Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   PANELLER  >  2008
 
İlkav’In ´Askeri Vesayet Ve Resmi İdeoloji Kıskacında Yargı´ Paneli Yapıldı
Tarih: 17/11/2008
   




İLKAV’ın “Askeri Vesayet ve Resmi İdeoloji Kıskacında Yargı” paneli Ankara Kocatepe Kültür Merkezinde, dinleyicilerin yoğun, diri ilgisi ve katılımıyla gerçekleştirildi.

Yıllardır Ankara’da İslami eğitim programlarından, ilmi konferans ve panellere, bilginin eylemleştirilmesi, vahyin sosyalleştirmesi çabasından, meydanlardaki adalet ve özgürlük eksenli şahidliğe kadar, tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesi veren İLKAV, “Resmi İdeoloji Kıskacında Eğitim” panelinden sonra, yine önemli bir konuyu bugün düzenlediği panelde ele aldı. “Askeri Vesayet ve Resmi İdeoloji Kıskacında Yargı” konulu bu panel, ele alınan boyutlar ve muhteva bakımından bir ilki teşkil ediyordu. Hukukun yozlaşması, tuzun kokması anlamına gelen, yargının asker ve resmi ideoloji etkisinden bağımsız, devlet ve vatandaş arasında tarafsız olmayı bir türlü başaramaması konusu ve bu sebeple yaşanan keyfilikler, hukuksuzluklar, verilen siyasi ve ideolojik kararlar, bizzat yargı içinde yıllarca bulunmuş ya da yargının mağduru olmuş konuşmacılar tarafından tartışıldı.

Konuşmacılardan ikisi Gültekin Avcı ve Reşat Petek, yıllarca savcılık yapmış ve bizzat içerden bu çürümeyi tespit etmiş uygulamacılar olmaları yanında, aynı zamanda bu konulardaki eleştirileri sebebiyle yargının mağduru konumunda da yer almış şahsiyetlerdi. Abdurrahman Dilipak ve Mehmet Pamak ise, uzun yıllardan beri haklarında açılan ve halen bir kısmı devam eden çok sayıda davalarla müz’min sanık, değişmez düşünce suçlusu olma sıfatını üzerlerinde sürekli taşıyan düşünce adamlarıydı.

Emrullah Ayan’ın, “Adaletle hükmetmeyi ve adil şahitler olmayı” emreden Kur’an ayetlerini okuması ve Abdullah Başaran’ın kısa açış konuşmasını müteakip başlayan panelin başlangıcında aynı zamanda oturum başkanlığı yapan Mehmet Pamak İLKAV adına bu paneli düzenlemekteki amaçlarını ifade ederek şunları söyledi:

Panelin amacı hakkında İLKAV’ın açıklaması
“Ülkeye egemen oligarşinin, bürokratik diktatörlüğün öncüsü üst rütbeli asker bürokratlar ise, en önemli bileşeni de yargı bürokratlarıdır. Bu sebeple, ülkede ne kadar sorun ortaya çıkmış ve çözümsüzlüğe mahkûm edilip kronikleşmişse, hepsinin en büyük sorumlusu, ele geçirdikleri gücü, anayasa, yasa ve hukuk tanımadan, siyasi, ideolojik ve keyfi bir biçimde kullanan ve ideolojik dogmatizmle, bu hukuksuzluklarının tartışılmasını da baskıyla engelleyen bu bürokratik despotizmdir. Eğitim panelimizde, resmi ideoloji dogmatizmini dayatanların, okulları militarizmin egemen olduğu kışlalara ve Kemalizm dinin tapınaklarına çevirenlerin, zihinleri nasıl işgal edip fıtratları bozduklarını ve “insanı insanın kurdu” haline getirecek yabancılaşmayla nasıl bir yozlaşma ve çürümeye yol açtıklarını eleştirdiğimiz için, suçları ifşa olanlar rahatsız oldular ve üzerimize geldiler, kapatma davaları açtılar. Biz, Rabbimize ve içinde yaşadığımız topluma karşı sorumluluk bilinciyle, bunlara aldırmadan, yine zulmedenleri, haksızlık yapanları, hukuksuzlukları, keyfilikleri eleştirmeye ve zulmedenleri, zulümden vazgeçene kadar rahatsız etmeye inşallah devam edeceğiz. Zulmedenleri rahatsız etmeyen çalışmalar, ancak zillet içinde zulme uyum sağlayanlardır ki, bu tür zalimleri rahatsız etmeyen uyumlu çabalarla özgürleşmek mümkün değildir. Hakkında kapatma davaları açılmış, daha önceki panelindeki konuşmacılara 301 davaları açılmış ve bütün bu davaları yargıda devam eden bir vakfın, yargıdaki ideolojik kuşatma ve askeri vesayeti, hukuki yozlaşma ve ideolojik dogmatik keyfilikleri eleştiren panel yapmasını anlamakta zorlananlar işte bu sorumluluk bilincinde cevaplarını bulacaklardır. Çünkü biz “vakfımız haşa putumuz değildir, kapatma tehdidi ve korkusuyla zulme karşı mücadelemizden vazgeçiremezsiniz, vakfımızı kapatabilirsiniz ama bizi asla susturamazsınız” demiştik.

Bu sebeple sistemdeki çürümeye, tolumdaki yozlaşmaya yol açan ve pek çok toplumsal sorunun kaynağını teşkil eden diğer konuları da Rabbimiz ömür verirse ele almayı sürdüreceğiz. Bürokratik oligarşinin tepe noktasında yer alan asker bürokratları ve onları bu zihniyetle yetiştiren, koruyan, yükselten TSK’nın yapısını, askeri eğitim sistemini ve asker bürokratların sık sık rutin dışına çıkıp gerçekleştirdiği operasyonlarla ve siyasal müdahalelerle anayasa ve yasaları ihlal suçunu işlemelerini ve bütün bu tutumlarının arka planlarını da, çözüm önerileriyle birlikte ilk fırsatta ele almayı düşünüyoruz. Ondan sonra da, ülkeye egemen oligarşinin en büyük destekçisi ve parçası konumundaki, medyanın da büyük kısmını elinde tutan büyük sermayedarların konumunu ve ülkeye egemen kılınan, geniş halk kitlelerini fakirliğe ve sefalete mahkûm ederken bu egemen zümreye halkın sırtından rant transfer eden sömürücü kapitalist ekonomik sistemi masaya yatırmayı planlıyoruz. İnşallah bizi izlemeye devam edin.

Sistemin kurumlarıyla ilgili bu tür tahliller yaparak, gücü ele geçirenlerin uygulamalarını, ideolojik dayatmalarını, haksızlıklarını, keyfiliklerini tartışmaya açarak, bu ülkede yaşayan tüm insanların, daha adil, daha özgürlükçü bir vasata ulaşmasının önünü açmaya çalışıyoruz. Üzerimizdeki baskıyı, zulmü geriletmeye, resmi ideoloji ve militarizmin kuşatması altından kurtulup, kendi ülkemizde özgürce, insanca ve Müslümanca yaşama imkânına kavuşmaya çalışıyoruz.

Resmi ideoloji baskısı ve kuşatması altında, bütün ülkenin kışla ya da ceza evi konumuna getirilmesine itiraz ediyoruz. Eğitim, hukuk, adalet vb en temel insani ihtiyaçları karşılaması gereken kurumların bile, resmi ideoloji dogmatizminin cenderesinde insani olanı yok etmeye endekslenmesine karşı çıkıyoruz. Ayrım gözetmeden, ülkenin bütün insanlarının, imtihan için bulundukları bu dünyada kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı adalet vasatında, ırk, dil, din farklılıklarına rağmen barış ve iyi komşuluk ilişkileriyle huzur içinde yaşabilmeleri gerektiğini ve bunun en temel hakları olduğunu söylüyoruz.

Bu amaçla, askeri vesayet rejiminde yaşanan hukuksuzlukları, eğitim ve yargı da dâhil bütün kurumları ve bütün hayat alanlarını kuşatması altında tutan, insani erdemleri yok edip fıtratları bozan, ekini ve nesli ifsad eden resmi ideoloji despotizmini eleştirip, tevhid ve adalet eksenli bir toplumsal değişime vesile olmaya çalışıyoruz. Çünkü biliyor ve inanıyoruz ki, insan ancak, fıtri, insani erdemlerin korunup vahiyle geliştirildiği, Allah’ın kullarına merhametin esas alındığı ilahi adalet yönetimi altında, farklı bütün kesimlere kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri adalet ve özgürlük vasatı sağlandığında gerçek huzur ve barışa ulaşabilir. Fıtratla vahyin yeryüzünde buluşmasıyla, fıtrat, evren ve hayat arasında bir uyumun sağlanacağına, bütün insanların Yaratıcısının, bütün kullarının hukukunu gözeten hükümlerinin hâkimiyetiyle insanlığa onur kazandıracak gerçek anlamda bir adalet sisteminin, hakiki barış ve huzur ortamının oluşacağına inanıyoruz. Kimi insanların diğerlerine, mutlak anlamda neyi yapıp yapmayacaklarının kurallarını koyduğu, gücü ele geçirenlerin diğer hemcinslerine heva ve zanlarına dayalı bir biçimde yasa yaptıkları düzenlerde mutlak anlamda sahici bir adaletin tecellisi zaten mümkün değildir.

Bu büyük ve hakiki değişime kadar da zulüm devam etsin diyerek seyirci kalamayacağımıza göre, tabii ki temel tevhidi istikametteki stratejik yürüyüşe zarar vermeden, temel ilkelerden tavize yanaşmadan, tevhidi davet ve eğitim çabalarında ısrar ederek yolumuzda yürürken, hiç değilse mevcut sistem içinde insanlara nefes aldıracak görece bir iyileşmenin sağlanmasının da ihmal edilemeyecek bir husus olduğunu kabul ediyoruz. Evet, bu husus, Mekke zorba yönetiminin zulmünden, görece daha adaletle hükmettiği Peygamber (s) tarafından beyan edilen Habeşistan’daki Necaşi yönetimine sığınmak zorunda bırakılan Müslümanların örneğindeki gibi, acil bir ihtiyaç olarak önem arz etmektedir. Bu tür panellerle, ideolojik taassuba dayalı bürokratik diktatörlük olan egemen sistemin önemli kurumlarını, hukuksuzluklarını, haksızlıklarını ve yaptığı zulümleri, keyfi karar ve uygulamaları ifşa edip kamuoyu önünde tartışmaya açarak, bir yandan insanlarda zulme ve haksızlıklara karşı muhalefet bilinci oluşturmayı, diğer taraftan da zulmedenleri geri çekilmeye zorlamayı hedefliyoruz. Ve hiç değilse kendilerini nispet ettikleri hukuka ve altına imza attıkları insan hakları sözleşmelerine sadakat göstermeye zorlayarak, halkın mevcut sistem içinde de, hiç değilse nefes alacağı kadar daha özgür bir vasata kavuşmasına vesile olmayı amaçlıyoruz.”

Panele katılan konuşmacılar, konuyla ilgili önemli eleştiri ve açılımlar getirdiler

Mehmet Pamak, İLKAV adına yaptığı bu açış konuşmasından sonra, medyada, akademik araştırmalarda, anketlerde yer alan yargıyla ilgili kimi ifadeleri, tanımlamaları hatırlatıp iki anketin sonuçlarını aktararak konuşmacılara söz verdi.


Yargıyla ilgili kimi tespit ve tanımlar;“Tuzun koktuğu nokta, yargı despotizmi, yüksek yargı oligarşisi, paşaların yargısı, yargı muhtırası, birifing yargısı, yüksek yargı oligarşisi, yargıçlar yönetimi – Jüristokrasi, yargıçlar diktatörlüğü, yargıda keyfilik ve ideolojik dogmatizm, yargıda CHP kadrolaşması, yargıda siyasallaşma, ideolojik yargı, yargı, adaletin terazisi mi resmi ideolojinin kırbacı mı?”

İki anket sonuçları: Biri TESEV tarafından yapılmış ve bu ankete cevap veren yargıç ve savcıların % 65’i, “devletin çıkarı ve ideolojisiyle adaletin tecellisi çatıştığında biz devlet tarafını tercih edip adaletten vazgeçeriz” anlamına gelen bir cevap vermişlerdir.

Diğer anket ise, bir üniversitenin yaptığı devlet kurumlarının güvenilirlik araştırmasıyla ilgilidir. Sonuç: yargı güvenilirlik sırasında en altlarda sürünmektedir. 3 yıl önceki bu araştırmada yargının güvenilirlik oranı %7 olup en alttadır. Son yıllarda yargıdaki adaletsizliklerin, keyfiliklerin iyice ifşa olmasından sonra bu güvenilirlik oranının sıfırın altına düşmüş olduğuna inandığını ifade eden Pamak ilk sözü, eski savcı Gültekin Avcı’ya verdi.
Gültekin Avcı’nın konuşması

Eski Savcı Gültekin Avcı yargı üzerindeki askeri vesayete dikkat çekerek başladığı konuşmasında şu görüşlere yer verdi: “Hukuk Devletinin önündeki en büyük engellerden birincisi Kemalist İdeoloji, ikincisi ise konjonktüre göre değiştirilen ve bir türlü tanımlanması istenmeyen Operasyonel Laiklik anlayışıdır. Anayasa mahkemesi hukuki olmayan kararlarıyla millet vicdanında kendi kendini tasfiye etmiştir. Yargı karşısında teğmeninden orgeneraline kadar bütün askerler aynı konumda olmalıdırlar. Orgeneralde olsa Cumhuriyet savcıları her hangi bir asker için direk olarak takibata geçebilir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin militarist karakterinden dolayı bu güne kadar savcılarımız böyle bir hareketten çekinmişlerdir. ”

Gültekin Avcı konuşmasında, şu tespitlerde bulundu : “Türk Demokrasisinin de hukuk devletinin de önünde özellikle birbiriyle fevkalade ilgili ve bütünleşmiş halde 3 engel mevcuttur. 1 - Resmi İdeoloji olan Kemalist İdeoloji, 2 - Resmi ideolojinin dünyada emsali görülmemiş bir biçimde şekillendirdiği operasyonel bir laiklik, 3 -- Resmi ideolojinin hayatiyeti için askeri vesayet ve militarist Cumhuriyetçilik”

“Kemalizm’in bir din haline getirilmesi ve hayatın bütün alanlarına egemen kılınması sonucunda, herkes Türk siyasetinde ve bürokrasisinde hayat sahası bulabilmek için Atatürk’ten örnekler getirmek durumunda kalmıştır” diyen Avcı, Devletin Kemalizmi dinleştirerek kendisine iman beklediğini, “devlet sadece itaat isteyebilir ama kendisine ve dinine iman istemeye hakkı yoktur” dedi. Daha sonra işte böyle bir ortamda aydının ve adaletin sorumluluklarını hatırlatarak şunları ifade etti; Aydının görevi karanlıkları aydınlatmak. Adaletin görevi de çoğu zaman karanlıklar içinde olan gerçeği bulup çıkarmak. Öncelikle kafalardaki keşmekeşi dağıtmaya çalışmak, metafizik birer fahişe olup çıkan kaypak ve hain mefhumlara ışık tutmak gerekmektedir. Kelimeleri tarif etmeden girişilecek her tartışma neticesiz kalmaya mahkûm. Türkiye’de bunu laiklik alanında her dem yaşıyoruz.Maalesef Türkiye’de de resmi ideoloji herkes için, ama adalet ve kanunlar duruma göre bazen ulusalcı güruhlar için bazen de Asya umranına sahip mütedeyyin millet içindir.Bizde hukuk hâkimiyeti değil kanun hâkimiyeti vardır. Bunun adı Nomokrasi. Bu Nomokrasinin içinde Anayasadaki resmi ideolojiden tutun, İç Hizmet Kanunu 35. madde, Hükümetin bir türlü iptal etmediği Emasya Protokolü, asla tanımlanmak ve vuzuha kavuşturulmak istenmeyen laiklik ve bağlantılı hususlardan kılık kıyafet mevzuatı vardır.”

Gültekin Avcı Anayasa mahkemesi hakkında şunları ifade etti: ; “Bugün gerek Anayasal Yargı ve gerekse adli yargı resmi ideolojinin prangasında görev yapmakta ve tabii olarak arzulanan adaletten uzak bir noktada bulunmaktadırlar. Yargı makamları millete değil devlete adalet verme önceliğindedirler. Anayasa değişikliklerini esastan inceleme yetkisi ve yürütmeyi durdurma yetkisi bulunmayan bir mahkeme de facto bir durumla hem esasa giriyor ve yürütmeyi durdurma yetkisi kullanıyor. Bu itibarla AYM artık hukuki bir cihaz değildir. Milletin maşeri vicdanında kendini tasfiye etmiştir. İdeolojik ve siyasi kararlar alan bir Devrim Konseyi mantığıyla çalışmaktadır. Bu bir İstiklal Mahkemesi mantalitesidir. Hukuk artık pozitif statüko için ayak bağı olmuştur. Zira hassaten yüksek yargıda hukukun gereği değil rejimin gereğine önem verilmektedir”

“Anayasal yargıda resmi ideoloji ile hareket edilecekse, AYM kaldırılmalı ve fonksiyonu Parlamentoya verilmelidir. Hiç olmazsa üyelerinin Parlamento tarafından seçilmesi temin edilmelidir” diyen G. Avcı, Avrupa ülkelerinden Anayasa mahkemesi üyelerinin belirlenmesinde parlamentonun ve dolayısıyla halk iradesinin etkin olduğuna dair çok sayıda örnek aktardı.

Gültekin Avcı, askerin yargı üzerinde sık sık etkileyici beyanlarda bulunmasına dikkat çekerek şunları ifade etti: “Genelkurmayın ve Hava Kuvvetleri Komutanının, Anayasa Mahkemesi kararı için ‘malumun ilamı’ tabirini kullanmaları, görüşleri sabit ve belli olsa da isabetli olmamıştır. Zira malum dedikleri anlayış ülkede en fazla %20’nin anlayışıdır. %80’in anlayışı karşısında bir ‘malum’dan söz edilemez. Malum değil ‘müphem’ vardır. Müphem görülenle malum kabul edilenin mücadelesinde Genelkurmay millete rağmen açıkça taraftır. Resmi ideolojiye göre değil hukuka ve adalete göre hükmedilecekse isabetli bir tarzda anayasal yargı devam edebilir. Resmi ideolojinin bağrında adalet yeşermez. İdeolojileri erdemlere de düşmandırlar.”

Gültekin Avcı, Ergenekon davası ile ilgili olarak da şu değerlendirmeyi yapmıştır; “Ergenekon soruşturması ve davasının önündeki en önemli iki engel: Kemalist ideolojinin ve Genelkurmayın gölgesidir. Genelkurmay ülkemizde adli mekanizmayı ve sivil otoriteyi ciddiye almamaktadır. Genelkurmay Başkanının Cemil Çiçek’e atılan mermi kovanlarını topladığı için “Dikkat et Ergenekonculuktan içeri girersin” demesi de Genelkurmayın Ergenekon soruşturmasına ne kadar gayriciddî baktığını ve bir Başbakan yardımcısının Genelkurmay nazarındaki statüsünün kıymetiyle ilgili ciddi bir işaret vermektedir. Ergenekon türevi orduya paralel illegal gölge şebekeler, askeri vesayetten ve askeri ağırlıktan beslenen oluşumlardır. Tüm Ergenekon zanlıları cezalandırılsa da, Türkiye’de Ergenekon bitmeyecektir. Belki yeraltına çekilecektir.”

Avcı konuşmasının sonunda, “O halde neler yapılmalı?” sorusunu da şu şekilde cevaplandırmıştır: “1 -
Ordunun içini izlemek şarttır. 2 - Sivillerin tüm istihbarat yelpazesine hâkim olması şarttır. 3 - Özel Kuvvetler Komutanlığının ve Askeri istihbarat yelpazesinin direkt olarak Savunma Bakanına bağlanması şarttır. 4 - Tabi bunun için öncelikle Genelkurmay Başkanının Savunma Bakanına bağlanması gerekmektedir. İşte sivil otorite askeri istihbarata hâkim olabilseydi bugün Ergenekon Savcıları askeri istihbarat arşivlerini inceleyebilirlerdi. Sivil otoritenin askeri bürokrasi üzerinde bir etkisi olsaydı, bugün akreditasyon ucubesi gibi bir şey olmazdı. Hakikatte mevcut durumda da Başbakanın veya Cumhurbaşkanının akreditasyonu kaldırın şeklindeki rutin bir talimatı bile bu garabetin sona ermesi için yeterlidir. 5 - Genelkurmay Başkanının seçilmesi ordunun kendi teamüllerine bırakılamaz. Bu noktada sivil otoritenin kati üstünlüğünün ve etkisinin sağlanması gerekmektedir.Bizde Savcılar Avrupa ülkelerindeki gibi imtiyazlı zümreler karşısında ciddi ve etkin aktörler değildir. 6 - HSYK Hâkim ve Savcılar üzerinde bu haliyle ciddi bir baskı unsurudur. Bilhassa HSYK’nın Yüksek Askeri Şuranın yargı versiyonu görünümüne son verilmeli ve bu kurulun üyelik süresi aşağıya çekilerek üye sayısı artırılmalıdır.”

Abdurrahman Dilipak’ın konuşması


Panelde ikinci konuşmacı olarak söz alan Vakit Gazetesi yazarlarından Abdurrahman Dilipak şunları söyledi: “40 yıldır düşünce suçundan dolayı sanık durumundayım. Adamına göre yargılama yanlışlığının en büyük mağdurlarından ve şahitlerinden biriyim. "Pazaryerinde şarkıcı olamayacakların şarkıcı olduğu yer" diye bir yazı yazıyorum bir şey olmuyor ama "onbaşı olamayacakların general olduğu bir ülkedeyiz" dediğim için hakkımda 312 general tarafından dava açılıyor. Aynı şeyi söyleyen farklı kişilere yargı kurumu farklı muamelede bulunuyor. Bunlar hukukun çok açık bir biçimde siyasallaştığının tezahürüdür”

“Bir ülkede askeri vesayet varsa orada resmi ideoloji de vardır. Resmi ideoloji varsa askeri vesayet kaçınılmazdır. Bir ülkede askeri vesayet ve resmi ideoloji varsa hukuk devletinden dolayısıyla adaletten söz edilemez. Kanun devleti ya da kanun hâkimiyeti her zaman meşruiyeti ifade etmeyebilir. Hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir. Devletin anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyeti insan temel hak ve hürriyetleriyle ilgilidir. Bu misyonu reddeden bir yönetim meşruiyetini kaybıdır. Güvenlik için adalet yok sayılamaz. Adalet yoksa barış da yoktur. Bir insana yapılan bir haksızlık bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir. Biz bırakın kanun devleti olmayı, savunma avukatı olmadan, savcısı olmadan, temyizi olmayan yargılama yapılan kararı kanun sayılan günlerden geçip geldik.”

“Tek adam vardı ve tek parti adaylar merkez tarafından belirleniyordu ve buna rağmen açık oy gizli tasnif sistemi uygulanıyordu. Bu ülkede Dünden bugüne çok şey değişse de bugün hala darbe anayasaları ile yönetiliyoruz ve hala değişmesi gereken çok şeyler var.”

Dilipak, konuşmasında yargının çifte standartlarından örnekler vererek; “Vakit gazetesi Cumhuriyet gazetesinden alıntı yapmış. Bu iktibastan dolayı Vakit hakkında dava açılıyor. Efendim, Cumhuriyet yazıyı şu niyetle yazmış, Vakit ise başka bir niyetle alıntılamış. Böyle niyetleri sorgulayan çifte standartlı bir yargı ile karşı karşıyayız” dedi.

Reşat Petek’in konuşması

Abdurrahman Dilipak’ın ardından söz alan eski savcılardan Reşat Petek, konuşmasında yüksek yargı organlarının yasama ve yürütmenin görev alanına müdahele ettiğini söyledi. Reşat petek şöyle devam etti: “Yargı tarafsız olmalıdır. Yasama yürütme ve yargı erklerinin anayasada belirlenen görev ve yetkilerini uyum içerisinde sürdürmeleri gerekirken, yüksek yargı organlarının son zamanlarda verdikleri kararlarla yasama ve yürütmenin görev alanına müdahale ettikleri, “hukukun üstünlüğü” yerine yargıçların üstünlüğü ve otoritesini gündeme getiren “yargıçlar iktidarına” doğru hızlı bir yöneliş olduğu, “kuvvetler ayrılığı” ilkesini sözde kaldığı görülmektedir.”

“Anayasa mahkemesini TBMM’nin yetkilerini gasp ederek kendisini kanun koyucu gibi görmesini ve bu yöndeki kararları, sorunları, yargının iç sorunu olmaktan çıkarmış ülkenin problemlerinin çözümünde en büyük engel konumuna getirmiştir.”
 
“Bağımsız ve tarafsız olmak en önemli özelliği olması gereken yüksek yargı organlarının başkanları yayınladıkları bildiriler ile “TBMM’nin yasama faaliyetinin engellenmediğini” ifade edebilmekte ve yargının bazı konularda “taraf” olduğunu ilan etmektedir. Kararları yargı denetimine açık olmayan HSYK’nun hakim ve savcılar üzerindeki baskısıda, darbelerle, çetelerle, illegal örgütlerle mücadelede yargı makamlarını pasif hale getirmektedir”

“Ülkemizin acil sorunlarının çözümünde darbe anayasası yerine sivil, normal, demokratik bir anayasaya duyulan ihtiyaç konusunda toplumda mütabakat olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi çoğunluk kararıyla buna engel olmaktadır. Kararlarında yetki sınırları dışına çıkarak hukuku ihlal etmektedir.”

“Hukuk devletinde yasama, yürütme ve yargı erklerini birinin diğerine üstünlüğü değil, halkın ve hukukun üstünlüğünü sağlamak için tam bir işbirliği ve uyumlu çalışma olması gerekir. Bu uyum hiçbir kişi veya kurumun anayasa ve kanunlardan almadığı bir yetkiyi kullanmaması ile sağlanabilir. Yetki sınırlarını aşan, eylem ve işlemlerinde kanunlara uygunluk gözetmeyen bir yürütmenin varlığı halinde nasıl hukukun üstünlüğü ve demokrasiden bahsedemezsek; aynı şekilde asli kurucu iktidar rolüne soyunup, kanun koyucu gibi hareketle karar veren bir yüksek mahkemenin varlığını sürdürmesi halinde de demokratik hukuk devletinden söz edemeyiz. Bu nedenle, öncelikle demokratik bir anayasa ile hukuk askeri vesayetten kurtarılmalıdır. Yeni anayasa ilede yargı organlarının resmi ideolojiden yana taraf olmalarının önüne geçecek, hukuk ve adalet dışında kaygısı olmayan, tam tarafsız bir yargı erkinin oluşması sağlanmalıdır.”

Konuşmasında başörtüsü yasağına da değinen Petek şunları söyledi: “Anayasa'da başörtüsünü yasaklayan hiçbir kanun maddesi yoktur. Hukuksuz olarak uygulanan bu yasak resmi ideolojinin kanun tanımazlığını göstermesi bakımından çok önemlidir. Askeri ve resmi ideolojinin vesayeti altında zorlama kararlara en çok imza atan yüksek yargıdır. Yargılama faaliyetleri yüksek yargı da düğümleniyor ve bu antidemokratik, hukuksuz ve zorlama kararlar resmi ideolojiye uygun olarak orada veriliyor”

Mehmet Pamak’ın konuşması

Panelin son konuşmacısı olan Mehmet Pamak, Askeri vesayet rejiminde asker bürokratların toplum ve devlet kurumları üzerinde etkisinin altını bir daha çizerek başladı.

Yargının asker vesayetinde olma nedenleri:

Pamak, yargıç ve savcıların önemli bir kısmının, asker bürokratlar ve TSK karşısında tarafsız/yansız olamamasının bazı nedenlerini şöyle sıraladı; “1 - Güce teslimiyet psikolojisi ve ataerkil kültürün kalıntıları. (Devlet-i ebed müddet, ilah devlet anlayışı) 2 - Yargı ve asker arasındaki resmi ideoloji ortak paydası ve askerin devletin asıl sahibi, devletin ve resmi ideolojinin koruyucusu olduğu inancı ve basına da intikal eden, yargıyı yönlendirme içerikli gizli Genelkurmay belgelerde yer aldığı üzere askerlerin yargıçlarla kurdukları etkileyici ilişkiler. 3 - Darbe ve muhtıraların sürekliliği içinde, zarar görme ve kaybetme korkusu. Bu konuda yapıldığı bilinen çeşitli baskıların, tehditlerin varlığı. 4 - Yargının oligarşi içindeki konumunun ve statükonun kendisine sağladığı imkânları, yani ülkenin efendilerinden, egemen beyazlarından olma ayrıcalığını koruma refleksi.”
 
Yargı üzerindeki asker etkisinin bazı örnekleri:

Mehmet Pamak konuşmasının devamında, yargı üzerindeki asker etkisinin göstergesi olan pek çok örnek sıraladı. İşte bunlardan bazıları; “1 – İstiklal mahkemelerinde, DGM’lerde zaten askerler var, darbe süreçlerinde “sizi buraya tıkan güç böyle istiyor” diyerek emre girmeye teşne yargıçlar var. 2 – Anayasa Mahkemesi başkan ve üyeleri, 12 Eylül’de anayasayı silah zoruyla yürürlükten kaldıran darbeci Kenan Evren ve arkadaşlarını tebrik edip saygılarını sunmuşlar ve anayasasız dönemin AYM üyeleri olma vasfını kazanmaktan rencide olup istifa etmeyi düşünmeden, asker emrinde anlamı kalmamış görevlerine devamla maaşlarını almayı sürdürmüşlerdir. 3 – Günün Adalet Bakanının yazılı uyarısına rağmen, 28 Şubat darbesinde askerin davetine icabet ederek brifing almaya koşan yargıç ve savcılar, darbecileri ve hukuka aykırı konuşmalarını ayakta alkışlamaktan kaçınmamışlardı. 4 – Asker bürokratlar ve TSK ile ilişkili haklı ve önemli eleştiriler bile hemen devletin askeri gücünü aşağılama suçu sayılarak TCK 301’le susturulmaya çalışılıyor. 5 – Asker bürokratları ilgilendiren çok basit eleştirilerde kullanılan üslup hemen hakaret sayılarak, yüklü tazminat kararları kolayca veriliyor. (Vakit’ açılan 312 General davası vb). Halbûki asker bürokratların üstü olan Başbakana en ağır hakaretler yargıda düşünce özgürlüğü sayılarak beraat ettiriliyor. 6 – Yargı, asker bürokratların darbeleri, çeteleri ya da siyasi içerikli bildiri ve muhtıraları için dava açmaya kalkışan kendi müntesiplerini bile, hem de açlığa mahkûm edecek kadar büyük bir hınçla üzerlerine giderek, HSYK kararlarıyla meslekten atmakta, geçimlerini sağlamak üzere avukatlık yapmaları bile engellenmektedir. Sacit Kayasu, Ferhat Sarıkaya örneğinde yaşandığı gibi. 7 - Üzerlerine vazife olmadığı halde "başörtüsü" konusunda anında açıklama yapan yargı mensupları, bazı askerlerin hukuksuzluk itirafları karşısında kılını kıpırdatmıyor. Mesela, emekli Albay Erdal Sarızeybek’in Şemdinli'yi bir hafta boyunca keyfi olarak bombaladıkları itiraflarını görmezden gelmişler, Emekli general Altay Tokat’ın, hakim ve savcıları hizaya sokmak için lojmanlarının yanına bomba attırdığı itirafının, geçmişe dönük yanlış yaptık diyen Genelkurmay Başkanlarının, Kuvvet komutanlarının bu yanlışlık sonucu on binlerce cana mal olan hukuksuzluk itiraflarını duymazdan gelmişlerdir. Yargıç ve savcıların çoğunluğunun, asker bürokratların karıştıkları darbe ve çete olaylarını soruşturmada ve açılan davalarda tutuk ve yanlı davrandıkları pek çok örnekle ortaya çıkmış bulunmaktadır. (Susurluk, Şemdinli, Yüksekova, Atabeyler vb).

İdeolojik, siyasi, keyfi ve hukuka aykırı kararlara bazı örnekler:
Konuşmasının devamında, yargıç ve savcıların büyük ekseriyetinin askerden ve resmi ideolojiden bağımsız, devlet ve ideolojisi karşısında yansız olamamaları ve doğrusunun da bu olduğuna inanmalarının sonucunda, ideolojik ve siyasi kararlar, keyfi tutum ve davranışlar kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır diyen M. Pamak, “özellikle siyasi ve ideolojik davalarda, bir yanda resmi ideoloji ve devletin yer aldığı davalarda, hukuku, anayasa ve yasaları çiğnemek pahasına, halkın iradesi, kimlik ve değerleri aleyhine, devlet iktidarı ve ideolojisi lehine kolayca karar verilebilmektedir”. “Çünkü, resmi ideoloji Kemalizm ulusalcı laik bir din gibi kurgulanıp, hayatın bütün alanlarını kuşatması gereken bir hayat tarzı olduğu askeri ve sivil ders kitaplarında ifade edilerek zihinlere işlenmiştir. Bu sebeple de hayatın bütün alanlarında geçerli olan başka din ve kültürlere müsamaha göstermemiş, onları ötekileştirip yok etmeye çalışmıştır. Böyle bir devlet dini dayatması hayatı kuşatmaya kalkınca, sistem başından beri bazı toplum kesimlerini ötekileştirip tehdit ve düşman kategorisine almıştır. Bu anlamda sistemin değişmez ve sürekli tehdit olarak algıladığı sistemin iki ötekisi İslami kimlik ve Kürt kimliğidir. Egemen sistem, ülkedeki bu halk kesimlerini asimile etmek ve farklılıkları yok edip, resmi ideoloji istikametinde dönüştürüp tektipleştirmek istemiştir. Böylece oluşturmak istediği suni ve zorlama seküler “Türk Ulusu” projesinin önünde en büyük engel olarak gördüğü için, bu kesimleri sindirmek, hizaya sokmak amacıyla yargıyı terbiye edici bir kırbaç gibi kullanmayı tercih etmiştir. Üstelik bu durum, İttihat Terakkiye kadar uzanan bir kötü gelenektir. İşte bu sebeple de yargı, adaleti ve hukuku hâkim kılmaya değil devleti ve ideolojisini korumaya şartlandırıldığı için, bu kesimlerle ilgili siyasi ve ideolojik davalarda genellikle devlet ve ideolojisini kayıran yanlı ve ideolojik kararlar vermeyi bir görev ve sorumluluk olarak algılamaktadır” dedi.
 
Bu konuda Sincan davasını ve Nurettin Şirin’e verilen 17,5 yıllık cezayı, Sivas’ta sadece masum bir protestoyu gerçekleştirdikleri için, artık bir derin devlet provokasyonu olduğu kimi Sivas mağdurlarınca da ifade edilen bir senaryo sonucunda, onlarca Müslüman’ın haksız yere ömür boyu hapse mahkûm edilmiş olmalarını ideolojik kararlara örnek olarak veren M. Pamak, “işte bu tür cezalandırmalar, aslında hepimize, bütün adalet ve özgürlük yanlılarına, sistemin ideolojisinden yana olmayan bütün kesimlere gözdağı vermek, susturmak, hizaya sokmak ve başınıza aynı şeyin gelmesini istemiyorsanız hak ve özgürlük arayışından, zulme itirazdan vazgeçin mesajı veren temsili cezalardır. Yani onlara verilen cezalar aslında hepimize, hepimiz adına temsilen bu mazlum insanlara verilen cezalar mahiyetindedir” dedi. Bu konuda kendisine verilen hukuksuz cezalardan da örnekler veren Pamak, “yargılandığım ve halen yargılanmaya devam ettiğim 20’yi aşkın davanın, hiç birisi mevcut yasalara uygun değildir. Mesela bir tanesini örnek vereyim, yıllar önce Selam Gazetesinde yazdığım bir yazıda, Kürtleri ve Türkleri, Alevileri ve Sünnileri oligarşinin böl yönet oyununa gelmemeye, birbiriyle çatışmamaya, el ele verip güç birliği yaparak despot sistemi değiştirmek ve özgürlük ve adaleti ikame etmek için birlikte çalışmaya çağırmam sebebiyle, TCK 312. madde gereğince ırk ve mezhep ayırımı yaparak farklı ırk ve mezhepleri birbirine karşı kin ve düşmanlığa tahrik suçunu işlediğim iddiasıyla 2 yıl ceza verildi” dedi.
 
Bir ara ötekileştirilen sol kesimlere ilişkin de büyük halksızlıklar yapıldığını, keyfi ve ideolojik kararlar verildiğini, halen solun çok marjinal bir kesimini teşkil eden ve sistemle uzlaşmaya yanaşmayan devrimci solcu kesimlere karşı bu ideolojik yargı baskısının sürdürüldüğünü ifade eden Pamak, bu konuda da bazı örnekler verdi. “Anayasalarını sürekli kendileri ihlal etmekten, darbe ve muhtıralarla silah zoruyla ortadan kaldırmaktan çekinmeyenler, bunu yapmaya asla gücü yetmeyecek az sayıda devrimci genci ise anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçundan yargılayıp idam cezalarına çarptırmaktan, sonra da ‘asmalayalım da besleyelim mi’ demekten utanmadılar. ‘Hayata dönüş’ adı altında, ceza evlerinde emanları altında bulunan insanları katledenlerin davası zaman aşımına uğratılarak sonuçsuz bırakılabildi.” Pamak, bir çok örneği hatırlatarak bu kesimlere yapılan pek çok ağır işkencenin faillerinin ya beraat ettirildiklerini ya da davaları çok uzatılarak zaman aşımına uğratıldıklarını söyledi. Diyarbakır ceza evindeki vahşi işkenceler konusunda yargının tutumunun, Kürt bölgelerinde verilen çok sayıda ideolojik kararların ve en son sokaklarda polise taş atan 13 yaştan küçük çocuklara, Yargıtay Ceza Genel Kurul kararının yönlendirmesiyle, terör örgütü muamelesi yaparak 23 yıl ceza istenmesinin de, bu konulardaki pek çok örnekten bazıları olduğunu ifade etti.
 
Mehmet Pamak, hakaret ve tazminat davalarında bile ideolojik mahalle ayrımının yapıldığına dikkat çekerek, halkın seçtiklerine yapılan en açık hakaretler, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırları içinde kabul edilip beraat ettirilirken, asker ve yargı bürokratlarına ve ideolojik yandaşları CHP’ye yönelik son derece basit eleştiriler zorlama yorumlarla hakaret sayılıp, eleştiriyi yapanların yüklü tazminat cezalarına çarptırılmakta olduklarını örneklerle açıkladı.
 
Sistemin ideolojik yandaşlarının, statükonun destekçilerinin yolsuzlukları ve hortumlamalarının da yargıda ya beraatla sonuçlandığına ya da davaların zaman aşımına uğratıldığına yargının bir başka ideolojik tutumu olduğuna dikkat çekti. Bu konuya da, 28 Şubat darbesini sırtlarında taşıyan Bakanların yolsuzluklarının ve darbe destekçisi medyanın da sahibi konumundaki yandaş sermayedarların bankaları batırarak halkın 100 milyar dolarını çalmalarıyla ilgili davaların ya beraat ya da zaman aşımı ile kapatılmasını, aynı bankaların yönetimlerindeki emekli generallerin ise takibe bile alınmamasını örnek olarak verdi. “Halbuki aynı ülkede, İzmir’de aç olduğu gerekçesiyle arkadaşının 85 yeni kuruşunu zorla alan bir çocuğa 10 yıl, aynı şekilde yine aç oldukları için Gaziantep’te baklava çalan çocuklara 12 yıl cezaya verilebilmiştir” dedi.
 
Yargının resmi ideoloji etkisinde olmasının nedenleri
Mehmet Pamak, yargının ideolojik olmasının nedenlerini de şöyle sıraladı: “1 – İdeolojik eğitim sisteminde zihinler işgal edilip, fıtratlar bozulmakta, beyinler ideolojik dogmatizmle şartlandırılmakta ve sonuçta yargıç ve savcılar da bu militarist eğitimin mağdurları arasından atanmaktadır. 2 - Tek parti döneminden beri, ağırlıkla CHP tarafından gerçekleştirilen ideolojik kadrolaşma (Ki Mehmet Moğultay yargı kadrolarına sadece kendi döneminde 5 000 CHP’liyi atadığını itiraf etmişti.) 3 – HSYK’daki aynı ideolojik kadronun, atamalarda, ideolojik tercihlerinin tesirinden kurtulamamaları. 4 – TBMM ve Hükümeti belli ölçüde olsa denetleyebilen halkın, yargı bürokratlarının atamalarında söz sahibi olmaması ve onları denetleyememesi, yargının kendi atamalarında ve denetiminde yine kendilerinin söz sahibi olması, toplumla yargı arasında kopukluğa, yabancılaşmaya ve yargıdaki bu denetimsizlik de keyfiliğe yol açıyor.”
 
Yargıda insan hakları eksenli köklü bir yeniden yapılanma acilen gereklidir
 
“Avrupa’yı taklit eden Türkiye, hiç değilse bu taklidine süreklilik kazandırsaydı, hareketli bir taklidi esas alsaydı bugünkü kadar ağır bir zulüm bataklığı oluşmayabilirdi” diyen Pamak, “Türk Ceza Kanununu bile faşist Mussolini İtalya’sından olduğu gibi alacak kadar Avrupa’nın faşist dönemini taklit edenler, bu dönemi dondurarak ve o günün tercihlerini değişmez, değiştirilemez ‘Asr-ı Saadet” dönemi gibi idrak ederek 1930’lar Türkiye’sini kutsallaştırıp dogmalaştırınca, daha sonraki süreçte faşizmi aşan Avrupa’daki görece iyileşmeyi, özgürleşmeyi bile takip edemediler. Bu sebeple, geriliğin, faşizmin kucağında, yozlaşmanın, hukuksuzluğun, keyfiliğin, taassubun, seviyesizliğin, niteliksizliğin, sığlığın, yaygın ve derin çürümenin ve yargıdaki yozlaşmayla da tuzun kokmasının müsebbibi oldular. İçerisine sürüklendikleri sığlık, gerilik ve dogmatizm sebebiyle, akletme, sağlıklı düşünme yetileri de dumura uğradığı için bu büyük erozyonun, çürümenin müsebbibi olduklarını da fark edemediler.
 
Mehmet Pamak, konuşmasını sonunda, sistem içinde görece bir özgürleşmeyi sağlayabilmek ve nispi bir adalet vasatını hazırlayabilmek için yapılması gerekenleri de şu şekilde sıraladı: “1 – Öncelikle asker bürokratlara anayasal hadlerini bildirecek, ülkenin, devletin, halkın sahibi, efendisi değil hizmetkârı olduklarını kabul ettirecek ve bir daha çıkmamak üzere kışlalarına dönmelerini sağlayacak her türlü hukuki tedbiri almak. 2 – Eğitim sistemini (asker ve sivil) topyekun ve köklü bir biçimde, resmi ideolojiden arındırarak, militarist-faşist kuşatmadan kurtararak, insan hakları ve fıtri insani değerler istikametinde, insan hakları hukuku ekseninde yeniden yapılandırmak. Okulları fıtri-insani erdemler ekseninde, ideoloji dayatılmayan, insan haklarını belirleyici kılan özgürlük adaları haline getirmek. 3 – Yargıçları atamada, halk iradesinin belirleyici olduğu yöntemler geliştirmek ve yargıyı halk denetimine açmak. Sonuçta yargıyı, askeri vesayet ve resmi ideoloji kuşatmasından kurtarmak. 4 – Yargıda var olan ideolojik yapı, hiç değilse taklit edilen Batıdaki kadar da olsa hukuk eksenli bir reorganizasyonla yeniden yapılandırılmalıdır. Bu süreçte, mevcut ideolojik zaaflı kadrolar, bu ideolojik taassuptan arındırarak hukuk formasyonu kazandırabilmek, özgürlükçü değişime ayak uydurmalarını sağlayabilmek için, insan hakları eksenli bir rehabilitasyon ve hizmet içi eğitim programından geçirilmelidir. Sonuçta hâlâ yeni hukuki döneme ve insan haklarının belirleyici olduğu özgürlükçü sürece ayak uyduramayanlar ise tasfiye edilmelidir. 5 – Bunca ideolojik ve askeri kuşatmaya rağmen yargı içinde var olmayı sürdüren, erdemli, insan haklarına saygılı, davalarda yansız ve tarafsız olmayı ahlak edinmiş yargıç ve savcılar, bu yeniden yapılandırmada öncü rolü üstlenmelidirler. Aslında içerideki bu iyiler, böyle bir yeniden yapılandırmanın önünü açacak, çabuklaştıracak çıkışlar yapmalıdırlar. Bu bağlamda, ideolojik, siyasi, keyfi ve hukuksuz kararlar veren, siyasi ve ideolojik açıklama ve bildiriler yayınlayan meslektaşlarına içerde ve kamuoyu önünde karşı çıkmalı, itiraz etmeli, bu tür karar ve açıklamaların hukuki değil ideolojik olduğunu ve katılmadıklarını aynı yöntemlerle ortaya koymalıdırlar. Bu erdemli, insan haklarından yana ve kararlarında objektif olmayı başaran yargı mensupları, eğer yargı alanındaki bunca çürümeye, kokuşmuşluğa ve adaletsizliğe karşı çıkıp itiraz etmezlerse, ıslah etmeye çalışmazlarsa, sonuçta mazlum insanlara yönelik bütün ideolojik zulümlerin ortağı olacaklarını unutmamalıdırlar.”

Bu içerik 4847 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon