Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   CUMA HUTBELERİ  >  2016
 
Hutbe: Ölüm Nerede Olursanız Olun Sizi Bulacaktır
Tarih: 11/03/2016
   


“Her ümmetin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’raf: 34) Ölüm, hiç kuşkusuz korkulu ve sıkıcı aynı zamanda da her canlıyı tehdit eden ve kaçınılması mümkün olmayan bir gerçektir. Hiç kimsenin çevresinde bulunanları kurtaramayacağı bir gerçektir. Çünkü her an gözler önünde cereyan eden bir olaydır. Küçük-büyük, zengin-fakir ve güçlü-zayıf herkesin başına gelen bir olay… Bu olayda herkesin konumu aynıdır. Bu, kaçışı, hilesi, savması ve ertelenmesi olmayan, hiçbir güç ve şefaatle önlenemeyen bir olaydır. Hutbemin başında okuduğum ayet ölümün kaçınılmazlığını izah etmektedir:

 

Hutbe: Ölüm Nerede Olursanız Olun Sizi Bulacaktır.
“Her ümmetin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’raf: 34)
Ölüm, hiç kuşkusuz korkulu ve sıkıcı aynı zamanda da her canlıyı tehdit eden ve kaçınılması mümkün olmayan bir gerçektir. Hiç kimsenin çevresinde bulunanları kurtaramayacağı bir gerçektir. Çünkü her an gözler önünde cereyan eden bir olaydır. Küçük-büyük, zengin-fakir ve güçlü-zayıf herkesin başına gelen bir olay… Bu olayda herkesin konumu aynıdır. Bu, kaçışı, hilesi, savması ve ertelenmesi olmayan, hiçbir güç ve şefaatle önlenemeyen bir olaydır. Hutbemin başında okuduğum ayet ölümün kaçınılmazlığını izah etmektedir:
“Her ümmetin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’raf: 34)
Görülüyor ki ölüm, yüce bir cihetten, insanı çaresiz bırakan bir yerden gelmektedir. Öyleyse ölümden kaçış yok. Bu yüce makamın iradesinden kurtuluş yok. Her canlının sonunda kendisine yakalandığı ölüm olayıdır bu. Durmadan, teklemeden, hiçbir feryada, arzu ve korkuya cevap vermeden gelmektedir ölüm. Firavunları, Nemrutları yani hem geçmişin, hem şimdiki zamanın, hem de geleceğin despotlarını ve sıradan insanları kaptığı gibi kolaylıkla yakalayan ölüm. Müstekbirleri de aynen mustazafları aldığı gibi alan ölüm.
İlahî hayat sistemi, ölüm ve hayatla, bunların zahirî sebepleri ve gizli hakikatiyle ilgili düşünceyi rayına oturtarak işi Müdebbir Kudrete havale etmektedir. Hem ölüm hem de hayat halinde Allah’ın kudretine bağlanmayı, görev ve sorumlulukları bocalamadan ve irkilmeden yüklenmeyi emretmektedir. Ne takdir olunmuşsa, muhakkak ki o olur. Sonra ölüm de hayat da Allah’ın elindedir. Öyleyse ölümden kaçınmak gereksizdir.
“(Sayıları) binlere varan kimselerin ölüm korkusuyla ülkelerinden çıktıklarını, Allah’ın kendilerine ‘ölünüz’ dedikten sonra onları tekrar dirilttiğini bilir miydin?” (Bakara: 243)
Öyleyse ölümden kaçmaya imkan yoktur. Korku ve endişe hayatı uzatmaz, eceli geciktirmez. Allah’ın kazasını geri çevirmez. Hayatı bağışlayan Allah, alan da Allah’tır. Yani ölüm, kaçışı olmayan bir zorunluluktur. İşte Kur’anî buyruk, insanların unutageldiği bu gerçeği akıllara yerleştirmek için dikkat çekmektedir. Ölüm, mutlaka yakalayacaktır kendilerini. Nerede olurlarsa olsunlar hayatları sona erecektir:
“De ki: ‘Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybı da, görünen alemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.’” (Cum’a: 8)
Öyleyse bu gerçeğin insanın benliğinde yerleşmesi şarttır. Yani yeryüzündeki bu hayatın belli bir süresi vardır ve bir gün bu kaçınılmaz son, muhakkak ki gelecektir. Salihler de ölür, zalimler de ölür. Mücahidler de ölür, evlerinde oturanlar da… Akide bayrağını yüceltenler de ölür, kullara kulluk ederek boyun eğenler de. Zilleti reddeden yiğitler de ölür, ne pahasına olursa olsun yaşamak isteyenler de… Büyük çaba ve hedeflerin sahipleri de ölür, sadece ucuz metalar için yaşayan sıradan insanlar da… Kısaca herkes ölür:
“Her nefis ölümü tadacaktır.” (Al-i İmran: 185)
Her nefis bunu yudumlayıp tadacak ve bu hayattan ayrılacaktır. Herkese sunulan bu bardaktan tatmayacak hiç kimse yoktur. Aralarında hiçbir fark olmadan tadacaklardır. Fark varsa, başka bir şeydedir. Başka bir kıymettedir. Varılacak son durak açısından fark vardır:
“Kıyamet günü mükafatlarınız, kesinlikle size ödenecektir. O gün kim ateşten uzaklaştırılıp cennete konulursa o, muhakkak ki kurtulmuştur.” (Al-i İmran: 185)
Ölüm, zamanı gelince mutlaka vuku bulacaktır. Bunun savaş veya barışla, kişinin sığındığı mekanın sağlamlığı veya çürüklüğüyle hiçbir ilgisi yoktur.
“ Ölüm nerede olursanız olun, sağlam yapılı burçlar içinde bile olsanız sizi yakalayacaktır.” (Nisa: 78)
Müslüman, Rabbine teslim olmak zorundadır. Hem de mutlak bir teslimiyetle… Amel ve davranışlarında ihsan mefhumuna sadık kalarak… Yani tam anlamıyla bir teslimiyet, Allah’ın takdirine bağlanmak, Allah’ın emir, görev ve buyruklarını derhal uygulamak… İlahî rahmetten huzur ve güven duyarak, ilahî gözetim ve vicdanî rızayla rahatlayarak uygulamak. Sükunet ve rahatlık veren bir rızayla…
“Kim ihsanda bulunmuş halde yüzünü (kendisini) Allah’a teslim ederse, hiç şüphesiz o, sapasağlam bir kulpa bağlanmıştır...” (Lokman: 22)
Kopmaz, gevşemez ve darlık veya bollukta kendisine bağlanan hiç kimseye ihanet etmez bir kulp… Kasırga ve fırtınaların içinde karanlık bir gece ve engebeli bir yolda kendisine bağlananlara yol kaybettirmeyen bir kulp… Bu, ilahî takdirin getireceği her şeyi, hoşluk, güven ve kabulle karşılamayı sağlayan bir huzur kulpudur.
Bu yolculuk, uzun, zorlu ve tehlikelerle doludur. Bu yoldaki zenginlik ve dünyevî meta tehlikesi, yoksulluk ve mutsuzluk tehlikesinden daha az ve daha küçük değildir.
Sarsılmaz kulp, Allah’a teslimiyettir; ihsan ve teslimiyet:
“…İşlerin âkibeti, sadece Allah’a aittir.” (Lokman: 22)
Dönüş ve varış O’nadır. Öyleyse en iyisi, insanların daha işin başındayken teslim olmasıdır. Teslim olduktan sonra güven, huzur ve basiretle yola koyulmasıdır. Çünkü şaşkın kimseler, saflara za’af ve bitkinlik salmaktan başka bir işe yaramazlar. Hain kimseler, tehlikelidirler. Çünkü işin sadece dış görünüşüne bakan bu kimseler, başa gelen belayı -ne olursa olsun- kötülük olarak görürler.
Sadık Müslüman ise olanca gücüyle çalışır, ileriye atılır ve korku nedir bilmez. Çünkü o, başa gelecek hayır ve şerrin tamamen Allah’ın iradesine bağlı bulunduğuna ve yardımcısının da Allah olduğuna inanmıştır:
“De ki: Bize, Allah’ın yazdığından başka hiçbir şey isabet etmeyecektir.” (Tevbe: 51)
                                                                                                                                  11.03.2016
                                                                                                                   Hazırlayan: Emrullah AYAN


 

Bu içerik 3201 defa görüntülendi.
 
 
CUMA HUTBESİ YAZARI

Emrullah AYAN
  Diğer Cuma Hutbesi Yazıları

 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon