Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   CUMA HUTBELERİ  >  2015
 
Hutbe: KATLİAMLARI VE İŞGALLERİ UNUTMADIK
Tarih: 20/03/2015
   


“O zulmedenler yakında nasıl bir inkılabla devrileceklerini bileceklerdir.”

“O zulmedenler yakında nasıl bir inkılabla devrileceklerini bileceklerdir.” (Şuara:227)                                                                                                                                         

Kıymetli Müslümanlar, içerisinde bulunduğumuz günler işgal ve katliamların çokça yaşandığı, acı hatıralarla dolu, ders çıkarmamız gereken günler. Müminler yaşadıklarından ibret alıp hayatına çeki düzen veren aklı selim insanlardır. Evet Irak’ın Halepçe bölgesinde tam 27 yıl önce yani 16 Mart 1988 tarihinde neler olmuştu isterseniz hafızalarımızı biraz tazeleyelim ve o günleri hatırlayalım;                                                                                                                                                                 

Kürtlere karşı uygulanan Enfal harekatı, Baas rejiminin 1968’de iktidarı ele geçirmesinden itibaren uygulamaya konulan bir Araplaştırma politikasıdır. Bu harekatın temel mantığı şöyledir: Toplu olarak yaşayan Kürtler bulunduğu bölgelerden zorla alınarak, Arapların yaşadığı yerlere yerleştirilecek ve burada asimile edilecek. Bu politikaya karşı direnenler ise yok edilecek. Bu amaçla başlayan uygula-malar yaklaşık 15 yıldan fazla sürdü. Tabii İran-Irak Savaşı, Bağdat yönetimine, Kürtleri dize getirmeyi amaçlayan çabalarını doruğa tırmandırmak için ele geçirdiği fırsatı kamufle edebileceği elverişli bir ortam da hazırladı. O açıdan Enfal Harekatı başlı başına İran-Irak Savaşı’nın bir uzantısı olarak görülmemelidir. Zira Bağdat’ın Kürtlere yönelik baskı politikalarının operasyon öncesine dayanan 15 yıllık bir geçmişi vardır.


Enfal Operasyonu ise, 23 Şubat ile 6 Eylül 1988 tarihleri arasında coğrafi olarak altı ayrı Kürt bölgesinde yürütülen ve toplam sayısı sekiz olan eşgüdümlü bir askeri saldırıya verilen addır. Trajik olan, böyle bir göçertme ve katliam operasyonuna Kuran’da geçen bir surenin adının verilmiş olmasıdır. “Enfal” ganimet anlamına gelmektedir. Enfal Suresi’nde Müslümanların ordularına düşmanların ganimetini ele geçirme izni verilmektedir. Saddam bu dini terimi kullanarak kendisini İslam’ın temsilcisi, katlettiği masum halkı ise Kafir olarak nitelendirmiştir. Operasyon, kendisine Güney Kürdistan’da Saddam Hüseyin’inkilere denk yetkiler verilen Ali Hasan el-Mecit tarafından yürütülmüş ve Kürtler tarafından kendisine “Kimyasal Ali” lakabı takılmıştır. Enfal Operasyonu boyunca binlerce köy tahrip edilmiş, kimyasal saldırıların ardından sivil halk bir araya toplanarak kamplara nakledilmiş, esir muamelesi görmüş ve bu insanların önemli bir kısmı öldürülmüştür. Kadınlar ve çocuklar özel kamplara, yaşlılar güney Irak’a yollanmış, 15 ile 50 yaş arası çok sayıda erkek ise büyük bir gizlilik içinde katledilmiştir. Enfal Operasyonu’nda öldürülen Kürtlerin sayısına dair muhtelif açıklamalar yapılmakla birlikte bu sayının en az 100,000 olduğu tahmin edilmektedir. Kürt kaynaklarına göre operasyon sırasında ölenlerin sayısı 180,000’dir. Operasyonlardan sorumlu “Kimyasal Ali” ise kendi tahminini şu sözlerle ifade etmiştir: “Nereden çıkıyor bu abartılmış 180 bin rakamı? 100 binden fazla olmamıştır!”

Enfal kurbanlarının çoğunun, özellikle erkeklerin ve erkek çocukların cesetleri bulunamamıştır.                

Evet, Halepçe’de o gün aslında tüm insanlık katledildi. Ancak her zaman olduğu gibi ölenler hem Müslüman hem de Kürt kimlikli insanlar olunca, katliam çok cılız kınamaların ötesinde bir ses getirmedi. Katliamı gerçekleştiren otorite o dönem Batının ve de ABD’nin yakın müttefiki bir zevat (!) olunca bunun ötesinde bir yaptırım da gelmedi. Çünkü o zamanlarda Saddam diktatör değildi(!) sonradan ABD çıkarlarına hizmette kusur gösterince, çıkarlar ters düşünce, terörist ve canavar oluvermişti. Demokrasiyi kabullenemediği ve kadim dostuna belki de hisseden fazla pay ayırmayınca ya da kullanma tarihi sona erdiğinden yargılanıp idam edildi. Ve insanlık da bir teröristten(!) daha kurtulmuş oldu.

Bir gazeteci o günü şu ifadelerle tasvir ediyor: Bundan 26 yıl önce, 16 Mart 1988 sabahı, elma kokusuyla uyandı Halepçeliler. Sevinçle mutfağa yöneldiler önce. Kokunun mutfaktan gelmediğini görünce camlarını açtılar. Baktılar ki koku dışarıdan daha çok hissediliyor, hemen dışarı akın ettiler merak ve heyecanla. Çıktıklarında gördüler ki herkes aynı merak ve heyecanla dışarı çıkmış. Hızlı hızlı yürümeye başladılar; kokunun kaynağını aramaya başladılar. Gittikçe şiddetlendi elma kokusu. Ama bir yandan da derilerinde bir yanma hissettiler sanki. Aldırmadılar ve yürümeye devam ettiler. Bu sefer daha hızlı koşmaya başladı birçoğu. Ancak zamanla o yanma gittikçe şiddetlendi. Koşuyorlardı; ama yanıyorlardı da. Bu sefer de dönüp eve doğru koşmaya başladılar. Yanma iyice artıyordu. Zamanla derilerinin morarmaya ve büzülmeye başladığını gördüler korkuyla. Bir an önce suya ulaşmalılardı. Kendilerini can havliyle suya attıklarında ise bedenleri kavruldu bu sefer, asit dolu bir havuza girmişler gibi. Artık ölmüşlerdi, ölümün nereden geldiğini anlayamadan. Yanarak ölmüşlerdi, üstelik ateşsiz ve dumansızdı bu yanma çığlıklarla, bağrışlarla, çağrışlarla. Bir avuç kül oluvermişlerdi aniden, ne olduğunu anlayamadan…

Evet değerli kardeşler, tarih tekerrürden ibarettir. Geçmişte Ad’ın Semud’un Firavn’un Ebu Cehil’in yaptıklarını bugün de torunları yapmaktalar. Bugün Suriye,Mısır,Arakan, Çin vb ülkelerde yaptıkları katliamlar gibi.  Bizler bu tür vahşetleri elbette protesto etmeli ama daha da önemlisi bu katliamların aktörlerini iyi tanımalı onları böyle insanlıktan çıkartan beşeri ideolojilerini, şeytani dinlerini, demokrasi vb. yalanlarını reddetmeli ve onlardan her şeylerimizle özellikle hayat tarzımızla ayrış-malıyız. Bir taraftan onları tel’in ederken, diğer taraftan da onların değer yargılarını kabul etmek, uygar dünyalarını(!) en ideal yönetim ve model olarak sunmak gibi amansız bir çelişkiye düşmemeliyiz. Bu pislikleri, ricsi üreten ana unsurun kendi şeytani düzen ve sistemleri olduğu gerçeğini insanlara haykırmalıyız. Hala bunu anlamayacak ve aynı delikten hep ısırılacak mıyız? Oysa Rasulullah Mü’minlerin özelliklerinden bahsederken aynı delikten sürekli ısırılmazlar buyurmamış mı idi? Şeytanı ve dostlarını düşman bellemek bizim imani bir sorumluluğumuzdur.

 Değerli Kardeşler, 15 Mart denildiğinde de her halde yüreğimizin burkulmaması mümkün değildir. Evet Çanakkale de her dönemin canavarları gene bir İslam coğrafyasını bugün Suriye, Filistin, Mısır ve Afganistan’da olduğu gibi, fiili işgal planlamakta idiler. Bu planın bir parçası olarak Çanakkale boğazından tüm işgal gereçleri ve mühimmatı boğaz üzerinden İstanbul’a ulaştıracaklardı. Fakat müstemlekeci Kafirler ummadıkları bir direnişle hedeflerine o an için ulaşamadılar. Bölgede kutsallarına namahrem eli uzanmasın diye 250.000 insan canını bu uğurda feda etti. Üzerinden şu kadar zaman geçti. Pekiyi gerçekten de Çanakkale geçilemedi mi? Bilakis daha o zamanda Batı hayat tarzını onların kanun ve kurallarını kabullendiğimizde kıblemizi batı oluşturduğu andan itibaren geçilmişti? Bugünlerde yazılan konu ile ilgili makalelere göz attığımızda birçok yetkin insanın tespit ettiği gibi Çanakkale ve İstanbul hatta bütün ülke sessiz sedasız tereyağından kıl çekercesine işgal edilmişti. Yönetenler, uygulayanlar belki yabancı insanlardan değil hatta namazlı örtülü insanlardan oluşabilir ancak yaptıkları iş işgal kuvvetlerinin yaptıklarından farksız olunca çözümün Kur’an’a dönmek olduğu rahatlıkla görülebilir.

Burada esas üzerinde durulması gereken Çanakkale’yi geçip ülkeyi işgal etmek isteyenlerin bu isteklerine ulaşıp ulaşamadıklarıdır. Bugün makalelerde dile getirilen birçok hususun da ötesinde mesele, temelde bizlerin toplum olarak Kur’an’ın emrettiği mutedil ümmet olma, örnek nesli oluşturmada nerede olduğumuzdur? Demokrasiye kutsallık payesi verip bu şirk anlayışını içselleştirmiş bir toplum var karşımızda. Allah’ın ilahlığının rafa kaldırılmak istendiği, yasaların kaynağının hevaya dayandırıldığı bir ülkede yaşamaktayız. Tağutiliğin kimler tarafından yürütülmesi önemli değil isterse namaz kılanlarca icra edilsin hüküm değişmez. Kur’an’ın tanımlaması esas alınır. Bizim kendimize ya da birilerine bir sıfatı layık görmemiz Kur’ani bir temele dayanmıyorsa bir şey ifade etmez. Bunun üzerinde düşünüp çıkış yolu göstermek ve bu yolda mücadele etmektir sanırım bizlerden istenen.          

Rabbim bizleri bu tarihi olayları değerlendirip doğru davrananlardan kılsın. Ümmetin yardımcısı olsun. Mazlumlar ve mahrumlar için yaşasın adalet ve zalimler, katiller için yaşasın cehennem.

20.03.2015
Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU

 

 

Bu içerik 2336 defa görüntülendi.
 
 
CUMA HUTBESİ YAZARI

İLKAV
  Diğer Cuma Hutbesi Yazıları

 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon