Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   CUMA HUTBELERİ  >  2016
 
Hutbe: Bu Dinin Fıkhı
Tarih: 01/04/2016
   


Tecrübeler şunu kesinlikle gösteriyor ki; bu dinin gerektirdiği harekete katılmayan kimseler, bu dini anlayamazlar. Kitaplar üzerinde ne kadar araştırma yaparlarsa yapsınlar, gene de anlayamazlar. Çünkü tüm bunlar, soğuk ve donuk araştırmalardır. Çünkü bu dinin apaçık gerçekleri, bu dinin insan hayatına girmesi uğrunda mücadele içinde olan kimselere görünüyor. Kitapların arasında boğulup evraka bağlanmış kimselerin bu gerçekleri görmesine imkân yoktur. Bu dinin fıkhı, hareketli ortamların ürünüdür. Bu dinin fıkhı, hareketin zorunlu olduğu bir ortamda, yerinde çakılıp kalmış bir fakihten alınamaz.

“Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” (İbrahim: 52)

Bu dinin fıkhı, İslamî pratikten yoksun bir boşluğun ürünü değildir. Aynı şekilde bu fıkhın İslamî bir pratik olmadan yaşanıp anlaşılması da mümkün değildir. Çünkü İslam fıkhı, İslam’ı uygulayan bir toplumun içinden doğar. Bu toplumun hareketi içinden doğar. Yani pratik İslamî hayatın gereği olan davranışlardan… Hiç kuşkusuz İslam fıkhı, İslam toplumunu doğurmamıştır. Çünkü -tam tersine- hareket halindeki İslam toplumunun eseridir, İslam fıkhı… Yani Müslümanca bir hayatın ihtiyaçlarından doğan hareketlenmenin bir ürünüdür. Bu tarihsel gerçeği bilmenin büyük önemi vardır. Zira İslam fıkhının özgün yapısını ve fıkhî hükümlerin hareketlilik niteliğini anlamak bu gerçeği bilmeye bağlıdır.

Çağımızda derlenmiş halde bulunan delil ve hükümleri; bu iki gerçeği kavramadan, delillerin nazil olup hükümlerin ortaya çıktığı konum ve şartları bilmeden, bu delillerin cevaplayıp yönlendirdiği ve bu hükümlerin şekillenip içinde uygulandığı hava, ortam ve durumu düşünmeden ele alan kimseler… Evet bunu yapan kimseler, kesinlikle fakih olamazlar. Sanki bu hükümleri, pratiği olmayan bir hayatın ürünüymüş gibi, pratiksiz bir ortamda yaşaması mümkünmüş gibi uygulamaya çalışan günümüzün bu insanları fakih olamazlar. Bu dinin de, fıkhın da özgün yapılarını kesinlikle kavrayamazlar. Çünkü hareket fıkhı, ölçü olarak pratik hayatı ele alır. Nassların indiği ve hükümlerin içinde biçimlendiği pratik hayatı… Sonra hareket fıkhının gereği olarak bu pratik hayat, ilgili delil ve hükümlerle uyum içinde bulunan bir bütündür. Parçaları birbirinden kopmaz bir bütün… Yani bir tek parçasının kopmasıyla özellik ve ayrılmazlığı kaybolan bir bütün… İşte bundan dolayı, ilk doğduğu andaki ortamın, havanın, durumun ve şartların temel öğelerini yansıtmayan, yani pratiksiz bir ortamda başlı başına yaşayan bir tek fıkıh hükmüne rastlanamaz. Kesin olan şu ki, fıkhî hükümler, pratiği olmayan hayatın ürünü değildir. Pratiksiz bir ortamda yaşaması da mümkün değildir. Çünkü hareket fıkhı, evrak üzerinde kalan fıkıhtan tamamıyla ayrılmaktadır. Evrak fıkhıyla aynı kaynağa ve aynı dini nasslara dayandığı halde ayrılmaktadır.

Tecrübeler şunu kesinlikle gösteriyor ki; bu dinin gerektirdiği harekete katılmayan kimseler, bu dini anlayamazlar. Kitaplar üzerinde ne kadar araştırma yaparlarsa yapsınlar, gene de anlayamazlar. Çünkü tüm bunlar, soğuk ve donuk araştırmalardır. Çünkü bu dinin apaçık gerçekleri, bu dinin insan hayatına girmesi uğrunda mücadele içinde olan kimselere görünüyor. Kitapların arasında boğulup evraka bağlanmış kimselerin bu gerçekleri görmesine imkân yoktur. Bu dinin fıkhı, hareketli ortamların ürünüdür. Bu dinin fıkhı, hareketin zorunlu olduğu bir ortamda, yerinde çakılıp kalmış bir fakihten alınamaz.

Hiç kuşku yoktur ki, İslam fıkhı, İslamî bir hareketle ortaya çıkar. Önce din bulunacak ki, fıkıh bulunsun. Bunun tersi mümkün değildir, doğru da değildir. Yani en başta bulunması gereken şart, dini sadece Allah’a has kılmaktır. Bundan sonra sıra bunu kabullenen toplumun bulunmasındadır. Allah’ın dininden başkasına bağlanmayan, cahiliyenin kanun, âdet ve geleneklerini bir yana atan ve beşer kanunlarının hiçbir hayat alanında egemen olmasını kabullenmeyen bir toplum… Bu toplum var olduktan sonra hiç kuşkusuz fiilen yaşamaya başlayacaktır. İslam şeriatının genel ilkeleri doğrultusunda bir yaşama başlayacaktır. Bunun yanında şeriatın aslında var olan cüz’î hükümlere de uyulacaktır. Ve sadece Allah’ın dinine dayanma esasıyla ve bunu sağlayan İslam şeriatının uygulanmasıyla fiilen hayata başlandığı anda bir takım hukukî sorunlar ortaya çıkacaktır. Yeni pratik hayatın gereği olan yeni durumlara karşı bir takım cüz’î sorunlar… İşte burada, sadece burada fıkhî hükümler çıkarılmaya başlanır. Ve sadece burada İslam fıkhı gelişmeye başlar. Demek ki, bu dinin gereği olan hareket olmadan fıkıh da olamaz. Fıkhın gelişmesini sağlayan tek şey, bu dinle harekete geçmektir.

Görülüyor ki, bu dinin fıkhı, pratik hayatın sıcak havasından tamamen uzak olan soğuk ve donuk kâğıt yığınlarından çıkmamıştır. Bu dini anlayan gerçek fakihlerin, tüm bilgilerini bu dinle hareket etmelerinden edindiklerini görüyorsak, nedeni budur. Bu dini anlayan fakihlerin, toplumsal bir fiilî hareket kaynağı olan İslam dininden fıkıh aldıklarını görüyorsak, nedeni budur. Çünkü İslamî bir hayat yaşamak, İslam yolunda mücadele etmek ve fıkhı, pratik bir hayat hareketinin gereği olarak uygulamak; söz konusu hareketin varlığına bağlıdır.
Ya bugünümüzde olan ne? Hani Allah’ın dininden başkasına bağlanmayı reddeden Müslüman toplum? Hani hiçbir kula fiilen dayanmayan toplum? Hani sadece Allah’ın şeriatını kendisine kanun alan toplum? Hani bu temel şeriat kaynağı dışından herhangi bir kanun almayı fiilen reddeden toplum?

Bu bakımdan İslam’ın metodunu ve tarihini anlayan hiçbir Müslüman, İslam fıkhının biricik hayat kanunu olmasını peşinen kabullenmeyen toplumların gölgesindeyken “İslam Fıkhının Gelişimi” çabalarına katılamaz. Çünkü ciddî Müslümanın asıl görevi, en başta din olarak sadece Allah’ın dinine bağlanılmasını sağlamaktır. “Hâkimiyet sadece Allah’ındır” ve “Allah’ın şeriatına dayanmayan bir yasama tanınmaz” ilkelerini yerleştirmektir. Çünkü Allah’ın şeriatı olmadan, Allah’a dindarlık yapılamaz. Bazı kimselerin, İslam fıkhını uygulayıp hayatına esas yapmayan bir toplumun gölgesinde “İslam fıkhının gelişimiyle” uğraşmaları gerçekten boş, anlamsız ve bu dinin ciddiyetiyle bağdaşmayan bir şeydir. Kitap ve soğuk evrak yığınları içinde boğulmuş bir kimsenin bu dinde fakih olacağını beklemek, bu dinin tabiatıyla hiç bağdaşmayan yüz kızartıcı bir cehalettir. Çünkü olanca dinamizmiyle akan hayattan ve bu dinin pratik hayattaki hareketliliğinden dışlanmış bir şeriattan fıkıh kurallarını çıkarmaya imkân yoktur.

 

01.04.2016

Hazırlayan: Emrullah AYAN

Bu içerik 2165 defa görüntülendi.
 
 
CUMA HUTBESİ YAZARI

Emrullah AYAN
  Diğer Cuma Hutbesi Yazıları

 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon