gibi Müslümanlara yönelik darbeleri ve baskıları, yasakları doğru bulduklarını, TSK ile laiklik ve İslam şeriatına karşıtlık ortak paydasında buluştuklarını, farklı düşünmediklerini bile açıkladılar.

 Halbuki özgürlüğü ve hakları için savaştıklarını iddia ettikleri Kürt halkının, Kürt kimlik haklarından önce İslami kimlikle ilgili hak ve özgürlükleri, bugün işbirliği yapıp taklit ettikleri Türk Kemalistlerce gasp edilmişti. Ve bu yüzden ilk Kürt ayaklanmaları, Kürt ve Türk halklarını adaletle bir arada yaşatacak İslam şeriatını yeniden hâkim kılma amacını güdüyordu. Seküler sosyalist ulusalcı Kürt hareketi ise, ilk kıyamlara öncülük yapan dedelerinin İslami yoluna da ihanet ederek, emperyalistlerin stratejisini ve işbirlikçi zalim Türk Kemalistlerin yolunu takibe yöneldiler. Bu sebeple de bugüne kadar, haklarını savundukları Kürt halkının yok edilen, yasaklanan İslami kimlik haklarıyla ilgili tek bir talepte bulunmadıkları gibi, tam tersine İslami kimlikle, Kur’an’la, Allah’ın şeriatıyla savaşan Kemalist darbecileri haklı bulduklarını bile söylemekten çekinmediler. Bizler ise adil İslami kimliğimizle Kürt halkının hem kavmi kimlik haklarını, hem de İslami kimlik haklarını, her birini sahiplenilmesi ve sanunulması gereken ilahi ayetler olarak kabul edip birlikte savunmaktayız.

 Bazı Kürt Müslümanların Kürt ulusu oluşturma çağrısı yapmaları,

Ümmetten Önce Ulusal Birlik Oluşturma arzusuna kapılmaları

 Alternatif ulusalcılıklara, ırk bazında birlik arayış ve özlemlerine savrulmaktan Allah’a sığınmalıyız. Bazı Kürt Müslümanların bile, akıde ortak paydasında diğer kavimlere müntesip Müslümanlarla kardeş olduğunu unutarak ve bu kardeşliğin önüne ırk, dil ve vatan ortak paydasını çıkarıp, din ve ideoloji farkı gözetmeden ırk temelinde bir ulusal kimlik ve bu kimlik altında bir ulusal birlik inşa etme eğilimi, özlemi içine girdikleri dikkat çekmektedir.

 Bazı Müslüman Kürtler, bölgede esen güçlü Kürt ulusalcılığı rüzgarının etkisiyle, Kürt ulusalcısı söylemlere doğru savrularak demokratik seküler bir anlayışa doğru savrulmaktadırlar. Bu sebeple öncelikle Kürt ulusu (yanlış tanımlamayla milleti) oluşturmaları ve bunun için, PKK ve ulusalcı laik Kürt gruplarıyla Müslüman Kürtlerin birleşip Kürt ulusu çatısı altında özgürlük mücadelesi vermeleri gerektiğini ifade edebilmektedirler. Bu çağrılarını kamuya açık internet sitlerinde ilan ettikleri halde PKK cenahınca ciddiye alınmamakta, üzerinde konuşulmaya bile layık bulunmamakta, eğer bunda samimiyseniz, gelin en güçlü Kürt örgütü olan PKK çatısı altında birleşin denilmektedir.İman/akıde birliğinin önüne ırk birliğini koyarak bu tür ırk temelli birlik, özlem ve arayışları içine girmek, İslami olmadığı gibi, bunun pratikte de karşılığı yoktur.

 Nitekim PKK ve BDP öncüleri yaptıkları açıklamalar ve aldıkları tavırlarla İslami kimlik ve Kur’an şeriatını düşman ilan ederek, Kürt Müslümanları asimile edip sekülerleştirmeyi hedefleyerek bunun imkânsız olduğunu açıkça ortaya koymaktadırlar. Sözde Kürt halkının haklarını savunma iddiasıyla ortaya çıktıkları halde, Kürt halkının İslami kimliğini, tıpkı Türk Kemalistlerin tüm ülke halklarının ortak paydası olan İslami kimliği ve İslam şeriatını tehdit ve düşman ilan etmeleri ve yok etmeye çalışmaları gibi tehdit ve düşman olarak görüp hedef almaktadırlar. Uzun zamandır sözlü olarak bu düşmanlığı açıkça ortaya koyanlar, artık Van Özgür-Der saldırısında olduğu gibi şiddete dayalı yöntemleri de İslam’a ve Müslümanlara yöneltmekten, silahlı saldırı yapmaktan çekinmeyeceklerinin işaretlerini vermektedirler.

 Nitekim böyle davranan laik Kürt ulusalcısı muhalif kesimlerin kimi öncüleri ve sözcüleriyle, sözde savaştıkları laik TSK’nın kimi komutanları, Kemalist Türk ulusalcıları, laiklik ortak paydasında kolayca buluşup, Müslüman Kürd’ün, Türk’ün, Arap’ın ortak imanı olan Kur’ani akıdeye ve İslam şeriatına karşı açıkça düşmanlıkta ittifak edebilmektedirler. Aslında bu tutumlarıyla iki taraf da, aslında akıde ve inanç birlikteliğinin daha belirleyici olduğunu, batıl seküler inançlarının ortak paydasında bütünleşerek, ortaya koymaktadırlar.

 Kemalist laik Türk ulusalcıları, aynı inanca sahip bir Kürdü Müslüman bir Türk’e, PKK-BDP öncüleri de laik batıcı İslam karşıtı bir Türk ulusalcısını, hatta laik TSK generallerini Müslüman bir Kürde tercih ederek, küfrün tek “millet” İslam’ın da tek “millet” olduğu hakikatini bir daha ispatlamışlardır. Gerek PKK’nın Türkiye temsilcisi BDP milletvekilleri, gerekse Suriye temsilcisi PYD yetkilileri İslam şeriatına karşı laikliğin teminatı olduklarını ve şeriata karşı savaşta Türk laik Kemalistleri ve Suriye laik Baas diktatörüyle dost ve İslam’a karşı müttefik olduklarını defalarca ve cüretkarca ifade etmekten çekinmemişlerdir.

  O halde iyi bilinmelidir ki, ırk temelinde Kürt ulusal kimliği ve birliği inşa etme düşüncesi, hem gayri İslami ve ahrette hesabı verilemeyecek bir sapma, hem pratikte karşılığı olmayan aldatıcı bir oyalanma, hem de yeni asimilasyonların, yeni acıların kapısını açacak ve yıllarca ısırılan delikten tekrar ısırılmaya sebep olacak bir ahmaklıktan başka bir şey değildir.

 Resulullah (s) Mekke Örnekliğinde Arap Ulusal Birliği oluşturmaya yönelmedi

 Bu konuda doğru istikameti yakalamak için ve bu tür yaklaşmıların ne kadar İslam dışı ve batıl çabalar olduğunu anlamak için, Kur’an ayetleri ve Peygamber (s)’in Mekke’deki örnekliği üzerinde biraz tefekkür yetecektir. Ancak bu yapılmadığı için, güç mücadelelerinin ve sistem içi gelişmelerin sürecine kendisini kaptırıp kafa karışıklığı içinde sürüklenen Müslümanların sayısı her gün daha fazla artmaktadır. Resulullah (s)’in Mekke şirk sisteminin zulmü altında tevhidi daveti yaymaya çalıştığı süreçte, Arap kabileleri arasında güç mücadeleleri, kabileler arsı çatışmalar, kan davaları çok ileri boyutlarda idi. Ama o, bu kabileler arasında birliği sağlamaya, onları tek Arap ulusu çatısı altında bütünleştirmeye ve sonra da, yakınlarında tehlike oluşturmakta olan Sasani ve Bizans baskısına karşı güçlü bir Arap ulusu olarak çıkmayı öncelikli hedef haline getirmeye yönelmemiştir. Hatta böyle bir hedefi hiçbir zaman gündemine almamış ve batıl olarak görerek bundan sakındırmıştır.

 Hatta tam tersine, mevcut kabilelerin bile ayrışıp bölünmesine sebep olacak tevhidi davetle, Furkan olan Kur’an’ın mesajını yaymakla hak ile batılın müntesiplerinin ayrışmasını sağlamıştır. Var olan cahiliye toplumunun İslam milleti ve Küfür milleti olarak ayrışmasına sebep olarak, sonuçta her kabile ve kavimden iman edenlerin biz bilinciyle bütünleşip ilk Kur’an toplumu nüvesini oluşturmalarına ve bu zeminde ümmeti vahiyle inşa edecek kadronun yetişmesine zemin hazırlamıştır.

 Üstelik Resulullah (s), içlerinde farklı ırklardan olan Habeşli Bilal, Farisi Selman, Rumi Süheyp’in de yer aldığı Mekkeli muhacirler ile ulusalcı bakışa göre yabancı sayılan Medine’deki Evs ve Hazreç kabilelerine müntesip mü’minleri akıde ortak paydasında ve “biz” bilinciyle bütünleştirip, Mekke’deki kendi müşrik kabilelerine karşı savaş meydanına çıkardı. Bütün bunlar da göstermektedir ki, kabile ve kavim asabiyetinin, her türlü ulusalcılığın ve ulusal birlik inşası misali çabaların İslami kimlik ve ilkelerle ve akıdevi öçlülerle bağdaştırılması mümkün değildir.

 Kürt ulusu oluşturma hayaline kapılanlar,

Kürt ulus devletinin işkence hanelerine düşmeden uyanmalıdırlar

 Kürt ulusu oluşturmayı öncelikli hedef yaparak, Kürt ulus devleti ya da Kürt ulusal özerk bölgesi oluşturmaya yönelenler bilmelidirler ki, KCK yapılanmasında ipuçları verildiği üzere, böyle bir ulus devlet yapılanması içinde, tıpkı Türk ulusalcısı Kemalistlerin Türkiye’de yaptıklarını, aynı seküler ulusalcı paradigma içinden kalarak tekrarlayacak, faşist ulusalcı despot laik bir sistemle boğuşmak zorunda kalacaklardır. Yani ikinci defa aynı delikten ısırılmalarına yol açacak yeni bir despotizmle savaşmak zorunda kalacaklardır. Bilinmelidir ki, Türk Kemalistlerini taklit eden Kürt Kemalistleri ya da Kürt Baasçıları egemen oldukları alanda Müslüman Kürtlere ve diğer halklara “İstiklal Mahkemeleri”ni, Kemalist zindanları, Diyarbakır hapishanesi misali işkencehaneleri ve Baas zulüm ve katliamlarını aratmayacak uygulamalara imza atacaklardır. Bu durum, tercih edilen ulusalcı seküler ideolojinin kaçınılmaz gereğidir. Bu kesimlerin bugün Türkiye’de ve Suriye’de İslam’a ve Müslümanlara karşı takındıkları tutum da bunun işaretlerini yeterince vermektedir.

 Hatta seküler ve taguti sistemiyle bugünkü Türkiye’de yaşamak bile, aynı şekilde seküler taguti Kürdiye’de yaşamaya nazaran görece daha olumlu bir durum olacaktır. Çünkü Türk ulus devleti ve Türk Kemalizmi (faşizmi), ilk dönemde kurtuluş savaşı kazanmış bir kadro propagandası ve aldatmacasıyla kahramanlaştırıldığı süreçte “tek adam”ların, “milli şef”lerin tek partilerin despotizmi altında, emperyalist seküler kültürü egemen kılmak için bunca vahşeti, zulmü, işkenceyi, katliamı, faili meçhulleri, yargısız infazları, yandaşlarını semirten soygunları, sömürüleri gerçekleştirmiş, sonunda iç çürümesi ve zulme karşı çıkanların ödedikleri bedellerle, çekilen acılarla, hak mücadeleleriyle yıpranmış, çürümüş, tükenmiş ve artık değişmek zorunda kalmıştır.

 Eğer oluşursa Kürt ulus devleti ya da özerk bölgede Kürt ulusalcılığına ve Stalinist PKK önderliğine dayalı bir Kürt ulusal özerk yönetimi teşkil edilirse, Türk Kemalistlerin bu ülke halklarına yaşattıkları aynı zulümler çok daha şiddetli versiyonuyla Kürt Kemalistler tarafından yürürlüğe konulacaktır.PKK yönlendirmesiyle, Türk Kemalistleri için olduğu gibi Stalinist KÜRT ulusalcılarını kahramanlaştıran nice uyduruk tarihler yazılacak, yeni kahramanlar olarak bayraklaştırılacak Kürt Kemalistlerin zulmü, artık eskimiş, yıpranmış, suçlu makamına oturtulmuş ve yargılanmakta olan Türk Kemalistlerin zulmünden daha şedit olacaktır.

 Mazlumların Takip Etmesi Gereken Onurlu Yol,

İslami Köklere Dönüşle, İslam Birliğine Giden Yol Olmalı

 Bölgenin tüm mazlum halkları ve bunların en önemlilerinden olan Kürt halkı adına takip edilmesi gereken onurlu yol, bu halkların kendi özgün kimlik ve değerlerini gündemleştiren, onlarla yeniden bir inşayı esas alan ve emperyalizme karşı bu kimlik ve değerlerin bayrağını açan yoldur. Kürt, Türk, Arap tüm Müslüman halklardan gerek emperyalist zalimlerin, gerekse onların işbirlikçisi yerli ulus devletlerin, Türk ve Arap Baascıların istediği şey neydi? Sekülerleşmeleri, İslam’dan uzaklaşmaları ve batıya entegre olmalarıydı. Yapılan bunca zulüm de bunun için ve bu seküler değer ve amaçlar adına yapılmıştı. O halde, Kürt, Türk, Arap gibi tüm bölge halklarının esas almaları gereken onurlu, şahsiyetli, tutarlı ve ilkeli tutum; bu amaca hizmet etmekten uzak durmak, zalimlerce kendilerinden isteneni asla yapmamaktır. Tam tersine kendilerinden alınmak istenen özgün değerlerine, İslami kimliğine, ümmet anlayışına, özetle Kur’an’a sarılarak, kendini özgün paradigması üzerinde yeniden inşa ederek bu zulme ve Müslüman halkları kan ve gözyaşına boğmuş emperyalist projelere itiraz etmek, hesap sormak, direnmektir.

 Kürt halkını asimile etmeye çalışan güçlerle, İslam düşmanlığı ortak paydasında buluşup işbirliği yapmaktan çekinmeyen Seküler Kürt muhalefeti, eğer gerçekten Kürt halkını seviyorsa, bilmelidir ki, Kürt halkının İslami kimlik dışında ve İslam’ın hâkim olmadığı bir sistemde mutlu ve huzurlu olması mümkün değildir. Nitekim, on yıllardır süren sekülerleştirme ve yozlaştırma çabalarına rağmen bugün bile hâlâ Kürt halkının özgür iradesine sorulsa bu konudaki tercihinin çok net olduğu görülecektir. Keza aynı sebeple, laik Türk ulus devletine yönelik ilk ayaklanmaların İslam şeriatını (hukukunu) yeniden egemen kılmak amaçlı olduğu unutulmamalıdır.

 Bölgenin tüm Müslüman halkları olarak yapmamız gereken, emperyalist güçlere ve yerli işbirlikçileri olan sistem ve örgütlere rağmen, ısrarla bizi biz yapan, bize anlam, şeref ve değer kazandıran ve elimizden alınmak istenen işte bu İslami kimliğimize, bizi ve tüm dünya insanlığını kurtaracak, karanlıklardan aydınlığa, zulümden adalete çıkaracak mesajı ihtiva eden Kur’an’ımıza topluca sarılmaktır. Müslüman halklar olarak, kardeşliğimize zarar verecek her türlü bölücü, parçalayıcı, kin ve düşmanlığı tahrik edici tutum ve davranışlardan uzak durmaktır. Bu bağlamda, bölücülüğün ilk tohumlarını eken başta Türkçülük ve Arapçılık, sonra da onların zulmüne karşı itiraz mahiyetinde ortaya çıksa da, kendisi de hedef gözetmeyen kör şiddetle, sivil masum insanlara yönelik katliamlarla alternatif bir zulüm kaynağı olmaktan kurtulamayan Kürt ulusalcılığı olmak üzere tüm kavmiyetçilikleri, ırkçılıkları reddederek, İslam’ın kardeşleştirici adil potasında bütünleşmektir.

 Bu sebeple, ırk temelli oyalanmalardan uzak durmak ve “dalanlarla beraber dalanlardan” olmamak için, ırk ve dil farklılıklarını ayetleri olarak ilan eden, farklı kavimleri ve müntesiplerini temel haklar bakımından eşdeğer ve saygıdeğer bir konuma oturtan Allah’ı razı edecek, dünyada barış, adalet, huzur, ahrette de kurtuluş getirecek olan iman ortak paydasındaki İslam kardeşliğini ve ümmeti, vahyi temelde yeniden inşa etmek üzere seferber olmalıyız. Tabii ki, bölgemizdeki halkların Müslüman olmayan müntesipleri de insan olmak bakımından, Adem (as)ın zürriyetinden gelmek açısından bizim soyda kardeşlerimizdir. Onların da akrabalarımız, komşularımız olmaları hasebiyle üzerimizde hakları vardır. Bizim uygulamakla görevli olduğumuz adalet ölçülerini, vahyi hükümleri vazeden, onların da, bizim de Rabbimiz olan Allah’tır. Rabbimiz onların da bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri adalet vasatını tesis edecek hükümleri ve temel hakları belirlemiştir. O halde İslami sistemde onların temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olmak, onlara adalet ve iyilikle muamele etmek de bizim sorumluluğumuzdur.

 “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz.” (Mümtehine 8), “Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın;(Nisa 36)“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (İsra 23-24).“Muhakkak ki Allah, adaleti, ihsânı, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”(Nahl 90)“O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Rum 38)Allah’a ve ahiret gününe iman eden komşusuna ikramda bulunsun.” (Müslim). “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” (Müslim).

 Bunlara benzer onlarca ayette Yüce Allah, Müslüman olmasalar bile anne, baba, akraba, komşu, yakın olan insanlara da iyilik, ihsan ve adaletle muamele etmeyi, onların üzerimizdeki haklarını gözetmeyi, haksızlık ve adaletsizlik etmemeyi emretmektedir. Bu sebeple, Kürt, Türk, Arap vbtüm kavimlerin Müslüman olmayan müntesiplerinin dahi sahici bir adalete, barış içinde iyi komşuluğa ve iyiliğe, hayra muhatap olacakları tek sistem İslami adalet sistemidir. O halde İslami adalet sisteminin tesisi farklı kavimlerin Müslümanlık dışında tercihler yapanlarının da menfaatinedir. Çünkü insanların hevalarını esas alan hiçbir seküler sistemde, farklı dini ya da etnik kimliklere, hepsinin yaratıcısı olan Allah’ın ilahi vahyine dayalı adalet sisteminde davranıldığı gibi adil davranılması, temel haklarının korunması mümkün değildir. İnsanlık tarihi de buna şahiddir.

 Her biri Allah’ın ayetleri olan bölgemizdeki bütün Müslüman kavimlerin, eşit ve gönüllü katılımıyla, bütün kavimleri eşdeğer, saygıdeğer ve eşit hakların sahibi kabul eden bir adalet anlayışıyla, vahyin belirleyiciliğinde bir İslam Birliğini, üstelik, artık sadece İslami ölçüler ve tevhid akıdemiz değil, tarihsel durum da zaruri kılmakta ve gelişen tarihsel süreç Müslüman halkları adeta bu yönde zorlamaktadır. Uzun süredir dünyada yaşanan değişimler, küreselleşme yönünde ortaya çıkan eğilimler ve bu alandaki uluslararası siyasi, askeri, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeler,gelecekte dünyanın birkaç büyük ana topluluğa ayrılacağının, ulus devletlerin yerini bölgesel büyük birlik ve entegrasyonların alacağının ve buna bağlı olarak da dayatılan ulusal sınırların ya tamamen ortadan kalkacağının veya büsbütün anlamsızlaşacağının işaretlerini vermektedir.

 İşte böyle bir süreçte, bölgenin Müslüman halklarına, önder ve aydın kadrolarına düşen büyük sorumluluk; bu gidişatı doğru okumak ve akıllı politikalarla, üreteceğimiz özgün projelerle, kaybettiğimiz ümmet bilincini yeniden inşa ederek, kötülüğün küreselleşmesine karşı, iyiliği, marufu, evrensel vahyi ölçüleri küreselleştirmenin mücadelesini vermektir. Tüm insanlığın tek kurtarıcı umudu olan Kur’an’ın, karanlıklardan aydınlığa çıkaran evrensel mesajının küresel boyutta şahidliğini yapmak, insanlık onurunu kurtaracak, insani, fıtri erdemleri yüceltecek ilkeleri, insanlara kendilerini özgürce gerçekleştirme fırsatı verecek, her türlü baskı, zulüm ve sömürüyü sona erdirecek olan İslami adaleti ve insanları kula kulluktan kurtarıp sadece yaratıcıya kul kılarak gerçek anlamda özgürlüğe kavuşturacak tevhidi imanı tüm dünyaya yaymaktır. Tüm dünya insanlığını, emperyalizmin kavurucu cenderesinden, kapitalizmin acımasız ve vahşi sömürüsünden kurtaracak bir modeli oluşturmaktır. Katil ve zalim bir çocuğu (komünizm), demir perde gerisindeki uygulamalarıyla arkasında büyük acılar bırakarak, tarihin kirli sayfalarına gömülen Batının, aynı seküler ve sapkın paradigmasının ürettiği diğer çocuğu olan kapitalizmi de bütün vahşet ve katliamlarıyla tarihin utanç sayfalarına gömmektir.

 Bilmeliyiz ki, heva ve zanna dayalı modern ya da post modern seküler değerler ve seküler mantık, sisteme ve siyasi, hukuki, sosyal, kültürel yapıya ve eğitime yön vermeye devam ettiği sürece, çıkarcı, dünyevi hesap eksenli yaklaşımlar, nefsani, egoist tutumlar, tahakküm arzuları, hevanın yönlendirmeleri sürecek, ulusalcı eğilimler sürekli beslenecek ve farklı kavimlere ait bu tür eğilimler sürekli birbirlerinin zayıf halini kollayacaklardır. Fırsatını bulunca, kendisini güçlü hissedince de, derhal harekete geçecekler, güçlü taraf diğerini kendi çıkarlarına göre ezmeyi, bastırmayı, sömürmeyi, kendinden saydığını diğerinin aleyhine kayırmayı mutlaka yeniden deneyecektir. Ve sonuçta, birbirine tahakküm etme mücadelesi ve zulüm asla bitmeyecektir. Çünkü heva ve hevesin ilahlığında zanlara dayalı fikirlerin, yani en büyük zulüm olan şirkin egemenliğinde bazı zulümlerden geri adımlar atarken yeni zulümlere sürüklenmek kaçınılmazdır. Ancak ahiret eksenli, kulluk ve ibadet eksenli bir hayat tasavvuru, ahrette verilecek hesap bilinci, kul hakkı duyarlılığı ve İslam kardeşliğinin hasbi derinliğiyle, sevgi, saygı, kardeşi için fedakârlık, merhamet ve adalet kavramlarının yönlendiriciliğindeki kuşatıcılıkla, Allah rızasını gözeten adanmışlıkla, vahyin ölçülerini, hükümlerini belirleyici kılan İslami bir sistem ve ümmet bilinciyle soruna köklü, kalıcı ve adil çözüm getirilebilecektir.

 İki veya daha çok Müslüman halk arasındaki ırk asabiyetinin tek ilacı; birleştirici, taraflara onur kazandırıcı ve tüm cahili kalıntılardan, sapmalardan arındırıcı bir fonksiyon gören İslam dini ve bu dinin adalete ve eşit hukuka dayalı kardeşliği olduğu açıktır ve tarihi uygulama ile de ispatlanmıştır. Hangisi olursa olsun ulusalcı seküler zihniyetin hakimiyeti, gücü ele geçirenlerin hevasına, zannına ve çıkarlarına dayalı yasalarla hükmetmeye yol açacağı için hem kendi kavmi için zulüm üretecek, hem de diğer kavimler için ilave haksızlıklarla zulmü katlayacaktır. Bu hal, yani adaletsizlik, sömürü ve zulüm, seküler ulusalcılığın hakimiyetinde kaçınılmaz olan sonuçtur. İslami adalet sisteminde ise, iman eden ya da inkar eden ayırmadan bütün insanların Rabbi olan ve hepsinin hukukunu/haklarını gözeterek hüküm koyan ve hepsine adaletle hükmedilmesini emreden Allah’ın hükümleriyle hükmedileceği için, sahici ve bütüncül adalet gerçekleşecek ve herkese adaletle muamele edilecektir.

Bu içerik 4855 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon