Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   CUMA HUTBELERİ  >  2019
 
Hutbe: Müslümanlar! Kur’an’la Aranıza Hiçbir Kitabı Koymayın...
Tarih: 20/12/2019
   


“Fakat onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde böldüler. Her bir grup, kendi ellerinde olanla yetinip sevindiler.” (Mü’minûn: 53)

Hutbe: Müslümanlar! Kur’an’la Aranıza Hiçbir Kitabı Koymayın...
“Fakat onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde böldüler. Her bir grup, kendi ellerinde olanla yetinip sevindiler.” (Mü’minûn: 53)

Bu âyetteki durum, basit bir olgunun ifadesi değildir. Âyetin ilk manasına göre delillendirme şudur: İslâm, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e tüm peygamberlerin bağlı olduğu tek ve aynı dinin adıdır, çünkü hepsi de aynı tevhid ve âhiret doktrinlerini getirmişler ve tebliğ etmişlerdir. Öte yandan, tüm diğer İslâmların çeşitli biçimlerde tahrife uğramış olmaları, ‘tek ve değişmez din’den sapmalarının sonucudur. Bu bakımdan, bozularak Yahudilik, Hristiyanlık vb. adlar alan dinlere bağlı olanlar yanlışta, onları “ilk ve son, gerçek ve değişmez din’e çağıran Hz. Peygamber (S) ise doğrudadır.
Allah (cc) “Sizin şu ümmetiniz tek bir ümmettir” dedi. Âdem (a.s.)’dan Muhammed (a.s.)’a kadar gelen Müslümanların hepsi tek ümmettir. Hepimiz aynı ümmetin bir üyesiyiz. Hal böyleyken, “Onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde böldüler. Her bir grup, kendi ellerinde olanla yetinip sevindiler.” Sizden önceki Ehl-i Kitap, ümmeti parçaladı, kitaplarını parçaladı, vahyi parçaladı, peygamberleri parçaladılar da her bir grup; kendi düşüncesiyle, kendi grubuyla, kendi inancıyla, kendi yoluyla, kendi elindeki parçayla övünür oldu, parçayı bütün sandılar. Ümmeti parçaladılar, kendileri bir parçayı sahiplendiler ve o parçayı bütün sandılar, yanlışa düştüler.Kitapları parçaladılar; bizim kitap, sizin kitap dediler. Peygamberleri parçaladılar; “bizim peygamber sizin peygamber, bizim peygamber en üstündür, bizim peygamber Allah’ın oğludur.” dediler.

Ayrıca, “Cennete yalnız biz gidiyoruz. Hak biziz, bizim dışımızdaki herkes batıldadır. Doğru biziz, bizim dışımızdaki herkes yanlıştadır” dediler. Hakkın temsilcisi olarak kendilerini gördüler. Halbuki hak, Allah’tan gelendir, Hak Allah’tır, hak kimsenin babasının malı değildir. Ama buna rağmen Ehl-i Kitap hakkı parçaladı.
Onlar, yani, özelde Hz. Musa’nın ümmeti, Hz. Îsâ’nın ümmeti, o peygamberlerin ümmetleri, o peygamberlere iman ettiklerini söyleyenler, peygamberlerinden sonra hayatlarında fırkalaştılar, işlerini aralarında parçaladılar, peygamberlerinin yolunu, anlayışını kesintiye uğrattılar, parça parça oldular. Her biri ayrı bir inancın, ayrı bir düşüncenin, ayrı bir hayatın insanı oldular. Her bir grup, her bir hizip, her bir fırka kendi yoluyla, kendi özelliğiyle, kendi hayatıyla sevindiler, mutmain oldular. Herkes, her bir grup kendi anlayışıyla, kendi kitaplarıyla, kendi yoluyla şımarıklaştı, ben haklıyım dedi, biz haklıyız dedi, biz haktayız dedi, bizden başka hakta kimse yok dedi... Önce hakikati parçalayıp, sonra o hakikatin ellerindeki parçasıyla övündüler. Oysa ki parçalanan hakikat hakikat olma özelliğini kaybeder.
Bir hadislerinde Peygamberimiz (S) buyururlar ki; “Sizden önceki İsrailoğulları 72 fırkaya ayrıldılar, eğer onları takip eder onlar gibi olursanız siz de 73 fırka olursunuz.” Burada mesele sayılar değil, asıl olan sizler de onlar gibi hatta daha kötü bir hale düşer daha fazla fırkalara ayrılırsınız denmiş oluyor.                                               

Peki olmamış mı? İşte şu anda Müslümanlar da Kitab’ı parçaladılar, vahyi parçaladılar, ümmeti parçaladılar ve herbiri o parçayı bütün zannetti.
Mesela, o gruplardan birisi iman âyetleri dedi ve sürekli bu âyetleri ön plana aldı.  Bunu yaparken de yanlış bir perspektiften bakarak onları gündeme aldı. Sanki Kur’an’da iman âyetlerinden başka âyet yokmuş gibi sürekli onları bayraklaştırdı. Müslümanlardan bir başka grup kıssa âyetlerine sarıldı ve bu âyetleri bayraklaştırdılar, sanki Kur’an’da sadece kıssa âyetleri varmış başka âyetler yokmuş gibi sürekli onları gündeme getirdiler. Diğer bir grup tekfir âyetlerini seçti. Sanki Müslümanları tekfir etmek görevleriymiş gibi sadece o âyetleri gündeme getirdiler. Bir grup cihad âyetlerini ön plana sürdüler, bir grup dâru’l-harp âyetlerini gündeme getirip sanki ötekiler yokmuş gibi parçayı bütün sandılar. Bir kısmı da delilsiz, kuralsız sistem içi çözüm arayışlarıyla sisteme râm oldular ve onlar da kendi yanlarındaki parçalarıyla övünür oldular, böylece ümmeti parçaladılar. Hepsi, farklı farklı isimlerle anılmaya başladılar. Halbuki ümmetimiz tek ümmettir, dinimiz tek dindir, adımız da tektir, Allah bizi Müslim olarak isimlendirmiştir.                                                                            

Ve işte yaşadığımız şu dönemde de ifade ettiğimiz gibi Muhammed (a.s.)’ın ümmeti içinde bu fırkalaşmaları görüyoruz. Tek ümmet sadece kendilerini haklı ve hak yolda olduklarını iddia edip diğerlerini sapıklıkla itham ederek bir fırkalaşmanın içine girildiğini görüyoruz.
Hutbemize konu ettiğimiz âyetteki ifade edilen parçalanmanın sebebini bir başka açıdan ele almak maksadıyla “zübür” kelimesine dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
“Zübür” lügatlerde, saç için istiâre yoluyla bölünen şeyler anlamı verildiği gibi kitap veya yazılmış şey anlamında da kullanılmıştır. Böyle olunca, tefsir usûlü kâidesince geçmiş ümmetlerin kendi kitaplarını tahrif ederek parçalanmaları üzerinden Muhammed ümmetinin de bu parçalanmaların, fırkalaşmaların, hizipleşmelerin örneklerini yaşadığını maalesef görmekteyiz.            

Burada da parçalanmanın bir diğer şekli olarak grup mensuplarının; liderlerinin, şeyhlerinin, hocalarının, üstadlarının veya âlimlerinin yazdığı kitaplara çok büyük anlamlar yükleyerek kutsallıklar atfetmelerinin sonucunda bu kitaplar Kur’an’ın önüne geçmiş hatta Kur’an’la Müslümanlar arasında bir engel konumuna oturtulmuştur.
Bugün, kitapları veya külliyâtı olan bu âlimlerin, hocaların, şeyhlerin ve üstadların takipçileri bu kitapları ellerinden düşürmüyorlar, onları anlayacağız diye nice nice çalışmalar, gayretler sarfediyor ve hatta “din adına ne varsa bu kitaplarda var, din adına ne yapılacaksa bu kitaplarda var, bu kitapları okuyup anlamamız bizim için yeterlidir” diyorlar. Daha da ileri giderek o kitaplara kutsallık atfedip mubârek günlerde,  felaketlerin, belâ ve musibetlerin olduğu zamanlarda veya mubarek bir mekan olan Ka’be’de, tavaf esnasında bu kitaplardan bölümler okuyarak ibadet ettiğini düşünen insanlarımız var.
Şimdi düşünelim; nedir bu? Dini parçalamak, hizip olmak, fırka olmak değil midir? Kur’an’la insanların arasına bu kitapları birer engel olarak koymak değil midir?
Bütün bunlar, onca Kur’an âyetine ve bir o kadar da Rasulullah (S)’in uyarılarına rağmen Ehl-i Kitab’ın düştüğü hataya düşmek değil midir?

20.12.2019
Hazırlayan: Emrullah AYAN

Bu içerik 1965 defa görüntülendi.
 
 
CUMA HUTBESİ YAZARI

Emrullah AYAN
  Diğer Cuma Hutbesi Yazıları

 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon