Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   HABERLER  >  2010
 
´İslami Tebliğde İnsan İlişkileri´ Semineri
Tarih: 09/03/2010
   


İlke-Der Cuma seminerlerde bu hafta Bülent Uğur KOCA “İslami Tebliğde İnsan İlişkileri” başlıklı bir seminer sundu.İlke-Der Cuma seminerlerinin bu haftaki konuğu Ankara İLKAV´dan Bülent Uğur KOCA oldu.

İlke-Der Cuma seminerlerde bu hafta Bülent Uğur KOCA “İslami Tebliğde İnsan İlişkileri” başlıklı bir seminer sundu.

 

 

İlke-Der Cuma seminerlerinin bu haftaki konuğu Ankara İLKAV'dan Bülent Uğur KOCA oldu. Koca, İlke-der dernek merkezindeki iki bölümden oluşan seminerin birinci bölümünü sundu. Seminerin konusu "İslami Tebliğde İnsan İlişkileri" idi. 02 Nisan 2010 da ikinci bölümü sunacak olan Koca konuşmasında ilk olarak İslami tebliğin doğru olarak anlaşılmasının gerektiği üzerinde durdu. Bülent Uğur KOCA özetle şunları söyledi:

Her şeyden önce İslami Tebliğ müminler üzerine Allah'ın farz kıldığı bir ameldir ve her amelde olduğu gibi bu amelinde makbul olabilmesi için muhakkak surette Ameli Salih çerçevesi içerisinde olması gerekir. Bir amelin Salih olabilmesi için ise dört önemli şart vardır. Birincisi, o amelin Allah tarafından emredilmiş olması, ikincisi Allah'ın emrettiği yer ve zamanda gerçekleştirilmesi, üçüncüsü Allah'ın emrettiği şekil ve ölçüde olması, dördüncüsü ise sadece Allah rızası için yapılmış olmasıdır. Bu şartların dışında gerçekleştirilen her amel, içinde bir takım güzellikler barındırsa dahi Salih amel olamaz. Salih olmayan bir amelin ise kula hiçbir faydası olmaz. Namaz, oruç gibi ibadetlerimizde, ne kadar zamanına, şekline ve ölçüsüne dikkat ediyorsak; bir emir olan tebliğde de hassas olmalı, tebliğin fıkhını ve ilkelerini itinalı bir şekilde tesbit edip ona göre hareket etmeliyiz.

Bir şeyin tebliğ edilebilmesi insanlara ulaştırılabilmesi için öncelikle tebliğ edilecek bilginin sahih bir şekilde ele alınması gerekir. Sahih bir şekilde alınmayan bilgi, muhataba doğru olarak yansıtılsa dahi fayda vermeyecektir. Bu noktada mubelliğ için teğliğ ettiği davanın sağlam temeller üzerine oturtularak bilinmesinde azami fayda vardır. Dava; Allah'a KULLUK davasıdır. Yeryüzünde Allah'ın hâkimiyetini reddederek Allah'a isyan edenlere, Allah'ın mülkünü sahiplenerek yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara karşı, Allah'ın hakkını haykırma davasıdır. Şeytanla birlik olarak halkı isyana sürüklemeye çalışanlara karşı set olma davasıdır. Bu dava Allah'ın davasıdır ve bu davanın yolunu da Allah çizmiştir. Lailaheillallah'ın stratejisini Allah belirlemiştir Bize de bu yola tam manasıyla uyarak tabii olmak düşer. Allah rızasına hizmet için, İmanını gizlemek, namazını orucunu saklamak, başörtünü çıkarıp atmak,şeklinde bir din Allah'ın kitabında yoktur. Allah'ın haram kıldığını helal sayarak Allah'ın dinine hizmet edilmez ancak din ifsad edilmiş olur. Böyle bir din ancak kendini Allah yerine koyanların, uydurdukları stratejilerden ve vehimden ibarettir. İslami tebliğ'in temel dinamikleri Kur'anla sabittir. Allah resulü (s) de bunu hayatıyla tefsir etmiştir. Kim ki Kur'an ve sünnet öğretileri dışına çıkan fakat kendince adını İslam koyduğu bir anlayışa çağırırsa bu anlayıştan ancak şeytan ve dostları razı olacaktır. Allah düşmanı Firavun'un razı olacağı bir Musa'dan, Allah'ın razı olamayacağı nasıl apaçık bir gerçekse; çağdaş firavun rejimi Amerika'nın razı olacağı bir İslam'dan da Allah'ın razı olmayacağı o kadar açıktır. Çeşitli korkularla ve tereddütlerle Allah'ın davasını hakkıyla taşımaktan çekinenler, davanın pak ismini kullanarak kendilerini davaya taşıtmaktadırlar. Davayı taşıyamadığı halde kıyısından kırparak farklı stratejiler üzerine yeni bir dava üretenler, aslında davayı ifsat edenlerdir. Ne yazık ki bugün Allah'ın dini müfsitler elinde uğruna feda olunacak bir dava olmaktan çıkmış üzerinden rant sağlanan garantici bir yapıya bürünmüştür. Oysaki Allah resulü (s) kendisine vaat edilen bütün menfaatleri bir köşeye atarak " sağ elime güneşi sol elime ayı verseniz dahi bu davadan vazgeçmem ya bu davayı hâkim kılacağım ya da bu uğurda öleceğim buyurmuştur. Allah resulünün bu sözü davası yolunda ölüm ve işkence dâhil her şeyi göze aldığının açık bir delilidir. Aynı şekilde Allah kitabında müminlerin canlarının ve mallarının cennet karşılığında satın alındığını söylemektedir. Bu gün bu davayı tebliğ ettiğini iddia eden birçok zevat tabilerine dünya cenneti sunarcasına iş, aş, eş garantisi verme peşindedirler. Oysaki Allah resulü tabilerine "sabredin muhakkak ki Allah bizimle beraberdir" diyordu ve onların işkencelere sabretmeleri ve fedakârlıkları karşısında cenneti vaat ediyordu.Kur'an da ismi geçen hangi peygamber tabilerine iş, eş, aş garantisi vermiştir ki bizler bu işgal edilmişliğimize Rağmen bu garantileri verme çabasına düşüyoruz. "onlara yeryüzünü ifsat etmeyin denildiğinde onlar biz ancak ıslah edicileriz derler dikkat edin onlar ancak ifsadcılardır fakat bunun şuurunda değiller"

İslam davası sabiteler üzerine bina edilmiştir. Kur'an kıssalarının çoğunda Allah'ın resullerinin çok farklı zamanlarda ve çok farklı mekânlarda farklı farklı muhataplara hep aynı mesajı zikrettikleri üzerinde durulur. Hatta birçoğu kelimesi kelimesine aynıdır. O zamanda inkâr eden müstekbirler vardı, bugünde vardır. O zamanda Allah'ın arzında azgınlık edenler vardı, bugünde vardır. O halde bu gün peygamber varisleri İslam tebliğcileri olduklarını iddia edenler veya kitlelere İslami anlatmak için gayret ettiklerini söyleyenler neden aynı cümlelerle azgınların, zalimlerin ve çağdaş firavunların karşısına dikilip Hakkın mesajını haykırmamaktadırlar. Neden Allah'ın arzı üzerinde kâfirlerin kurduğu bu saltanata Allah adına itiraz edilmemekte ve onlara " sizler ancak kendilerine mühlet verilmiş bir avuç isyancısınız. Sizinle bizim aramızda ebediyete kadar sürecek düşmanlık vardır. Sizi yalnız Âlemlerin rabbine dayanarak Allah adına uyarıyoruz" denilememektedir. Neden dava gündemlerimiz hep insan hakları boyutunda veya AİHM standartlarında yürümektedir. Eğer bunlar söylenemiyorsa o halde İslami tebliğ henüz yok demektir. Bugünün mücadelesi daha çok insani zeminde, azınlık hakları psikolojisi içerisinde sürdürülmektedir. Müslüman yığınlar bırakın Allah adına hesap sormayı, güçsüzlük ve yeis içerisinde bazı ibadetlerini yerine getirmeye çalışan mutlu azınlık olma hesapları içerisindedir. Bugün birçok Müslüman içinde yaşadığı ülkenin İslam beldesi olup olmamasını fazla önemsememekte, Allah düşmanlarıyla aynı ortamda özgürce kardeşçe yaşamanın özlemiyle yanıp tutuşmaktadır. Bu husus gün geçtikçe daha girift bir hal almakta insanlar müminler için bir yol gösterici ışık olan Kur'an-ı okumakta, Kur'an halkaları arttıkça artmakta fakat gün geçtikçe de Kur'an'ın ahkâmı hayattan kopmaktadır. Bu durum Kur'an uzmanlarının sayısını arttırmış ama ilmi ile amil Kur'anı hayatının her sahasına hâkim kılmaya çalışan mü'minlerin sayısını ise büyük ölçü de azaltmıştır.

 

 

 

Bu içerik 2170 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon