Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   CUMA HUTBELERİ  >  2020
 
Hutbe: Kitap’tan Olmadığı Halde Kitap’tan Sanasınız Diye Âyetleri Saptıranlar
Tarih: 14/02/2020
   


“Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitab’dan olmadığı hâlde Kitab’dan sanasınız diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, ‘Bu, Allah katındandır’ derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.” (Âl-i İmran:78)

Hutbe: Kitap’tan Olmadığı Halde Kitap’tan Sanasınız Diye Âyetleri Saptıranlar
“Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitab’dan olmadığı hâlde Kitab’dan sanasınız diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, ‘Bu, Allah katındandır’ derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.” (Âl-i İmran:78)                                                                                   
Genellikle bu dinin âfeti, bu dinin adamları oldukları iddiasında oldukları iddiasında olan bir gruptan ileri gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm kitap ehli üzerinden bu hali dile getirmektedir. Ehl-i Kitap’tan olan bu kimseler, kendi kitaplarında bulunan âyetleri saptırıyorlardı. Belirli bir takım kararlara varmak için dil oyunlarıyla tahrifat yapmaya çalışıyorlardı. Üstelik bu tahrifatın, âyetlerin gerçek anlamını ifade ettiğini ileri sürüyorlardı. Allah’ın kastının böyle olduğunu iddia ediyorlardı. Gerçekte ise bu kararları, Allah’ın diniyle temelden çatışıyordu. Bu davranışlarıyla onlar, pek çok dinleyicinin gerçek dini ve âyetlerin gerçek anlamını; yeltendikleri bu yalancı ve sahtekârlardan ayıramayacağını hesaplıyorlardı.                                                                                                                  Günümüzde biz, bazı “din adamları” denilen bu insanlar arasındaki bu tip kimseleri çok iyi tanıyoruz. Yani bu dine zulmen nisbet edilen, dini, her tür keyfiliğe âmâde kılanları, âyetleri keyfice yönlendirenleri, nasları hevâ ve heveslerin peşinde sürükleyenleri; maslahat ve çıkar gördükleri her yerde, elde edilecek bir dünyevî hedefin söz konusu olduğu her zaman bu dinin naslarını başka yönlere çekenleri çok iyi tanıyoruz.                                                                                                                             
Hevâi arzuların peşinde koşa koşa yorulan ve bu nasları egemen olan hevâiliklere uydurabilmek için eğip bükenleri, kelimeleri; bu dinle ve bu dinin gerçekleriyle çatışan düşüncelere uydurabilmek için asıl yerinden saptıranları, herhangi bir Kur’an âyetini, uğrunda yüz suyu döktükleri egemen bâtıl görüşlere uydurabilmek için çaba harcayıp en ufak bir lafzî ilginin peşinde koşan kimseleri çok çok iyi tanıyoruz.                                                                             
“Bu, Allah’ın katındandır” derler. Halbuki o, Allah’ın katından değildir. Ve onlar bile bile Allah adına yalan söylerler.”                           
Bu durum bir âfettir, bir belâdır. Bu âfet sadece kitap ehliyle ilgili olan bir âfet de  değildir. Allah’ın dinini hafife alan ümmetin başına gelen bir âfettir bu. Dünyevî bir menfaat uğruna yüz suyu dökerek beşerî iktidarları ve arzuları razı etmeye çalışmak bu âfetin bir sonucudur.                                                                                                               
İlmî dürüstlüğün yozlaşıp kalbin günahla dolması; yani Allah’ın üzerine yalan söyleme günahının yüklenilmesi de bunun bir sonucudur. Çünkü hak kelimeler; iktidarlara ve Allah’ın kullarına yaranabilmek için, Allah’ın diniyle çatışan serseri zevklere uydurabilmek için asıl yerlerinden saptırılmaktadır.                                                                                                                               İşte bu “din adamı” örnekleri; yani Allah’ın kitabını dil oyunlarıyla saptırma maddesi haline getiren, kelimeleri asıl yerlerinden kaydıran, Allah’ın âyetlerini bir dünyalık çıkar uğruna keyfî görüşlerin doğrultusunda yorumlayan bu tür sözüm ona “din adamları”; -veya hangi dinin adamları ise, İslâm’ın adamı olmadıkları kesin- hiç kuşkusuz eğri yolda yürüyenlerdir. Bunlar, Sırât-ı Mustakîmi istemeyen, istikâmetten kopup eğrilikten yana olan kimselerdir.                                                                                                               İstikâmetin, yani dosdoğru yolun bir tek biçimi vardır. O da Allah'ın gösterdiği yolda yürümektir. Allah'ın metod ve şeriatını izlemektir. Bunun dışındaki her şey hiç kuşkusuz eğriliktir. Eğrilikten yana olmaktır. Ve âhiret hayatını inkârla sonuçlanan tavır da budur. Çünkü âhirete inanıp Rabbine döneceğini bilen bir kimse için Allah yolunda bir engel olamaz. Allah'ın metod ve şeriatından ayrılamaz.                                       
“Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen kimselerdir. Hem de onlar âhireti inkâr edenlerin ta kendileridir.” (Hud:19)                                                                                                                           
Allah'ın şeriatını beşerî zevklerin doğrultusunda yorumlayan kimselerin gerçek tasvîri işte budur. Bu tür kimselerin gerçek niteliklerini ve içlerindeki asıl niyetleri ortaya koyan bir tanımlamadır bu.                                                                                                       “Din adamları”nın âfeti, hiç kuşkusuz dinin bir çıkar ve kazanç aracı haline gelmesiyle gerçekleşir. Dini bir kazanç aracı olarak gördükleri içindir ki kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. İyiliği emreder; ama kendilerini unuturlar. Böylece hak kelimeleri, asıl yerinden saptırırlar. Beşerin, beşerî ideoloji ve iktidarların zevk ve arzularına uysun diye âyetleri yorumlarlar. Dış görünümüyle naslara uygun, ama gerçekte dinin hakikatiyle çelişir fetva ve te'viller çıkarırlar. Ve bunları ellerinde mal veya iktidar bulunan kimselerin zevk ve amaçlarına gerekçe bulmak için yaparlar. İşte gerçek âfet de budur. 
Onlar, günahların en kötüsünü işlemelerine rağmen hâlâ hesap gününde Allah’ın gözdeleri olacaklarından, O’nun rahmet ve iltifâtına kendilerinin mazhar olacaklarından o kadar emindirlerki, zira onlar âhirette, kendilerini, başta yanlış şefaat anlayışları olmak üzere çeşitli şekillerde kurtaracaklarına inanıyorlar. Fakat o gün onlara hiç ummadıkları bir şekilde davranılacaktır.                                                
14.02.2020
Hazırlayan: Emrullah AYAN
 
Bu içerik 1771 defa görüntülendi.
 
 
CUMA HUTBESİ YAZARI

Emrullah AYAN
  Diğer Cuma Hutbesi Yazıları

 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon