Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   BASIN AÇIKLAMALARI  >  2009
 
İLKAV: “Cumhuriyet Kod Adlı Bürokratik Saltanatın Sahibi Oligarşi İçin ‘Pişmanlık Yasası’ Çıkarılsın”
Tarih: 29/10/2009
   


İLKAV Başkanı Mehmet Pamak: “Bürokratik Saltanatın Cumhuriyet olarak sunulmasından artık vazgeçilmeli ve olmayan Cumhuriyet’in bayramını kutlama çelişkisine de son verilmelidir. Görece de olsa barış ve özgürlüğe ulaşmak için, “Eve Dönüş Pişmanlık Yasası”yla “dağdan iniş”in sağlanması yetmez, daha önemli olan onları dağa çıkmak zorunda bırakan zulümlerin faili darbecilerin ve çetelerin de “derinden çıkış”ının sağlanmasıdır. Bunun için, “Cumhuriyet” kod adlı Bürokratik saltanatın sahibi oligarşi ile ürettiği darbeciler ve Ergenekoncu çeteler için ‘Derinden Çıkış Pişmanlık Yasası’ çıkarılarak Oligarşinin tasfiyesine gidilmesi gerekir” dedi.

İLKAV Başkanı Mehmet Pamak: “Bürokratik Saltanatın Cumhuriyet olarak sunulmasından artık vazgeçilmeli ve olmayan Cumhuriyet’in bayramını kutlama çelişkisine de son verilmelidir. Görece de olsa barış ve özgürlüğe ulaşmak için, “Eve Dönüş Pişmanlık Yasası”yla “dağdan inişin sağlanması yetmez, daha önemli olan onları dağa çıkmak zorunda bırakan zulümlerin faili darbecilerin ve çetelerin de “derinden çıkışının sağlanmasıdır. Bunun için, “Cumhuriyet” kod adlı Bürokratik saltanatın sahibi oligarşi ile ürettiği darbeciler ve Ergenekoncu çeteler için Derinden Çıkış Pişmanlık Yasası’ çıkarılarak Oligarşinin tasfiyesine gidilmesi gerekir” dedi.
 
Mehmet Pamak, yaptığı basın açıklamasında özetle şunları söyledi:
 
“Devlette nihai söz sahibi asker bürokratların öncülüğündeki oligarşinin, halkı köleleştirip efendilik taslayarak silah zoruyla ele geçirdiği saltanatı korumak amacıyla on yıllardır yaptığı darbeler, çete faaliyetleri ve çok boyutlu zulümler artık herkes tarafında bilinmektedir. İşte bu minvalde pek çok hukuksuzluğun, Genelkurmay’ı ve üst komuta kademesini de içine alan cuntacılık iddalarının ayyuka çıktığı, Dağlıca’da, Aktütün’de halkın çocuklarını bile bile ölüme terk eden ve ordudan ç/aldıkları silahlarla halkı birbirine düşürmekten çekinmeyen resmi provokatörlerin suçüstü yakalandıkları, darbenin, cuntanın ve çetenin belgelendiği bir süreçte hâlâ Cumhuriyet Bayramı adı altındaki kutlamaların sürdürülüyor olması, komik bir görüntü oluşturduğu kadar, halkı aptal sayıp aşağılayan bir mütekebbirliğin de ifadesi olarak algılanmaktadır.”
 
“Bu bayram, iki yönden zaaflı duruyor ve kaldırılmayı hak ediyor. Bir kere cumhuru esas alan, cumhurun hak, özgürlük ve değerlerine saygı gösteren Cumhuriyet yok ki, Bayramı olsun. Askeri vesayet rejiminin, bürokratik saltanatın Cumhuriyet olarak kutlanması, dünyayı güldürecek bir olay, akla ve mantığa aykırı bir saçmalık olduğu gibi, ahlaki de değildir. İkincisi bayramların bir toplumun ortak sevinç günleri olması gerekmiyor mu? Bayramlar geniş kitlelerin mağduriyetine sebep olmamış olayları anımsattığında ve toplumun ortak sevinç günleri olmayı hak eden günler olduğunda anlamlı ve fonksiyoneldir. Ülke içinde geniş mağdur ve mazlum kitleler oluşturmuş olayları anımsatan günler bayram yapılırsa bir grup azınlık sevinirken, geniş kitleler hüzünle o günü geçirirler…. İşte bütün bu sebeplerle, soğuk savaş döneminin faşist alışkanlıklarının devamı olan bu tür bayram kutlamalarının sona erdirilmesi en doğru olandır, ancak illa da birileri istiyorsa sadece onların kendi aralarında toplandıkları salon etkinlikleriyle yetinilmesi sağlanmalıdır.”
 
“Cumhuriyet adı altında sürdürülen oligarşik diktatörlüğün ve zulümlerinin sona erdirilmesi, TSK, yargı, CHP, TÜSİAD, medya, üniversite içindeki darbeci, çeteci, Ergenekoncu kadroların tasfiyesi için “Derinden Çıkış Pişmanlık Yasası” çıkarılmalıdır. Yasa metninde şu şartlara yer verilmelidir: “Bütün TV’ların canlı yayınla yayınlayacakları bir anda halkın huzurunda, darbelere, cunta faaliyetlerine, darbe teşebbüslerine katılmaktan, ekonomik sömürü ve hortumlamalara, faili meçhullerden yargısız infazlara, asit kuyularına ve Susurluk, Şemdinli’den JİTEM ve Ergenekon misali çete faaliyetlerine kadar hangi konumda hangi zulme iştirak etmişse bütün bu suçlarını itiraf edip, suç ortaklarını ifşa edenler ve ‘bütün bu darbelerde, çetelerde, zulümlerde yer aldım, çok pişmanım, utanç içinde halkımdan özür diliyorum’ diyenler, beş yıl aynı suçlara bulaşmamak ve bundan sonra hiçbir kamu görevinde yer almamak ve sermayesi 500 bin TL’yi aşan hiçbir şirkette ortak ve yönetici olmamak kaydıyla affedilmeleri sağlanmalıdır. Bu derinden çıkışı teşvik amacıyla emeklilik güvencesi de verilmelidir.”
 
“Sistem içi değişimle görece özgürleşme sağlamaya yönelenler sonuç almak istiyorlarsa, öncelikle oligarşinin tahakkümüne, askeri vesayet rejimine, bürokratik diktatörlüğe son vermeli, başta asker, yargı, eğitim, ekonomi ve medya olmak üzere bütün kurumlarıyla devleti, insan hakları, hukuk ve adalet eksenli yeniden yapılanmaya götürecek düzenlemeler yapmalıdırlar.”
 
İLKAV Basın Açıklamasının Tam Metni:
 
86 yıl önce yeni sistem kurulurken, o gün tek örgütlü ve silahlı güç olan ordu yeni devletin sahibi olarak kendini konumlandırdı. İlk meclisin muhaliflerini tasfiye amacıyla gerçekleştirilen ilk yargısız infazların ardından yapılan ilk darbeyle parlamento önce “Tek Adam”ın, daha sonraki süreçlerde de “Milli şef”in tek belirleyiciliğiyle oluşturulan, paşaların hâkimiyeti altında göstermelik bir kurum haline dönüştürüldü. Aslında “Cumhuriyet” adı altında, batıcı asker bürokratların öncülüğünde oligarşik bir diktatörlük kuruldu. Saltanat kaldırılmış gibi yapılarak, aslında asker bürokratların öncülüğünde, aristokrat Batıcı “Beyaz Türk” hanedanı oluşturulmak suretiyle bürokratik saltanat dönemine geçildi. İşte bu suretle oluşturulan askeri vesayet rejimi “Cumhuriyet” aldatmacasıyla sürdürülmektedir.
 
Halkın İslami kimliğini, etnik kimliklerini ve değerlerini düşman ilan eden laik Cumhuriyette Cumhur / halk ise, hep cahil diye aşağılanıp dışlanmış, edilgen bir konumda tutulmuştur. Cumhur / Halk, “Beyaz Türk” hanedanının zenci köleleri olarak algılanmış, asker bürokratların öncülüğündeki, yargı ve üniversite bürokratları ile TÜSİAD’çı besleme sermayedarlar ve medyasından oluşan oligarşinin sahibi olduğu devlete hizmetkâr olmak, vergi ve askerlik yapmakla yükümlü tutulmuştur.
 
İşte adına Cumhuriyet denilen bu bürokratik saltanat sürecinde, batıcı silahlı bürokratların seküler ideolojileri halka rağmen yeni devletin resmi ideolojisi haline getirildi. Askeri bürokratların öncülüğünde oluşan oligarşik gücün, saltanatı Osmanlı’dan devralıp sürdürdüğü bu süreçte, Osmanlı sultanlarının bile yapmadıkları çağdaş sultanlarca yapılarak, bireysel ve toplumsal hayatın bütün alanları en ufak ayrıntısına kadar tepeden belirlenmeye kalkışıldı. Kıyafetten düşünceye, inançtan ibadete, eğitimden yargıya, siyasetten ekonomiye bütün alanlar oligarşinin tahakkümü altında düzenlenmeye ve ülke halklarının neyi, nasıl yapması gerektiği jakobence dikte edilmeye çalışıldı. Halkın, resmi ideolojiyle bağdaşmayan İslami kimliği ve tesettürü, Batının seküler kültürüyle uyuşmayan yerli kültürü ve egemen ulus kimliğiyle bağdaşmayan Kürt kimliği düşman sayılıp dışlandı, baskı, yasak, inkâr ve asimilasyon politikalarıyla yok edilmeye çalışıldı.
 
Cumhurun/halkın bu şekilde sürekli aşağılandığı, ezildiği, sömürüldüğü, halkın seçimle iktidar yaptıklarına halkın isteklerini yerine getirme fırsatının verilmediği bir sisteme Cumhuriyet denir mi? Sürekli yapılan darbeler, muhtıra ve siyasi müdahalelerle halk ve seçtiklerinin asker bürokratların ve yandaşlarının arzu ve isteklerine göre hizaya sokulduğu bir sisteme hâlâ Cumhuriyet adını vermek halkla alay etmekten başka anlam taşır mı? Yıllardır kendisini horlayan, söz hakkı tanımayan, seçtiklerinin iktidar olmasına asla imkân vermeyen ve bürokratik iktidarı saltanattan daha mutlak bir belirleyicilikle egemen kılan bir sisteme Cumhuriyet demeyi sürdürmek ve üstelik “Cumhuriyet bayramı” kutlamaları yapmak, Halkı bir de bu şekilde aşağılamaktan başka bir anlama gelir mi?
 
Bugün hâlâ halka rağmen mutlak iktidarını sürdüren oligarşinin, eğitimden camilere, askerlikten yargıya, ekonomiden medyaya kadar bütün alanlarda tam bir denetim ve vesayet kurduğu ve resmi ideoloji işgaliyle bütün hayat alanlarını kuşatma altında tuttuğu, halkın görece özgürleşmesine bile tahammül edemeyip hemen pençelerini göstererek kırmızıçizgiler çektiği görülmüyor mu?
 
On yıllardır, Cumhuriyet ve Cumhuriyetçilik adına, bürokrat sultanların tahakkümünde öylesine zulümler, katliamlar yaşatıldı ki bu ülke halklarına, saymakla bitmez. Sözde Cumhuriyet’in ilk günlerden itibaren İstiklal Mahkemelerinde yargısız infazla katledilen binlerce Müslüman, siyasi ve ideolojik kararlarla ceza evlerine doldurulan yüz binlerce insan, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, asit kuyularına atılan insanlar, yakılan köyler, asimilasyon ve tehcir zulümleri, ideolojik ve ırkçı baskı ve yasaklar, halkın kaynaklarının bir avuç yandaş sermayedara peşkeş çekilmesi, sömürü, talan, yolsuzluk ve yoksulluk hep bu sistemin zulümleriydi.
 
Hem Cumhuriyet adı altında bürokratik diktatörlük kurulacak ve cumhura bunca zulüm reva görülecek, hem de halkın söz sahibi olduğu bir Cumhuriyet kurulmuş gibi her yıl 29 Ekim Bayram olarak kutlanacak, bu doğru ve ahlaki bir tutum mu? Bu bayram, iki yönden zaaflı duruyor ve kaldırılmayı hak ediyor. Bir kere cumhuru esas alan, cumhurun hak, özgürlük ve değerlerine saygı gösteren Cumhuriyet yok ki, Bayramı olsun. Askeri vesayet rejiminin, bürokratik saltanatın Cumhuriyet olarak kutlanması, dünyayı güldürecek bir olay, akla ve mantığa aykırı bir saçmalık olduğu gibi, ahlaki de değildir. İkincisi bayramların bir toplumun ortak sevinç günleri olması gerekmiyor mu? Bilindiği üzere 27 Mayıs darbesinin yıldönümleri de 1981’e kadar 20 yıl süreyle “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlandı. Ama geniş kitleleri mağdur etmiş bu günün bayram olarak kutlanması yine bir başka darbe tarafından kaldırıldı. Kaldırılması doğruydu. Bayramlar geniş kitlelerin mağduriyetine sebep olmamış olayları anımsattığında ve toplumun ortak sevinç günleri olmayı hak eden günler olduğunda anlamlı ve fonksiyoneldir. Ülke içinde geniş mağdur ve mazlum kitleler oluşturmuş olayları anımsatan günler bayram yapılırsa bir grup azınlık sevinirken, geniş kitleler hüzünle o günü geçirirler.
 
Bugün kutlanan “Cumhuriyet” adı verilen sistemin ardında da, bürokratik saltanat uygulamasından kaynaklanan halka yönelik çok boyutlu zulümler var. En az dört darbe, onlarca askeri müdahale, kanlı çete faaliyetleri ile büyük baskılar, yasaklar, zulümler, acılar, ıstıraplar, milyonlarca insanı kapsayan kan ve gözyaşı var. Bu sebeple, bütün bu zulümlerin müsebbibi bürokratik saltanatın hala hükmünü sürdürdüğü de göz önüne alındığında, askeri vesayet rejimi olan bu sistemde “iç düşman” ilan edilip, baskı ve yasaklarla kuşatılmış bulunan ülke halklarının çok büyük bir ekseriyetinin “Cumhuriyet Bayramı”ında hüzünden başka bir şey duyması mümkün değildir. Üstelik böyle bir sisteme hala Cumhuriyet denmesini ve bayram olarak bu ad altında kutlanmasını kendileriyle alay ediliyormuş gibi algılamaları da söz konusudur. Ayrıca, her şeye rağmen çeşitli sebeplerle bu bayramlara iştirak etmek durumunda kalan halka ve başörtülülere bile tahammül edilememekte, oligarşinin temsilcisi asker bürokratlar bu halk kesimlerini aşağılayıp salonları terk etmektedirler. O zaman, kimliğinizin ve değerlerinizin aşağılandığı, akidenizle de bağdaşmayan bu bayramlara katılmayın çağrısı yapıldığında da, bu çağrıyı yapanlar ideolojik yargıyla susturulmaya kalkışılmaktadır. Yani tam Deli Dumrul misali, katılan da aşağılanıp cezalandırılmakta, katılmayın diyen de mahkemede yargılanarak cezalandırılmaktadır.
 
Devlette nihai söz sahibi asker bürokratların öncülüğündeki oligarşinin, halkı köleleştirip efendilik taslayarak silah zoruyla ele geçirdiği saltanatı korumak amacıyla on yıllardır yaptığı darbeler, çete faaliyetleri ve çok boyutlu zulümler artık herkes tarafında bilinmektedir. İşte bu minvalde pek çok hukuksuzluğun, Genelkurmay’ı ve üst komuta kademesini de içine alan cuntacılık iddialarının ayyuka çıktığı, Dağlıca’da, Aktütün’de halkın çocuklarını bile bile ölüme terk edenlerin ve ordudan ç/aldıkları silahlarla halkı birbirine düşürmekten çekinmeyen resmi provokatörlerin suçüstü yakalandıkları, darbenin ve çetenin belgelendiği bir süreçte hâlâ Cumhuriyet Bayramı adı altındaki kutlamaların sürdürülüyor olması, komik bir görüntü oluşturduğu kadar, halkı aptal sayıp aşağılayan bir mütekebbirliğin de ifadesi olarak algılanmaktadır. Hele de böyle geniş kitlelere yapılan zulümleri anımsatan oligarşik diktatörlük ve bürokratik saltanat sistemini “Cumhuriyet” adı altında kutsayıp “fazilet timsali” olarak gösteren mahyaların Camilerin tepesine asılması ise, hem zulmü katlayan bir gelişme, hem de oligarşinin ve resmi ideolojinin camilerdeki işgalinin bir başka işareti olmuştur.
 
İşte bütün bu sebeplerle, soğuk savaş döneminin faşist alışkanlıklarının devamı olan bu tür bayram kutlamalarının sona erdirilmesi en doğru olandır, ancak illa da birileri istiyorsa sadece onların kendi aralarında toplandıkları salon etkinlikleriyle yetinilmesi sağlanmalıdır. Meydanları, caddeleri işgal ederek, askerlerin, tankların ve baskıyla katılıma zorlanan öğrencilerin yürütüldüğü, çok boyutlu eziyet ve israfın had safhaya ulaştığı ve üstelik trafik zulmüyle halka sıkıntı vermekten başka bir anlam taşımayan bu tür bayramların kaldırılması insan hakları bakımından da büyük önem arz etmektedir.
 
Diğer yandan, Cumhuriyet adı altında kamufle edilen bürokratik saltanat ve askeri vesayet rejiminin zulmü sebebiyle dağa çıkmak zorunda bırakılmış bir kısım PKK’lı gençlerin dağdan inmesi üzerine alınan ifadelerde neden “pişman olduk” dedirtilmediği ve buna rağmen nasıl bırakıldıkları yaygarası koparılmaktadır. Aslında bu gençlerin dağa çıkmak zorunda kalmalarına yol açan zulümlerin faili olan başta siyasete bulaşan asker ve yargı bürokratları olmak üzere tüm oligarşiyi ve tek parti zulmünü omuzlarında taşıyan CHP’nin darbe, çete ve çeşitli provokasyonlara bulaşan kadrolarını da kapsayan yeni bir pişmanlık yasası çıkarılmalıdır. Gerçekten de böyle bir yasaya en çok ihtiyacı olanlar da bu kesimdedir.
 
Teklifimiz şudur: Oligarşik diktatörlüğün ve bürokratik saltanatın yıldönümünün kutlandığı bugünden itibaren en kısa zamanda, oligarşi içinde yer almış asker ve yargı bürokratları başta olmak üzere, onların yandaşı sömürücü, hortumcu, besleme büyük sermayedarlar, onların beslemesi kartel medyası ve Kemalist darbe yanlısı yazarları, darbecilere yandaş karanlıkçı aydın ve akademisyenlerden darbelere, çetelere, ideolojik keyfi uygulamalara, hukuksuzluklara, katliamlara, suikastlara, faili meçhullere bulaşmış olanların ortaya çıkarılıp tasfiye edilmelerini sağlayabilmek amacıyla “Derinden Çıkış Pişmanlık Yasası” çıkarılmalıdır. Yasa metninde şu şartlara yer verilmelidir: “Bütün TV’ların canlı yayınla yayınlayacakları bir anda halkın huzurunda, darbelere, cunta faaliyetlerine, darbe teşebbüslerine katılmaktan, ekonomik sömürü ve hortumlamalara, faili meçhullerden yargısız infazlara, asit kuyularına ve Susurluk, Şemdinli’den JİTEM ve Ergenekon misali çete faaliyetlerine kadar hangi konumda hangi zulme iştirak etmişse bütün bu suçlarını itiraf edip, suç ortaklarını ifşa edenler ve ‘bütün bu darbelerde, çetelerde, zulümlerde yer aldım, çok pişmanım, utanç içinde halkımdan özür diliyorum’ diyenler, beş yıl aynı suçlara bulaşmamak ve bundan sonra hiçbir kamu görevinde yer almamak ve sermayesi 500 bin TL’yi aşan hiçbir şirkette ortak ya da yönetici olmamak kaydıyla affedilmeleri sağlanmalıdır. Bu derinden çıkışı teşvik amacıyla emeklilik güvencesi de verilmelidir.”
 

Yani bugünkü Kürt açılımı ve “Eve Dönüş Pişmanlık Yasası” ile sağlanmaya çalışılan “dağdan iniş” sürecinde, daha da önemli olan, dağa çıkışa sebep teşkil eden ideolojik, ırkçı, ekonomik, siyasi boyutlu zulümleri yaparak seksen yıldır ülke halklarına kan ağlatan darbeci ve çetelerin de “Derinden Çıkış Pişmanlık Yasası” ile “derinden çıkış” sürecinin başlatılmasıdır. Bu durumda en büyük temizliğin TSK içinde gerçekleşeceği beklendiğine göre, ordu üst kademesinde yeterli kadro kalmama ihtimali gerçekleşirse, gerekirse alt rütbeli subayların “insan hakları ve hukuka bağlı, halkın değerlerine saygılı, siyasetle uğraşmayan ve sadece dış güvenlikte halka hizmet bilincine sahip olma vasıflarını taşıyanlar” bir sefere mahsus olağanüstü terfilerle üst komuta kademesine yükseltilerek yeniden yapılandırmaya gidilmeli, ama bu temizlik mutlaka gerçekleştirilmelidir. Sistem içi değişimle görece özgürleşme sağlamaya yönelenler sonuç almak istiyorlarsa, öncelikle oligarşinin tahakkümüne, askeri vesayet rejimine, bürokratik diktatörlüğe de son vermeli ve başta asker, yargı, eğitim, ekonomi ve medya olmak üzere bütün kurumlarıyla devleti, insan hakları, hukuk ve adalet eksenli yeniden yapılanmaya götürecek düzenlemeler yapmalıdırlar.

 

Bu içerik 4756 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon