Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   İKTİBASLAR  >  2014
 
İslam ve IŞİD Benzeri Şiddet Eksenli Yapılanmalar ve Emperyalist Oyunlar
Tarih: 08/09/2014
   


İki bölümünü yayınladığımız "İsrail´in Gazze Saldırıları ve Ümmetin Hali" konulu söyleşimizin yayınlanma sürecinde, başta IŞİD hareketliliği ve bölgeye yönelik yeni emperyalist müdahalelerle gelişen olayların da değerlendirilmesinin önemi sebebiyle yeni sorular yönelttiğimiz Mehmet Pamak´tan aldığımız cevapları, 3. ve son bölüm olarak ilginize sunuyoruz.

Radyo Denge

3. Bölüm

 

Emperyalistlerin ve Siyonistlerin Bölgemizde Etkin Olmalarının Müsebbibi Bölge Yönetimleri ve Ölçüsüz Şiddete Yönelen Yapılardır

 

Radyo Denge: "Bölgedeki emperyalist oyunların ve projelerin sonuç almasının sebebi, bölge ülkelerindeki yönetimlerin "figüran"lığa razı olan işbirlikçi konumları, edilgenlikleri ve birlikte özgün politikalar geliştirememeleridir" demiştiniz. İşte bu durumun etkisiyle, yani üzerlerindeki yöneticilerin işbirlikçilikleri, zulümleri, baskıları sebebiyle de bölgede bu yönetimleri silahlı mücadeleyle devirmek isteyen IŞİD gibi yapılar ortaya çıkıyor. Bu sefer de bu yapıları bahane ederek yine emperyalist güçler devreye giriyor ve bölgeye müdahale ediyorlar. IŞİD gibi örgütlerin sizin de belirttiğiniz İslam'a zarar veren uygulamalarını bizler kınarken, ABD ve İngiltere gibi emperyalist ülkeler IŞİD mevzilerini vurunca, Müslümanlar emperyalist müdahaleye karşı haklı bir tepki gösteriyorlar ama sonuçta bazıları da bu sebeple IŞİD'i savunmaya geçiyorlar. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Pamak: Daha önce bu konuda söylediklerimi önemine binaen bir daha hatırlayalım: "Bölge ülkeleri çıkar eksenli politikalarla emperyalistlerin bölge için yazdıkları senaryoların figüranları olacaklarına, değer eksenli özgün yerli politikalarla, bölge halklarının barış içinde birlikte yaşayabilecekleri inisiyatifler geliştirebilseler ve bölgenin aktörleri olarak hiç değilse görece bağımsız politikalar üretip çatışmayı değil barışı egemen kılsalardı bu noktalara gelinmezdi. Batılı ve doğulu emperyalistlerin safına kayıp bölgede cepheleşeceklerine, inisiyatif alıp bölgenin sorunlarını bölgede geliştirecekleri yerli ve özgün politikalarla çözmeyi deneselerdi ve böylece bölge halklarının kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarının önünü açsalardı, sonuçta da despot, diktatör yönetimlerin tasfiye olmasının yolunu açıp zulümlerini engelleyebilselerdi, bölge sadece emperyal projelere hizmet edip yerli halklara zarar veren bugünkü kaosa sürüklenmezdi. Tabii ki sonuçta, IŞİD benzeri kör şiddet eksenli grupların istismar edip yeşereceği, güçleneceği ve kolayca maniple edilip yönlendirilebileceği ortamlar oluşmazdı. Ama maalesef İran ve Suriye doğulu emperyalistlerin safında (Irak hem doğulu hem de batılı emperyalistlerin oyuncağı), Türkiye, Suud, Körfez, Ürdün ve Sisi'nin Mısır'ı Batılı emperyalistlerin safında yer alarak emperyalistlerin ve İsrail terör devletinin projelerinin figüranı olmak durumuna düştüler ve bu çıkar eksenli çatışmacı yöneliş sonucunda bölge de bugünkü kaosa sürüklendi. Bu durum da, hem emperyalistlerin bölgeyle daha kolay oynamalarının önünü açmakta, hem de İsrail terör devletinin Filistin ve bölge üzerindeki projelerini uygulamaya koymakta daha da cesaretlenmesine, azgınlaşmasına sebep olmaktadır."

 

İşte bu sebeplerle bugün bölgemiz giderek daha tehlikeli çatışmalara doğru sürüklenmekte, İslam ve Müslümanlara büyük zararlar veren emperyalist ve Siyonist projeler daha kolay uygulama alanı ve imkanı bulabilmektedir. IŞİD gibi yapılar da bu tür ortamların ürünleridir.

 

Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Ali Karadaği, Al Jazeera-Türk’ün sorularına verdiği cevapta; IŞİD, El Kaide, Boko Haram ve Şebab gibi örgütlerin normal olmayan koşullarda, bölgedeki bazı despot rejimlerinin baskıları nedeniyle ortaya çıktığını söylüyor. Bu tür yapıların nüvelerinin özellikle baskıcı rejimlerin hapishanelerinde hayat bulduğunu, ilk çıkışının Mısır hapishaneleri olduğunu, zindanlara atılan Müslümanların kendilerine zulmeden, işkence eden polis ve askerlerde, bildikleri İslami vasıfların hiçbirisini görememelerinin tekfirci sert fikirlerin zeminini oluşturduğu tespitini yapıyor. Bu fikri ilk sahiplenen Muhammed Şükrü Mustafa'nın kurduğu gruba ‘Tekfir ve Hicret Cemaati’ adını verdiğini ifade ediyor. Yani şiddete dayalı fikirlerin oluşması ve yayılmasının asıl nedeninin, yöneticilerin uyguladığı, zulüm, baskı ve değişmez iktidarları olduğunu söylüyor.

 

Tabii bir de buna, sosyalistiyle, kapitalistiyle seküler emperyalist Batı devletlerinin hem onları desteklemek suretiyle onların baskı ve zulümlerinin arkasında yer almaları, hem de bizzat gerçekleştirdikleri işgallerle Müslüman halkları sömürmeleri, haklı direnişleri bahane ederek kitlesel katliamlara maruz bırakmaları da eklenince, haklı olarak şiddet eğilimi Müslüman gençler arasında çok daha fazla yaygınlaşabilmiştir.

 

Karadaği'ye göre; işte böyle bir ortamda "Arap Baharı" ortaya çıkıyor. Önce Tunus kendi baskıcı yöneticisinden kurtuluyor, sonra da Mısır. Ama halkların kaderlerini özgürce belirlemelerinin önü kesilip, emperyalist ülkeler ve yerli işbirlikçileri silahlı güçler eliyle müdahaleler başlayınca, bu durum da bölgede şiddete dayalı mücadele eğilimine sahip kesimlerde "bizim savaşmaktan başka mücadele yolumuz yok" anlayışının tekrar keskinleşerek ortaya çıkmasına yol açmıştır.

 

Karadaği bu noktada, Kissinger'in "Amerika'nın gücü iki temel esasa dayanır, birincisi yaratıcı karışıklık ki bu karışıklık ABD’ye çalışma alanları, müdahale alanları  sağlar, ikincisi iplerin elimizde olması" sözünü hatırlatıyor. "Bu amaçla Amerikan haçlı, siyonizm projesi olarak kimi yapılar üretilmiş ya da içlerine sızılmış olabilir" tespitini yapıyor. "Tıpkı Mısır’daki selefi akımlar, Ezher kökenli kişiler ve bazı Sufi hareketler gibi. Amerika’nın ılımlı İslami düşünceyi hedef alan stratejisi, İslam dünyasında başarılı olmuş akımları, boşa çıkarmak maksatlıdır... Bugün İslam dünyasında halkın tek kabul ettiği gerçeklik İslam’dır. Dolayısıyla İslam ile mücadeleyi yine İslam içindeki kişilerle yapıyorlar" ifadelerini kullanıyor. (http://www.dunyabulteni.net/haberler/306269/karadagi-isid-zalim-rejimlerin-urunu).

 

Dünya Müslüman Alimler Birliği 4. Dönem Toplantısında konuşan eski Kudüs Müftüsü ve Mescid-i Aksa Camii İmamı Sabri ise: "Aşırılık, yöneticilerin diktatörlüğü ve alimlerin görevlerini yerine getirmemesi sonucu ortaya çıkıyor. Alimler halkın arasına karışmalı" diyerek, bizzat "Alimler Birliğinin" ve onu teşkil edenlerin düştüğü durumu itiraf mahiyetinde bir açıklama yapıyor. Kanaatimce buradan çıkarılması gereken sonuç şu olmalıdır; bir yandan despot rejimlerin ve emperyalistlerin baskı, zulüm, sömürü, işkence ve katliamları mazlum halkların çocuklarını şiddete yönlendirirken, diğer taraftan "İslam alimi", "Müslüman aydın, öncü, cemaat lideri" unvanı taşıyanların nitelikli ve güzel bir örneklik/model oluşturamamaları, mazlum halkların çocuklarında meydana gelen haklı tepkiyi Nebevi bir yönteme kanalize edememeleri, bu anlamda ilmiyle amil ahlaklı örneklikler ve doğru temsiller ortaya koyamamalarıdır. Hatta tam tersine bu öncülerin ortaya koydukları eklektik, hak-batıl karışımı söylem ve duruşlar, batıl sistem içi siyasetlere eklemlenmeye yönelik çağrılar, bu silahlı mücadeleye dayalı şiddet eksenli uca doğru eğilimi daha da besleyen bir rol oynamaktadır. Çünkü kendileri Nebevi vasatta bir örneklik oluşturmak yerine, sistem içi siyasete doğru meyledip, üstelik Müslümanları Nebevi yöntemle sadece Kur'an'a davet edecek yerde sistemin laik demokratik partilerine oy vermeye ve hatta bu şirk amelinin "farz", "ibadet", "takva" aksinin ise "günah" olduğunu bile söylemeye kadar varan ilkesiz, tutarsız yaklaşımları sebebiyle bunalan ve bu gidişe sinirlenen gençlerin de öteki uca, tekfirci şiddet eksenli uca doğru savrulmasını tahrik ediyorlar.

 

Sistem İçine Doğru Demokratik Savrulmalar,

Şiddet Eksenli Tekfirciliği Besleyen Bir Rol Oynuyor

 

Radyo Denge: Bu konuda somut bazı örnekler verebilir misiniz?

 

Pamak: Mesela  Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf el-Karadavi; "laiklikle İslam bağdaşır", "din bireyseldir", "ekonominin dini imanı olmaz" anlayışına sahip ve Müslümanları bu anlayışa ve bütün dinlere eşit uzaklıkta duracağı iddia edilen Anglosakson laikliğine çağıran AKP ve Erdoğan'a oy verilmesinin "dini bir fariza" olduğunu söyleyebilmiştir. "Türkiye halkı son yıllarda farklı alanlarda kalkınmayı beraberinde getiren büyük bir demokrasi örneği sergiledi. Ben bu demokrasi yolundaki başarıyı Türkiye ve İslam ümmetine hayır getirmek üzere yollarını tamamlamaları için çağrıda bulunuyorum, Oylarınızı heba etmeyin" diyebilmiştir. "Kendi şahsım adına ve Dünya Müslüman Alimler Birliği Kurumu adına" şerhini düşerek yaptığı açıklamada, herkesin oy kullanması ve bu hakkını heba etmemesi gerektiğini söyleyen Karadavi; "Ülkesinin ve halkının yararı doğrultusunda doğru bulduğu kimseye oy vermek dini bir farizadır. Kur'an bize bu yönde talimat vermiştir" ifadesini kullanabilmiştir. "Müslüman Türkiye toplumunun cumhurbaşkanlığı seçiminde samimiyeti ve cesaretiyle, güçlü, güvenilir, bilgili, vatanına, dinine ve milletine sadık olduğunu ispatlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı seçmesine davet ediyorum. Zekası ve geniş perspektifiyle halkının desteğini alan Erdoğan, bu duruşuyla, Allah'ın onunla olmamızı emrettiği bir kişi olduğunu gösteriyor. Çünkü Allah bize, 'Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun' diyor" (AA - http://www.aa.com.tr/tr/s/370800--guvenlir-samimi-ve-guclu-lider-erdogani-destekliyorum) açıklamasıyla tevhid dininin ölçü ve ilkelerini laik demokratik siyaset için kullanacak kadar ileri gidebilmiştir. Ancak dikkat çekici bir husus şudur ki; bazı tevhidi kesim haber siteleri bu kadar önemli bir savrulmayı ve eleştirilmesi gereken bir bilgiyi görmezden gelme yöntemini tercih etmişlerdir. Böylece kendilerinin Türkiye'de ortaya koydukları AKP yanlısı yozlaştırıcı tavrın, içeriyi kendileri kadar bilmeyen dışarıda da nasıl bir erozyona yol açtığını adete gizlemeye çalışmışlardır.

 

Evet, Türkiye'de de birçok "alim", "ilahiyatçı akademisyen" ve kimi "hocalar", "İslami cemaat" iddiasındaki yapıların önderleri, tevhidi uyanış süreci öncüleri, aydınları zaman zaman bu tür söylemleri tekrar ede geldiler, ortak bildirilerle Kur'an'a aykırı yollara destek olmaya çağrılar yapabildiler. Davetin muhataplarını ve Müslümanları sadece Kur'an'a ve Resulullah'ın mücadele sünnetine, nebevi yönteme çağırmak sorumluluklarını zaafa uğratarak, bazı kazanımlar ve görece özgürleşme imkanı adına batıl sistem içi siyasete destek vermeye de davet ettiler.  Yani davetlerine şirk bulaştırdılar. Kimisi "oy vermeyin koyverin diyemem" diye başladığı çağrılarını, AKP'ye ve politikalarına oyla aktif destek vermenin "ibadet, takva, Allah'a teslimiyet" olduğunu söyleyecek kadar ileri taşıyabildi. Kimileri de "Erdoğan ve AKP'ye oy vermemenin büyük günah ve CHP'ye destek vermek" olduğunu söyleyebildi. Kimileri de, laik olduğu ve bu sebeple Allah'ın hükmüyle hükmetmediği ve üstelik Anglosakson laikliğinin İslami olduğunu da söylediği halde, sırf "görece özgürlük" sağladığı için AKP döneminde artık laik ulus devletin ve laik rejimin "tağut olmaktan çıktığını" söyleyebildiler. Böylece elde edilecek kimi kazanımlar için AKP ve politikalarına destek ve oy vermenin "maslahaten gerekli" olduğunu ifade edip, oy verme çağrısı yapabildiler. Sonuçta hep birlikte, muhafazakar demokrat, liberal laik AKP hükümetine "teolojik alt yapı ve meşruiyet kazandırmaya" kadar giden söylemlere kaydılar.

 

"İslam âlimi", "Müslüman aydın, hoca" ya da "İslami cemaat önderi" sıfatlarıyla anılan şahsiyetlerin maalesef çok büyük ekseriyetinin "gelecek tasavvuru" ile gaye ve hedeflere dair ufku; sistem içi siyaset ve sistem içi değişimle iktidar olma sınırlarını aşamamaktadır. Bu yüzden de vahye ve sünnete uygun özgün bir istikamet ve hedef belirlenememekte, zaman zaman bu tür eğilimler ortaya çıksa da istikrarlı olunamamakta, korunup geliştirilemeden tekrar sistem içinden esen rüzgarlara göre yelken açılmaktadır. Sonuçta da bu tevhidi nebevi yöntem kalıcılaştırılamamakta, bu yolda sabırlı ve azimli bir örneklik oluşturulamamaktadır. En fazla, sistem içinde kalarak, ama geçmiş tarihsel süreçte üretilmiş kültür ve medeniyet birikimini yeniden ihya etme hedefini de gündemleştirerek ve bu hedef kutsallaştırılıp mevcut batıl sistemle bütünleştirilerek seküler sistemlere meşruiyet sağlanmaya çalışılmaktadır. Öncelikle geleneksel cahiliye olarak nitelendirilebilecek bid'at ve hurafeleriyle bir bütün olarak kutsallaştırılan geleneksel kültür ve medeniyet birikiminin olduğu gibi ihyası bir sapmadır. Bir de geleneksel birikimi modern cahiliye olan laik ulus devlet ve onun seküler liberal kavram ve değerleriyle de harmanlayıp bunları da kutsal ilan eden eklektik bir anlayışa saplanmak da bir diğer sapmadır. Böylece ortaya çıkan sentezle Allah'ın hükmünü ve vahyi belirleyici kılmayan "Yeni Türkiye" oluşturmak ve bu hedefi kutsallaştırmak, İslamileştirmeye çalışmak bir diğer saptırma gayretidir. Maalesef mevcut batıl sistemlere meşruiyet kazandıran, böylece seküler rejimi kutsallaştırıp geniş kitlelere benimseterek ömrünü uzatan ve toplumun din algısını hak-batıl karşımı istikamette yönlendirmeye yol açan bu gidişe en fazla karşı çıkması gereken tevhidi uyanış süreci bakıyesi kesimler bile bu söylemden çok etkilenip sahiplenmekte ve bu sistem içi siyasete eklemlenivermektedirler.

 

İşte Kur'an ilimlerini tahsil etmiş ve yıllarca Kur'an'a davet etmiş bu alim, akademisyen, hoca ve öncü şahsiyetlerin, bu birikimlerini bir tarafa bırakıp ya da yeni tevillerle eğip bükerek sistem içi siyasete destek amacıyla kullanmaları ibret verici ve son derece üzücüdür. Bu kesimlerin böyle bir basiretsizlik ve ilkesizlikle, pragmatizmin yol açtığı sığlık ve ufuk darlığıyla sonuçta tevhidi nebevi yöntemden uzaklaşmaları sebebiyle şiddet eksenli tekfirci "aşırı uç" bunlara yönelik haklı tepkiden de beslenerek daha fazla büyümüştür. Yani alimlerden, hocalardan, cemaat önderlerinden sadır olan bu tür sistem içi siyasete meşruiyet kazandırma ilkesizlikleri, bir kısım Müslümanları sistem içi uzlaşma zeminlerine savururken, diğer bir kısmını da bu savrulmaya kızgınlık ve tepkisellikle şiddet eksenli öteki uca itmektedir. Aslında bu iki sapma, iki uç birbirini itme, tahrik etme ve besleme rolü de oynuyorlar. Batıl sistem içi uzlaşmacı çizgiye savrulanlara kızanlar yeni bir ilkesizlikle ölçüsüz tekfir ve kör şiddete kayarken, onların bu kör şiddetini ve zulmünü görenler de laik demokrasinin "faziletlerini" (!) yeniden keşfetmeye başlayabiliyorlar. Sonuçta bu iki uca kayanlar birlikte, vasat olan Nebevi yönteme, İslam'a, Müslümanlara ve İslami tevhidi mücadeleye büyük zararlar veriyorlar. Üstelik iktidar eksenli bu iki uç, kulluk ve ahiret eksenli Kur'ani çizgiyi ve Resulün mücadele sünnetini tavizsiz sürdürmekte ısrar eden vasattaki az sayıda Müslüman'ı ise, yok sayıp dışlıyorlar, hatta bazen "hala orada mısınız?" diyerek küçümsüyorlar.

 

Evet, sonuç olarak bizce de bütün bu sebeplerle İslami uyanış süreci mensupları, "ılımlılık" ve "radikallik" olarak tanımlanan iki uca doğru itilerek, zorlanarak, yönlendirilerek vasattaki Nebevi yöntemden uzaklaştırılıyorlar. Kur'ani davet ve inşadan uzaklaştırılarak ilahi yardımı hak etme imkanından da mahrum bırakılıyorlar. Sonuçta bir taraftan bölgede egemen kıldıkları işbirlikçi despot yönetimlerin baskı, zulüm ve işkenceleriyle, diğer taraftan bizzat kendilerinin işgal, istila, katliam ve sömürü politikalarıyla bölgeye tahakküm eden emperyalist devletler, bölge halklarının zulme itiraz eden çocuklarının haklı bir isyanla silahlı mücadeleye doğru kaymasını sağlıyorlar. Sonra da içlerine sızarak ya da bizzat yetiştirdikleri kadrolara da bu tür yapılar teşkil ettirerek veya başka yöntemlerle (ürettikleri silahları istediklerine istedikleri kadar -istedikleri parayla- vererek, istihbarat çalışmaları ve provokasyonlar yaparak) istedikleri istikamette yönlendirmeler yapıyorlar. Böylece bölgenin kaosa sürüklenmesini ve kendi yeni müdahalelerine ya da yeni emperyalist projelerini uygulamalarına müsait ortamların oluşmasını sağlayıp kullanıyorlar.

 

Radyo Denge: Bunlara ilaveten IŞİD gibi yapıları ortaya çıkaran ortama dair neler söylenebilir ve neden öncelikle bu ortamı hazırlayanlar eleştirilmelidir?

 

Pamak: Mesela PKK'nın ulusalcı bir refleksle kör bir şiddeti esas alan bir isyan hareketi olarak ortaya çıkışında ve bu kadar güçlenmesinde nasıl Kemalist diktatörlüğün, inkâr ve asimilasyon politikalarıyla oluşturduğu zulüm bataklığı ve Diyarbakır Cezaevi işkenceleri önemli bir rol oynamıştır. Aynı şekilde IŞİD gibi yapıların İslami duyarlılık taşıyan, ama vahyî ölçü ve hudutları aşarak kör şiddeti esas alan bir isyan hareketi olarak ortaya çıkıp güçlenmesinde de Şii taassubuyla hareket edip Sünni halkı baskı ve zulümleriyle, hatta katliamlarıyla bunaltan Maliki diktatörlüğünün önemli payı vardır. Ayrıca ABD işgali, ABD ve işbirlikçisi Şii iktidar sahiplerinin birlikte kotardıkları Felluce ve Ramadi katliamları ve Ebu Garib Cezaevi işkenceleri, Müslüman kadınlara reva görülen tecavüzler önemli rol oynamıştır.

 

Suriye'de de İran ve Hizip destekli Baas katliamları aynı etkiyi arttıran bir rol oynamıştır. Dolayısıyla tabii ki öncelikle bu zulüm bataklığını oluşturan emperyalist işgalciler ve onların işbirlikçileri olan zalim diktatörler ile destekçileri sorumlu tutulmalı, tel'in edilmelidirler. Aynı şekilde, Saddam rejimini devirmek üzere Irak'a gelirken daha baştan, o diktatöre karşı savaşan "Ensar-el İslam" kamplarını vurup yüzlerce Müslüman'ı havadan attıkları füzelerle alçakça katleden emperyalistlerin ve onlara yer gösteren yerli işbirlikçileri laik Kürt ulusalcılarının bu gelinen noktadan sorumlu tutulmaları ve tel'in edilip kınanmaları öncelikli olandır. Çünkü bu zulüm bataklıkları oluşturulmasaydı, bu bataklıklardaki şartların zorlamasıyla bu kör şiddet eksenli yapılar yeşermeyecek ve sonuçta bugünkü kaos ve çatışmalar, masum halkların katledilmesi gibi acı olaylar yaşanmayacaktı. Bu yüzden, kanaatimce birisi laik ulusalcılık, diğeri İslam adına zulme isyan tepkiselliğiyle ortaya çıkan, ama ilkesizlik ve ölçüsüzlük sebebiyle sonunda kendileri de alternatif zulümlere kayan PKK ve IŞİD gibi yapıların zulmünden, onları doğuran şartları hazırlayanlar da sorumludurlar. Tabii ki, PKK ve IŞİD'in sorumluluklarını ve suçlarını ortadan kaldırmamakla beraber, öncelikle onları doğuran zulüm bataklığını oluşturan emperyalist seküler devletler ve bölgedeki işbirlikçi diktatörlükler sorumlu tutulmalı ve öncelikle onlara hesap sorulup, öncelikle onlar tel'in edilmelidirler.

 

Bölgedeki Etnik, Mezhepçi ya da Hizbi Çatışmalar, Oluşan Kaos Ortamında Emperyalist Müdahaleleri Kolaylaştırıyorlar

 

Radyo Denge: Peki, bu aşırı şiddet yanlısı grupların oluşturdukları kaos ve çatışma ortamından istifadeyle yapılan bölgeye yönelik yeni emperyalist saldırılardan da aynı zamanda bu grupların da sorumlu tutulmaları gerekmiyor mu? Aynı şekilde bölgedeki etnik ya da mezhepçi veya aynı mezhepten olsa da farklı yapılanma halindeki silahlı gruplar arası çatışmalardan faydalanarak taraflar adına emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinin yaptıkları bombalama ve katliam provokasyonlarının vebalini de bu çatışan yerel gruplar taşımıyorlar mı?

 

Pamak: Son derece doğru ve haklı bir soru bu. Bu konudaki haklılığınıza açıklık getirmek için Türkiye'den bir örnek vermek istiyorum: Geçmişte Müslümanlar arası çatışmalar vardı Kürdistan bölgesinde ve o süreçte onlar adına birbirlerine yönelik olarak JİTEM de suikastlar düzenleyip bu Müslümanlar arası kavgayı kışkırtmaya çalışıyordu. Biz o zaman JİTEM'in yaptıklarının bile birinci sorumlusunun onlara bu zemini hazırlayan aşırılıklarla vahyî ölçülere uymayan Müslümanlar olduğunu söylüyorduk. Yine işgal sonrası Irak'ta kışkırtılan mezhepçi çatışmalarda, Şii-Sünni kesimler, arasında masum sivillerin bulunduğu mescid ya da pazar yeri gibi yerlerde bomba patlatıp, bomba yüklü araçları infilak ettirip katliam yapan ve bu büyük yanlışı cihad sanan, ölürse şehid olacağını uman cahillerin oluşturduğu bu kaos ortamını kullanarak Irak'ta CIA ve MOSSAD'ın da iki tarafa yönelik bu tür eylemler yaptığına dair açık tespitler yapılmıştı. Hatta bu istihbarat örgütlerinin, Şii ve Sünni çatışmacılardan daha da fazla eylem yaptıkları ve tarafları daha fazla kan dökmeye kışkırttıkları biliniyor. CIA ve MOSAD zaten alçak katil örgütlerdir ve böyle alçaklıklar yapmaları onlara yakışır. Bu yüzden, onlara bu fırsatı veren kendi ahmaklarımızı suçlamamız ve öncelikle bu kaos ortamını oluşturmaları ve böyle eylemlerin yapılabilirliğine dair zemin hazırlamaları sebebiyle daha fazla onları sorumlu tutmamız gerekir. Çünkü bu tür işlerin yapılması zeminini bölgenin farklı gruplarının cahil müntesipleri oluşturmasaydı, CIA ve MOSSAD bu tür eylemlere giriştiklerinde hemen fark edilirdi ve asla tekrarlayamazlardı.

 

Bölgemizdeki şiddet eksenli silahlı mücadele grupları, Rusların Afganistan’ı işgal ettiği dönemde şehid Abdullah Azzam’ın başlattığı noktada haklı ve doğru bir hedefe yönelmişlerdi. Bu dönemde söz konusu gruplar sadece işgale ve işgalciye karşı, canlarını, ülkelerini, namuslarını, inançlarını korumak amaçlı, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi veriyorlardı. Rus işgalcilere karşı kurtuluş savaşı veren bu gruplar asla Rusya’nın içine sivil halkın yaşadığı alanlara bu savaşı taşımıyorlardı. Savaş, sadece işgalin olduğu bölgeyle ve zalim, katil işgalciyle sınırlandırılmıştı. Daha sonraki dönemde ise, özellikle de Amerika ve NATO işgali sonrasında işgalcinin üsleri nerede varsa bunlar da hedef olarak görüldü, oralara yönelik saldırlar da yapılmaya başlandı. Yani işgalci devletlere ait başka ülkelerdeki üsler vb. de hedef alınmaya başlandı. Ancak yine de mümkün olduğunca işgalci devlet ve onun askeri gücü hedefteydi. Daha sonraki süreçte ise, özellikle de Zerkavi ve IŞİD’le yeni bir merhaleye geçildi. Artık kendilerinden olmayan, kendilerine destek vermeyen herkes fikrî ya da silahlı eylemlerinin hedefi olacaktı. İşgalcilerle birlikte, onların işbirlikçisi olduğuna inandıkları ya da kendileri için riskli gördükleri, kendilerine biat etmeyen herkesi vurulabilirlerdi (Turan Kışlakçı röportajı; http://www.islahhaber.com/news_detail.php?id=55218).

 

İspanya'da içinde her dinden ve kesimden sivil insanın bulunduğu bir treni patlatmanın, Londra'da aynı mahiyetteki metroyu bombalamanın, İstanbul Taksim'de bir banka şubesi ve Sinegog önünde kendini patlatarak her kesimden onlarca sivil masum insanı haksız yere katletmenin İslam ve insanlıkla, İslamî ahlak ve fıtri erdemlerle olumlu bir ilişkisini kurabilmek mümkün değildir. Hele bir de Bako-Haram misali yüzlerce masum kızı ailelerinden kaçırarak, bir de utanmadan bunları satacaklarını açıklamak gibi eylemlerin İslam adına yapılıyor olması, İslam'a kafirlerin bile vermeyeceği zararı veren bu kişiler adına büyük bir utanç kaynağıdır. Bunlar ancak ölçü ve hudut tanımaz bir azgınlığın dışa yansımalarından ibarettir. Nihayet şiddet eksenli bu tür örgütlerin bugünkü uygulamaları da ayırım yapmaksızın herkesi hedef alabilmektedir.  Bu uygulamalarla ister gayrimüslim ister Müslim olsun kendilerinden olmayan herkesin artık hedef tahtasında olduğu bir dönem ortaya çıktı. Şimdi bu tür grupların oluşturdukları bu kaos ortamında, yabancı istihbarat örgütleri de şüphesiz ki birtakım katliamları ya doğrudan ya da bu gruplara sızarak farklı grupların imzasıyla gerçekleştiriyorlarsa, bundan da aynı zamanda bu ortamı hazırlayan gruplar da sorumludurlar. 

 

Batı Zihniyeti; İnsanı Kendine ve Rabbine Yabancılaştıran Sapkın Seküler Tercihiyle, İnsani Olanı Tüketip Fesadı Küreselleştirmiştir

 

Radyo Denge: Bugün IŞİD vb. örgütlerin yaptıklarını bahane ederek İslam'a ve Müslümanlara ağır eleştiriler yapan ve onları bahane ederek bölgemize yönelik saldırılarını tekrarlayan ABD, AB gibi Batılıların ve yerli batıcıların, zulüm ve katliam açısından sicili nasıldır?

 

Pamak: Bugün bölgemizde en fazla etkin olan ABD emperyalizmi, yüz yıllardır süregelen ve dünyaya hep kan ve gözyaşı sunan Batı sömürgeciliğinin bir parçasını teşkil etmektedir. “Batı medeniyeti” denilen “tek dişi kalmış canavar”, sadece maddi çıkar ve sömürü üzerine kurulmuş, zaman içinde geliştirip kabul ettiğini iddia ettiği insani değerleri bile sadece bir kamuflaj malzemesi olarak kullanmaktan öte gidememiş, sürekli insanlığı ve insani değerleri tahrip eden uygulamalara imza atmış, insanlığın tanık olduğu en büyük vahşet ve soykırımları gerçekleştirmiş bir büyük sapkınlığı, azgınlığı ve fesadı temsil etmektedir.

 

Daha önce de ifade ettiğim üzere, itirazı temsil eden erdemli istisnalara rağmen, genelde Batının, özelde ABD’nin bu kadar büyük bir fesadın kaynağı haline gelmesinin en temel sebebi vahiyden koparak hevanın ilahlaştırılması, ilahi mesajın dışlanması suretiyle heva ve zanna dayalı keyfiliğin anaforunda seküler bir dünya görüşünün esas alınmasıdır. Yani Kur’an’ın “onlar hayvanlar gibidirler, hatta tercih ettikleri yol bakımından hayvandan bile aşağıdırlar” (Furkan Suresi, 43-44) diye vasıflandırdığı düzeylere düşülmesidir. Bir başka ifadeyle "(ahsen-i takvim üzere) en güzel bir biçimde” yaratılmış ve yeryüzünün halifesi kılınarak onurlandırılmış olan insanlığın (Bakara, 30), bu temiz ve güzel fıtratı bozup, kendisine sunulmuş insani erdem ve ahlaki değerleri yani vahiyle gelen “şerefi” dışlayarak “esfel-i sâfilin”e (aşağıların aşağısına) düşmüş olmasıdır (Tin Suresi).

 

İşte bu tercihler sonucunda, Batının bugünkü seküler, kapitalist, sömürücü, işgalci, katliamcı zihniyetini; “Tanrılarla(!) savaşan” Grek putperestliği, İslam düşmanlığında karar kılan şirke bulaşmış Hıristiyanlık ve Yahudilik ile Grek putperestliğinin çağdaş versiyonu olan ve insanı ilahlaştıran pozitivizm birlikte oluşturmaktadırlar. Aslında batı kültürü ve inancı, hep bir cahiliyeden diğerine savrularak, şirkte ısrarlı bir süreklilik ortaya koymuş ve Batı insanının fıtratına ve Rabbine yabancılaşma sürecini ifade etmiştir.

 

Bu süreçte Batılılar, Haçlı Savaşları ve ticaret yolları ile İslam âlemindeki görkemli medeniyetle tanıştılar. Ayrıca Endülüs’te, Kuzey Afrika’da, Sicilya’da ve başka yerlerdeki ilim ve kültür merkezleri ile kurulan barışçı  ilişkiler sonucunda, İslam medeniyetinin ilmi birikimlerini aktararak, ayılmaya, uyanmaya başladılar. Aklını hûrafelere kurban ederek yaşayan Batılı, aklını, düşünme hürriyetini geri alma özlemiyle yanmaya başladı. Böylece Rönesans cahiliyesine geçiş gündeme geldi. Ortaçağ karanlığının temel özelliği aklı faaliyetten alıkoymak, düşünceyi dumura uğratmaktı. Rönesans ve ondan sonraki dönemlerde ise bu durumun tam zıddı gelişti. Akıl her alana müdahalenin tek vasıtası olarak egemenliğini kurmaya başladı. Aklın önünde hiçbir sınır tanınmıyor, aklı ilahlaştıran bir rasyonalizmle yine bir başka aşırılığa kayılıyordu. “Aydınlanma”  adı altında ortaya çıkan “yeni karanlık”lara sürüklendiklerini ne o gün, ne de bugün anlayamadılar, anlamak istemediler.

 

Bu yeniden doğuş(!), Rönesans dönemi, aslında  ortaçağ öncesi rasyonalist Grek cahiliyesine bütün sapıklılarıyla yeniden dönüş ve bu sapıklıklara bir yenisini ekleme anlamı taşıyordu. Bu ise, kilise adı altında, dinî olana, ilahî olana topyekûn karşı  çıkıp, dini tam anlamıyla hayattan kovma teşebbüsüdür. Bu yozlaşmış inanç ve kültürün yol açtığı yabancılaşma sürecinde, yaşanan insandışılaşma ve fıtratın kirlenmesi sonucunda Kur’an’ın “hayvandan aşağı” ya da “esfel-i sâfilin” (aşağıların aşağısı) dediği hal, fıtri özelliklerini koruyan ve “erdemli insan” olarak tanımlanabilecek kimi istisnalar dışında, Batı insanının genel karakteri haline gelmiş bulunuyor. İşte bu istisnalar bugün fıtri bir arayışla meydanlara çıkıp “başka bir dünya mümkün” diye haykırarak “adalet” ararken, "esfel-i sâfilin" karakterini taşıyan büyük çoğunluğun destek verdiği iktidarların yönetiminde bütün Batılı emperyalist devletler, ABD, AB ve katil orduları NATO, İslam’ı tehdit ve düşman ilan ederek, İslam coğrafyasında işgal, sömürü ve katliam planlarını uyguluyorlar.

 

Üstelik bugün halen, insanı, insanlık onurunu ve insani erdemleri tüketip, fesadı küreselleştirdiği, yani “yeryüzünde fesad çıkaran” konumunda olduğu halde, "biz ıslah edicileriz” yalanını (Bakara, 11-12) yayan bu katil zihniyetin elinde dünyanın sonunu getirebilecek derecede yok edici silahlar bulunmaktadır. İnsani vasıflarını yitirerek hayvanlardan aşağı düşmüş (Furkan, 44) bu yozlaşmış karakterin elinde, bir de sürekli yenilediği teknolojiye göre giderek çeşitlendirip arttırdığı, tüm insanlığı yok edecek boyutta (kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlar dâhil) vahşi silah stoku bulunması, insanlık için en büyük tehdidi oluşturmaktadır.

 

İşgal, Zulüm, Sömürü, İşkence ve Katliam; Seküler Sapkın Paradigmayla Azgınlaşan Batı Zihniyetinin Karakteri Olmuştur

 

Radyo Denge: Batı seküler zihniyetinin ürettiği modern paradigmanın kanlı tarihinin oluşturduğu zulümlerden ve bunların sonuçlarından somut örnekler vererek biraz bahsedebilir misiniz?

 

Pamak: Özellikle de, Batıyı temsil eden ve Batılı diğer devletlerce sürekli desteklenen ABD ve İsrail başından beri iç içe geçip bütünleşmiş iki terörist devlet olarak tarihte yerlerini almışlardır. İkisi de daha doğuşlarında, başka halklara ait toprakları zorla işgal ederek ve yerli halklar üzerinde soykırım uygulayarak, kan ve gözyaşı üzerine kendi varlıklarını inşa etmiş, adeta kanla beslenen “vampir devletler” hüviyetini kazanmışlardır. Kuruluşta mazlum halkların kanları üzerine oluşturulan bu devletler, ondan sonraki tüm tarihlerinde de sürekli kanla beslenme ihtiyacı içinde olmuşlar, sürekli yeni işgaller ve yeni kan dökücü saldırı ve sömürülerle hayatlarını idame ettirmişlerdir. Halen gerek Gazze'de, gerekse diğer bölge ülkelerinde yaşanan kanlı süreç de bunun devam ettiğinin göstergesidir.

 

“Kıta keşfi” yalanıyla Avrupa’dan gelen istilacılar, yerli Kızılderili halkın topraklarını ve kaynaklarını yağmalayıp hayatlarını mahvederek, sonuçta dünyanın en vahşi ve en büyük soykırımını gerçekleştirmişlerdir. Bu büyük istila ve imha sonucunda nüfuslarını 10 milyondan 200 bine indirdikleri halde, sanki Kızılderililer onların topraklarını işgal etmiş ve onları imha etmiş gibi gösterip, bu gün de sürdürdükleri çarpıtma ve sahtekarlıklarının en büyüğünü yaparak, üstelik bu masum halkı suçlamaktan utanmamışlardır. Köleleştirip çiftlik ve madenlerinde karın tokluğuna çalıştıramadıkları yerli halkı imha edince, meydana gelen iş gücü açığını, Afrika’dan kaçırıp getirdikleri siyahi insanları köleleştirmekle kapatmaya çalışmışlardır. Görüldüğü üzere başlangıçtan itibaren Amerika’nın oluşumunun ekseninde hep madde, çıkar ve sömürü yer almış, bunun için milyonlarca masum insan katledilmiş, mazlum halkların kaynakları ve emeği çalınmıştır. ABD’nin kuruluş sürecinin başlangıcında yer alan bu ilk ve büyük günah, daha sonraki serüveninde de artık değişmez politikası hüviyetini kazanarak sürdürülmüştür. Bu vampir devlet daha sonra da İsrail ile bütünleşip ikiz devletler halinde aynı kanlı serüveni birlikte sürdürmüşlerdir.

 

En büyük insanlık suçu olan ırk ayırımcılığına dayalı politikalarla, milyonlarca insanı katleden bu ahlaksız ve adaletsiz terör devleti, silah gücüne dayanarak, Latin Amerika’da, Afrika’daki Mobutu’dan Filipinlerdeki Marcos’a, Ortadoğu’daki krallıklardan Kuzey Afrika’daki despotlara kadar bütün dünyada en kanlı diktatörlüklerin korunması ile sömürü ve zulmünü devam ettirmiştir. İsrail terör devletinin varlığını ve bugün halen yaptığı vahşi katliamlarla devamını sağlayan da başta ABD olmak üzere Batılı liberal demokratik emperyalist devletlerdir. Emperyalist Batının lideri ABD, sömürü ve hegemonya amaçlı saldırılarda, Vietnam’da 4 milyon, Doğu Timor’da 200 bin, Latin Amerika’da 200 bin, Filipinler’de, Lübnan’da 10 binlerce, Orta Amerika’da 200 bin, bir atom bombasıyla saniyeler içinde Hiroşima ve Nagazaki’de 350 bin, ilk Irak saldırısında ve bilahare ambargo ile milyonun çok üzerinde, son Irak saldırısında ise yaklaşık bir buçuk milyon, Afganistan’da 100 binlerce vd. olmak üzere toplamı on milyonları çok aşan sayılarda masum ve mazlum insanın haksız yere ölümüne yol açan büyük vahşetlerin altına imza atmıştır. Üstelik bu rakamlar, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi bir kısmında diğer Batılı devletlerin katkısı olsa da, sadece ABD’nin katliamlarının sonuçlarıdır.

 

Bunlara; İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, Portekiz, İtalya, Hollanda, Belçika vb.nin sömürgecilik sürecinde, Asya ve Afrika başta olmak üzere tüm dünyada yaptıkları katliam ve zulümler de, ayrıca hep birlikte sahip çıkıp destekledikleri Siyonist terör devletinin yaklaşık 60 yıldır Filistin’de yapa geldiği katliamlar da, Bosna’da Sırplara ihale ettikleri ve dolaylı destek verdikleri soykırımda Müslüman halktan 400.000’e yakın insanın katledilmesi de ilave edildiğinde, Batı medeniyeti denilen canavarın son birkaç yüzyıla yayılan vahşeti çok daha vahim noktalara ulaşacaktır. Bunlar liberal demokratik kapitalist sistemin yol açtığı büyük ve yaygın vahşetten sadece bazıları. Şu ana kadar, kendi aralarında yaptıkları mezhep savaşlarında katlettikleri on milyonları, bu sayılara dahil etmiş değiliz.

 

Üstelik I. ve II. Dünya Savaşlarında başka medeniyetlerin halklarının kanı yanında birbirilerine yönelik katliamlarda yok ettikleri insan sayısı da on milyonlarla ifade edilebilir. I. Dünya savaşında 65 milyon, II. Dünya savaşında ise 72 milyon civarında insan (bunların yarısından çok fazlası sivil olmak üzere) katledilmiştir. Seküler modern paradigmanın diğer üretimi olan komünizmin uygulamalarına bakıldığında yine aynı vahşetin devam ettiği görülür. Başta Sovyet Rusya olmak üzere bu zeminde de, seküler zihniyetin diğer vahşeti çok daha açık ve net bir biçimde yine on milyonlarca masum insanın katliamıyla sonuçlanmıştır.

 

Öncelikle IŞİD'i Ortaya Çıkaranları Tel'in Etmeyenlerin

Sadece IŞİD'e Eleştiri Yapması Dürüst ve Tutarlı Bir Tavır Değildir

 

Radyo Denge: Sovyetlerin çöküşüyle Batının, bu sefer eski düşmanı Rusya'yı da yanına alarak İslam’ı ve Müslümanları öncelikli tehdit konumuna yükseltip düşman ilan ederek ortaya koyduğu büyük vahşet halen devam ediyor ve işte bu süreç IŞİD benzeri örgütlerin ortaya çıkmasını sağlıyor, öyle değil mi?

 

Pamak: ABD, AB ve NATO, komünist sistemin çöküşünü müteakip, daha önce var olup da, komünizme karşı “Yeşil Kuşak” desteği sağlamak için geri plana çektikleri İslam'a yönelik düşmanlığı tekrar öne çıkarıp, Haçlı kinini güncelleştirerek İslam’ı ve Müslümanları tehdit ve düşman ilan ettiler. Bir yandan liberal kapitalist sistemin zaferini ve “tarihin sonunu” ilan ederken, diğer yandan da “medeniyetler arası savaş” tahrikleriyle İslam’ı ve Müslümanları hedef gösterdiler. Ardından “İslam radikal ve ılımlı versiyonlarıyla önce kendi içinde savaşacak” yönlendirmeleriyle, Müslüman halkları mezhep kışkırtıcılığı yaparak, ılımlı ve radikal diye bölüp tahrik ederek kendi içinde çatıştırmaya çalışıyorlar. Bunun için, İslam coğrafyasında AKP liderinin ve İspanya Başbakanının eş başkanlığını yaptıkları “medeniyetler ittifakı” ve Gülenistlerin önemli bileşeni olduğu “dinler arası diyalog” aldatmacasıyla “ılımlı” kategorisinden yandaşlar edinerek, sürekli provokasyonlar ve yönlendirici çalışmalar yapıyorlar. Bütün bunlarla, bölgemizi kaos içinde tutarak, istedikleri gibi oynamaya ve çıkarları istikametinde yönlendirmeye çalışıyorlar.

 

Batıda İslam ve Müslümanlara yönelik düşmanca plan ve projeler hazırladılar, sonra da, alçakça işgaller, istilalar, sömürüler, katliamlar, tecavüzler ve işkenceler, bu insandışılaşmış Batılı  insan karakterinin en iğrenç ve en vahşi uygulamalarıyla İslam coğrafyasında gerçekleştirildi. “İnsafsız hava araçları”yla gerçekleştirilen suikastler, bu uçaklardan korkakça atılan füzelerle vurulan evler, sivil kadın, çocuk ayırmadan yapılan katliamlar, Ebu Gureyb’te Guantanomo’da ve daha CIA’nın binlerce gizli işkence merkezlerinde, ülkelerinden korsanca kaçırılıp getirilen masum Müslümanlara yönelik çok boyutlu zulümler, vahşi işkenceler, ülkelerini işgal edip haksız yere katlettikleri masum insanların cesetleri üzerine idrarlarını yapacak ve bir de bunu resimleyip yayınlayacak kadar alçaklıkta sınır tanımayan davranışlar, hep bu vahşi ve hayvandan aşağı karakterin eseriydi.

 

Üstelik tüm bu katliam, suikast, yargısız infazlar, işkenceler, tecavüzler, sözüm ona kendilerinin uluslararası hukuklarına da aykırıydı. Ama onlar acıkınca putlarını kolayca yiyebilen, fıtratı bozulmuş, hevayı ilah edinmiş müşriklerdi. Erdemli istisnalar hariç Batı bütün bu vahşilikleri, alçaklıkları yaygın bir biçimde ve son derece azgın bir cüretkarlıkla yapabilmektedir. Üstelik tüm bunlar, Batının Rönesans ve reform süreci sonrasında, aydınlanma sanılan yeni karanlıklara savrulduğu süreçlerde yapılmış bulunmaktadır. Hatta “orta çağ” denilen dönemde yaptıklarından daha vahşi uygulamaları bu dönemde de tekrar etmekle beraber, Batı, yeni dönemin ileri teknolojiye dayalı silahlarıyla daha çok sayıda insanı katletmiş, daha kitlesel ölümlere yol açmış bulunmaktadır.

 

Batı zihniyetinin yerli temsilcileri olan Kemalist, ulusalcı, sol, sağ, liberal, sosyalist, laik, demokrat kesimler, bizzat batılı “liberal demokrat” toplumların, kaynaklarını çalmak, sömürmek ve İslami eğitim almalarını, bilinçlenmelerini engellemek için on yıllardır destekledikleri diktatörlerin baskı ve zulmü altında yoksulluğa, eğitimsizliğe mahkum edilen Müslüman halklar arasından bu kadar vahşi karakterler çıktığını gösterebilirler mi? Saddam'lar, Esedler, Mübarekler, Sisiler vb. ile onların yerli halklara tahakkümünü sağlayan ordu, yargı, polis, medya güçleri ise, yine batının seküler kültürüyle yetiştirdiği ve yerli halklara karşı kullandıkları uşaklarıydılar. Emperyalistler ve işbirlikçileri olan bu uşakları tarafından kaynakları gasp edildiği, özgürlükleri, en temel hakları yok edildiği için, gereği kadar beslenemeyen, yeterli İslami eğitim alamayan, fakirleştirilen bu kitlelerin içinden bugüne kadar, seküler Batıcı aydınların(!) çok övdükleri Batının seküler üniversitelerinde eğitim almış vahşi insanlarının yaptıklarını yapabilecek bir örnek çıkmış mıdır? Yeterli İslami eğitimi almaları yine Batı tarafından engellenmiş ve yokluklara mahkum edilmiş olan bu kitlelerin, gelenek olarak babalarından devraldıkları İslami duyarlılıklar ve vahyin kırıntıları bile, onları Batının üniversite mezunlarının yaptıkları böyle karaktersizliklere, caniliklere sürüklenmekten alıkoymaktadır.

 

Bizzat Batılı emperyalist devletlerin işgal, sömürü ve katliamları ile yerli işbirlikçikleri despot, diktatör yönetimlerin baskı, zulüm, sömürü ve katliamlarının oluşturduğu zulüm bataklıklarında, yine Batılıların birçok engelleriyle kuşatılmış zeminlerde yetişen bölge halklarının çocuklarının bugün yaptıklarını eleştirme hakkını kendilerinde görebilmeleri için, Batılıların ve Batıcıların önce kendilerini ve ideolojilerini hesaba çekme tutarlılığını gösterip utanmaları gerekir.

 

Suriye ve Gazze'de Yaşanan Katliamları Destekleyen

Emperyalist Vicdan, Hıristiyan ve Ezidiler için Harekete Geçti

 

Radyo Denge: ABD ve Batılı ülkelerin IŞİD'e havadan müdahaleleri ve Kürt yönetimine silah yardımı için seferber olmaları, iddia ettikleri gibi Hıristiyan ve Ezidilere yönelik zulüm ve göçe zorlanmaları sebebiyle insani yardım eksenli midir?

 

Pamak: Dediğiniz gibi, ABD öncülüğündeki emperyalist Batının olmayan insani ve vicdani yönü varmış gibi gösteriliyor ve bir yandan ABD, sözüm ona Ezidileri ve Hıristiyanları koruma amaçlı(!) bombalamalarla IŞİD'i geriletmeye çalışırken, diğerleri de IŞİD'e karşı Peşmergelere silah yardımı için seferber olmuş bulunuyorlar. Barack Obama, gazeteci Foley'nin IŞİD tarafından kafası kesilerek öldürülmesine değinerek, "Halkımıza zarar verenlere mesajımız net: Amerika unutmaz, elimiz her yere uzanır, sabırlıyız, adalet yerini bulacak", "IŞİD gibi bir kanserin kökünü kazımanın kolay ve hızlı olmayacağını" ifade ediyor. Sanki yüzyıllardır ve halen milyonlarca masum insanı katleden alçaklıkları kendileri yapmamışlar, kendileri insanlığı yok eden bir kanser değillermiş gibi. Savunma Bakanı Hagel de; "(IŞİD militanları) Onların bir tehdit oluşturduğunu, zalim olduklarını, daha önce görmediğimiz türden bir şey olduklarını biliyoruz. Daha iyi organize olmuşlar, daha iyi finanse ediliyorlar, daha fazla kapasiteye sahipler, daha iyi yapılanmışlar. Daha önce görmediğimiz türden barbar yapıya sahip tehlikeli bir vahşet ideolojisine sahipler. Bu grup, sadece terörist olmayı aşan düzeyde tehlikeli kişilerden oluşuyor. Bir ordular. Bugün Irak'ın, Suriye'nin yarısını kontrol ediyorlar. Onları ciddiye almalıyız, geriletip yok etmeliyiz" gibi abartılı bir şekilde büyük bir tehditle karşı karşıya olunduğuna dikkat çekerek dünya güçlerini ittifakla harekete geçmeye çağırmıştır. Üstelik IŞİD'in yaptıkları kendilerinin sadece Kızılderililere uyguladıkları barbarlık ve vahşetin milyonda birine bile ulaşamazken, siyahlara ve tüm dünya mazlum halklarına bugüne kadar yaptıkları zulüm, vahşet ve katliamları ise daha önce ifade etmiştim..

 

Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı tarafından Berlin'de açıklanan karara göre Almanya da, Iraklı Kürtlere Milan Tanksavar füzeleri ile makineli tüfek gönderecekmiş. Buna göre Peşmergeye 30 Milan tipi tanksavar, 500 tanksavar füzesi, 10 bin el bombası, 8 bin G3 ve G36 tipi silah gönderiliyor. Bunların mühimmatla birlikte anti tank silahları ve çeşitli savaş araçları da gönderilen askeri yardım malzemeleri arasında bulunuyor. Almanya ayrıca insani yardım çerçevesinde 50 milyon Euro da para yardımı yapacakmış. İngiltere de Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin (RAF) Amerli’nin "kurtarılması"nın ardından Kuzey Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan Kürt Peşmergelere 9 ton cephane yardımı ulaştırdığını açıklamış bulunuyor.

 

Görülüyor ki, IŞİD'e karşı mücadele adı altında, bir yandan (bir çok silahlarını IŞİD'e kaptırıp da IŞİD'in ağır silahlarla teçhizine yol açtıktan sonra) Irak ordusuna yeniden silahlar veriliyor (yani dolaylı olarak IŞİD silahlandırılmış oluyor). Bir yandan bu kadar açık silahlandıramadıkları Kürt bölgesi artık daha açıktan ve daha ağır silahlarla dolduruluyor. Bir yandan da PKK aynı mücadelenin müttefiki haline dönüştürülerek bu silahlanmadan payını alacak bir konuma getiriliyor. Belki böylece, Batılıları çok rahatsız eden Türkiye'nin Kürt sorununu çözme projesi de, PKK silahlandırılıp, bölge savaş ortamında tutularak arkadan vurulmak ve akamete uğratılmak da isteniyor olabilir.

 

Görüldüğü üzere oynadıkları oyunlarla, bölge insanlarının kanları pahasına birçok emperyalist planı aynı anda uygulayıp çok sayıda çıkarı aynı süreçte elde etmeye çalışıyorlar. Silah üreticisi emperyalist devletler böylece hem eski silah stoklarını tüketiyorlar, hem yeni silahlarını deneme imkanı buluyorlar, hem bu gerginlik vesilesiyle bölgeye petrol karşılığı silah satışıyla büyük kârlar elde ediyorlar, hem de bölgeyi etnik, mezhebi ve hizipçi kışkırtmalarla birbirine kırdırıp zayıflatarak emperyalist projelerini daha kolay uygulamaya koyabiliyorlar.  Halbuki IŞİD tehlikesini abartılı biçimde büyüterek, bir taraftan bölgedeki devlet ve örgütleri birbiriyle terbiye edip kendilerine muhtaç kılanlar ve bu vesileyle bölgedeki güçlere silah yağdıranlar, üç yıldır soy kırıma muhatap Suriye muhalefetine çok ihtiyacı olan ağır silahları bir türlü vermeye yanaşmıyorlar, Esed katliamlarının devamına göz yumuyorlar. IŞİD'in eline verilen ağır silahların ve bu vesile edilerek Kürt ve Irak yönetimlerine yağdırılan silahların çok daha azının, neden Suriye'de direnen İslami direniş gruplarına verilmediği (ki verilseydi hem Esed'in katil diktatörlüğü sona ermiş, hem de IŞİD gibi örgütlerin palazlanması engellenmiş olurdu), üzerinde düşünülmesi gereken bir durum değil midir? Açıktır ki, bölgenin kaos içinde olması ve yeni yeni krizlerle, gerginlik ve savaşlarla bölgedeki kaosun devam etmesi, emperyalistlerin bölge üzerindeki hegemonya ve çıkarlarının korunması ve sürekliliği bakımından gerekli görülüyor.

 

ABD yetkilileri, "Personelimizi koruma çabalarımıza ek olarak, sadece Irak'a değil, genel anlamda Ortadoğu'ya ve bölgedeki Amerikan personeli ve çıkarlarına tehdit oluşturan IŞİD örgütüne karşı koyma çabalarında Irak hükümetini desteklemeye devam edeceğiz" diyerek açıkça çıkarları uğruna bölgede kan dökmeyi sürdüreceklerini ifade ediyorlar.  Savunma Bakanı Chuck Hagel, şu iddiada bulunuyor: “IŞİD, şimdiye kadar gördüğümüz en gelişmiş ve en iyi finanse edilen gruptur. Bunlar bir terör örgütü olmanın çok ötesindeler. İdeolojiyle stratejik ve taktik askeri mahareti birleştirmişlerdir. Son derece iyi finanse ediliyorlar.” "Bu, gördüğümüz her şeyin ötesindedir. Bu yüzden her şeye hazır olmalıyız” diyor. Emperyalist devletler, IŞİD tehdidini ve yaptıklarını siyasi amaçlarla kasıtlı olarak abartarak sunmakta, tabii ki IŞİD'in de bu amaca hizmet edecek malzemeleri bolca üretmesi üzerine, elinde bulundurduğu ajanslar aracılığıyla dünya medyasını yönlendirerek kışkırtıcı yayınlar yapılmasını sağlamaktadır. Böylece de yeni bir düşmanı hedef alarak, yeni tehdidi göstererek silahlanma, saldırı, işgal ve başka ülkelere müdahaleyi esas alan politikalarını kendi halklarına kolayca onaylatmakta, demokratiklik aldatmacasının gereği olarak halklarını arkalarına almak için bu tür tehditleri her zaman kullanmaktadırlar.

 

Basında yer alan haberlere göre, Musul'un IŞİD'in eline geçmesinden çok daha önceden beri sistematik olarak mağdur edildiği iddia edilen Musullu Hıristiyanlar, uzun zamandır ABD'nin ve Batının yardımını bekliyorlardı. Ama Maliki diktatörlüğüne tam destek veren ABD ve Batının hiç sesi çıkmıyordu. Suriye ve daha birçok bölgede Batının dolaylı desteğiyle 200 bini aşkın masum insan katledilerek tam bir soykırım yaşandığı halde, buradaki mazlum halklar da 3 yılı aşkın bir süredir bu büyük vahşete karşı insanlık onurunun ve vicdanının harekete geçmesini, beyhude bir bekleyişle bekleyip duruyorlardı. Aynı şekilde tam da bu süreçte, bu kaos vesilesiyle kendisine sunulan alanı değerlendirerek Gazze'nin her yandan kuşatılmış mazlum halkına karadan, havadan ve denizden ağır silahlarla saldıran Siyonist katil terör devleti İsrail de iki binin üzerinde çoğu çocuk, kadın masum insanı katletmiş, on binin çok üzerindeki Gazzeliyi de ağır yaralamış olduğu halde, bunun yanında daha dün Bosna’da, Çeçenistan’da, Keşmir’de; bugün ise Myanmar, Doğu Türkistan ve Mısır'daki baskı, zulüm ve katliamlarda bir türlü insani ve vicdani yönleri harekete geçmemiştir bu emperyalist güçlerin. Ama bütün bu katliamları seyrederek katil despot rejimlere, Siyonist katillere  zahiren dolaylı, el altından ise doğrudan destek veren ABD ve Batının olmayan vicdanı ve insani yardım duyarlılığı, ancak IŞİD Kürt bölgesine saldırıya geçip ABD ve Batı çıkarlarını da tehdit etmeye başlayınca, görünüşte bu bölgede göçe zorlanan Hıristiyan ve Ezidiler için, ama aynı zamanda arka planda emperyalist çıkarlar için harekete geçivermişlerdir.

 

Afganistan ve Yemen'de ABD'nin katil insansız hava araçlarının savunmasız siviller üzerinde yol açtığı yıkımı, masum insanları, kadınları, çocukları on yılı aşkın zamandan beri nasıl katliama maruz bıraktığını içimiz acıyarak, yüreğimiz yanarak izlemiyor muyuz? Aynı şekilde daha çok yakın zamanda 2013 yılında katil Maliki diktatörlüğü, el-Anbar ve Felluce'de sadece diktatörün istifasını ve adalet talep ettikleri için yeni baskı, zulüm ve katliamlar gerçekleştirerek mazlum halkı şiddete dayalı isyana sevk ederken, ABD ve Batı Maliki rejimini desteklemeyi sürdürdüler. Yüz yıllardır bölgede birlikte çatışmasız barış içinde yaşayan, hatta zalim Saddam döneminde bile bir çatışma içinde olmayan farklı mezhepler, ABD ve Batı işgali sonrasında bugün bu derece mezhep çatışmalarına sürükleniyorlarsa bunu da emperyalist devletlerin yönlendirdiği çok açık bir gerçektir. İşte bütün bu zalimane uygulamalar ve emperyalist politikalar, bölgedeki şiddet eksenli isyanı haklı olarak tetikliyordu.

 

Bugün Irak'taki IŞİD mevzilerine hava saldırılarını düzenleyen ABD ve bölgeye silah yardımı için seferber olan Batı ülkesi yandaşları, bu kaos ve çatışma ortamının oluşumunu  sağlayan esas fail de kendileri olunca, insan olanların onların bu ikiyüzlülüğüne tükürmesi gerekiyor. Ama maalesef bölgedeki birçok siyasetçi ve önder bile maalesef bunun farkında olan tutumlar, politikalar geliştiremiyorlar. Şurası iyi bilinmelidir ki, ABD ve yandaşları Batılı emperyalist ülkelerin bölgeye ve IŞİD'e yönelik yeni saldırı hamlelerinde ve Kürt bölgesine silah yardımında asla insani hiç bir duyarlılık rol oynamıyor. Her zamanki gibi onlar sadece kendi süfli çıkarlarını korumanın derdindeler. IŞİD eğer Erbil'e yaklaşmasaydı, muhtemelen müdahale de olmazdı. Nitekim, AA'da yer alan bilgiye göre; Avrupa Birliği Irak Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Jana Hybaskova, "bazı AB üyelerinin IŞİD petrolünü satın aldığını" ifade ediyor. Bu açıklama, IŞİD'in çıkardığı petrolü satın alarak örgüte finansman sağlayan AB üyesi ülkelerinin çıkarları için ne kadar ikiyüzlü ve tutarsız olabildiklerini ortaya koyan son derece ahlaksız yeni bir örneği ortaya koymaktadır.

 

IŞİD'İ Eleştirmek Sadece Tevhidi Akıdeye ve İslami Ölçülere

Sadakat Gösteren Müslümanların Hakkı ve Görevidir

 

Radyo Denge: Siz, öncelikle IŞİD gibi örgütleri ortaya çıkaran şartları hazırlayan zalimleri tel'in etmeyip hatta onlarla iç içe olarak IŞİD'i kınayanlar, bu tutumlarında samimi, tutarlı ve dürüst değildirler diyorsunuz. Peki IŞİD'in yaptıkları ona nasıl bir konum belirliyor, onu ve yaptıklarını nasıl değerlendirmek lazım?

 

Pamak: Evet, öncelikle yüzyıllara sâri ve halen devam eden kendi işgal, istila, sömürü ve katliamlarını hesaba çekip, bu hallerini süratle terk edip kınamayanların bölgenin zulme isyan eden çocuklarının kimi haksızlıklarını eleştiri konusu yapmaları, haklı, âdil, samimi, tutarlı, dürüst ve insani değildir. IŞİD'i oluşturan zulüm bataklığını ortaya çıkaran İran ve ABD destekli Maliki diktatörlüğünün yıllardır süregelen, özellikle Sünni kesime yönelik adaletsizlikleri, katliamları, hak ihlalleri üzerinde durmadan, şiddet eksenli eğilimleri besleyen şartları oluşturan zalimler ve destekçileri tel'in edilmeden sadece İŞİD'in bir sonuç olarak ortaya çıkan zulümlerini eleştirmek yeterli, haklı ve âdil değildir. Doğal olarak bu taraflı tutum sahiplerinin samimiyet ve dürüstlükleri de sorgulanır. Ama hangi şartlar sonucu olursa olsun ortaya çıkan bir örgütün İslam adına İslami tüm ölçü ve ilkeleri ve şer'i hudutları yok etmeye de hakkı yoktur ve arkasındaki zulüm bataklığı gerekçe gösterilerek bu yapılanlar mazur, meşru, haklı görülemez. Ancak bu hali eleştirmek sadece tevhidi akıdeye ve İslami ölçülere sadakat gösteren, Kur'an ahlakını kuşanmış Müslümanların hakkı ve görevidir.

 

"Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır" (Maide, 32) ayetinin yolumuzu aydınlatması gerekirken, İslam adına ortaya çıkan bazı silahlı grupların İslami ölçülere aykırı olarak sadece hegemonya amacıyla rastgele insanları, masum halkları, kadınları ve günahsız çocukları bile katledebilmesi hiçbir sebeple mazur ve meşru görülemez. Rabbimizin kullarını imtihan sebebiyle dünyada irade serbestliğine sahip kılan "Dinde zorlama yoktur" (Bakara, 256) ve "dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin" (Kehf, 29) ayetlerine rağmen, insanları zor ve şiddet kullanarak İslam'a girmeye zorlamak, aksi takdirde katletmek İslami değildir. "Ancak alemlere rahmet olarak gönderilmiş" (Enbiya, 107) olan Peygamber'in (s) konumunu, bazı aşırı şiddet yanlısı grupların, vahye uygunluğu araştırılmadan sahih olmayan bazı rivayetleri ayetmiş gibi mutlaklaştırarak, "kılıç Peygamberi"ne (s) indirgemeleri, esir aldıklarını topluca öldürdüğüne dair uydurma rivayetleri esas almaları, yanlış yöntemleri İslami sanmalarına yol açmaktadır. Bu vahye, sünnete ve ilme aykırı hurafeci yaklaşımlar sonucunda; bazı Müslümanların, Allah'ın imtihan dünyasında kendilerini özgür iradeleriyle gerçekleştirmeleri için serbest bıraktığı kullarının arasında adalet ve güvenliği sağlamak üzere inzal edilmiş İslam adına ölçüsüz bir şiddete kaymaları, adaleti ve güvenliği yok ederek masum insanları kolayca katledebilecek hale gelmeleri, hatta başka Müslüman grupları bile sırf kendilerine biat etmedikleri için katletmeleri hiç bir sebeple mazur ve meşru görülemez. Hatta failini İslam'ın dışına çıkaracak ve ebedi cehennemlik yapacak kadar büyük bir günahtır. "Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır" (Nisa, 93).

 

"İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn'in talimat ve uygulamaları doğrultusunda, bizzat savaşa katılanlar dışında kalan sivilleri, yani kadın, çocuk ve yaşlıları, engellileri, çiftçileri, mabetlere çekilmiş din adamlarını ve savaşla ilgisi bulunmayan diğer insanları öldürmenin yasak olduğuna hükmetmiştir. Düşman askerinin, esir alındıktan sonra kaçmaya teşebbüs etmesi veya savaşmaya yönelmesi gibi durumlar dışında birileri tarafından öldürülmesi haramdır. Savaşta bile düşman etkisiz hale getirilip esir alındıktan sonra daha ileri bir davranış uygun görülmemiş, esirlere uygulanacak hüküm Kur'an'da şu şekilde belirlenmiştir: "İnkâr edenlerle -savaşta- karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice yıldırıp sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye alarak onları salıverin" (Muhammed 4). Esirlerin gerektiğinde öldürülebileceğini savunanların Hz. Peygamber döneminden verdikleri birkaç örneğin hepsinde esirler sadece savaştıkları ve esir alındıkları için değil savaş öncesinde veya esaret halinde işledikleri suçlar ve özel durumları sebebiyle ölümle cezalandırılmış olup bundan hareketle esirin öldürülebileceği sonucunu çıkarmak isabetsizdir." (Prof. Dr. Ahmet Özel / el Cezire). Buna rağmen IŞİD savaş halinde bile olmayan kimseleri esir almakta, rehin tutmakta, şantaj amaçlı kullanmakta ve istediği zaman da kafasını keserek vahşi biçimde katledebilmektedir. Bunlar İslami de, insani de olmayan uygulamalardır.

 

Asla olmaması gereken "Müslüman toplumlar arasında ortaya çıkacak savaşın hükümleri ise Müslüman olmayanlara karşı yapılanlardan farklı olduğu gibi, esirlerine uygulanacak hükümler de farklıdır. Böyle bir savaş sırasında ulemanın çoğunluğuna göre esir alınan erkekler hapsedilirler, öldürülemezler; öldürülmeleri halinde diyetleri ödenir. Kadın ve çocuklar hiçbir şekilde esir alınamaz. Esir alınan erkeklerle koruma altında bulundurulan kadın ve çocuklar savaş sonunda serbest bırakılırlar." (Prof. Dr. Ahmet Özel / el Cezire). IŞİD uygulamalarında ise, kendilerine biat etmeyen Müslümanlar hedef alınarak sebepsiz olarak sadece hegemonya kurmak amacıyla savaşılmakta, katledilebilmekte ve mal, can ve namusları helal sayılabilmektedir. IŞİD benzeri yapılar, "savaşmayanlara karşı savaşılmaması ya da karşı tarafın vazgeçmesi durumunda barışın adalete daha uygun olduğu"na yönelik ayetleri de yok sayarak, kendileriyle savaşmayanlarla, hatta savaşmak istemeyenlerle ve asla savaşılmaması gerekenlerle meşru olmayan "hilafet" adına savaşmakta, hatta vazgeçenlerle de savaşarak adalete daha uygun olduğu bildirilen barışı da kolayca ayaklar altına alabilmektedirler. Bütün bunların İslami şer'i ölçülerden sapma dışında izahı yoktur.

 

Müslüman Alimler Birliğinden Karadaği, IŞİD’ın hilafet ilanı hakkında Al Jazeera'ye yaptığı açıklamada şunları ifade etmiştir; “Herhangi bir grup veya devletin kendi kendine hilafet ilan etmesi meşru değildir ve şeriata aykırıdır. Çünkü hilafet aslında tüm İslam alemine vekalet etmektir. Hilafette tüm İslam ümmetinin, alimlerinin ve beyinlerinin hakkı vardır. Dolayısıyla belirli bir grubun kendi kendine hilafeti ilan etmesi şer'i açıdan batıldır.” “Ne yazık ki İslam’ı şiddetle özdeş hale getirmek isteyenler var. İslam ‘Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla’ başlar. Müslüman her işe bu cümleyle başlar. Müslüman rahmetsiz iş yapmaz. Ne yazık ki bazı Müslümanlar şiddete başvurarak Batı dünyasının eline koz veriyor. Ama İslam onların işlediği cinayetlerden masumdur. ‘Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik’ diye buyurmuş Cenab-ı Hak. İslam rahmet dinidir; azabın, öldürmenin ve işkencenin dini değildir” (http://www.islahhaber.com/news_detail.php?id=55545).

 

Ahmed Kalkan kardeşimiz de bu konuda şu doğru tespitleri yapıyor ve haklı bazı soruları gündeme taşıyor: "Irak’ta bir anda ortaya çıkan bir örgüt, milyonluk nüfusa sahip şehirlerde karşısındaki askerlerin bir tek silah atmadan teslim olup şehri teslim etmesiyle çok kolay hâkimiyeti ele alabiliyor. İslâmî devlet, Şeriat’ın zaferi, bunca şer güçlere rağmen gerçekten bu kadar kolay mı?  IŞİD’in alternatif İslami siyasi bir projesinin var olduğu, İslâmî bir devletin alt yapısını oluşturup en son olarak bazı şehirleri ele geçirdiğini iddia etmek mümkün değildir. Tepeden inme ve sürpriz bir oldu-bitti ile bir devlet kurulmaz. Bağdadi denilen şahsı kim ne oranda tanıyor? Kendisi saklanan, kendi emniyeti bile bulunmayan bir halife, kendisine bey’at edenleri nasıl koruyabilir? Kendi güvenliği olmayan onca Müslüman'a nasıl otorite olabilir?  Örgütün sözcüsü geçtiğimiz ay yaptığı uzun bir açıklamasında, kendisinin daha önce nispet edildiği el-Kaide örgütünün lideri Zevahiri'yi de yoldan çıkmakla ve sapıtmakla itham ediyor, yanlışlarından dönüp tevbe etmesi için kendisine mühlet verdiklerini aksi takdirde onu da kâfir ilan edeceklerini duyuruyordu. Yanlışlarından dönmesinin şartları arasında Müslüman Kardeşler cemaatini ve onun içinden Mısır cumhurbaşkanlığına seçilmiş sonra da gayri meşru darbeyle görevinden uzaklaştırılarak zindana atılmış olan Muhammed Mursi'yi tekfir, Mursi'yi ve İhvan liderlerini tağut ilan etmesi de yer alıyordu. Bu grubun diğer İslâmî gruplara, sana bana bakışları genellikle tekfircilik üzeredir. Ve tekfir ettikleri Müslümanların kanı helal olduğu gibi, malları da, karıları ve kızları da kendilerine helâldır. Bu anlayış ve özellikleri, onları birtakım kirli hesapların sahipleri tarafından güdülmeye müsait hale getiriyor. Batı kaynaklı emperyalizmin İslâmî bilinçlenmeyi önünde engel olarak görmesi ve İslâmî değişim ve dönüşüm taraftarlarını terörize etme ihtiyacına ve  'İslamofobi' diye adlandırılan İslâm’dan insanları korkutma anlayışına uygun, onların İslâm’ı öcü göstermesine malzeme veren bir anlayış ve uygulama içinde oldular, oluyorlar. Ilımlı İslâm anlayışına da, tekfirci ve zâlim din anlayışına da karşıyız. Cihad’ı Kur’an’daki geniş anlamıyla ve hayattaki tüm boyutlarıyla anlıyor ve cihadın her şeyden önce insan öldürme değil, insan kurtarma gayretleri olduğunun altını çiziyor, gerektiğinde insanları mahvedenlere karşı, İslâm’ın usûl ve esaslarını belirttiği tarzda savaşın da emrolunduğunu ve buna da hazır olduğumuzu ifade ediyoruz. 'Ya benden olacak, bize bey’at edeceksin ya da öleceksin!'  yaklaşımını Rabbânî de bulmuyoruz, nebevî usulle de bağdaştıramıyoruz. Kur’an ve sahih sünnette belirlenen İslâm anlayışını, savaş hukukunu, İslâm’ın hangi yollarla ve nasıl devlet olacağının Kur’an’daki ilkelerini öğrenmeyi tavsiye ediyoruz. İlimsiz cihadın, anarşi ve terör oluşturabileceğini unutmamalıyız" (http://www.ahmedkalkan.com.tr/component/k2/item/411-isid-e-nasil-bakiyorum.html).

 

IŞİD'in İslam'a aykırı uygulamaları onu saltanat dönemi uygulamalarının bile gerisine düşürmüş bulunmaktadır. IŞİD'in hakim olduğu yerlerde estirdiği tam anlamıyla "terör" sebebiyle, insanlar kitleler halinde dağlara sığınıyorlarsa; girdiği yerlerin halkına eminlik ve güven veremiyorsa, bu hal ne ile izah edilecektir? Halbuki Resulullah (s) bir hadisinde, "Komşusu şerrinden emin olmayan kişi gerçekten iman etmemiştir" (Buhârî, Edeb 29; Müslim, İman 73) buyuruyor. Hem de bu komşunun mü'min olması da şart değildir. Yani kafir komşusu şerrinden emin olmayan Müslüman imanını yenilemelidir. Çünkü iman Allah'a güvenmekle özdeştir. Allah'a güvenen mü'min de çevresine güven veren emin bir şahsiyettir. Resulullah (s) henüz Peygamber olmadan, vahiy gelmeden fıtri ahlakla müşrikler için bile emin olduğu  halde, bugün vahiyle buluşup mümin vasfı kazananlardan bazıları mü'min kardeşleri için bile emin olamıyorlarsa, bilsinler ki bu durum mü'minlik vasfıyla asla bağdaşmaz. Osmanlı orduları bile bir ülkeye girdiklerinde, oranın gayrimüslim yerli halkları onları özlemle bekliyor ve onlardan sadece adalet uman bir hal üzerinde bulunuyorlardı. Bunlar ise; zulüm, katliam, kafa kesme uygulamalarıyla, üstelik bütün bu yaptıkları sanki çok matah bir şeylermiş gibi propagandasını yaparak yayılmasını da bizzat kendileri sağlayarak, insanların kendilerinden ve dolayısıyla İslam'dan nefret etmelerini, korkmalarını bizzat kendileri temin ediyorlar. Böylece insanlar, hatta kimi Müslümanlar bile "eğer İslami yönetim böyle olacaksa olmasın daha iyi" diyerek seküler laik demokratik sistemlere doğru meylediyorlar. Ayrıca bu kadar büyük zulümler, İslam'a aykırılıklar, adaletsizlikler sebebiyle, "İslam devleti" ve "hilafet" gibi kavramların yıpranmasına, küçük düşürülmesine de yol açmaktadırlar. Küresel emperyalist sistem, sanki İslam adına bunların vahşetini gösterip, bölge halklarını laik liberal dünya sistemine ikna ve entegre etme projesini uyguluyor gibi.

 

Suriye'deki İslami Gruplar, IŞİD'i Tevbe Etmeye,

Müslümanları Öldürmemeye ve İslami Ölçülere Riayete Çağırıyorlar

 

Radyo Denge: Bölgedeki, özellikle IŞİD'in saldırısına uğrayan Suriye muhalefeti içindeki diğer İslami gruplardan yapılmış IŞİD'e dair bir açıklama var mı?

 

Pamak: Evet var. Öncelikle şunu ifade edeyim ki, IŞİD muhalif İslami grupları arkadan vurup Esed'in işini kolaylaştıran bir rol oynamıştır. Esed de muhalefeti bölüp kendi içinde çatıştırarak zayıflatmak ve hegemonyasını sürdürmek için elinden geleni yapmıştır. Bu bağlamda kontrolü altındaki bazı yerleri PKK'nın Suriye kolu olan PYD'ye, (bazı alanları) özellikle petrol kuyularının olduğu bazı yerleri de IŞİD'e terk edip çekilmiş, bilahare de tıpkı Batılı emperyalist devletler gibi IŞİD'den petrol satın alarak, ona finans sağlama konumunda kalmıştır. Muhaliflerin kontrolü altındaki bazı yerleri Esed güçlerinin bombalamasının hemen ardından buralara IŞİD'in yerleşmesi gibi durumlar da bu anlamda dikkat çekmiştir. İşte bu kaos ortamında IŞİD'in saldırısına muhatap olan İslami cephelerden bazıları IŞİD'i uyaran açıklamalar da yapmışlardır.  Bunlardan sadece bir tanesini aktarayım. Suriye'de katil Esed rejimine karşı mücadele eden muhalifler IŞİD'e seslendikleri bir video yayınlayıp, uyarı ve çağrılarda bulunarak şunları söylediler;

 

İlk konuşan direnişçi: "Devle (IŞİD) ferdlerine sesleniyorum. Biz Nusret Cephesiyiz. Allah'ın kelimetullahını yüceltmek için savaşıyoruz. Mazlumların zafere ulaşması için savaşıyoruz. Esed Rejimi'ni ve Ordusu'nu yenilgiye uğratmak için savaşıyoruz. Biz bu topraklara Allah'ın şeriati hakim olsun diye geldik. İnsanlara zulmetmek için gelmedik. Buraları ifsad etmek için gelmedik. Ey Devle'nin neferleri ve askerleri. Size hakka dönmenizi nasihat ediyorum. Yapmış olduğunuz hataları terk edin ve hakka yönelin. Allah için savaşmaya dönün. Mücahidleri öldürmeyi bırakın. Bağdadi ve Adnani'nin size söylediklerini terk edin ve Müslümanları öldürmeyi bırakın. Tüm bunları terk edin ve Allah yolunda savaşan mücahidler olun. Şam topraklarına yaptığınız hicreti boşa çıkarmayın. Biz dinin yardımcıları ve Allah'ın askerlerine karşı savaşmak için buraya gelmedik.  Allah'a hamdolsun Allah bizi kendi yolunda kafirlere karşı savaşmak için buraya gelmemizi nasip etti. Fakat sizler buraya gelme amaçlarınızdan saptınız. Sizler şu anda Allah'ın düşmanlarına karşı savaşmak için gelen mücahidleri öldürüyorsunuz.  Sizlere nasihatim hakka dönmenizdir. Bu konular hakkında konuşan alimlerin sözlerine kulak verin. Tüm o alimler sizin yanlış yolda olduğunuzu söylüyorlar. Hatta o alimlerden bazıları sizin harici olduğunuzu söylüyorlar. Allah için hakka dönün. Kendi emirleriniz, şeyhleriniz yerine alimlerin sözlerini dinleyin."

 

İkinci konuşan direnişçi: "Bizim amacımız Müslümanların ve İslam'ın zafere ulaşmasıdır. Onlar(IŞİD) geldiler ve bizim topraklarımızı işgal ettiler. Müslümanların canlarını ve mallarını helal gördüler. Soğukkanlılıkla Müslümanları öldürmeye başladılar. Dediler ki Bağdadiye biat etmeyen tüm Müslümanlar mürted olmuştur (dinden çıkmıştır). Bu İslam şeriatine aykırıdır. O'nu kim halife seçti Müslümanlara. Önce devlet ilan ettiler. Sonra hilafeti ilan ettiler. Sonra da Müslümanları öldürmeye başladılar."

 

Üçüncü konuşan direnişçi: "Biz burada kalmaya ve kendimizi savunmaya devam edeceğiz. Allah size karşı bizim yanımızdadır. Siz buraya Allah yolunda savaşan mücahidleri öldürmeye geldiniz. Sizler kendi emirlerinizin ve şeyhlerinizin sözlerini dinliyorsunuz. Şüphesiz ki Allah kıyamet günü size şunu soracak: "Bu insanları neden öldürdünüz?" İşte o gün ne Adnani ne de Bağdadi size yardım edemeyecek. O gün sadece kendiniz hesap vereceksiniz. Bir düşünün; Nusret Cephesi ve diğer gruplardaki mücahidleri niçin öldürdüğünüzü. Sizin yaptıklarınızdan dolayı benim kalbim hüzün içerisinde. Allah'tan sizleri doğru yola iletmesini istiyorum". (INCANEWS).

 

İşte bu haberden de anlaşıldığı üzere, Suriye'de katil Baas rejimine karşı mücadele eden İslami cephe grupları IŞİD'in yaptıklarının İslam dışı olduğunu ifadeyle, onları tevbe edip İslami ölçülere riayete davet ediyorlar.

 

IŞİD'in Yaptıkları, Emperyalist Projelere Önemli Katkılar Sunuyor

 

Radyo Denge: Peki, IŞİD'e yönelik ABD saldırısı nasıl değerlendirilmeli? ABD IŞİD üzerinden neleri kotardı?

 

Pamak: Tabii ki, bütün bunlara rağmen IŞİD'e yönelik ABD saldırısına sıra gelince; bizce ABD'nin saldırısı da başlı başına bir başka zulümdür. Ama şeytan ve dostlarının zulmü, vahşeti onların temsil ettiği ifsadın doğal sonucudur. Şeytana insanları saptırması sebebiyle söylenecek tek şey lanet etmek ve kovulmuş lanet şeytanın şerrinden Allah'a sığınmaktan ibarettir. Büyük Şeytan ABD ve dostları AB ülkelerinin IŞİD'e ve Irak topraklarına yönelik son saldırı zulmü de bölgeye yönelik süregelen emperyalist amaçlı alçakça projelerinin ve vahşi katliamlarının devamından başka bir şey değildir. Ancak IŞİD'in yaptığı zulümler de bu tür şeytani emperyalist müdahale ve projelerin işini kolaylaştıran bir rol oynamakta, onu şeytanın ifsadını kolaylaştırma konumuna düşürmektedir. Bu sebeple de, IŞİD'in İslam adına yaptığı zulümler Şeytanın yaptıklarından daha fazla İslam'ı ve Müslümanları yaralamaktadır. Şurası iyi bilinmelidir ki, ABD'nin kendisine saldırısı asla IŞİD'in meşruiyetinin kanıtı olarak kullanılamaz.

 

Emperyalist devletler IŞİD benzeri kör şiddeti esas alan örgütlerin, önce oluşmasını sağlayacak ortamı hazırlayarak, sonra da bölgede önlerini açarak ortaya çıkan kaos ve gerginlikten faydalanıp kendi projelerini gerçekleştirmeye, bölgeyi sömürmeye dayalı çıkarlarını güvence altına almaya çalışıyorlar.  ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, IŞİD’in Suriye ve Kuzey Irak’ta uygulamakta olduğu ‘soykırım programına’ karşı koymak adına kapsamlı bir uluslararası ittifak çağrısında bulundu. Görülüyor ki, kendilerinin sürekli yapa geldikleri büyük katliam ve "soy kırım"ları unutan, Suriye ve Irak'taki Esed ve Maliki'nin ve de İsrail terör devletinin gerçek anlamda soykırım olarak nitelenebilecek katliamlarını, baskı, zulüm ve diktatörce tutumlarını destekleyen ya da görmezden gelen alçaklar IŞİD'in yaptıklarını İslam'a fatura edince kolayca "soy kırım" olarak niteleyip topluca haçlı ruhunu kuşanıyorlar ve bölgede istedikleri yeni düzeni kurmak için bunu bir bahane olarak kullanıyorlar.

 

ABD, IŞİD sayesinde rakipleri ortaklar yaptı. Bölgesel Kürt Yönetimi ile İran arasında diyalog artarken Irak merkezi yönetimi ve Bölgesel Kürt yönetimi arasındaki derin husûmet bir anda yerini ortaklığa bıraktı. Silah desteği alan Peşmerge, Amerikan hava saldırıları eşliğinde Musul'da ilerledi. İran'ın da desteğini yitiren Maliki, başbakanlıktan çekildi ve yerine IŞİD ile mücadelede Irak'ı birleştirmeye yetecek kadar kuşatıcı olacağı sanılan İbadi geldi. Amerikalı yetkililer alçakça manipülasyonlarla yönlendirip bütün bu politik amaçlarla istifade ettikleri IŞİD’i üstelik Suriye'de resmi rakamlara göre 250.000 kişinin ölümüne neden olan Baas rejiminden  bile daha tehlikeli göstererek ve hatta katliamcı, soy kırımcı Esed ile ittifak bile gündeme getirilerek İslam ve Müslümanlar aleyhine başka sonuçları da kotarmaya çalışıyorlar.

 

IŞİD kullanılarak bir taraftan Irak hükümeti terbiye edilip, İran, ABD ortak desteğiyle Maliki istifa ettirilip yeni hükümet kurulması sağlandı, diğer taraftan Türkiye ile ABD ve Irak'tan bağımsız petrol alışverişine teşebbüs eden Kürt bölgesel yönetimi terbiye edilip, zor durumda kalınca da yardım edilerek ABD ve Batıya muhtaç olduğu ve haddini bilmesi, bağımsız politikalar gütmemesi gerektiği ihtar edilmiş oldu. Diğer taraftan da, Esed gibi diktatörlüklerden daha tehlikelisi var imajı oluşturularak, Esed'in yıkılması halinde gelecek olanlarla ilgili dünya kamuoyu aleyhte yönlendirilmeye çalışıldı. Batı, bölgede İslam’ın ve Müslümanların söz sahibi olmasının önünü "terör" propagandası ile kesmeye çalışıyor. IŞİD gibi örgütleri ve İslam'a da aykırı olarak yaptıklarını abartılı biçimde propaganda edip kullanarak, Suriye, Filistin ve Mısır'daki İslami grupların, İHVAN ve HAMAS gibi gerçek İslami davet ve direniş cemaatlerinin halkları üzerinde ve dünyada daha fazla kabul görmelerini, saygınlık kazanmalarını ve bölgelerinde söz sahibi olmalarını engellemeye çalışıyor. Batıdaki (Amerika ve Avrupa ülkelerinden binlerce, resmi raporlara göre "üç binin üzerinde" gencin ülkelerini rahatlatan bir temizlik(!) imkanı sunarak IŞİD saflarına katılmak üzere ülkelerinden ayrıldıkları biliniyor) ve tüm dünyadaki Müslüman gençlerin bu abartılı propagandanın tesirinde kalarak IŞİD'in saflarına katılması adeta yönlendirilerek, hem İslam bu aşırılıklarla yaftalanıp kötü gösterilmeye çalışılıyor, hem de bu eğilimdeki samimi ama sahih bilgi ve bilinçten yoksun gençler bu tür uçlara itilerek mahkum edilmeye ve yok edilmesi gereken teröristler olarak gösterilerek tasfiye edilmeye çalışılıyor. Bunun yanında, emperyalist devletler, bir yandan Suriyeli muhalifleri arkadan vurmak, diğer yandan Iraklı Maliki ve Kürt yönetimlerini terbiye etmek için IŞİD'den faydalanıyorlar. Bütün bu açılardan bakıldığında, IŞİD'in yaptıkları emperyalist projeler açısından son derece yararlı olmuş bulunuyor.

 

Seküler Liberal, Sol, Kemalist ve Ulusalcıların, Mazlum Müslüman Halkların Önünde Başlarını Utançla Eğip Özür Dilemeleri Gerekir

 

Radyo Denge: Peki IŞİD'i ve onun üzerinden İslam'ı eleştiren seküler liberal, sol, kemalist ve ulusalcıların tutumları nasıl değerlendirilmelidir?

 

Pamak: IŞİD'in asla İslami olmayan ve İslam'dan bir sapmayı teşkil eden insanlara korku salan, binlercesini yurdunu terke zorlayan bu tür baskı ve zulümlerinin faturasını İslam'a kesip, IŞİD üzerinden İslam'ı eleştirmeye cür'et eden önyargılı, Batılıların, Batıcı seküler sol, liberal ve alevi yazarların, siyasetçilerin, gazetecilerin; öncelikle kendileriyle örtüşen seküler düşüncenin müntesiplerinin tarihte ve bugün yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri zulüm ve katliamlarını hatırlamaları gerekir. Bu bağlamda, Batı seküler paradigmasının ortaya çıkardığı kapitalist bloğun kotardığı 1. ve 2. Dünya Savaşlarında yüz milyonun çok üzerinde masum insanı katleden büyük zulüm ve katliamını hatırlasınlar. Sonra da, aynı sapkın paradigmanın diğer kolu olan sosyalizm adına da sadece Sovyetlerin yine sadece Stalin döneminde hegemonya kurduğu coğrafyada  ve civarında bile on milyonların çok üzerinde katliam yaptığını hatırlasınlar. Yine Avrupa'da on yıllar süren zaman dilimine yayılan mezhep savaşlarında aynı şekilde milyonlarca insanını nasıl acımasızca katlettiklerini, bunun yanında Haçlı seferlerinin Müslüman halklara yönelik vahşetini, bunlara ilaveten de Kore, Vietnam ve Kamboçya  benzeri ülkelerde aynı seküler sapkın paradigmanın temsilcilerinin nasıl alçakça işgal ve katliamlar yaptıklarını düşünsünler.

 

IŞİD üzerinden İslam'ı ve Müslümanları haksız eleştirilerle mahkum etmeye çalışanlar; bahsettiğim büyük insanlık suçlarına ilaveten yandaşı ve takipçisi oldukları seküler modern paradigmanın ürünü emperyalist demokrasilerin ve bölgede egemen kıldıkları Siyonist katillerin, sadece son 20 yılda Çeçenistan, Afganistan, Irak ve Filistin'de bizzat kendilerinin yine milyonlarca masum Müslüman'ı nasıl vahşice katlettiklerini hatırlasınlar. En son olarak da Suriye ve Mısır'da diktatör ve darbecilerin yanında yer alıp, yüz binlerce masum Müslüman'ı vahşice katletmelerini, binlercesini de dakikalık uyduruk mahkemelerde kitlesel idam kararlarıyla susturmaya çalışmalarını nasıl destelediklerini ve kendilerinin de bu vahşetler karşısında nasıl edilgen ve suskun kaldıklarını düşünüp utanç içinde başlarını yere eğmelidirler.

 

Ayrıca aynı seküler çevreler, İslam ümmetini uyduruk ulusal sınırlarla bölüp despot yönetimleri egemen kılıp, bir de İsrail terör devletini bölgenin kalbine bıçak gibi saplayıp bugünkü bütün çatışmaların, kan ve gözyaşının tohumlarını bilerek, planlayarak ekenlerin; yine kültürel olarak peşlerinden sürüklendikleri seküler emperyalist demokrasiler olduğunu düşünmeli, bu zulüm bataklığında yetişen IŞİD üzerinden İslam'ı ve Müslümanları suçlamaya kalkanlar bir kez de bu sebeple utanmalıdırlar. Ayrıca, Türkiye'deki Ermeni tehciri ve kitlesel katliamı ile Kürt halkına yönelik seküler Batıcı Türk ulusalcığına dayalı baskı, yasak, asimilasyon ve katliamları gerçekleştirenlerin de yine Batının devşirdiği İT (İttihat Terakki) üyeleri olduklarını (bunların da kendilerinin ideolojik dedeleri olduğunu) bilmeli ve bir daha utanmalıdırlar. Tabii ki, aynı dönemde Müslümanlara yönelik katliamları yapan Taşnak gibi Ermeni ulusalcılarıyla İT mensuplarının ve Kemalistlerin seküler Batıcı ve ulusçu olmak bakımından ideolojik kardeş oldukları da unutulmamalıdır.

 

Cumhuriyet adı verilen dönemde ise, seküler Türk ulusalcılığına dayalı laik Türkçü resmi ideolojiyi oluşturup dinleştirerek bütün topluma zorbalıkla dayatıp Zilan ve Dersim benzeri katliamlarla on binlerce sivil halkı yok edenlerin de Batıcı seküler İT'in artıkları olması sebebiyle, bir de bunun için utanmalıdırlar. Genelde CHP ya da diğer seküler partileri destekleyen bu çevreler, "kafa kesen IŞİD'in" yaptıklarını İslam'a fatura edip eleştirirken, hâlâ izinden gittikleri seküler ideolojinin atasının, dayattığı seküler politikaları kabul etmeyenler için "bu uğurda gerekirse birçok başlar kesilir" tehdidiyle estirdiği terörü hatırlasınlar. Laik ulusalcı Kemalistlerin sadece "İstiklal mahkemelerinde" hukuksuz yargı terörüyle on binlerce masum insanın kellelerinin nasıl zalimce koparıldığını hatırlayıp utansınlar.

 

İşkence de Batılı seküler insanın karakteridir. Avrupa'ya gidenler, orada ortaçağdan bugüne işkencenin nasıl sistematik ve sürekli biçimde uygulandığının izlerine rastlarlar. İşkence aletleri teknolojisinin nasıl yenilenerek geliştirildiğini, çok büyük ıstırapları insanlara yaşatan, insanlık onurunu yok eden şedit ve vahşi usullerle yapılan işkencelerin kültürel ve teknolojik boyutuyla nasıl yaygın olduğunu ve neredeyse bir endüstriye dönüştüğünü işkence müzelerini gezince anlarlar. Avrupa'nın birçok şehrinde yüzyıllardır ve 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar uygulana gelen bu vahşi işkencelerin akla ziyan aletlerinin sergilendiği, yöntemlerinin izah edildiği müzeleri görmek mümkündür. Batıyı taklit eden TC döneminde de, Batıcı seküler Kemalist ve ulusalcı solcu kesimlerin de daha AKP dönemine kadar ülkemizde iğrenç işkencelere imza attıklarını herkes bilir. Yani işkencecilik de Batının ve Batıcıların karakteridir. IŞİD zulümleri üzerinden İslam eleştirisi yapanlar, kendi işkenceci seküler ideoloji ve uygulamalarını hatırlayıp utanmalıdırlar. Türkiye'de işkenceyi "sıfır tolerans"la azaltanlar bile, ancak Kemalist ulusalcılığın dışına çıkabilen kadrolar olmuştur.

 

En son Irak, Suriye, Mısır ve Gazze'de ve dünyanın pek çok yerinde insanlar, insanlık dışı uygulama ve yöntemlerle katledilirken, yaygın insanlık suçları ve soykırım boyutunda vahşetler gerçekleştirilirken; sessiz durarak dolaylı, katillerin tarafını tutarak doğrudan destek veren bu seküler emperyalist devletler ve yerli işbirlikçileri, çıkarlarına ters düşen en ufak bir hadiseye ise aniden tepki vermekte ve müdahale etmektedirler. Bizzat sebep oldukları ya da destekledikleri işgal ve katliamlar karşısında çoğu kez gözlemci refleksi gösteren seküler dünya, insana ait olan tüm değerlerini ve en önemlisi insanlık onurunu kaybetmiş bulunmaktadır. Bu sebeple Gazze'de Siyonist terör devletinin en güçlü silahlarla yaptığı soykırımı görmezden gelen, bir kısmı da silah vermek dahil her türlü destekle açıkça yanında yer alan Batılı devletler ve onların çıkarlarına hizmet eden uluslararası kuruluşları, Siyonist katliamla ve çok boyutlu ambargoyla sarsılan HAMAS'ın kuşatma altındaki zor şartlarda ve imkansızlıklar içinde elde ürettiği gücü sınırlı bir kaç füzeyi İsrail'e fırlattığında çok büyük tepkiler verebilmekte ve hatta HAMAS'ı insanlık suçu işlemekle, "terör örgütü" olmakla bile suçlayabilmektedirler. Üstelik bu alçakça tutumlarından hiç bir utanç da duymamaktadırlar.

 

Radyo Denge: Gerçekten de bütün bunlar düşünüldüğünde, IŞİD üzerinden İslam'ı ve Müslümanları suçlamaya kalkışan tüm seküler sol, liberal sol ve sağ, ulusalcı, laik, demokrat, Kemalist, seküler Alevi, kapitalist, sosyalist vb. tüm İslam dışı kesimlerin utanacakları ne kadar çok şeyleri var değil mi?

 

Pamak: Evet gerçekten de müntesibi oldukları seküler modern paradigmanın ürettiği ideolojiler adına yapılan ve halen devam eden bunca işgal, sömürü ve katliama rağmen bir de kendilerini iyi bir konumda görmeleri ibret verici bir kendini bilmezlik halidir. Üstelik IŞİD gibi örgütlerin  yaptıkları İslam'dan bir sapma olarak ortaya çıktığı halde, Batı ve Batıcıların, seküler paradigmaya dayananların ürettikleri tüm vahşet, onların insani olanı yok eden, fıtratı bozan seküler ideolojilerinin doğal sonucudur. Ayrıca İslam adına ama İslam'a aykırı olarak yapılan zulüm ve öldürmelerin failleri, onların işgal, sömürü ve katliamlarının oluşturduğu bataklığın ürünü olup, üstelik bu ürünlerin yaptıkları da bizzat Batlıların ve Batıcıların yaptıklarının milyonda biri mesabesinde bile değildir.

 

Bugün IŞİD'e Saldıranların Çoğu

Onu Doğuracak Şatları hazırlayan Zalimlerdir

 

Radyo Denge: Bugün IŞİD'i zulümleri sebebiyle suçlayıp eleştirenler, hatta yapılanların İslam'a ve Müslümanlara fatura etmeye kalkanlar, aslında IŞİD gibi örgütlerin ortaya çıkmasının müsebbibinin de kendilerinin oluşturdukları zulüm bataklığı olduğunu göremiyorlar mı?

 

Pamak: Evet, sizin de ifade ettiğiniz gibi, bugün IŞİD'den şikayetçi olanların büyük çoğunluğu, onu ortaya çıkaran şartları hazırlayan zalimlerdir. Bu hallerini kasten görmüyor ve örtmeye çalışıyorlar.

 

En başta bölgeden başlayacak olursak; Mesela İran ve Hizip IŞİD hakkında suçlayıcı açıklamalar yapıyorlar. Halbuki Maliki ve Esed diktatörlerinin yıllara sâri baskı, zulüm ve katliamlarına önce destek verip sonra da bizzat iştirak ettikleri gerçeği karşısında kendilerinin IŞİD'i de ortaya çıkaran şartları hazırladıklarını hatırlamalıdırlar. Ve henüz IŞİD'in kendilerinin yaptıkları katliamların çok azına bile ulaşmadığı gerçeği karşısında utanmalı ve IŞİD'i suçlamadan önce kendilerini hesaba çekip tevbe etmeli, İslami kimliğe ihanetten vazgeçmelidirler. Nasrallah, IŞİD'in Sünnilerin yanı sıra Kürtler, Yezidiler ve Hıristiyanlara karşı da savaştığını belirtip, “IŞİD, başta Suriye ve Irak olmak üzere Suudi Arabistan'dan Ürdün'e diğer ülkeler için de tehdit oluşturuyor. ABD, IŞİD'den istifade etmek için ona göz yumdu” açıklamasını yapıyor. Evet, Amerika'nın başlangıçta istifade etmek için IŞİD'e göz yumduğu tespiti doğru olabilir. Ancak Nasrallah'ın şunu da hatırlaması gerekir ki, aynı Amerika daha önce de Sünni muhalefeti kırmak için Irak ve Suriye'de İran'a ve Hizbe göz yummuştu. Çünkü Amerika gibi İslam düşmanı emperyalist ülkeler, bölgede kaos oluşturup emperyalist proje ve politikaları için kullanmak üzere bazen Şiilik adına hareket eden mezhepçi ülke ve devletlerin, bazen de Sünnilik adına hareket edenlerin önünü açıp desteklerler. Böylece bunların birbirinin karşısına çıkıp çatışması zeminini hazırlayıp sürekli gerginlik çıkmasını sağlayarak bölgeyle istediği gibi oynamak isterler.

 

Ayrıca IŞİD gibi örgütlerin oluştuğu zulüm bataklıklarını üretenler de bizzat Batılı ve Batıcı seküler zihniyetin, zulüm, sömürü ve katliamlarıdır. Bu yüzden İslam'ı temsil etmeyen ve yaptıkları İslam şeriatıyla asla bağdaşmayan IŞİD'in zulmünün bile arkasında yine kendi seküler çıkarcı insandışılaşmış zihniyetlerinin olduğu unutulmamalıdır. IŞİD'i de ortaya çıkaran ortamı hazırlayan kaosu oluşturanların, bu bağlamda daha önce ifade ettiğim işgalleri gerçekleştirenlerin IŞİD'in yaptıklarından da sorumlu oldukları akıldan çıkarılmamalıdır. Bu zalim seküler zihniyetin bölgede darbeleri ve despotizmi destekleme ve İsrail terör devletinin katliamlarını görmezden gelme, hatta savunma gibi insanlık onurunu yok eden politika ve uygulamalarının, ortaya çıkan sonuçtan doğrudan sorumlu olduğu bilinmelidir.Üstelik bütün bunlara ilaveten bölge halklarının adil İslami kimlikle buluşmasını, tevhid ve adalet eksenli hükümetlere ulaşmasını engelleyici her türlü zorbalığı da hem bizzat yaparak, hem de destekleyerek  tüm yaşananlardan öncelikle sorumlu olduğunu görüp utançla Müslüman halklardan ve tüm dünya mustazaflarından özür dilemelidirler.

 

Batı Her Zamanki İkiyüzlülükle İsrail'i Sahiplenirken,

IŞİD'e Saldırıya Geçiyor

 

Radyo Denge: Peki, Mısır, Suriye ve Gazze'deki katliamlara, insanlık suçlarına sessiz kalan, hatta saldırgan tarafta yer alan Batılı ülke ve kuruluşlar IŞİD saldırıları sebebiyle ne yaptılar?

 

Pamak: İnsani değer ve erdemlerini yitirip, tamamen çıkar eksenli bir konuma savrulmuş bulunan bu alçaklar, bahsettiğiniz zulüm ve katliamlara karşı sessiz kalmak ya da destekçi olmak gibi, Irak'ta Maliki'nin on yıl süren zulüm ve katliamlarına da hep sessiz kalmışlar, desteklerini sürdürmüşlerdir. İşte bu süreç sonunda Sünni kesim dayanamayıp ayaklanınca ve çaresizlikle IŞİD'in peşine takılınca yine sesleri çıkmamış, hatta başta Bağdat'a doğru ilerlemesine de göz yumulmuş, Maliki'nin yardım talepleri karşılıksız bırakılmış, ta ki IŞİD korumaları altındaki Kürt bölgesine yönelip oradaki çıkarlarına da zarar vermeye başlayınca hep birlikte düşman ilan edip saldırıya geçmişlerdir.

 

Siyonist devletin Gazze katliamı konusunda sorumluluklarını yerine getirmeyen Birleşmiş Milletler (BM), "Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) saldırıları nedeniyle binlerce insanın evlerini terk etmek zorunda kaldığı Irak'ta insani kriz durumunun en üst seviyeye çıktığını" açıklamakta çok acele edebilmiştir. Aynı şekilde İsrail katliamına karşı direnen HAMAS'ı suçlayıp terör devletini savunan, hatta Fransa'daki İsrail protestolarını bile engelleyen Fransa'nın Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, Fransa adına "uluslararası toplumun Irak'taki terör riskini ortadan kaldırması için BMGK'nın acil toplanması" gerektiği çağrısını yapıyordu. Bir yandan ABD hava bombardımanına başlıyor, diğer yandan İngilizlerin de Şengal bölgesine karadan girdiği haberleri basında yer alıyordu. Aynı günlerde Alman hükümetinin bir bakanı da bizzat bölgeye giderek IŞİD'e karşı mücadeleye Almanya'nın desteğini ortaya koyuyordu. Hepsinin ortak bahanesi ise, “katliamın pençesinde olan Ezidileri ve Hıristiyanları” kurtarmak(!) olarak ifade edilmektedir. Ama daha dün Bosna’da, Çeçenistan’da, Keşmir’de; bugün ise Myanmar, Doğu Türkistan ve ziyadesiyle de Mısır, Gazze ve Suriye’deki katliamlara karşı aynı kesimlerin umursamaz tutumları hafızalarda yerini korumakta ve utançla hatırlanmaktadır.

 

Suriye’de katil Baas diktatörlüğünün öldürdüğü çocuk ve sivil sayısı da, Esed’in zindanlarında işkence edilerek, uzuvları kesilerek öldürülenlerin sayısı da IŞİD ile kıyaslanamayacak kadar fazla olduğu halde, hem devlet olarak Avrupa ve Amerika hem de bu ülkelerin medyası söz konusu katliamlara genelde hep sessiz kaldı ve dolaylı destek verdiler. Aynı şekilde Mısır'da darbeyle seçilmiş iktidar tasfiye edilirken, binlerce insan sistematik biçimde katledilirken, işkenceden geçirilirken, hukuk katili darbe mahkemelerinde dakikalar içinde yüzlerce idam kararı verilirken, baskı ve yasaklarla düşünce ve örgütlenme özgürlüğü yok edilirken aynı suskunluğu sürdürmüşler, aynı ahlaksız desteği darbecilere vermişlerdir. Bütün bu ahlaksızlığı yıllardır ve halen sürdürenlerin, IŞİD üzerinden İslam'ı ve Müslümanları eleştirmeye ne hakları ne de yüzleri olabilir.

 

Diğer taraftan USAK Başkanı Sedat Laçiner'in şu tespitleri de önemlidir: "IŞİD Batı ve İsrail için fevkalade kullanışlı bir siyasi araç. IŞİD sayesinde İslam’ın Batı’daki ve dünyadaki imajı yerle bir oluyor, Müslümanların ne kadar da barbar ve geri insanlar olduğunun altı çiziliyor. Bu da Medeniyetler Çatışması tezini güçlendiriyor, Batı’da önemli bir müşteri buluyor. İkinci olarak IŞİD, radikal güçleri bölüyor, Müslüman dünyanın enerjisini mezhepçilik yoluyla yine Müslüman dünya içinde yok ediyor. Batı gözünden bakarsanız Batı’ya yönelebilecek öfkeyi çekiyor… IŞİD ve benzeri yapılar sayesinde Batı ülkelerindeki binlerce radikal Müslüman Ortadoğu’ya çekildi ve bu kişiler bu bölgede adeta etkisiz hale getirilecekler, yeniden Batı’ya dönmelerine imkan verilmeyecek. IŞİD ve benzeri örgütler Batı’nın Ortadoğu’da her türlü müdahaleyi yapmasına meşruiyet kazandırıyorlar. Nitekim ABD bugün bölgeye neden müdahale ettiği için değil, neden müdahale etmediği veya neden az müdahale ettiği için eleştiriliyor. Esed’in mücadelesi pek çok çevrede IŞİD sayesinde meşrulaştırıldı. IŞİD, Esed karşıtı cepheyi böldü ve zayıflattı..."

 

Emperyalizmin Katil Ordusu NATO, Kanlı Ellerini Bir Daha Bölgemize Uzatmaya Kalkışırken, Türkiye Figüranlığını Sürdürecek mi?

 

Radyo Denge: NATO da IŞİD'e karşı açıklamaları oldu, NATO Galler toplantısında bazı kararlar alındı galiba, nedir bunlar ve ne yapılmak isteniyor?

 

Pamak: Evet, İsrail TC vatandaşlarını taşıyan bir gemiye uluslararası sularda saldırıp katliam yaparken hiç sesi çıkmamış olan NATO'nun Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen de, konu bölgedeki halklar arasında çıkma ihtimali olan bir çatışma olunca, "IŞİD tehdidi altında kalırsa Türkiye'yi savunacaklarını" aceleyle açıklayarak, ahidlerine çok sadık oldukları imajını vermeye çalışmıştır. Aslında bölgeye yönelik yeni emperyalist müdahalelerinde Türkiye'yi bir daha kullanmak istediklerinin işaretiydi bunlar. Nitekim Galler'deki son NATO toplantısında da bu emperyalist müdahalenin zemini oluşturulmaya ve bu amaçla Türkiye yeniden işin içine çekilmeye çalışıldı ve bu istikamette bazı kararlar alındı.

 

NATO Zirvesi sonunda yayımlanan sonuç bildirisinde, IŞİD’in, Irak ve Suriye halkları, bölge ve NATO ülkeleri için ciddi tehdit oluşturduğu belirtilerek, kendi erişilmez acımasızlıklarını, tüm dünyaya ve özelde İslam coğrafyasına yönelik katliamlarını, alçaklıklarını unutarak, “IŞİD’in sivil nüfusa yönelik acımasız ve alçak saldırılarını en güçlü ifadelerle kınıyoruz” denildi. Irak hükümetinden talep gelmesi halinde NATO’nun savunma ve güvenlik kapasitesi oluşturma inisiyatifi çerçevesinde alınabilecek önlemleri değerlendirmeye hazır olduğu kaydedildi. Sonuç bildirisinde, müttefiklerin, ülkelerine dönen yabancı savaşçılara ilişkin bilgi değişimi konusunda işbirliğini güçlendirmenin yollarını arayacağı vurgulandı. Halbuki bu alçaklar, Suriye rejiminin katliamlarına göz yummak yerine muhaliflere ihtiyaçları olan ve vadettikleri silahları vermiş olsaydılar, aynı zamanda Maliki'nin Irak'lı Sünni kesime on yıla yakın bir zaman süresince bunca zulmü yapmasına rağmen ona desteklerini sürdürmeseydiler, bugün IŞİD diye bir mesele olmayacaktı.

 

Kendi ürettikleri düşmanlarını, şimdi de aşırı biçimde abartarak, onun üzerinden bölgeye yönelik yeni planlarını uygulamaya koyuyorlar. Nihayet ABD Dışişleri Bakanı NATO zirvesinde yaptığı toplantıda, IŞİD'e karşı mücadele etmek üzere koalisyon kurulması çağrısı yaptı. Irak'taki tüm zulmün kaynağı olan işgali gerçekleştiren ülkeler olan aynı Haçlı koalisyonunu oluşturan İngiltere, Fransa, Kanada, Almanya, Avustralya, İtalya, Polonya, Danimarka gibi ülkelerin o gün Erdoğan'a rağmen yaşanan tezkere krizi sonucu yanlarına almaya muvaffak olamadıkları Türkiye'yi de bu kez yanlarında görmek istiyorlar, tıpkı Afganistan işgalinde olduğu gibi. Her zamanki gibi amaçları, Müslüman halkların topraklarına yönelik bu emperyalist saldırıda Türkiye'nin de koalisyonda yer almasını sağlayarak, hem onun lojistik desteğinden ve üslerinden, hava sahası ve limanlarından yararlanmayı, hem de sadece Batılı Hıristiyan bir koalisyonun İslam'a saldırıya geçtiği imajını kamufle etmeyi hedeflemektedirler. Afganistan işgalinde de kendilerine dolaylı destekler veren İran bu kez de yine yanlarında yer alma, işbirliği yapma kararı almış durumda. BBC Farsça'nın Tahran'daki kaynaklarına dayandırarak verdiği haberine göre Ayetullah Hamaney, İran ordu komutanına ABD, Irak ve Kürt güçleriyle askeri işbirliği yapılması yetkisi vermiş bulunuyor. Anlaşılan o ki, Türkiye ve İran, defalarca uyardığımız halde, bölge meselelerini yerli bir inisiyatifle, özgün bağımsız bir iradeyle bölgede çözmek yerine, yine emperyalistlerle işbirliği yaparak figüranlığa razı olacakları intibaı oluşturuyorlar. İnşallah akledip bu figüranlıktan artık vazgeçerler.

 

Geçmişten bugüne bölgeyi kana bulayanlar, şimdi de IŞİD'i vesile kılarak aynı şeyi bir daha denemeye kalkıyorlar. Bunun için Irak'ta milyonlarca sivil halkı katleden ve geriye IŞİD'i de doğuran bugünkü zulüm bataklığını ve kaosu bırakan ABD öncülüğündeki Batılı emperyalist devletler, o gün reddedilen tezkere sebebiyle yanlarına alamayıp bazı imkanlarını kullandıkları Türkiye'yi de, NATO üyelerinin koalisyonu adı altında bir daha kullanmaya hazırlanıyorlar. Muhtemelen, 2003 yılında Türkiye topraklarının ABD ordusunun Irak'a yönelik kara harekatı için tahsis edilmesine dair tezkere geçmeyince, bölgemize yönelik bu emperyalist saldırı koalisyonuna AKP hükümetinden aldıkları diğer imkanları, yani lojistik destek verilmesini, başta İncirlik Üssü olmak üzere hava saldırıları için Türkiye topraklarının, limanlarının ve hava sahasının kullanılmasını bugün tekrar talep edeceklerdir. Hatırlanacağı üzere, 2003'te tezkere çıkmayınca AKP hükümeti Türkiye'nin üslerini, hava sahası ve limanlarını işgalci katil güçlere tahsis etmiş ve Türkiye hava sahasından atılan füzelerle on binlerce Iraklı öldürülmüştü. Saddam rejimine yönelik mücadele sürdüren Ensar-ül İslam kampları da Türkiye semalarından atılan bu katil füzelerle vurulmuş ve yüzlerce kardeşimiz şehid edilmişti.

 

Daha önce büyük hata ederek Suriye sorununu bölge ülkeleriyle çözmekte direnmeyip Batı saflarına katılan Türkiye, "Suriye'nin dostları" yalanı adı altında toplanan aynı emperyalist ülkelerin kendisiyle birlikte Suriye muhalefetini silahlı mücadeleye cesaretlendirdikleri halde nasıl yalnız bırakıldığını hatırlamalıdır. Ki bu büyük hata sebebiyle, hem AKP hükümeti, hem de "İslami Kuruluşlar" adıyla birlikte hareket eden gruplar, Suriye'de bugünkü içinden çıkılmaz kaosa, IŞİD'e de alan açan ve sonuçta emperyalistlerin bölgeye tekrar müdahalesine sebep olan sıkıntılı duruma katkı sunmanın vebalini taşımaktadırlar. Aynı şekilde AKP hükümeti, yine bu dostlarına güvenerek demokrasiye teşvik ettiği İHVAN'ın darbeyle devrilmesi sürecinde yine nasıl yalnız kaldığını, Batılı müttefiklerinin nasıl darbecilerin arkasında durduğunu unutmamalıdır.  Bütün bunları hatırlayıp, bugün aynı delikten bir daha ısırılarak, aynı emperyalistlerin bölgeye yönelik yeni bir saldırısına yardım ve yataklık yapmayı kabullenerek, bu alçak Batılı dost(!)larının koalisyonunda yer almak ahmaklığına düşmemelidir. Fazla umutlanmak mümkün görünmese de, inşallah bunca tecrübeden sonra aynı delikten bir daha ısırılmazlar ve görece de olsa daha bağımsız bir politikayı hiç değilse bundan sonra takip ederler.

 

Haçlı Katliamlarının Sahibi, Ruhbanı İlahlaştıran Tecavüzcü Papazların Amiri Papa, IŞİD'in Yaptıklarını Utanç Verici Bulmuş

 

Radyo Denge: Papa'nın açıklamaları da ilginç değil mi? Kendi halini görmeden IŞİD'i insanlık için utanç saymak, hilafetten rahatsızlık duymak gerçekten ilginç değil mi?

 

Pamak: Basında yer alan bir habere göre; "Vatikan, IŞİD'in, Ezidilere yönelik saldırılarına ve Hıristiyanları yaşadıkları yerlerden sürmelerine ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada 'Tüm dünya, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 29 Ekim 1923’te sonlandırdığı halifeliğin, yeniden diriltilmesini hayretle izliyor' ifadeleri kullanıldı". Kardinal Tauran, başta Müslümanlar olmak üzere dini otoritelerin, IŞİD’in insanlık adına utanç verici bu eylemlerine karşı net ve cesur bir tavır almaları gerektiğini belirtti. Din başta olmak üzere hiçbir gerekçenin, halifelik ilan eden cihatçı IŞİD üyelerinin Ezidiler, Hıristiyanlar ve diğer azınlık din mensuplarına karşı yapılan bu barbarlığı açıklayamayacağını ifade eden Katolik din adamı, 'Dini sorumlulukları olanlar, liderler, dinler arası diyalogla meşgul olanlar ve tüm iyi niyetli kişilerin, nüfuzlarını hükümetler üzerinde kullanarak, onlara terörizmi desteklemenin, mali yardımda bulunmanın ve onları silahlandırmanın, ahlaken kınanması gereken bir şey olduğunu anlatmaları gerekir' şeklinde açıklamasını sürdürerek, aksi halde dinlerin inandırıcılığı kalmayacağını öne sürdü".

 

Halbuki Haçlı katliamlarından bu yana Papalığın geçmişi ve hali katliamlarla, İsa(as)'yı ve Ruhbanı ilahlaştırıp vahiyden uzaklaşarak insani fıtri erdemleri yok eden sapmalarla doludur. Böylece yaşanan insani tükeniş, yozlaşma ve ahlaki çürüme sonucunda bizzat papazların yaptığı tecavüzlerle dolu bir hikayesi vardır Papalığın. Aynı şekilde engizisyon mahkemeleri, sırf akledip düşündüğü için giyotinle kesilen kafalar ve yakılarak öldürülen düşünce adamları hep Papalığın uygulamaları olarak tarihteki yerini almıştır. İşte aynı Vatikan G. W. Bush'un bölgemize yönelik milyonlarca kişiyi katleden ve bizzat kendisinin nitelendirmesiyle "haçlı seferi"ni desteklemişti. Aynı şekilde İsrail terör devletinin Gazze saldırısı ve katliamında aynı sert tepkiyi vermemişti.

 

Ayrıca Papa, kendisinin bütün Hıristiyanların dini otoritesi olmasını, yani Papalık konumunu sorgulamadığı halde Mustafa Kemal'in Halifeliği kaldırmasını sahiplenip bugün yeniden ihdasından rahatsızlığını beyan etmek suretiyle, kendisine hak gördüğünü Müslümanlara çok görme çifte standardına düşmektedir. Bizler de İslami ölçülerle bakarak IŞİD'in hilafet ilanını meşru ve doğru bulmuyoruz, ama IŞİD'in şer'i olmayan hilafetinin bile kısmen bile olsa vahye dayanması ve tevhidi esas alması ve icraatlarındaki zulümlerin Papalığınkinin çok gerisinde olması bakımından Papa'lığın çok üstünde olduğunu da biliriz. Papa ise, IŞİD'inkinden değil, M. Kemalin kaldırmasına vurgu yaparak, doğrudan İslami hilafetin yeniden ihdasından rahatsızlığını beyan etmiştir. Aynı Papa, İsrail'in "arz-ı mev'ud" iddiasıyla kurduğu Yahudi devletinden rahatsızlık duymamakta, tam tersine ziyaret edip desteklemektedir. Hıristiyanlar için merkezi bir otorite olarak Papalık, Yahudilere Yahudi devleti hak görülmekte, sıra Müslümanlara gelince İslami devlet ya da hilafet rahatsızlık konusu olarak gündemleştirilmektedir. Bütün tarih şahidtir ve Kur'an güvence vermektedir ki, İslami adalet sisteminde ya da İslami hilafet yönetiminde, Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlerin müntesipleri, bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirme imkanına sahip olacaklar ve adaletle muamele görmüşler ve bundan sonra da göreceklerdir. Hıristiyan, Yahudi ya da seküler ideolojilerin, laik demokrasilerin hakim oladuğu hiçbir sistemde Müslümanlara adaletle muamele edilmemekte, özgürlük tanınmamakta ve İslam sisteminde onlara verilen hakların büyük çoğunluğunu Müslümanlara tanımamaktadırlar. Bu yüzden utanılması gereken noktada olanlar, öncelikle Papalık ve seküler sistemlerdir. Üstelik Papalık, soykırım yapan işgalci Yahudi terör devleti İsrail'e silah verilmesine itiraz etmemektedir. Bütün bunlar, bilinen Batı utanmazlığını, ahlaksızlığını ve çirkin ikiyüzlülüğünü Papa'nın da tekrarlamaktan çekinmediğini göstermektedir.

 

Hareket Fıkhında Meşruiyetin Tek Kaynağı

Vahiy ve Resulün Mücadele Sünnetidir

 

Radyo Denge: Sadece ABD'nin saldırısına muhatap olmak bir yapıya ve yaptıklarına meşruiyet ve haklılık kazandıramaz diyorsunuz, peki meşruiyetin kaynağı nedir? Bir yapının ve yaptıklarının meşru sayılabilmesi için nasıl olması ve hangi ölçülere uyması gerekir?

 

Pamak: Meşruiyetin ve haklı sayılmanın tek kaynağı vahiy ve Resulün (s) mücadele sünnetidir. Sadece şer'i ölçü ve hudutlara uygun davranılarak meşru olunabilir ve meşru konumda kalınabilir. IŞİD ise, tüm bu meşruiyet ölçülerini ayaklar altına alan bir pratik ortaya koymakta ve bunda da ısrar emektedir.

 

Evet IŞİD'i ortaya çıkaran zulüm, baskı ve diktatörlük şartları, emperyalist işgaller ve katliamlar, bu zulme muhatap kılınanların sadece emperyalizme ve zalim diktatörlere yönelik itiraz ve hesap sorma amaçlı olarak şiddete dayalı mücadeleye girmelerine haklılık kazandıracak unsurlardan biridir. Daha önce belgelerini ortaya koyduğum üzere, seküler Batı zihniyetinin ve yerli Batıcı diktatörlerin, despot rejimlerin ortaya koydukları, işgaller, istilalar, sömürüler, işkenceler, tecavüzler ve kitlesel katliamlar, insanı tüketip fesadı küreselleştiren hayvandan aşağı uygulamalar, şüphesiz ki mazlumları isyana ve şiddete teşvik edecek bütün unsurları fazlasıyla ihtiva etmektedir.  Bizler de, bunca işgal, zulüm ve katliama muhatap olmaları sebebiyle, söz konusu zalim güçlere karşı, yaşadıkları büyük acının etkisiyle şer'i ölçüleri aşan bir şiddet göstermelerini bile, tıpkı daha önceleri el-Kaide adına Amerikan hedeflerine yönelik bu anlamdaki (şer'i ölçülere uymayan) kimi eylemlerini değerlendirirken yaptığımız gibi, asla meşru görmemekle beraber anlamaya çalışırız.

 

Ama bu emperyalist güçlerle ve despot işbirlikçileriyle alakası olmayan, sivil halk kesimlerine, diğer İslami gruplara, farklı mezhep ve meşreplerin müntesiplerine yönelik, sırf kendilerine biat etmedikleri, kendileri gibi inanmadıkları için kullanılan ölçüsüz kör şiddet, baskı, zulüm ve katliamlar asla meşru da, mazur da değildir, bu sebeple de anlamaya dahi çalışmadan reddedilmeli ve kınanmalıdır. Üstelik İslam adına ortaya konduğu için bu yapılanlar, İslam'a ve Müslümanlara emperyalistlerden daha fazla zarar vermektedir. Ayrıca, IŞİD'in bugüne kadarki mücadelesi ve kullandığı şiddet, emperyalist güçleri ve hatta Gazze'nin silahsız mazlum halkına yönelik katliamı sürecinde bile İsrail terör devletini değil de, daha çok bölgenin muhalif Müslüman kesimlerini ve bölgedeki Müslüman olmayan azınlıkları hedeflemiş bulunmaktadır.

 

Diğer taraftan sırf ABD saldırısına muhatap olmaktan kalkarak IŞİD'i sahiplenmeye gelince, bilmeliyiz ki, ABD Saddam'ı da yıllarca kullandığı halde onu yıkmak için dünyanın en büyük katliamlarından birisine imza atmıştır. Hem desteklerken onunla Müslüman halkları katletmiş, hem de onun diktatörlüğüne son vermeye geldiğinde de yine mazlum Müslüman halklardan milyonlarcasını katletmiştir. Çünkü onun için tek ölçü süfli emperyalist çıkarlarıdır. Ama ABD'nin Saddam rejimini yıkması ona meşruiyet kazandırmamıştır. ABD ve Batı çoğu bölgede yıllarca destekleyip kullandıkları örgüt ya da diktatörleri, işbirlikçi rejimleri, miadı dolup işi bittiğinde, çıkarı gerektirdiğinde ya da emperyalist projelerinin gereği olarak yeri geldiğinde yıkıma uğratabilmişler, iplerini çekivermişlerdir.

 

Bizler bu tür durumlarda ne yaptık; hem ABD işgal ve katliamlarını tel'in ettik, protesto edip kınadık, hem de faşist Baasçı Saddam misali diktatör işbirlikçi rejimleri de tel'in etmeyi, on yıllarca yaptıkları katliamları protesto etmeyi, kınamayı sürdürdük. Yani ABD saldırdı diye Saddam benzeri rejimleri savunmaya, sahiplenmeye ya da onları haklı ve meşru görmeye kalkışmadık. Yani hem emperyalistlerin işbirlikçisi olan ya da onların bölgeye müdahalesine zemin hazırlayan Saddam'a karşı, hem de onu yıkmaya gelen emperyalistlere karşı biz, her iki halde de hep ezilen mazlum halkların yanında yer alıp, onların hak ve hukukunu savunduk. Bu sebeple, bugün de, hem IŞİD'e yönelik ABD saldırısını lanetliyoruz, çıkar eksenli kan dökücülüğünü, bölgeye yönelik emperyalist amaçlarını protesto ediyoruz, tel'in ediyoruz, hem de IŞİD'in İslami olmayan, İslam'a ve Müslümanlara zarar veren eylem ve söylemlerini reddediyor, gayri meşru olarak niteliyor ve kınıyoruz. Duyguların belirleyiciliğinde savrulmak yerine, sadece vahyi ölçüleri belirleyici kılan ilkesel bir tutumla tevhid ve adaleti savunarak mazlum bölge halklarının yanında yer alıyoruz. Adil ve İslami olan da, ama maalesef birçok Müslümanın başaramadığı da, işte bu adil konumu muhafaza etmek değil midir?

 

Radyo Denge Adına Osman Yıldız: Müsaadenizle sizin duanızla bu söyleşimizi bitirmek istiyorum.

Pamak: Türkiye Müslümanları olarak, ibadet bilinciyle ve imani bir sorumluluğumuzu yerine getirme azmiyle, Allah’a yakaran dualarımızla ve çok boyutlu yardımlarımızla Filistin, Gazze, Mısır, Suriye, Irak, Çeçenistan, Afganistan, Doğu Türkistan vb. ülke ve bölgelerde zulme, işgale, despotizme karşı direnen Müslüman kardeşlerimizin ve tüm mazlum halkların yanında yer almalıyız. Rabbimiz onların yardımcıları olsun, bizleri de yardımcıları kılsın inşallah. Allah kardeşlerimizin ayaklarını yaşadıkları bu zorlu süreçlerde sırat-ı müstakıminde sabit kılsın. Onlara sabır ve direnme gücü versin. Siyonist işgalcilere, darbecilere, despot yönetimlere ve bütün bu alçak katillerin arkasındaki gerçek katil güç olan emperyalist demokrasilere, ABD, AB, Rusya, Çin, BM ve bölgedeki işbirlikçileri despot yönetimlere, İslam adına zalimlerle işbirliği yapanlara karşı Allah mazlum Müslüman halklara yardım etsin ve muzaffer kılsın inşallah. Ülkelerinde Hakkı ve adaleti ikame etmeyi ve adalet arayışı içindeki tüm dünya insanlığına şahidlik/örneklik yapacak bir adalet sistemini üretmeyi, arayış içindeki tüm insanlığa örnek ve model olmayı onlara ve bizlere nasip etsin inşallah.

 

Ayrıca Rabbimiz tevhidi uyanış süreci bakıyesi kesimlere, batılla karışık aşırı uçlara kaymadan tevhidi vasatta istikameti korumayı, her şeye rağmen ve her şartta tevhidi davet, eğitim ve şahidlik sorumluluğunu kuşanarak vahiyle yeni bir inşayı hedefleyip başarmayı nasip etsin inşallah. Vahiy ve ilk neslin örnekliğiyle içinde bulunduğumuz cahiliye toplumlarını dönüştürüp İslami toplumu inşaya kilitlenerek ilahi yardımı hak etmeyi nasip etsin. Rabbimiz, IŞİD ve benzeri örgütlenmelerle tekfirci kör şiddete dayalı ya da hak-batıl karışımı sistem içi demokratik yöntemlere yönelen Müslümanların İslam'a aykırı bu iki ucu terk ederek vasattaki Nebevi yönteme dönmelerini nasip etsin ve hepimizi tevhidi Nebevi mücadele yönteminde bütünleştirsin inşallah.

 

Radyo Denge Adına Osman Yıldız: Allah razı olsun, bu önemli söyleşi için teşekkür ederiz.

 

Pamak: Osman kardeşim ben de bu önemli konulardaki düşünce ve mesajlarımızı insanlara ulaştırmamıza aracılık ettiğiniz ve hayra vesile olduğunuz için size ve Radyo Denge'ye teşekkür ederim. Selamunaleykum.

 

1.BÖLÜM

 

2.BÖLÜM

 

Bu içerik 4330 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon