Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   CUMA KONFERANSLARI  >  2007
 
Davetin Açıkça Ve Merhametle İnsanlara Ulaştırılması Gerekir
Tarih: 01/06/2007
   


"Davetin açıkça ve merhametle insanlara ulaştırılması gerekir." Bismillahirrahmanirrahim Değerli kardeşlerim! Allah’ın Selamı Rahmeti ve Bereketi Sizlerin ve bütün dünya Müslümanlarının üzerine olsun.

"Davetin açıkça ve merhametle insanlara ulaştırılması gerekir."
 
Bismillahirrahmanirrahim
Değerli kardeşlerim!
Allah’ın Selamı Rahmeti ve Bereketi Sizlerin ve bütün dünya Müslümanlarının üzerine olsun.
Kardeşlerim, bugünkü konferansımıza birkaç hatırlatmayla girmek istiyorum. Biliyorsunuz insanlık tarihi boyunca hep Peygamberlerin ve onların yolunda giden muvahhitlerin öncülüğünde, cahili toplumların, cahiliyeye bulaşmış toplumların, imanına şirk bulaştırmış toplumların doğru bir istikamete yönlendirilmesi, ıslahı, tevhidi bir çerçevede yeniden inşasıyla karşılaşıyoruz. Yine bildiğiniz gibi, ilk toplumu oluşturan bir Peygamberken, ilk toplum bir tevhit toplumuyken, bilahare cahiliye ye yönelerek, hevaya ve zanna tabi olarak kendi ürettikleri cahili değerleri esas alarak, cahili toplumlar haline dönüşmüşlerdir. Fıtratlarını bozmuşlar, akıllarını kirletmişler ve Allah’ın arzında bozgunculuk çıkararak ekini ve nesli fesada uğratmışlardır. Rabbimiz en son 7. yüzyıla kadar zaman zaman topluma ve tarihe müdahale ederek, yeni peygamberler ve yeni vahiy göndermek suretiyle yeniden toplumların tevhidi istikamette, kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkaracak mesajla muhatap olmalarını sağlamıştır. Peygamberlerin öncülüğünde, yeniden ıslah olarak arınabilme imkânına insanlığı kavuşturmuştur. Daha önce de burada ifade etmiştik, bildiğimiz gibi Rabbimiz miladi 7. yüzyılda en son müdahalesini yaptı. Ve bir daha artık peygamber göndermeyeceğini, vahiy indirmeyeceğini, son peygamberiyle son vahyini insanlığa ulaştırdığını beyan etti. Hz. Muhammet (S.A.V) ve ona indirilmiş Kur’an’ın, artık kıyamete kadar geçecek sürede bütün insanlığın, kurtuluş rehberi olmasını sağladı. Ama 7. yüzyıldan sonraki süreçte yine insanlık maalesef uyarılmasına rağmen İsrail oğullarının Yahudileşmesinin bütün unsurlarını fazlasıyla gerçekleştirerek ümmet olma, İslam ümmeti olma vasıflarını yitirdi. Kur’andan ve Resulün güzel örnekliğinden koparak, bugünkü cahiliyeye ulaştı.


Cenab-ı Hak birçok ayetinde daha önceki peygamberlere dikkat çekiyor. Son gönderdiği peygamberinin nevzuhur bir peygamber olmadığını, insanlık tarihi kadar eski bir tevhidi geleneğin son halkası, son peygamberi olduğunu vurguluyor. Bir ayetinde diyor ki “yemin olsun Nuh ve İbrahim’i de Resul olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı bunların soyları arasına koyduk. Sonra onların eserleri (izleri) üzerine Resullerimizi ard arda gönderdik.” İşte böyle, hep aynı iz üzerine Resuller ard arda gönderildi. Biz de bugün bu tevhidi geleneğin son halkası olmaya çalışmak durumundayız. Kurtuluşa ermek istiyorsak, Allah’ın rızasını kazanmak istiyorsak, gerçekten de dünyamızın ve ahretimizin mamur hale gelmesini Allah’ın rızasını kazandıracak bir boyutta bizim için bir sonuç olarak ortaya çıkmasını istiyorsak, mutlaka bu tevhidi geleneği sürdüren son halkanın, bizim dönemimizdeki son halkanın içerisinde bizde yer almaya çalışmalıyız. Ölüm bize gelmeden bu halkada yer alıp gelecek nesillere uzanacak bu zincirin, bu dönemdeki halkası içerisinde yer alıp Rabbimizin huzuruna Mü’min olarak, Müslüman olarak dönmeye çalışmalıyız. Rabbimiz buyuruyor: “Allah’tan gereğince korkun ve Müslümanlar olarak ölün.” Allah’tan gereğince korkmayı, Allah’ın azabından gereğince korkmayı ve Müslümanlar olarak yaşamayı, Müslümanlar olarak ölmeyi Rabbimiz hepimize nasip etsin.
Değerli kardeşlerim!
İnsanlık tarihi serüveninde cahiliyeyi üretti ve cahiliyeyle kuşatılmış bir hayatı yaşamaya başladı. Ve Peygamberlerin yolunun yolcusu olan muvahittler her dönemde cahiliyeye bulaşmış bu cahili toplumları uyarmaya çalıştılar. Elhamdülillah bu tevhidi gelenek, bu tevhidi zincir hiç kopmadı. Çok zayıfladığı dönemler oldu, kopacak derecede zayıfladığı dönemler oldu. Ama hiç kopmadan devam etti, onun için biz de peygamberlerin, ıslah önderlerinin, ihya ve ıslah çabalarını ortaya koyan muvahhitlerin yolunun yolcusu olmaya, o zincirin son halkası olup bizden sonraki halkalarla bütünleşmesine vesile olmaya çalışmalıyız. Bu bizim için çok büyük bir sorumluluktur. Yani gündelik olaylar, bir takım hesaplar, çıkarlar, korkular bizi yönlendirebilir. Bizi bu halkadan koparmaya çalışabilir. Şeytan ve dostları iğvalarıyla, propagandalarıyla, korkutmalarıyla, yasaklamalarıyla, mahkûmiyet ve ceza tehditleriyle, işkenceleriyle korkutarak veya dünyevi menfaat ve çıkarlar dağıtıp dünyanın süslerine bağlanmayı tahrik ederek, şehvetlerin peşine takılmaya tahrik ederek bizi Allah yolundan uzaklaştırmaya çalışabilirler. Ama bütün bunlara rağmen, ahiret, hesap ve kulluk bilinciyle, ne pahasına olursa olsun sırat-ı müstakimde ayaklarımızı sabit tutacak onurlu bir direnişi sergilemeliyiz.
Her şeye rağmen, bu tür sapma ve savrulmalara prim vermeden, kirlenmemiş onurlu bir örneklikle, sahih bir din anlayışını ve doğru bir mücadele yöntemini, tevhidi geleneğin bugüne ait bir halkası halinde oluşturup gelecek nesillere emanet olarak bırakmaya çok samimi, çok ciddi bir çaba göstermemiz gerekiyor. Bu uzun soluklu ve başka nesillere de geçerek devam edecek olan uzun yolculukta, Kur’an neslinin öncülüğünde, vahyin ölçüleri ile ümmeti yeniden inşa etmek bizim en temel programımızdır. Bu program, asla şaşmadan devam ettirilmesi gereken, samimiyetle riayet edilmesi gereken bir programdır. Bizim programımız, Allah’ın toplumsal yasası gereğince, içinde yaşadığımız topluma karşı sorumluluklarımızı yerine getirerek, toplumun özündekini tevhidi istikamette değiştirmesine vesile olma programıdır. Rad süresi 11. Ayette beyan edilen Allah’ın sosyal yasasının cereyanında üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmektir. Nedir o sorumluluk? Kur’an’ın mesajını kendimizden başlayarak, önce kendi ahlakımızda örnekleyip şahitliğini üstlenerek diğer insanlara da taşıyıp, onlarında özlerindekini tevhidi istikamette değiştirmelerine vesile olmaktır. Rabbimiz, toplumları, halkları kendi kaderleri üzerinde söz sahibi kılarak şereflendirmiştir. Hiçbir sistem insanlara böyle etkin bir rol vermemektedir. Bütün beşeri sistemler bir avuç egemenin zorbalığı altında toplumları edilgenleştirmektedir. Toplumlar sürü haline getirilmektedir. Kaderi üzerinde söz sahibi olmaktan çıkarılmaktadır. Yaratıcımız ise bütün insanların, bütün halkların, bütün toplumların kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarını sağlamıştır.
Rabbimiz bu yasasıyla tabiri caizse şunu demektedir: “Nasıl yönetilmek istiyorsanız öyle olun, siz nasıl olursanız ben size o yönetimi takdir edeceğim”. Yani sosyalizmle mi yönetilmek istiyorsunuz özünüzdekini o tarafa doğru değiştirirseniz size onu takdir ederim. Kapitalizmle mi yönetilmek istiyorsunuz; şirke bulaşmış Hıristiyanlıkla mı? Ne istiyorsanız özünüzü ona doğru döndürün, değiştirin ben de size o sistemi takdir ederim. Ama bu tercihinizin hesabını Allah’a vereceksiniz. İslam’la mı, adaletle mi yönetilmek istiyorsunuz? O zaman da Kur’an ölçüleriyle, tevhidi istikamette özünüzdekini değiştirin. O zaman da ben size İslami takdir ederim. Yani İslam bir toplumu yönetecekse, Allah’ın hükümleriyle hükmedilen bir toplum haline gelecekse bunun yolu sadece bu yasadan geçiyor. Başka yol yok. Bütün peygamberlerin uygulaması da bu. Yani içinde yaşadığınız toplumu zorla değiştiremezsiniz. Baskıyla şiddet kullanarak değiştiremezsiniz. Allah bunu haram kılmış, yasaklamıştır. Dinde zorlama yoktur. Toplum kendisini bozduğu, özündekini menfi istikamette değiştirdiği için bu hale düşmüştür. O halde bugün de kurtuluş özündekini olumlu anlamda tevhide, Kur’ana doğru değiştirmekten geçiyor. Bu değişim yaşanmadığı ve İslami yönetime müstehak hale gelinmediği sürece asla toplumun durumu değişmeyecektir. Ne yaparsanız yapın, nereyi ele geçirirseniz geçirin, toplum müstahak olmadıkça adaletle yönetilmeye, Allah’ın hükümleriyle hükmedilmeye, İslami adalet sistemi asla gelmeyecektir. Nuh (A.S) da olduğu gibi 950 yıl geçse de. Ama toplum özündekini tevhide doğru değiştirirse, Mekke için 23 yılda, Medine de ise 10 yıl gibi çok kısa bir zamanda bile İslam devletinin, İslam sisteminin kurulması mümkün olabilmiştir. Yani toplumun davete icabet edip, özündekini vahyin ölçüleriyle değiştirmesi, samimiyetle ve gönüllü olarak Allah’a teslim olmayı tercih etmesi gerçekleştiğinde, yasa hemen sonuç vermekte ve Allah İslami sistemi takdir etmektedir. Evet, toplum özündekini süratle değiştirirse süre çok kısalabilir, ama değiştirmezse, davete icabet etmezse, cahiliye de direnirse o zaman da yüzyıllara ulaşabilir. Onun için bizim yapmamız gereken şey başka yöntemlere takılmamak, Allah rızası için kendi gündemimizle meşgul olmaktır. Bu sebeple, sadece davet, tebliğ, emri bil maruf, eğitim ve vahyin şahitliği konularında yoğunlaşmalı, vahyin ölçüleri içerisinde toplumun doğru bir istikamette, tevhidi bir istikamette, şirkten tevhide doğru, tağutlardan Allah’a doğru hicret etmesine, kendisini değiştirip dönüştürmesine vesile olacak hayırlı katkılarda bulunmalı ve toplumsal sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz.
Ancak zorba oligarşiler, Allah’ın bu yasasını engellemek üzere birçok provokasyonlar, baskılar, darbeler yaparak, şiddeti kullanarak toplumun iradesinin özgürce tecellisini engellemeye çalışıyorlar. İşte biz toplumların, halkların özgür olmasını isterken, Allah’ın bu yasası gereğince kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarını istemiş oluyoruz. Toplum dilerse İslami seçer, dilerse başka bir inanç yada ideolojiyi seçer. Ama halklar kendilerine bir dayatma, bir kuşatma, bir baskı, bir darbe, bir silah ve şiddet olmaksızın özgürce tercih etmeliler. Neye müstahak olurlarsa onunla yönetilecekler, kimsenin bir şey demeye hakkı olmaz, herkes kendi tercihlerinin hesabını Allah’a verecektir. Biz işte bu zorbalığın kalkmasını ve halkların kendi kaderleri üzerinde özgürce belirleyici olmasını istiyoruz. Her düşünce her din ve ideoloji, barış ortamında ve özgür şartlar içerisinde kendisini insanlara anlatabilmeli. Ve insanlarda tercihlerini istedikleri yönde özgürce kullanmalı, özünde hangi değişimi yaşarsa, özünü hangi istikamette dönüştürürse Allah’ın vadi gereği o sistem takdir edilecektir. İşte vahyin ölçüleriyle ve Peygamberi örneklikle ortaya konan bu toplumsal değişimi esas alan yöntemde tebliğ, davet, eğitim, şahitlik, adalet ve merhamet ile güzel ve hikmetli üslup öne çıkmaktadır. Bulunulan ülkenin şartları dikkate alınılmak zorundadır. Şiddeti kullanarak zorla dönüştürmek biraz önce bahsedildiği gibi hiçbir peygamberin yapmadığı bir iştir. Bizimde yapmamamız gerekir. Gizlilik asla söz konusu değildir bu süreçte, çünkü davet açıklığı gerektirir. Davetin açıkça ve merhametle insanlara ulaştırılması gerekir.
Bir ülke dışarıdan bir saldırıya uğramışsa, işgale muhatap olmuşsa, Afganistan, Irak, Çeçenistan ve Filistin’de olduğu gibi, o zaman o bölgenin onurlu insanlarına ve Müslümanlarına bu zalim emperyalist güçlere karşı silahlı mücadele kaçınılmaz bir sorumluluk haline gelir. Ancak bir toplum kendi özündekini yüzyıllar süren süreçte değiştirip bozduğu için gayri İslami bir sisteme ulaşmışsa, o toplum, zor ve şiddet kullanılarak değil, merhametle, güzel ve hikmetli bir üslupla yapılacak kurtarıcı ve tavizsiz bir davetin, tebliğin ve eğitimin öne çıkarılmasıyla ıslah edilebilir. Bozulmuş, şirke bulaşmış olan toplum, net ve açık bir tebliğin yaygınlaştırılması suretiyle, bu sefer de özündekini vahyin ölçüleriyle değiştirmesine vesile olunarak İslami bir toplum haline dönüştürülebilir. Hiçbir Peygamber, içinde yaşadığı toplumu zor kullanarak, silaha ve şiddete başvurarak ya da dağa çıkıp toplumuna saldırarak değiştirmeye kalkışmamıştır. Tam tersine, egemen şirk yönetimlerinden, “Allah’ın yardımı ne zaman” diyecek kadar darlandıkları büyük eziyetler, zulümler, işkenceler, ekonomik ve sosyal boykotlar gördükleri halde, toplumun içinde kalmaya, muhatap oldukları zulmü de ifşa ederek, bu mazlumiyet zemininde topluma vahyin şahitliğini yapmaya, kurtarıcı, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcı mesajı topluma taşımaya ısrarla devam etmişlerdir.
Değerli kardeşlerim!
İşte bu uzun yolculukta, davet ve şahitlik yolunda, tavize yanaşmadığımız, toplumun cahili değerlerine doğru savrulup kitleleşmediğimiz için marjinallikle suçlanabiliriz. Bir avuç adam diye gösterilebiliriz. Ama şunu bilmek zorundayız. Bütün peygamberler öncelikle marjinaldiler. Hz. Muhammet (S.A.V.)’in safa tepesinde bir kayanın üstüne çıkıp, İslam’ın ilk mitingi denilen o miting meydanında bütün kabilelerin isimlerini sayarak yaptığı hitabında karşısında olanların hiçbirisi onun gibi düşünmüyordu. Yani İslam davasında tek başınaydı. Biz bugün bir mitingde konuştuğumuz zaman bizi alkışlayıp tekbirle destekleyen bir kalabalıkla muhatap oluyoruz. Allah’ın Resulu (S.A.V.) ilk mitingde konuşma yapıyor. Karşısındaki insanların hiçbirisinin kendisi gibi düşünmediğini bilerek. Müthiş bir şey bu, bütün dünya karşısında o tek başına başlıyor. Birçok peygamber bu konumdan da çıkamıyor. Rabbine o şekilde, yani marjinal olarak dönüyor. Toplumlar cahil ve zalim oldukları için zulmediyorlar, işkence ediyorlar, şehit ediyorlar birçok peygamberi. Bu sebeple ancak bir kısmı ümmetleşiyor, bir kısmı ümmetleşemeden gidiyor. Bir kısmı Nuh (A.S.) gibi 950 yılda bir gemi dolduramıyor. Dolayısıyla asla marjinallikten korkmayacağız. Yani bir avuç olmaktan korkmayacağız. Tek kişi bile olsak, söylediğimiz doğruysa, hakka dayanıyorsa biz haklıyız ve güçlüyüz demektir. Tevhidi istikametimizi ölüm bize gelene kadar sürdürmek durumundayız. Önemli olan ve dikkat etmemiz gereken şu, biz nefsimizden kaynaklanan bir zorluğu Allah’ın dinine katıyorsak, işte bu bir beladır, musibettir, Allah bizi bundan korusun. Kendimiz de “Emri bil maruf” yaparak bundan uzaklaşalım kendimizi hesaba çekelim, sık sık “biz Allah’ın dinini zorlaştırıyor muyuz” diye kendimizi sorgulayalım, yapıyorsak bunu yapmaya hakkımız yok diyelim, düzeltelim. Ama bunu yapmıyoruz da Kur’an’ın mesajını insanlara dosdoğru götürüyorsak ve insanlar buna icabet etmiyorsa, o zaman yapacak bir şeyimiz yok, biz bu yolumuza Allah için devam etmek zorundayız.
Ashab-ı Kehf’i hatırlayın bir avuç insan o toplum içerisinde hakkı haykırıyorlar. Hem de en şedit kuşatmaların en zalim yönetimlerin baskısı altında Firavunların, imparatorların, Allah düşmanlarının, tağuti sitemlerin önderlerinin sarayında hakkı haykırıyorlar. Öyle bir marjinallik ki bu, başka bir şey yapamıyorlar ve bir mağaraya çekiliyorlar. Bir mağaraya çekilmek bile Allah’ın övgüsüne mazhar oluyor. Müthiş bir şey bu, yapacak bir şeyleri yok çünkü görevlerini yaptılar, sorumluluklarını yerine getirdiler, toplum davete icabet etmemişse ne yapabilirler? Firavunun kollarını bacaklarını çaprazlama kesme tehdidine rağmen o sihirbazların imanlarını düşünün. Bize bunlar yapıldı mı? Nasıl bir imandır bu Allah’ım. Rabbimizden, o sihirbazların imanı gibi bir iman istiyoruz inşallah. Böyle bir imanın sahibi olmaya çalışmalıyız. Hak dinin müntesipleri olmanın bize kazandıracağı büyük şeref ve onurla, hakkı temsil etmenin ve haklı olmanın sağladığı şerefle büyük güç sahibi olduğumuzu bilmeliyiz. Korkacak asla bir şeyimiz yok, kimseye zulmetmiyoruz, hakaret etmiyoruz, şiddet kullanmıyoruz. Zulmedenler korksunlar.
İşte böyle adil ve merhametli bir davanın ve hiçbir tehditle dönmeyeceğimiz sarsılmaz bir imanın temsilcileri olmaya çalışmalıyız. Allah’ın toplumsal değişim yasası gereğince, toplumun özündekini değiştirmeye vesile olmak gibi önemli bir toplumsal sorumluluğu omuzlamak ve uzun soluklu bir mücadele ile bıkmadan, yılmadan bunu sürdürmek zorunda olduğumuzu unutmamalıyız. İşte biz İLKAV olarak 15 yıl önce yola çıkarken de bu bilinç ve tercihle yola çıktık. Yaptığımız konferanslarda, İslami ilkelere dayalı yöntem tercihimizi açıkça topluma deklare ettik. Gizlilik, şiddet ve organik dış bağlantı olmaksızın, kendi ülkemizde, kendi ayaklarımızın üzerinde durarak, özgün bir biçimde, açık ve legal bir çabayla, tebliğ, davet ve eğitimi esas alan ilmi çabalarla, toplumun sahih bir din anlayışına ulaşmasına, özündekini tevhidi olanla değiştirmesine vesile olmaya çalışacağımızı ifade ettik. Ve bu çizgideki mücadelemizi ilkeli bir biçimde sürdürmekteyiz. Vakfımızın senedinde de yer aldığı üzere, geleneksel ve modern hurafelerden arınmış, ana kaynaklara dayalı sahih din anlayışının toplumda yaygınlaşması için çalışmaktayız. Allah, dini konusunda isabet kaydetmemizi, dinini dosdoğru ve ihlâsla yaşamamızı, Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklanmamızı ve bu dinin mesajını tavizsiz ve ilkeli bir davet ve şahitlikle topluma ulaştırmamızı bizlere nasip etsin.
 


 
 
Bu içerik 2058 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon