Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   BASIN AÇIKLAMALARI  >  2009
 
28 Şubat´ın Yıldönümünde İlkav, ´Darbelere, Çetelere Hayır´ Dedi
Tarih: 28/02/2009
   


28 Şubat’ın Yıldönümünde İLKAV, “Darbelere, Çetelere Hayır” dedi

28 Şubat’ın Yıldönümünde İLKAV, “Darbelere, Çetelere Hayır” dedi

28 Şubat post modern darbesi ve Ergenekon bağlantısı üzerinden konuyu gündemleştirmek için İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı’nın çağrısıyla Kızılay Güven Park’ta yüzlerce kişinin katılımıyla basın açıklaması düzenlendi. İLKAV adına Abdurrahman Çeliker’in okuduğu basın açıklamasında, 28 Şubat post modern darbe sürecinin; silahlı bürokrasi tarafından, yargıyı, medyayı ve üniversiteleri de brifinglerle yönlendirip kullanarak, bütün bir ülkeyi ablukaya almak, halkın irade ve taleplerini işlevsiz kılmak hedeflerini güttüğünü belirtti.

Abdurrahman Çeliker: “Bu süreç, resmi ideolojiyle uyuşmadığına inanılan toplumsal kesimleri militarist yöntemlerle baskı altına almak, insanlık onurunu, akıl ve mantık ilkelerini dogmatizmin karanlıklarına gömerek devlet çetelerinin önünü açmaktır. Temel hak ve özgürlüklere, halkın İslami kimlik ve değerlerine "topyekun savaş" açmaktır.” “Bizler buradan darbecilerin karanlık uygulamalarına, hukuksuzluklarına, ideolojik eğitimlerine ve baskılarına asla teslim olmayacağımızı, vahyin aydınlığında ve Resullerin örnekliğinde ömrümüzün son anına kadar direnmeyi hayat tarzı haline getireceğimizi ilan ediyoruz. Tevhid, adalet ve özgürlük taleplerimizden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz. 28 Şubat’ı bin yıl sürdürmeye çalışanlar, karşılarında binlerce yıl sürecek İslami bir direnişi bulacaklardır” dedi.

“İslami kimlik ve Kürt kimliği özgür olmalı”, “Darbelere çetelere ergenekona hayır”,”28 Şubat zulmü kimi mağdurların eliyle sürdürülüyor”,“Yargı despotizmine hayır”, “İslami hayat tarzımıza yönelik laik baskıyı protesto ediyoruz” pankart ve dövizlerinin taşındığı basın açıklamasında “Halkın düşmanı katil cunta”, “Kahrolsun oligarşik çeteler”, “Cuntaya hayır başörtüsüne özgürlük”, “Uyan diren özgürleş”, “Zulme karşı direneceğiz”, “Adalet, özgürlük direnişle gelecek”, “Darbeye çeteye katillere geçit yok” şeklinde sloganlar atıldı.

Basın açıklamasının ardından bir konuşma yapan İLKAV Başkanı Mehmet Pamak da şu konulara dikkat çekti:
“Darbecilik, çetecilik İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden bu yana süren kötü bir gelenektir. Cumhuriyet döneminin ilk çetesi ilk meclisin muhalif milletvekillerine suikast yapmıştı. İlk darbe Lozan’a razı olmayan muhalifleri de olan ilk meclisi tasfiye amacıyla yapıldı. Yeni sistemin karakteri ve Kemalist resmi ideolojinin ruhu olan çetecilik 1950’den sonra NATO ile bütünleşerek devam etti. Bu sebeple “Darbelere ve çetelere hayır” dediğimizde: aslında “Despot Kemalist sisteme, askeri vesayet rejimine hayır” demiş oluyoruz.
“Yeni sistem laik ulusalcı, batıcı Kemalizm, Türk ulusalcılığını, resmi ideolojiyi dinleştirip bütün topluma dayatınca; başlangıçta İslami kimlik, İslam hukuku/şeriatı, ümmet bilinci ve Müslüman halk ötekileştirilip, düşmanlaştırıldı. Tehdit ve tehlike algısında 1. sıraya oturtuldu. Daha sonra bu tercihin kaçınılmaz sonucu olarak, Türk ulusalcısı resmi ideoloji önünde engel görülen Kürt kimliği, Kürt anadili de ötekileştirilip, düşman, tehdit algısının 2. sırasına yerleştirdi. Sistemin ömrü, sürekli bu iki kimliğe karşı “iç düşmanla” savaşmakla ve bu savaş üzerinden üretilen sorunlarla boğuşmakla geçti. Bu sebeple, sisteme ve devlete egemen oligarşi, kendisine iktidar, rant, çıkar sağlayan bu statükoyu değiştirme potansiyeli taşıyan bu iç düşmana karşı, statükoyu korumak refleksiyle, sürekli halkın özgürleşmesini engelleyici şiddete dayalı politikalar üretti. Darbe, çete, baskı yasak, sistemin süreklilik arz eden karakteri haline geldi.

“Emekli Genelkurmay Başkanları ve Kuvvet Komutanları, henüz İslami kimlikle savaşmaktan pişman değilseler de, Kürt kimliğine karşı savaşta hata yaptıklarını itiraf ediyorlar. “Kürtçeyi yasaklamakla hata ettik, Kürtlerin kart-kurt’dan gelen Türkler olduğuna inandırıldık, haksızlık ettik” itiraflarında bulunuyorlar. Halka büyük zulümler yapılıyor, on binlerce insan katlediliyor, 100 milyarlarca dolarlık kaynak telef ediliyor, onlar hata ettik diyerek sıyrılıyorlar. Ancak emekli olanlar bu itirafları yaparken, aynı hataları yenileri sürdürüyorlar. Halk görevdekilerin aynı hatalarda ısrarlarıyla yeni bedeller ödemeye devam ediyor. Bütün bu zulümlerin hesabı sorulmalı, sorumluları cezalandırılmalıdır.

“Gözümüzün önünde, hepimizle, aklımızla alay edercesine bir oyun oynanıyor. ABD’nin “bizim çocukları”, darbecilerin “iyi çocukları” olan çete üyeleri, TSK’nın koruma kalkanı altına alınıyor, GATA’sıyla ve yargının asker ve resmi ideoloji yanlısı “bizden mahkemeleri” el ele vererek, bütün bir toplumla alay edercesine bu oyunun içinde, hem de cüretkarca yer alıyorlar. Encümen-i Danişler, Dostlar Meclisleri, Karadayı kasetleri, Eruygur kasetleri, GATA raporları, tutuklu tek general kalmamacasına yapılan tahliyelerle oyun sürdürülüyor ve Ergenekon da tıpkı Susurluk ve Şemdinli çetesi gibi örtülmeye çalışılıyor. Biz halkız ve bu ülkenin gerçek sahipleriyiz, bu oyunu biz bozmalıyız. Hesap sormak için meydanları doldurmalı, zalimleri geri adım atmaya zorlamalıyız.

“Siyasiler ne yapmalı? Sistem içi görece bir özgürleşme için bile, darbelere, çetelere karşı daha yürekli ve tavizsiz olmalıdırlar. Eğer yeni bir darbeyle muhatap olmak istemiyorlarsa, Ergenekon’da bunca belge ve delil ortaya çıkmışken artık sonuna kadar gidilmelidir. Bu pisliklere bulaşanlar, başkalarının ortaya çıkmaya cesaret edememeleri için hak ettikleri cezalara çarptırılmalıdır. Samimiyetle ve kalıcı bir biçimde darbelere, çetelere, keyfiliğe, hukuksuzluğa son verilmek isteniyorsa devlette köklü yapısal değişime gidilmelidir. Başta TSK ve yargı, sonra üniversiteler, sendikalar, işadamları ve medya alanında, hukuk ve insan hakları eksenli köklü bir yeniden yapılanmaya gidilmelidir. Askeri ve sivil eğitim, resmi ideoloji ve militarizmin tasallutundan arındırılıp özgürleştirilmelidir. Mevcut ideolojik kadrolar, hizmet içi hukuk ve insan hakları eğitimi ile rehabilite edilmelidir. Adalet, hukuk, özgürlük sürecine ayak uyduramayanlar ise tasfiye edilmelidir. TSK ve yargı içindeki iyi niyetli, hukuktan, insan haklarından ve halkın özgürleşmesinden yana olanlar, bu temizlenme, arınma ve yeniden yapılanma sürecine katkı için seferber olmalı, edilgenliği bırakmalıdırlar. Asker, yargı, üniversite, iş adamı ve medya içindeki darbeci ve çetecileri bizzat içerden ifşa edip dışlamalıdırlar.

“AKP hükümeti, bu konuda umut vermediğini ve Ergenekon’un da örtülmeye doğru gitmesine seyirci kaldığını fark edip, hukuk zemininde harekete geçmelidir. Ergenekon’da Şemdinli süreci yaşanıyor, bundan geri dönülmelidir. Başbakan genelkurmayla bu konuda uzlaşmamalıdır. Devlet Denetleme Kurulunu, Başbakanlık Teftiş Kurulunu, TBMM Araştırma ve Soruşturma yetkisini bu güne kadar neden kullanmadığını, darbecilere ve çeteleşmeye fidelik rolü oynayan eğitimi, resmi ideoloji ve militarizmin kuşatmasından kurtaracak tedbirleri bugüne kadar neden almadığını sorgulamalıdır.

“Bunları yapması gereken AKP, tam tersine adımlar atarak, darbelere, çetelere, Ergenekon’a karşı adalet ve özgürlük mücadelesi veren, eğitimde özgürlük talep eden ÖZGÜR-DER ve İLKAV’a idari tasarrufla kapatma davaları açıyor. Özgür-Der’i kapatma davasının gerekçesi ise, İslami kimliğimizin dışlanıp aşağılandığı, Kemalizm dinin putperest ayinlerine döndürülen resmi törenleri boykot çağrısı yapmış olmasıdır. Biz de İLKAV olarak aynı çağrıyı imzalamıştık. Bugün buradan bir daha haykırıyoruz ki, bu bildirinin altına binlerce defa ve onurla bir daha, bir daha imza atıyoruz. Darbecilerin, çetelerin üzerine gidemeyenler adalet ve özgürlük mücadelesi verip, bu keyfiliklere, hukuksuzluklara karşı çıkanları SUSTURMAYA çalışıyorlar. Bizim kuruluşlarımızı kapatabilirler, ama Allah’ın izniyle hakkı haykıran sesimizi asla susturamazlar/susturamayacaklar. Allah’tan başkasına kulluk yapmayı ve Kemalizm dinin kutsallarına tazimde bulunmayı reddediyoruz. Tağutları reddetmek imani sorumluluğumuzdur. Bu tercihimizi, ölüme kadar sadık kalarak ve her şeye rağmen ibadet bilinciyle sürdüreceğiz.

“Bizler halk olarak, bütün bu çirkinliklere hukuksuzluklara, keyfiliklere, zulümlere sesiz kalmayacağımızı göstermeliyiz. Meydanları doldurup, bizi köleleştirip kendileri efendilik ve ilahlık taslayanlara hukuki haddini bildirecek itirazlar yükseltmeli hesap sormalıyız. Zulme rızanın zulüm olduğu bilinciyle zalimlere karşı hakkı haykırmalı, muhalefet bilincini yaygınlaştıracak örneklikler oluşturmalıyız. Bu adalet ve özgürlük taleplerimize ve ülkemizdeki bütün halkların, kesimlerinin barış içinde, özgür yaşama hakkını savunma mücadelemize süreklilik kazandırmalıyız. Devlet, TSK, yargı vb.ne, hiçbir kurumun nasıl düşüneceğimizi, neye inanacağımızı, nasıl yaşayacağımızı, nasıl giyineceğimizi belirleme hak ve yetkisinin olmadığını, hiçbirisinin kutsal olmadığını, üzerimizde efendi ve ilah olmadığını, tam tersine hepsinin vergilerimizle maaşlarını ödediğimizi hizmetkarlarımız olduğunu öğretmeliyiz. Halkın vergileriyle maaşları ödenenlerin, halkın emaneten verdiği silahı yine halka doğrultmalarının, güvenliğini sağlamakla görevli oldukları halkın güvenliğini tehdit etme konumuna sapmalarının hem hukuk ihlali, hem de ahlakilikten uzaklaşma ve görev ihaneti olduğunu ifşa etmeliyiz. Askeri, bürokratlar anayasal haddini bilmeli ve bir daha çıkmamak üzere kışlasına çekilmelidir. Yargı ve diğerleri de, varlık sebepleri olan adalete ve hukuka sırt çevirmekten artık vazgeçmeli ve hukuka geri dönmelidirler. Bu sonuçlar alınana, tam bir adalet ve özgürlük vasatı oluşana kadar, kitleler halinde meydanlarda hakkı haykırmaya devam etmeliyiz.”

İLKAV Başkanı Mehmet Pamak’ın konuşmasıyla basın açıklaması sona erdi.























 

Basın Açıklamasını tam metni:
Bugün 28 Şubat post modern darbe süreci olan bürokratik zorbalığın 12. yıldönümü. Bu zorbalık süreci; silahlı bürokrasi tarafından, yargıyı, medyayı ve üniversiteleri de brifinglerle yönlendirip kullanarak, bütün bir ülkeyi ablukaya almak, halkın irade ve taleplerini işlevsiz kılmak hedefini gütmüştür. Bu süreç, resmi ideolojiyle uyuşmadığına inanılan toplumsal kesimleri militarist yöntemlerle baskı altına almak, insanlık onurunu, akıl ve mantık ilkelerini dogmatizmin karanlıklarına gömerek devlet çetelerinin önünü açmaktır. Temel hak ve özgürlüklere, halkın İslami kimlik ve değerlerine "topyekun savaş" açmaktır. Böylece çok boyutlu zulümleri tırmandırıp yaygınlaştırarak halkı hizaya sokma amacı güden ve egemen oligarşiye halkın kaynaklarını çalma zemini hazırlama anlamına da gelen 28 Şubat süreci, geniş halk kitleleri açısından büyük ve derin acıların, ızdırapların sürecinin adı olmuştur.
28 Şubat 1997'de MGK üyesi generaller tarafından hükümete dayatılan ve siyasi, sosyal, ekonomik bütün alanlarda etkisini uzun yıllar devam ettiren darbe süreci bugün de Türkiye'nin en önemli sorunudur. Silahlı bürokrasi tarafından bütün bir ülkeyi abluka altına almak, toplumsal talepleri resmi ideolojinin elinde rehin tutmak, insanlık onuruna, akıl ve mantık ilkelerine deli gömleği giydirmek üzere devlet çeteleri tarafından organize edilen 28 Şubat darbe süreci yaşadığımız ülkenin tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.
28 Şubat darbe süreci; Kemalizm, laiklik, çağdaşlık, batılılaşma gibi değerleri halka zorbalıkla benimsetmek, siyasetin işleyişini silahla hizaya sokmak için andıç, brifing, provokasyon, psikolojik savaş ve en nihayet darbe gibi ülke halkının hiç de yabancısı olmadığı insanlık dışı araçların kullanılmasından başka bir şey değildir.
Artık toplumun geniş kesimleri tarafından daha net olarak anlaşılmıştır ki; 28 Şubat post-modern darbe sürecini planlayıp icra eden askeri cunta ile yakın geçmişte darbe sürecini devam ettirmek için Cumhuriyet gazetesi bombalamalarını, Danıştay saldırısını, Hrant Dink cinayetini, Rahip Santaro ve Malatya'daki misyonerlere karşı işlenen cinayetleri, Cumhuriyet mitinglerini planlayıp icra eden cunta aynı cuntadır. Halka karşı darbe yapmak, seçilmiş hükümeti silahlı operasyonlarla düşürmek, başta bankalar olmak üzere kamu malını hortumlamak, ulusalcı/ırkçı propagandalarla İslam karşıtı ve tek tip eğitimi zorunlu hale getirmek şeklinde tezahür eden 28 Şubat darbe sürecini Batı Çalışma Grubu, Atabeyler, Ergenekon gibi çeteler, ADD ve ÇYDD gibi çete müsveddeleri şevkle, tutkuyla devam ettirmek için yanıp tutuşuyorlar. 27 Nisan e-muhtırası, Ay Işığı ve Sarıkız gibi akamete uğramış darbe organizasyonları, Ergenekon çetesi, Encüman-i Daniş gibi ne olduğu malum yapılanmalar ve bu yapılanmaların sermaye, medya ve yüksek yargı mensupları ile rektörler arasındaki uzantıları geçmişte olduğu gibi bugün de darbecilerin varlıklarını sürdürdüğünün göstergesidir.
Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde ve üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getiren anayasal değişiklikler karşısında sergilenen tutumlar hukuk, cumhuriyet, demokrasi gibi kavram ve değerlerin darbeciler ve uzantısı unsurlar açısından sadece psikolojik harp silahı olarak kullanılabildiği oranda işlevsel ve değerli olduğunu göstermektedir.
Tüm bu nedenlerden dolayı Batı Çalışma Grubundan Ergenekon'a, Susurluk'tan Şemdinli'ye değin uzanan halk düşmanı silahlı çetelerle hesaplaşma süreci başlatılmadan 28 Şubat darbe sürecinin bitirilmesi mümkün değildir. Ancak kendisi de darbeci geleneğin mağdurlarından olan AKP hükümeti 28 Şubat darbe sürecinin tüm aktör, kurum ve sonuçları ile hesaplaşmak ve tüm hak sahiplerinin gasp edilen haklarının iadesi için kapsamlı çalışmalar yapmak yerine; önce İLKAV’ın ardından da ÖZGÜR-DER’in kapatılması için savcılıklara suç duyurusunda bulunmaktadır. Halbuki iktidardaki AKP hükümetinin zalimlere benzemek yerine Ergenekon adı verilen darbeci çete tehdidinin gerçek manada savuşturulması için çalışması, 28 Şubat sürecinin baş aktörlerinin de mutlaka üzerine gitmesi ve darbeci yapılanma içinde yer almış zevattan çeteci faaliyetlerinin hesabını sorması isminde yer alan adaleti sağlaması açısından yapacağı en doğru iş olacaktır.
Şu veya bu gerekçeyle bundan kaçınılmasının davayı sulandırma, örtme taktiği izleyen çevrelerin baskısına boyun eğmek anlamına geleceği açıktır. Bugün de devam etmekte olan 28 Şubat sürecinde karşılaştığımız tablo, nasıl bir sistem içinde yaşadığımızı somut örnekleriyle göstermiştir. Kendi elleriyle yaptıkları darbe kanunlarını dahi çiğneyebilenlerden, adil bir tutum takınmaları beklenemez. O halde yapılması gereken, adalet ve özgürlük için kesintisiz biçimde mücadele etmektir.
Bizler buradan darbecilerin karanlık uygulamalarına, hukuksuzluklarına, ideolojik eğitimlerine ve baskılarına asla teslim olmayacağımızı, vahyin aydınlığında ve Resullerin örnekliğinde ömrümüzün son anına kadar direnmeyi hayat tarzı haline getireceğimizi ilan ediyoruz. Tevhid, adalet ve özgürlük taleplerimizden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz. 28 Şubat’ı bin yıl sürdürmeye çalışanlar, karşılarında binlerce yıl sürecek İslami bir direnişi bulacaklardır. Derneklerimizi vakıflarımızı kapatabilirler ancak hakkın ve adaletin yanında olan ve Kur'an’ın şahitliğini üstlenen Müslümanları asla susturamazlar. İşte bu yüzden her zaman haykıracağız şiarımız olan şu cümleleri zulmün murdar yüzüne; "ZULME KARŞI DİRENECEĞİZ”
İLKAV - İLMİ VE KÜLTÜREL ARAŞTIRMALAR VAKFI

 

Bu içerik 2094 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon