Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   BASIN AÇIKLAMALARI  >  2006
 
Resmi İdeoloji Kıskacında Eğitim Sistemi ve Din Eğiti
Tarih: 12/12/2006
   


Bizler, birkaç gündür medyatik linçle düşünce özgürlüğü saldırıya uğrayan İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV) ve Öğretmen-Sen Genel Başkanlarıyız. İLKAV tarafından 3 Aralık 2006 Pazar günü Ankara Kocatepe Kültür Merkezinde gerçekleştirilen “Resmi İdeoloji Kıskacında Eğitim Sistemi ve Din Eğitimi” konulu panele konuşmacı olarak iştirak ettik. Öncelikle, orada açıkladığımız görüşlerimizin bu gün de arkasında durmaktan onur duyduğumuzu, arkasında duramayacağımız adaletsiz bir tutum içinde bulunmadığımızı ifade etmek isteriz.

Bizler, birkaç gündür medyatik linçle düşünce özgürlüğü saldırıya uğrayan İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV) ve Öğretmen-Sen Genel Başkanlarıyız.
İLKAV tarafından 3 Aralık 2006 Pazar günü Ankara Kocatepe Kültür Merkezinde gerçekleştirilen “Resmi İdeoloji Kıskacında Eğitim Sistemi ve Din Eğitimi” konulu panele konuşmacı olarak iştirak ettik. Öncelikle, orada açıkladığımız görüşlerimizin bu gün de arkasında durmaktan onur duyduğumuzu, arkasında duramayacağımız adaletsiz bir tutum içinde bulunmadığımızı ifade etmek isteriz.

Bu konuşmalarda hiç kimseye hakaret etmedik, zulmetmedik, şiddete başvurmadık ve hiç kimseyi şiddete davet etmedik, tam tersine kendimize, çocuklarımıza ve halkımıza yapılan zulümlere, adaletsizliklere ve hukuk ihlallerine dikkat çekerek düşünce özgürlüğü çerçevesinde haklı itirazımızı ortaya koyduk. Ayrım yapmadan bütün halk kesimlerini özgürlük ve adalet mücadelesinde birlikte olmaya ve şiddete bulaşmadan haksızlıklara karşı sivil itirazlar gerçekleştirmeye çağırdık. Bugün de, yarın da, eğer bu insan hakları ihlalleri ve özgürlük düşmanlığı devam ederse aynı itirazı yükseltmeye devam edeceğimizi ifade etmeyi önemli bir insani sorumluluk addediyoruz.

İslam’a açıkça ve “camilerde seks odaları açılmalı” gibi son derece seviyesiz bir muhtevayla hakaret eden bir profesör hanımın, bu çirkin saldırılarını “düşünce özgürlüğü” adına savunanların ve onu en üst düzeyde ödüllendirenlerin, bizim doğrudan düşünce özgürlüğü çerçevesine giren konuşmalarımıza, bu derece insafsızca ve faşistçe saldırmaları ibret vericidir.

Yapılan saptırıcı yayınlar karşısında şu soruları soruyoruz: Söz konusu paneldeki konuşmalarımızda, aşağıdaki ifadeler de yer aldığı halde, neden medya tarafından görülmek istenmemiştir?

Bazı cümlelerimiz kırpılıp, bazı imajlar oluşturmaya müsait hale getirmek için, yarım cümleler birbiriyle eklemlenerek ve bizim söylemediklerimiz bazı hususlar da yorumlarla ilave edilerek ne yapılmak istenmektedir? Konuşma bütünlüğünden koparılarak, hatta doğru anlaşılmak için birbirine muhtaç cümleler koparılarak, hatta cümleler parçalanıp yapıştırılarak oluşturulan tahrik edici, hedef gösterici yayınla hangi hesaplar kamufle edilmek istenmektedir? Bütün bunlar basın haber ahlakı ve ilkeleriyle nasıl bağdaştırılmaktadır? Üstelik yalancı bir muhbir edasıyla savcıları göreve çağırmak ve bununla yetinmeyip her akşam aynı provoke edici yayını tekrarlayarak, yetkilileri suç icat etmeye ve suç olmayan konuşmaların üzerine gitmeye tahrik etmek bırakın basın ahlakını, insani erdemlerle bağdaştırılabilir mi? Böylesine saptırılmış, provoke edici ve bir kısmı da masada üretilmiş bir haberi tekrar tekrar ve “kim bunlar?” spotlarıyla görüntülerimizi sürekli ekranlara taşıyıp, başka TV’lere de servis yapan ahlaksız ve hukuk tanımaz bir yayının, bizi hedef göstermekten ve utanç verici bir muhbirliği hem de çok seviyesiz bir biçimde gerçekleştirmekten başka ne anlamı olabilir? Bu tür çirkin yayınları gerçekleştiren ve buna alet olanlardan, hukuki zeminlerde hesap soracağımız bilinmelidir.

Bu saldırgan ve hukuk tanımaz yayınları yapanların, Mehmet Pamak’ın yaptığı konuşmada yer alan aşağıdaki paragraflardaki adil ve özgürlükçü muhteva karşısında, başlarını yere eğip utanmaları gerekmiyor mu ? Tabii ki hâlâ, utanmalarını sağlayacak bir insani erdem kırıntısı taşıyorlarsa.

Mehmet Pamak’ın konuşmasında yer alan bu paragraflardan bazıları şunlardır:

“Özgür bir eğitim sisteminde şahsiyetleri ve fıtratları korunmuş özgür nesiller yetiştirebilmek için, eğitimin öncelikle temel insan hakları zeminine oturtulması, askeri vesayet ve militarizmden soyutlanıp sivilleştirilmesi gerekmektedir.”

“Fıtrata yönelik baskıların kalktığı, şahsiyetleri askeri ve ideolojik kalıplarla öğütmeye yönelik faşist dayatmaların son bulduğu özgür ortamlarda, insanın kendine ve Rabbine yabancılaşmaktan kurtarılarak, imtihan dünyasında kendini özgürce gerçekleştirebilmesinin önü açılmalıdır. Eğitim askeri ölçülerle kuşatılmış dar ufuklu bireyler ve ideolojik bağnazlıkla malül niteliksiz, şahsiyetleri öğütülmüş nesiller yetiştirmeyi değil, fıtratı (yaradılıştaki temizliği) koruyup geliştirerek “iyi insan” yetiştirmeyi hedeflemelidir.”

“Fıtratı koruyup tekâmül ettirmeye zemin hazırlama fonksiyonu görecek bu adil sistemde, öğrencilere, sahih bilgiye ulaşmanın, bilgiyi elde edip değerlendirmenin, sonuç çıkarıp anlamanın yol ve yöntemlerini, öğretmen-öğrenci birlikteliği ile öğreten, düşünebilme, tefekkür edebilme, üretebilme, tercih edebilme, karar verebilme, sorgulayabilme, itiraz edebilme, öneri getirebilme ve imtihan için bulunduğu bu dünyada kendini özgürce gerçekleştirebilme yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirebilme imkânları hazırlanmalıdır.”

“Biz Müslümanlar tüm insanlara ayrım gözetmeden adaletle muamele etmek zorundayız. Bu bize Allah tarafından emredilmiş büyük bir sorumluluktur. Hiç kimseye haksızlık, zulüm yapmayız, yapmamalıyız. Herkesin özgürlüklerinin güvencesi biz olmaya çalışmalıyız. Hangi ideoloji, hangi din olursa olsun. Herkes istediği düşünce ve inancı tercih edebilir. Biz, dünyada insanlara kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri özgür ve adil ortamları hazırlamakla yükümlüyüz. Bu Müslümanların büyük sorumluluğudur. Başkaları bizim düşünce özgürlüğümüzü savunmasalar da, biz onların da özgürlüklerini savunacağız. Çünkü biz bunu bir ibadet olarak yapıyoruz.”

“Bırakalım silahları, bırakalım makamları, mevkileri, rütbeleri gelelim bir araya özgür ortamlar oluşturalım, özgürce tartışalım, bu ülkenin insanlarının önünü ve özgürlük imkanlarını açalım ve bu ülkenin insanları iki yüzlü olmasınlar, onurlu olsunlar. Hangi dini ve ideolojiyi tercih ediyorlarsa etsinler ama özgürce tercih edebilsinler. Kimse kimseye bir din yada ideoloji dayatmasın. Yüreğiniz varsa, düşüncenize güveniyorsanız, buyurun özgür ortamlarda tartışalım. Silahlar ve şiddet konuşmasın, kitap, kalem, düşünce ve fikirler konuşsun.” “Kavga ve şiddete yönelmeden, barış ve özgürlük mücadelesi için sivil zeminlerde haklarımızı gündemleştirmeliyiz.”

“Okullar ideolojilerden arındırılıp, özgürleştirilmeli. Eğitim sistemi ideoloji merkezleri halinden çıkıp iyi insan yetiştirme merkezleri haline gelmeli. Bakın iyi Müslüman yetiştirilsin demiyorum. O bizim işimiz. Ama sistemin okulları, iyi insan yetiştirmeyi esas alsın yeter. Özgür ortamlar, nötr okullar olsun yeter. Biz çocuklarımızın İslami eğitimlerini veririz.”

“Bu ülkenin insanlarının birbirleri ile sorunları yok, hepsi aynı sistemin mağdurları. Herkes özgür olsun ve her fikir, her düşünce serbestçe kendini ifade edebilsin. Dileyen dilediği dini, ideolojiyi özgürce tercih edip yaşayabilsin. Dileyen Atatürkçü, dileyen Hristiyan yada Yahudi olsun. Dileyen sosyalist, dileyen liberal olsun. Ama dileyende Kur’an’nın belirlediği anlamda bir Müslüman olabilsin. Ve kimse kimseye kendi tercihlerini dayatmasın. Kimse kimseye zulmetmesin, kendi ideolojisini ve dinlerini dayatmasın. Biz bu ülkenin tüm insanlarının, özgür olmasını, kimsenin kimseye baskı ve şiddet uygulamamasını savunuyoruz.”

“Baskılar yasaklar zulümler kalktıkça özgür ortamlarda özgürce tercihler yapıldıkça, insanlar kendilerini özgürce tanımlayıp, özgürce ifade edebildikleri zaman gerçek sivil, adil ve daha barışçı ilişkiler kurulması mümkün olacaktır.” “Barış ve adalet zemini kalıcı hale gelebilecektir. Bu ülkenin tüm kesimleri, adil ve barışçı şartlarda ve iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşama hakkına sahiptirler. Bu bütün kesimlerin elinden alınmıştır. Şimdi bütün kesimler bütün erdemli insanlar hangi düşüncenin, hangi fikrin, hangi ideolojinin müntesibi olursa olsunlar hatta diğer insanlara kendi ideolojisini dayatmayan Kemalistler varsa, onlar da fıtratın sesine kulak versinler, gelsinler bu ortak paydada buluşalım. Özgürlüğü, barışı, adaleti birlikte tesis etmenin mücadelesini verelim. Bütün provokasyonlara rağmen, bu ülkenin insanları çatışmaya yönlendirilememiştir. İnşallah bundan sonra da başaramayacaklar. Bu ülkenin insanları bütün kesimler özgürlük mücadelesini, insani erdemlerin, fıtratın sesine kulak vererek, adaletin tesisi mücadelesini inşallah ittifak ederek birlikte sürdüreceklerdir. İnşallah tüm kesimler ittifak ederek özgür bir sisteme geçişi sağlayacaklardır.”

Yusuf Tanrıverdi’nin istismar edilen sözlerine gelince sanki “dine dayalı” bir eğitim sistemi talebi varmış gibi sunuluyor. Hal bu ki, yapılan talep, Din Dersinin okullarda verilmediği, bunun bir sosyal ihtiyaç olduğu, zorunlu eğitim varsa devletin halkın bu ihtiyacını karşılama zorunluluğu çerçevesinde İslam dininin Kuran, hadis ve tefsir dersleri temelinde ancak verilebileceği realitesinden kalkarak yaptığı bir taleptir. Eğer Devlet: “ben laikim bunu yapamam” diyorsa o zaman Avrupa’da olduğu gibi dini eğitim veren özel okulların açılmasına izin vermelidir. Bizler çocuklarımıza gerçek anlamda Dininin öğretilmesini istiyoruz. Bu dersin de seçmeli olması gerektiğine inanıyoruz. Dayatmayı kendisi reddeden bir din adına inanmayan insanların çocuklarına din adına dayatma yapılıp zorunlu hale getirilmesine de, tıpkı resmi ideoloji dayatmasına karşı olduğumuz gibi, özgürlükler adına karşıyız. Bizler çocuklarımızın devletin değil bizim çocuklarımız olduğuna inanıyoruz ve soruyoruz: Milli Eğitim Bakanlığı bize danışmadan çocuklarımıza öğreteceği müfredatı belirleme yetkisini nerden buluyor? Din Dersinde “laikliğin öğretilmesi” ise, mevcut müfredatın içeriğini de yansıtan Milli Eğitim Bakanına ait bir ifadedir. Adı üstünde “Din Dersi ve Ahlak Bilgisi” bu dersi laiklik öğretisine dönüştürmek laikliğin dine müdahalesi anlamına gelmez mi?

Bütün bu açık tutum ve ifadeleremize rağmen, Atatürk’ün arkasına saklanarak terör estirmeye kalkışanlar zalimlerdir. Şüphesiz ki hakaret etmemek kaydıyla, ama Mustafa Kemal de dahil herkesin düşünce ve uygulamaları eleştirilebilir. Bu düşünce özgürlüğünün en tabii gereğidir. Üstelik biz söz konusu konuşmalarımızda Mustafa Kemal’in şahsını değil, daha çok, bugün onun adına dayatılan düşünceleri ve onun adına oluşturulmuş Kemalist sistemi eleştirmiş bulunuyoruz. Üstelik Mehmet Pamak, iki oturumda yaptığı iki ayrı konuşmasında iki kez, “Kemalizm ve Atatürkçülük, Mustafa Kemal’den sonrakilerin, onu da aşan uydurmaları ve zoraki doktrinleştirme çabalarıdır” sözlerini tekrar etmişken, Kemalist sisteme yöneltilen nitelikli eleştirileri, düşünsel üretimleriyle ve kendi yetenekleriyle karşılamakta yetersiz kalanların, fikre fikirle karşılık vermede acze düşenlerin, Mustafa Kemal’i öne çıkarıp, onu kalkan gibi kullanmaya kalkmaları ahlaksızlık değil midir? Yeri geldiğinde AB savunuculuğunu kimselere bırakmayan bu hukuk düşmanlarına şu soruyu sorma hakkımız doğmaktadır: Hani sizin AB kriterleriniz, demokrasi iddialarınız? Ne oldu tüm bunlara, yoksa acıkınca yediniz mi?

Bir başka husus ise, Milli Eğitim Bakanlığına verilmek üzere hazırlanan bir dilekçe de yer verdiğimiz somut özgürlük taleplerimiz arasında yer alan bir cümlenin saptırılıp istismar edilmesiyle ilgilidir. Bu, “Genç beyinlerin militarist bir tarzda yönlendirilmesinde araç olarak kullanılan ant, marş, tören ve benzeri, geriliğin timsali ideolojik ritüeller terk edilmelidir” cümlesidir. Burada kast edilen ve açık olarak talep edilen: okulların, çocuklarımızın kişilik ve şahsiyetlerini törpülemeyen özgürlük adaları haline gelmesi, hiçbir din ve ideolojinin dayatılmadığı okullarda özgürce eğitim almalarının temin edilmesidir. Bu sebeple de, okullara kışla ve tapınak görüntüsü kazandıran “and, marş, tören ve benzeri ideolojik ritüellerin” terk edilmesidir. Uygulamada, and, marş, tören gibi “seküler kutsallar” üretilip, çocuklarımız sürekli bu kutsallara tazime zorlanmakta ve askeri disiplinle kuşatılmaktadırlar. İşte biz, bu tip “dinsel” ritüellere son verilerek, okulların daha özgür olması gerektiğini ifade etmişiz. Bu talebimizin haklı ve özgürleştirici bir talep olduğuna da inanmaktayız. Tek tip kıyafet, tek tip düşünce, and, marş ve törenlerle, “hazırol-rahat” komutlarıyla, büstler ve bu “seküler kutsallar” önünde saygı duruşlarıyla ve askeri disiplinle, okullara bir yandan kışla, diğer yandan tapınak görüntüsü verilmesi eleştirilmiştir. Bu kapsamlı ve çocuklarımızın şahsiyetlerinin, kişiliklerinin öğütülmesini engellemek bakımından da son derece anlamlı eleştiriyi, “İstiklal marşının kaldırılması” talebi şeklinde takdim edip istismar etmek haklı olmadığı gibi ahlaki de değildir.

Diğer taraftan, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu bir Bakanın bizimle ilgili açıklamaları da son derece düşündürücü ve ibret verici olmuştur. Bakanlık makamına gelen bir insanın, hele de hukukçu olduğu halde, her zaman kendilerine de aynı oyunları oynamasından yakından tanıdıkları provokatör medyanın dolduruşuna gelerek yargısız infaz yapması, daha tahkik edilmemiş bir konu hakkında suçlayıcı ve hüküm verici beyanlarda bulunması, hem hukuki, hem de ahlaki ölçülerle bağdaştırılması mümkün olmayan bir tutum olarak tarihe geçmiştir. Şimdi ilgili Bakanın, görevlendirdiğini ifade ettiği müfettişlerin, Bakanlarının bu peşin hükmü ve yönlendirici açıklaması karşısında, ne kadar bağımsız hareket edebileceklerini kamu oyunun takdirine bırakıyoruz.

Sonuç olarak, bu medyatik terörü estirenlere ve onlara destek verenlere soruyoruz, hani çok kutsadığınızı iddia ettiğiniz ve altına imza attığınız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri ve buna dayalı AİHM kararları nerede? Bu belge ve kararlarda "ifade özgürlüğü, sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsemeyen "bilgi" ve "düşünceler" için değil, aynı zamanda Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirir" denmiyor muydu? Ne oldu, sıra Kemalizmin tabularının eleştirisine gelince neden bütün bunlar paçavra gibi bir taraf fırlatılıp, bu kadar keyfi ve despot tutumlar sergileniyor? Bu tür bir ahlaksızlığı bu kadar cüretkarca sergileyen kimi medyatörler, bu ülkede sermaye ve güç bizim arkamızda, istediğimizi yaparız mı demek istiyorlar? Aslında kimi medyadaki bu medya teröristlerinin ortaya koydukları faşist tavır ve hak, özgürlük düşmanı tutum, bizim, Kemalist sistemin yol açtığı yozlaşma, dejenerasyon, bağnazlık, taassup, seviyesizlik ve kirlenmeye dair iddia ve tespitlerimizin, aslında ne kadar ciddi boyutlarda yaşandığını ispat eden önemli deliller olma özelliğini taşımaktadırlar.

Böyle haksızlık ve zulüm süreçlerinde herkes imtihan olmaktadır. Medya, insan hakları kuruluşları ve “aydınlar” herkes sınavdan geçmektedir. Bizler, söylediğimiz haklı ve adil sözlerin arkasında onurlu bir duruş sergileyip sergilemeyeceğimiz hususunda sınanırken, dışımızdaki herkes “insan hakları” ve “düşünce özgürlüğü” konularında samimi yada çifte standartçı olup olmamakla sınanıyorlar. Sonuçta, kimileri ÖZGÜR-DER örneğinde olduğu gibi onurlu ve saygıdeğer bir tutumla sınavda başarılı olacak, kimileri de her zaman yaptıkları gibi ya zalimlerin safında doğrudan yer alarak ya da zelil bir suskunlukla dolaylı destek vererek sergiledikleri utanç verici bir tutumla sınavı kaybedeceklerdir.

Temennimiz, bu tür, basın ahlakı ve insani erdemlerle bağdaşmayan, insanlık onurunu ayaklar altına alan, hedef gösterici yayınların, gazetecilik ve habercilik olmadığının artık anlaşılması ve başka mağdurlar üretmeden düzeltilmesidir. Diğer taraftan, TV yayını yapmak gibi son derece önemli bir kamu imkânını ele geçirenlerin bu kadar sorumsuz, bu kadar hukuksuz ve bu kadar ahlaksız olmamaları gerektiğinin anlaşılmasıdır.

Mehmet PAMAK Yusuf TANRIVERDİ
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı Başkanı Öğretmen-Sen Genel Başkanı

Bu içerik 2124 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon