Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   BASIN AÇIKLAMALARI  >  2013
 
MÜSLÜMANLARLA DAYANIŞMA PLATFORMUNDAN KATLİAMCI MISIR DARBECİLERİNE PROTESTO
Tarih: 29/07/2013
   


Müslümanlarla Dayanışma Platformu 29 Temmuz 2013 Pazartesi günü Mısır Büyükelçiliği önünde Mısır´da gerçekleştirilen darbeyi protesto etmek ve Mısır´da zalim yönetim tarafından katledilen kardeşlerinin yanında olduğunu göstermek için bir araya geldi.

Müslümanlarla Dayanışma Platformu 29 Temmuz 2013 Pazartesi günü Mısır Büyükelçiliği önünde Mısır'da gerçekleştirilen darbeyi protesto etmek ve Mısır'da zalim yönetim tarafından katledilen kardeşlerinin yanında olduğunu göstermek için bir araya geldi.

 

Müslümanlarla Dayanışma Plotformu adına basın açıklamasını Genç Birikim Derneği Genel Başkanı Ali Kaçar yaptı.

 

Basın açıklamasına ayrıca Akabe Eğitim ve Kültür Vakfı adına Mehmet Sılay, İLKAV adına Emrullah Ayan, Ümran Hareketi adına Hikmet Yıldırım, Vahdet Vakfı adına ise Muhittin Özdemir ve çok sayıda Platform üyesi katıldı.

 

BASIN AÇIKLAMASI-29.07.2013

 

MÜSLÜMAN KANI DÖKENLER, ER YA DA GEÇ O KANDA BOĞULACAKLARDIR.

 

“Ramazan ayı, rahmet ayı, merhamet ayıdır. Gönüllerin Allah sevgisiyle dolup taştığı bir aydır. İnsanların kendilerini Allah’a yakın hissettikleri ve bu yakınlıklarını amelleriyle pekiştirdikleri bir aydır. Hidayet kitabımız Kur’an-ı Kerim, bu ayda indirilmiştir. Bu ayı takiben gelen bayram günleri ise, Müslümanların sevinçlerinin zirveye çıktığı günlerdir. Bu günler, aynı zamanda Müslümanlar olarak sevinç ve üzüntülerimizi paylaştığımız günlerdir.

 

Üzülerek belirtelim ki, son yıllarda, hem ramazan, hem de bayram günlerinde sevinçlerimiz, İslam düşmanı ulusal ve küresel güçler tarafından kursaklarımızda bırakılmaktadır. Türkiye’deki 28 Şubat postmodern darbesi de bu ayda başlatılmıştı. İçimizi yakan, yüreğimizi burkan Suriye’deki katliamlar da, yine Ramazan ayında yoğunlaşarak artmıştı. Ne yazık ki, Mısır’da gerçekleştirilen darbe ve Müslümanlara dönük saldırılar ve katliamlar da yine bu ayda yoğunlaşmıştır. Bu eli kanlı güçler, Mursi’ye ya da Suriye’deki İhvan’a karşı oldukları için değil, bu güçler, İslam’a ve İslami değerlere düşman oldukları için bu katliamları gerçekleştirmektedirler.

 

Tunus’ta başlayan ve domino etkisiyle diğer Ortadoğu ülkelerini de etkileyen halk ayaklanmalarının nedeni, sadece fakirlik, yoksulluk, yolsuzluk ya da işkence ve cezaevi değildi. Elbette bunların da etkisi vardı. Ama halklar için asıl önemli olan onurlarının, haysiyetlerinin çiğnenmesi, İslami kimlik ve değerlerinin tehdit ve düşman olarak görülüp inançlarıyla alay edilmesiydi. Nitekim Tunus’ta bu ayaklanmaların kıvılcımını çakan Muhammed Buazizi’nin kardeşi, ‘kardeşim açlığa, işsizliğe, yoksulluğa, hatta işkenceye de alışmıştı. Ama kendisine atılan tokadı onur meselesi yaptı’ diyordu. Onurları çiğnenen, haysiyetleri ve inançları ayaklar altına alınan bu halklar için, tok olmanın fazla bir önemi yoktu.

 

 Aynı zamanda bölge halkları, ülkelerini yöneten despotların, Tunus’ta Zeynel Abidin’in, Mısır’da Mübarek’in, Libya’da Kaddafi’nin, Suud’da kralların, Yemen’de Ali Abdullah’ın emperyal ve Siyonist güçlere kuklalık yapmalarını onurlarına yediremiyorlardı. Dolayısıyla halkların öfkesi sadece kendi yönetimlerine karşı değildi, aynı zamanda hatta daha fazlası ile doğulu ve batılı emperyal güçler ile Siyonist güçlere yönelik idi. Bu kukla yönetimlerce, ne yazık ki Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta katledilen, tecavüze uğrayan Müslümanlar için eylem yapmalarına bile müsaade edilmiyordu. Yapılan her eylem, her protesto kendi yönetimleri tarafından zorla, baskıyla ve katliamla engellenmekte idi. Bu durum on yıllardan beri böyle devam ediyordu. Muhammed Buazizi kendisini yakarak bu halkların korkuyu yenmesine vesile olmuştur.

 

Halk ayaklanmaları ile diktatörlükler devrilip yerine İhvan kökenli yönetimler iktidara gelince, Siyonist İsrail ve onun destekçisi emperyal güçler, bunu kendi kirli menfaatleri için bir tehdit olarak görmeye başladılar. Bu nedenle henüz işin başında iken her türlü oyun ve desiseye başvurdular. Bir oyun tutmayınca diğerine, diğeri de tutmayınca bir başkasına yöneldiler. Bunlar da olmayınca, bu sefer içerideki laik, seküler, milliyetçi, ulusalcı, liberal, sol ve eski rejim kalıntılarını, medyayı, orduyu, ülkeyi sömüren sermaye çevrelerini ve yargıyı devreye soktular. Bu oyun, Gezi Parkı ve Taksim dolayısıyla Türkiye’de, Tahrir meydanı ile Mısır’da, şimdilerde ise Tunus’da denenmeye çalışılmaktadır.

Mısır halkı, kendi Firavuni yönetimlerine karşı çıktığı kadar, Batılılara ve Siyonistlere de karşı çıkmışlardır. Çünkü biliyorlardı ki, bu Firavuni yönetimler, ancak Batılı emperyalistlerin ve Siyonist güçlerin yardım ve desteği ile yönetimde kalabilmektedirler. Dolayısıyla halklar için, asıl düşman, bu kukla yönetimler değil, bunların arkasındaki empaeryal ve Siyonist güçlerdi.

 

Batılı ya da Doğulu emperyalistler ikiyüzlü değildirler. Kendi dinlerinin, kendi batıl, çağdışı kalmış ideolojilerinin gereklerini yapmaktadırlar. Dolayısıyla işgalleri, tecavüzleri ve katliamları, kendi anlayışlarındaki seküler insan haklarıyla ve demokrasi ile tezat teşkil etmemektedir. Bunları sahte demokrat olarak suçlamak, demokrasiyi bilmemek, Batıyı tanımamak anlamına gelir. Bu emperyalist ve kapitalist güçler, sömürülerini devam ettirebilmek için demokrasiyi putlaştırırlar, gerektiğinde onu yerler/çiğnerler. Aslında hevanın/seküler aklın ilahlığına dayalı demokrasi, tam da budur.

 

Biz bu emperyal kafirleri, 11 Eylül sonrası Afganistan işgalinden tanıyoruz. Biz bunları Irak’ta, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da, Filistin’de, Mali’de, Somali’de ve daha birçok yerde yaptıkları işgallerden, yağma ve talanlarından tanıyoruz.

 

Biz bunları, Afganistan’daki ölüm tarlalarından, Şibirgan Cezaevinden, Irak’ta Ebu Gureyb’den ve Guantanamo’dan tanıyoruz.

 

Biz bu emperyalist demokratları, Cezayir’de darbecileri desteklerken de, Filistin’de Hamas’a Gazze’yi yarı açık cezaevine çevirirken de, yine halk iradesiyle seçim kazanmış Refahyol iktidarının başına getirilen insanlık dışı darbe yöntemlerini kullanırken de aynı suçüstü konumunda yakalamıştık.

 

Bunlar demokrattır, bunlar laiktir, sözde insan hakları savunucusudur, bunlar kısacası eli kanlı katillerdir. Evet, biz bunları, henüz yeni doğmuş bebekleri misket bombalarıyla, kimyasal ve yeni icat ettikleri silahlarla katlederken tanıyoruz.

Bizler, biz Müslümanlar, batılı değerlere sığınarak kendi varlığımızı devam ettiremeyiz. Bu değerler, hevanın ilahlığına ve tuğyana dayalı olup insani ve İslami olanı reddeden değerlerdir ve bu nedenle bize de yabancıdır. Çünkü batılı değerler, sömürgecidir, emperyaldir, faşisttir, kapitalisttir, sosyalisttir ve de katliamcıdır. Bizim kendimize has değerlerimiz vardır; batılı değerlerle mukayese edilemeyecek derecede fıtridir/insanidir ve İslami’dir. Bu değerler eksik midir ki, bizler batının kokuşmuş, gayri insani ve çağdışı değerlerine ve hevayı ilah edinen modellerine sığınıyoruz.

 

Bizler Müslüman’ız, yolumuzu ve yol haritamızı kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Resulullah’ın (s) güzel örnekliği/Sünneti belirler. Bizler, onların dinlerine girinceye kadar, onların bizden asla hoşnut olmayacağını vahiy kitabımız Kur’an-ı Kerim’den öğrenmekteyiz.

 

25 Ocak 2011’de Mısır’da başlayan halk ayaklanması, Mursi’nin 30 Haziran’da %52 oyla cumhurbaşkanı seçilmiş olmasına rağmen amacına ulaşmamıştı. Yönetim bütünüyle Mısır’daki derin devletin, halkının ve İslami değerlerinin düşmanı yargı, işbirlikçi büyük sermaye ve emperyalistlerin uşağı generallerin oluşturduğu oligarşik vesayetin elindeydi. Ancak, Mursi’nin dirayetli tavrı ve dik duruşu sayesinde az da olsa bu yolda bir mesafe alınmaya başlanmıştı. Bu, ne Siyonist İsrail’in, ne de onun destekçisi emperyal güçlerin, ne de bölgedeki gerici, işbirlikçi Arap rejimlerinin işine geliyordu. Çünkü Siyonist İsrail, kendisini İhvan ağırlıklı yönetimlerle çevrili bir adaya hapsedilmiş olarak görüyordu. Bu nedenle bölgede yeni iktidara gelmiş yönetimleri içeriden çökertmeye dönük hesaplar, planlar ilk günden itibaren bu karanlık güçler tarafından yapılmaya başlanmıştı.

 

Mısır, bölgenin, Arap dünyasının amiral gemisidir; Mısır’da meydana gelen bir değişim, kısa bir sürede bütün bölgeyi etkilemektedir. Zaten Siyonist İsrail’i, bölgedeki gerici krallık ve Şeyhlikleri korkutan da bu idi. Çünkü Mısır’da İhvan’ın başarılı olması halinde sıranın kendilerine geleceğini çok iyi biliyorlardı. Ne Siyonist İsrail kalabilirdi bölgede, ne de krallıklar ve Şeyhlikler! Bu nedenle bu güçler, yani Siyonist İsrail, Suud, BAE, Kuveyt, Ürdün ve tabi batılı emperyalist ülkeler bir araya gelerek el birliğiyle Mursi yönetimine karşı darbeyi hazırlamışlardır.

 

İşte 3 Temmuz’da gerçekleştirilen darbe, böyle bir darbedir. Ancak darbeye karşı Mursi, şimdiye kadar alışık olmadığımız bir tavır takınmıştır; dik durmuş, darbeci generallere ve destekçisi bölgesel ve küresel bütün güçlere karşı!. Gözaltında iken, darbecilere karşı bu çıkışıyla belki idama götürülme ihtimali varken, buna rağmen darbeyi reddetmesi, darbecilere karşı dik durması takdire şayan bir harekettir. Bu, bölge halklarının umudunu yeşerten ve geleceğe umutla bakmasını sağlayan bir tavırdır. Aslında bu tavır, yönetimde de olsalar darbecileri mağlup etmiş ve zelil düşürmüştür. Umut ve temenni ederiz ki, bu duruşunu batılı değerlere karşı da devam ettirir.

 

Mısır halkının kahir ekseriyeti, ramazan ayına ve tahammülleri zorlayan bu sıcak günlere rağmen, darbeden bu yana Adeviyye, Nahda ve Ramses meydanları başta olmak üzere ülkenin birçok kentindeki meydanları terk etmemiş ve eylemlerine devam etmiştir. Meydanları dolduran milyonluk kalabalıklar, 8 Temmuz’da ve 27 Temmuz’da gerçekleştirilen katliamlara rağmen devam etmektedir. Halk ölümüne, ölüm kusan silahlara karşı göğüslerini siper etmektedir. İhvan yetkililerinin cesaretli açıklamaları ve her şeye rağmen, sonunda ölüm de olsa ki vardır, meydanları terk etmeyeceklerine dair açıklamaları, sadece darbecileri panikletmemiş, aynı zamanda arkasındaki karanlık ve sömürgeci güçleri de panikletmiştir.

 

Asıl devrim şimdi başlamıştır, inşallah tevhidi istikamet korunarak ve sistem içi iktidar arayışları yerine Kur’ani toplumsal değişime vesile olunarak yaşanacak, ödenen bedellerle, akan şehid kanlarıyla bereketlenerek gelişecektir. İnşaallah bu gerçek devrim, sadece Mısır’la sınırlı kalmayacaktır, Suud ve BAE başta olmak üzere, krallıklar ve Şeyhlikler bir bir devrilecek ve yerine İslami yönetimler gelecektir. Mescid-i Aksa işgal altındadır da, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi çok mu özgürdür? Mescid-i Aksa nasıl ki kurtuluşunu bekliyorsa, aynı şekilde Mescid-i Haram da, Mescid-i Nebevi de kurtuluşunu beklemektedir.

 

Mısır’ın kurtuluşu, Suriye’nin kurtuluşuna, Suriye’nin kurtuluşu ise Filistin’in kurtuluşuna vesile olacaktır. Filistin’in kurtuluşu ise bütünüyle ümmetin kurtuluşunu sağlayacaktır. İnşaallah, Mısır’da başlayan bu kıyam, ümmetin de kurtuluşuna vesile olacaktır.

Rabbimiz bölgemizdeki tüm Müslüman halkların emperyalistlere ve yerli işbirlikçileri despot yönetimlere, işgalcilere, darbecilere karşı onurlu direnişlerinde, tevhid, hak ve adalet mücadelesinde yardımcıları olsun. Hak yoldaki çabalarında kardeşlerimizi muzaffer kılsın. “

Genç Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ali Kaçar ‘ın ortak basın açıklamasını okuduktan sözü alan İlkav yönetiminden Emrullah Ayan, dünyada beşeri ideolojilerin insanlığı getirdiği acı durumun ortada olduğunu belirterek ,Mısır ın Müslümanlarının kaderi ile Filistin’in,Suriye ile Kudüsün,işgal altındaki Mekke -Medine ile Türkiye Müslümanlarının kaderinin farklı olmadığını beyan ederek,vahyin aydınlığında ,resulun yolundan ayrılmayan ilkeli ,tevhidin mesajını tüm topluma iyi temsille sunanların Allahın rızasına kavuşacağını ifade etti.

 

Vahdet Vakfını temsilen söz alan Muhittin Özdemir ise Siyonist çetenin tuzaklarının hiç bitmeyeceğini,ancak peygamberimizin hadislerinde de belirtildiği üzere Müslümanlar’ın dinlerinde samimi oldukları müddetçe kafirlerin onlara zarar veremiyeceği ve Allahın yardımının müminler üzerine olacağını beyan etti.

 

Umran hareketini temsilen söz alan Dr.Mehmet Sılay da, Mısır’da Adeviyye’den Türkiye’deki meydanlara Selahaddin Eyyubilerin, Mehmet Akiflerin yetiştiğini söyleyerek,direnişin Allahın Rahmetini celp edeceğine inandığını ifade etti. 

Büyük bir katılımla gerçekleşen basın açıklaması Muhittin Özdemir Hocanın dua ettirmesi ile son buldu.

Bu içerik 2822 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon