Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   BASIN AÇIKLAMALARI  >  2008
 
Yargı İslamı Yargılayamaz
Tarih: 09/06/2008
   


Anayasa Mahkemesinin İslami kimlik ve değerlerimize saldırı mahiyeti taşıyan ideolojik kararını protesto amacıyla, İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV) tarafından Ankara Abdi İpekçi Parkında bir basın açıklaması yapıldı. Dün de Anayasa Mahkemesi önüne, üzerinde “Anayasa Mahkemesinin kararı İslam’a ve İslami değerlere yeni bir saldırıdır. Başörtüsü Allah’ın emridir; bu emri ortadan kaldıracak hiç bir güç tanımıyoruz. Başörtüsü onurumuzdur koruyacağız” yazılı siyah başörtüsü bırakan İLKAV’ın bugünkü basın açıklaması da oldukça hareketli ve bereketliydi.

Yargı İslamı yargılayamaz, cübbeli darbeye direneceğiz

Anayasa Mahkemesinin İslami kimlik ve değerlerimize saldırı mahiyeti taşıyan ideolojik kararını protesto amacıyla, İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV) tarafından Ankara Abdi İpekçi Parkında bir basın açıklaması yapıldı. Dün de Anayasa Mahkemesi önüne, üzerinde “Anayasa Mahkemesinin kararı İslam’a ve İslami değerlere yeni bir saldırıdır. Başörtüsü Allah’ın emridir; bu emri ortadan kaldıracak hiç bir güç tanımıyoruz. Başörtüsü onurumuzdur koruyacağız” yazılı siyah başörtüsü bırakan İLKAV’ın bugünkü basın açıklaması da oldukça hareketli ve bereketliydi.

Bini aşkın Müslümanın katıldığı meydanda, açıklama Şeyho Duman Hoca’nın Kuran-ı Kerimden tesettürle ilgili ayetler okuyup meallerini verilmesiyle başladı. “Allah’ın Emrini Kaldırmaya Mahkemenin Gücü Yetmez” yazılı pankartın önünde İLKAV adına basın açıklamasını yapan Mehmet PAMAK, bu ülkede Müslümanların özgür olduklarını iddia edenlere bunun böyle olmadığını, Müslümanların bu ülkenin ‘zenci’leri olduğunu Anayasa Mahkemesi kararının ve son yargı bildirilerinin bir daha hatırlattığını ifade etti. Üstelik “Müslümanların her bakımdan özgür olduklarını iddia edenler, utanmazca bir tutumla İslami kimlik ve değerlere saldırı anlamı taşıyan bu tür müdahaleleri ve cübbeli darbeleri de sahiplenmekten, haklı bulmaktan çekinmediler” dedi.

Dünkü ve bugünkü açıklamalara basının katılımı da yüksekti. Basın açıklaması sık sık sloganlarla kesildi. “Yargı İslamı yargılayamaz” “Allah’ın emrine Karşı durulmaz” “Zulme karşı direneceğiz”, “Tevhid adalet özgürlük”, “Cübbeli darbeye direneceğiz”, “Yargıçlar istifa” gibi sloganların yanında sık sık tekbir ve tevhid kelimeleri söylendi.
Pamak açıklamasında özetle şu konuların altını çizdi:
“80 yıllık süreçte halkımızın İslami kimlik ve değerleri “ötekileştirilip” “tehdit ve düşman” konumuna oturtulmuş, eğitim ve kültür politikaları halkı Batının paganist/pozitivizt kültürü istikametinde dönüştürmek için tam bir “öğütüm” ve beyin yıkama aracı olarak kullanılmıştır.. Okullarda, camilerde, medyada ve sokakta böylesine ideolojik kuşatma altında tutulup köklerinden, İslami kültür ve değerlerinden koparılarak kendine yabancılaştırılmak, zorla batılı kılınmak istenen halk, sonuçta, kendisi de başkası da olamayan, köksüz bir toplum olma durumuna düşürülmüştür...

Ülkemizi işgal eden emperyalist devletler, sözde ülkemizden kovulduktan sonra, onların yapmaya cesaret edemeyecekleri şeyler, onların seküler kültürü adına yerli kadrolarca gerçekleştirildi. Sistem, ideolojik dönüştürme projesini sorunsuz uygulayabilmek amacıyla öncelikle despotizmi esas alıp hukuku askıya alan yasalar yapmış, her türlü şiddeti kullanmanın yanında, hukuka aykırı yasalarla yargı gücünü de terbiye edici bir kırbaç gibi kullanmıştır.

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın hukuku ayaklar altına alan kararları ve siyasi muhtıra mahiyetindeki bildirileri, işte böyle bir keyfiliğin, laikliği ve Kemalizmi dinleştirip herkese dayatan ideolojik bir taassubun, insan haklarını tehdit olarak algılayan, özgürlükleri ve hukuku yok sayan despot bir anlayışın ideolojik ürünüdür.

Halkı, ‘görevi; oligarşik efendilere hizmet etmek, askere gitmek, vergi vermek olan’, köle, cahil, göbeğini kaşıyan güruh olarak gören oligarşi; son ideolojik karar ve yargı muhtırası mahiyetindeki siyasi bildirilerle, her zaman askeri darbelerin gördüğü işlevi, bu sefer yargıya gördürmektedir.”

Devlet kurumlarında ve toplumda yaşanan yozlaşmaya dikkat çeken Pamak “Bütün bunlar, Prof Şerif Mardin’in de tespit ettiği gibi, İslamın “iyi, güzel ve doğru”ya dair ölçü ve değerlerini yasaklayıp, kendisi de “iyi, güzel, doğru”ya dair ölçü ve değer üretemeyen Kemalist laik sistemin iyice çürüdüğünün ve toplumu da yozlaştırıp çürütmeye çalıştığının açık göstergeleridir” dedi.
Askeri üst bürokrasi ve Yargı kurumlarının ilahlaştırıldığını ve hesap sorulamaz konuma getirildiğini ifade eden Pamak, “bunları denetleyecek güç, onların bu tür karar ve uygulamalarından dolayı sürekli bedeller ödeyen halk olmalıdır. Halkın meydanlarda yankılanacak kitlesel muhalefetinin ve zulme karşı itiraz ve uyarılarının bu konuda son derece etkili ve sonuç alıcı olacağı açıktır” tespitini yaptı.

Açıklamanın sonunda İslama ve Müslümanlara zulmeden oligarşiyi ve cübbeli-cübbesiz darbecileri uyaran Pamak sözlerini şöyle tamamladı:

“Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi kararları alırlarsa alsınlar, ne çeşit darbe yaparlarsa yapsınlar, her şeye rağmen, biz bu ülkede Müslümanlar olarak varız ve var olmaya da devam edeceğiz. Allah’a, Resulüne ve Kur’an’a bağlılığımızdan ve İslamı hayata hakim kılma mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz.

Başörtüsünün de Allah’ın bir emri ve Kur’an’ın bir ayeti olduğu ve bu emri ortadan kaldırabilmeye güç yetirebilecek hiçbir otorite bulunmadığı ve bizim de bunları asla tanımadığımız bilinmelidir. Tağutları reddedip, Allah’ın tarafında yer alarak izzete ve kurtuluşa ereceğimizin bilinciyle, bıkmadan, yılmadan ve asla geri çekilmeden Allah yolunda yürüyeceğimizi bir daha ifade ediyoruz.

Biz kimseye zulmetmiyor, kimseye baskı ve hakaret yapmıyor ve şiddete başvurmuyoruz. Muhataplarımız ise, bize karşı tüm bunları yapıyorlar. Şurası bilinmelidir ki, bu ülkede yaşayan her kesimin temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olan, adaleti, merhameti ve gerçek anlamıyla barışı temsil eden biz Müslümanlar, bütün halkımızın insanca, özgürce ve Müslümanca yaşayabilmesinin adil şartlarını Allah’ın izniyle bir gün mutlaka sağlayacağız. Anayasa mahkemesi kararlarının ve cübbeli-cübbesiz darbelerin de bu süreci tamamen devre dışı bırakmaya gücünün yetmeyeceğini bugün bir daha ilan ediyoruz.”

BASIN AÇIKLAMASI TAM METNİ


Sayın Basın Mensupları!
Değerli kardeşlerimiz!

Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Brüksel'de Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi'ndeki "Türkiye'de sadece gayrimüslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluk da dini özgürlükleriyle ilgili sıkıntılar yaşıyor" şeklindeki sözlerine karşı laik kesimlerden gelen “Müslümanların hangi özgürlüğü kısıtlanmış ki, Müslümanlar her konuda özgür” tepkisinin ibret verici bir ikiyüzlülükle yaygınlaştırıldığı süreci yaşıyoruz. İşte böyle bir ortamda, bu ülkede Müslümanların özgür olmadığının ve “zenci” muamelesi gördüğünün yeni yeni örnekleri ideolojik yargı kararları ve siyasal muhtıra mahiyetindeki yargı bildirileriyle ardı ardına gündemdeki yerini aldı. Bu ülkede Müslümanların her bakımdan özgür olduklarını iddia edenler, utanmazca bir tutumla İslami kimlik ve değerlere saldırı anlamı taşıyan bu tür müdahaleleri ve cübbeli darbeleri de sahiplenmekten, haklı bulmaktan çekinmediler.
Bilindiği gibi, Türkiye halkları, yaklaşık 80 yıldır, kendi içinden çıkan Batıcı elit tarafından ve Batı desteğinde zorla sekülerleştirilmeye / Batılılaştırılmaya çalışılmıştır. Şiddete dayalı jakoben politikalarla halkımızı İslami kimlik ve değerlerinden koparıp, baskı ve zorla modernleştirme amacı güden bir toplum mühendisliği projesi uygulamaya konmuştur. 80 yıllık süreçte halkın İslami kimlik ve değerleri “ötekileştirilip” “tehdit ve düşman” konumuna oturtulmuş, eğitim ve kültür politikaları halkı Batının paganist/pozitivizt kültürü istikametinde dönüştürmek için tam bir “öğütüm” ve beyin yıkama aracı olarak kullanılmıştır. Türkiye halklarının, kendi öz kimlik ve değerlerinden kopuk, tarih boyu kendine anlam, değer ve şahsiyet kazandırmış olan vahyi değer ve ölçülerden uzak, kimlik bunalımı içinde, niteliksiz yığınlar haline gelmesi temin edilmiştir.

Bugün, açık olmaları kafamıza kakılan camiler bile, laik devletin kontrol ve denetimi altında İslam’a değil laik kemalist sisteme hizmet sunmaktadır. Okullarda, camilerde, medyada ve sokakta böylesine ideolojik kuşatma altında tutulup köklerinden, İslami kültür ve değerlerinden koparılarak kendine yabancılaştırılmak, zorla batılı kılınmak istenen halk, sonuçta, kendisi de başkası da olamayan, köksüz bir toplum olma durumuna düşürülmüştür.

İşte bu politikaların uygulanmasında sonuç almak için, despot yönetimlerce hukuku ve temel hakları ayaklar altına alan baskılar, yasaklar uygulandı, keyfi cezalar verilerek, halk bu Batıcı ve İslam karşıtı projeye itaate zorlandı. Ülkemizi işgal eden emperyalist devletler, sözde ülkemizden kovulduktan sonra, onların yapmaya cesaret edemeyecekleri şeyler, onların seküler kültürü adına yerli kadrolarca gerçekleştirildi. İşte bu sebeple de, darbecilik ve çetecilik geleneği, halka ve halkın İslami kimliğine düşman olmanın ve onu zorla dönüştürme politikaları uygulamanın kaçınılmaz bir gereği olarak İttihat-Terakki’den bu güne sürdürülerek getirildi.

Sistem, ideolojik dönüştürme projesini sorunsuz uygulayabilmek amacıyla öncelikle despotizmi esas alıp hukuku askıya alan yasalar yapmış, her türlü şiddeti kullanmanın yanında, hukuka aykırı yasalarla yargı gücünü de terbiye edici bir kırbaç gibi kullanmıştır. İşte bu amaçla, İstiklal mahkemelerinden DGM’lere ve bugünün son derece cüretkâr ideolojik kararlarına uzanan süreçte, geniş kitlelere hukuk adına büyük hukuksuzluklar yapılmış, büyük ıstıraplar, acılar yaşatılmıştır. Yasalarla oluşturulan baskılar, yasaklar, ideolojik yargı kararları ve hukuka aykırı cezalar yetmeyince illegaliteyi de devreye sokmuşlardır.

Bu sebeple, en başta, en fazla, en yaygın ve en sürekli olarak İslam’a, İslami kimliğe ve Müslümanlara olmak üzere resmi ideolojiyle bağdaşmayan tüm düşünce ve inançlara büyük ve acımasız zulümler yapıla gelmiştir. İslam “irtica” olarak karalanıp birinci öncelikli tehdit ve düşman ilan edilip, Müslümanlar çok boyutlu insan haklarının muhatabı kılınmışlardır. Buna rağmen Türkiye’de Müslümanların, hiçbir yasakla, baskıyla muhatap olmadan özgürce yaşadıklarını söylemek, yaptıkları zulmü kanıksayanların utanmadan ifade ettikler büyük bir yalandır.

Bu ülkede askeri vesayet altında yargı despotizmi oluşturanlar, bugün de devlet yetki ve gücünü kullanarak halk iradesini ipotek altında tutmak, halkın özgürleşmesini engellemek istiyorlar. Bu amaçla yargı yetkisini, oligarşik çıkarlar istikametinde halkı hizaya sokmak üzere terbiye edici bir kırbaç gibi kullanma alışkanlıklarını sürdürüyorlar. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın hukuku ayaklar altına alan kararları ve siyasi muhtıra mahiyetindeki bildirileri, işte böyle bir keyfiliğin, laikliği ve Kemalizmi dinleştirip herkese dayatan ideolojik bir taassubun, insan haklarını tehdit olarak algılayan, özgürlükleri ve hukuku yok sayan despot bir anlayışın ideolojik ürünüdür.

Halkı, “görevi; oligarşik efendilere hizmet etmek, askere gitmek, vergi vermek olan”, köle, cahil, göbeğini kaşıyan güruh olarak gören oligarşi; son ideolojik karar ve yargı muhtırası mahiyetindeki siyasi bildirilerle, her zaman askeri darbelerin gördüğü işlevi, bu sefer yargıya gördürerek, halkın seçtiği siyasi partiyi ve bu vesileyle onu destekleyen halkı korkutup baskı altına almaya, özgürlük ve adalet taleplerinden vazgeçmeye, yani ideolojik hizaya sokmaya çalışmaktadır.

Yargı mensuplarının önemli bir kısmının aynı resmi ideolojiye bağımlı olmaları ve bu düşüncelerini kararlarına yansıtmaları, ferman niteliğindeki askeri çağrılara icabet ederek askeri brifinglere gidip darbecileri ayakta alkışlamaları, anayasanın lağvedildiği süreçlerde bile darbecileri tebrik kuyruğuna girmeleri, darbeciler için iddianame hazırlayan müntesiplerini bile kolayca asker bürokratlara kurban etmeleri, buna rağmen sadece bu tür hak ve hukuk ihlalleriyle ilgili düşüncelerini açıklayanlara ise göz açtırmamaları ne anlama gelmektedir? Asker bürokratlarla yargı arasındaki bu dayanışma ve üst düzey askeri bürokratların bu kadar hukuk ihlaline rağmen bir türlü yargılanmamaları, zaman zaman yargıya mecburen intikal edenlerin de kolayca kapatılması ne anlama geliyor? Bir darbe girişiminin, Özden Örnek’in günlükleri yayınlanarak ifşa edildiği, fakat darbecilerin değil de onları ifşa eden NOKTA Dergisinin yargılandığı süreç neyi ifade ediyor?

Türkiye, yargı kurumlarının başındakiler ve yargıçların çoğunluğunun, “biz devletten ve resmi ideolojiden tarafız” ifadesini açıkça kullandıkları ve hukuk, adalet gibi kavramları ayaklar altına alan bu anlayışlarından dolayı kınanmadıkları, hesaba çekilmedikleri bir ülkedir.

Yargıda, son zamanlarda arka arkaya gelen keyfiliklerin, anayasa ve yasaların boğazına çöken ideolojik kararların altına imza atılması, kimi bakanların açıkça itiraf ettikleri ideolojik kadrolaşma sonucunda yargı sisteminin büyük oranda çürüdüğünü ve tuzun koktuğunu göstermektedir. Bu büyük ve derin yozlaşma ve çürümenin varlığı, artık aklını kullanan, vicdanı körelmemiş herkesin, görebileceği netliktedir. Anayasa Mahkemesinin anayasa ve yasalara rağmen yasak koyması ve TBMM’yi kilitleyen anayasaya aykırı 367 kararını alması ve eğitime kısmi özgürlük getiren anayasa değişikliklerine bile tahammül edemeyip kendi anayasalarını ilga etme pahasına iptal kararı vermesi ve bu tür kararlar öncesinde Genelkurmay’dan mutlaka ya 27 Nisan 2007’de olduğu gibi bir muhtıra ya da son karar öncesinde olduğu gibi bir siyasal açıklama gelmesi ve kendi anayasa ve yasalarını ihlal eden bu açıklamalar sebebiyle asker bürokratlara hesap sorulamaması başka neyle izah edilebilir? Bu çürümeye dair, Danıştay’ın başörtüsüne sokakta bile yasak getiren ideolojik kararlar alması, Danıştay Başsavcısının darbe yanlısı açıklamaları, Yargıtay’ın Şemdinli kararı, HSYK’nun çetelerle uğraşan savcıları meslekten atması, Yargıtay Başsavcısının AKP’yi kapatma iddinamesinin içeriği gibi daha pekçok emare sayılabilir.

Bütün bunlar, Prof Şerif Mardin’in de tespit ettiği gibi, İslamın “iyi, güzel ve doğru”ya dair ölçü ve değerlerini yasaklayıp, kendisi de “iyi, güzel, doğru”ya dair ölçü ve değer üretemeyen Kemalist laik sistemin iyice çürüdüğünün ve toplumu da yozlaştırıp çürütmeye çalıştığının açık göstergeleridir.

Mevcut sistem içinde yapılması gereken, yargıyı hukuk ve insan hakları eksenli köklü bir yeniden yapılanmaya götürmek, Yargıç ve Savcıları da, büyük ekseriyetini kuşatan askeri ve ideolojik bağımlılık ve tarafgirlikten kurtarmak için, insan hakları ve özgürlük eksenli bir eğitim ve rehabilitasyon programından geçirmektir. Hukuka ve hukuk adamlarına yakışan, dogmatizmin ve ideolojik taassubun bekçiliğini ve savunuculuğunu yapmak değil, insan haklarının ve düşünce özgürlüğünün öncülüğünü yapmaktır.

Yasama ve yürütme, hem yargı tarafından – üstelik yetkilerini de aşan bir cüretkarlıkla – denetlenmekte, hatta iş göremez hale getirilmekte, hem de halk tarafından hesap sorulup seçimle denetlenmektedir. Yüksek askeri bürokratlar ve yargı üst kurumlarına ne yasama, ne yürütme ne de başka bir makam hesap soramamakta ve denetleyememektedir. Bu hem hukuki hem de fiili bir durumdur. Dokuz kişi ideolojik bir dayanışmayla verdikleri kararlarla, memleketin ve halkın kaderine hükmedebilmekte, hukuka aykırılığı açık bu tür karar ve uygulamalarla milyonlarca insana büyük acılar, sıkıntılar yaşatabilmekte ve büyük kayıplara yol açan bu kararlarının hesabı sorulamamaktadır. “Bu kurumlar ve asker – yargı bürokratları ilah mıdırlar ki, her konuda son sözü söyleyecekler ve bu kararları asla değiştirilemeyecek, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek?” sorusunu gündeme getirmektedir.

Bu tür kurumları denetleyecek güç, onların bu tür karar ve uygulamalarından dolayı sürekli bedeller ödeyen halk olmalıdır. Halkın meydanlarda yankılanacak kitlesel muhalefetinin ve zulme karşı itiraz ve uyarılarının bu konuda son derece etkili ve sonuç alıcı olacağı açıktır.

Ayrıca kimi ideolojik kadrolarca temsil edilen asker ve yargı kurumları içinde yer alan, hukuka ve insan haklarına bağlı, iyi niyetli, ideolojisini kararlarına/görevine yansıtmayan ve objektif davranabilen, halkın efendisi değil hizmetlisi olduklarının bilincinde olan kişiler, kendilerinin de adına yapılan ve kurumlarını da yıpratan bu yanlışlıklara karşı çıkıp, tavır koymadıkça aynı sorumluluğun altında kalacaklardır.

Bizler bu ülkenin Müslüman halkı olarak, İslami kimlik ve değerlerimize sahip çıkmak, zulme ve adaletsizliklere karşı çıkıp hesap sormak, gasp edilen hak ve özgürlüklerimizi bir gün mutlaka alacağımızı haykırmak için bugün buradayız. Anayasa mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi yargı kurumlarının ideolojik kararlar ve siyasal içerikli bildirilerle gerçekleştirdikleri cübbeli muhtıra ve darbeleri protesto ediyoruz.

Son yargı kararları ve bildirileri bir daha göstermiştir ki, hangi parti seçimi kazanırsa kazansın- hatta bazı despot rektör ve yargı mensuplarının açıkça ifade ettikleri gibi % 98 de oy alsalar- iktidar yine de despot oligarşidir. Asker ve yargı bürokratları karşısında TBMM’nin ve hükümetin hiçbir anlamı ve iktidar gücü yoktur. Halkın seçtikleri, atanmış bürokratların elinde rehindir. 411 seçilmişin kararının, 9 atanmışın kararının yanında hiçbir değeri yoktur.

Bütün bunlar, ülkede oynanan “demokrasi oyununun” esiri olmaktan kurtulmanın gerekliliğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Toplumun bu ideolojik kuşatmadan kurtulması için, meydanlarda özgürlük ateşini yakarak, alternatif eğitim faaliyetlerine hız vererek tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesini esas almanın önemini ortaya koymaktadır. Yaşananlar, halkımızın, kuşatıldığı resmi ideoloji karanlıklarından kurtularak Kur’an’ın aydınlığına kavuşabilmesi için, Batılılaştırma politikalarıyla kaybettirilen İslami kimlik ve değerlerine yeniden dönüşüne hız kazandıracak çabaların öncelikli ve esas sorumluluk olduğunu ortaya koymaktadır.

Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi kararları alırlarsa alsınlar, ne çeşit darbe yaparlarsa yapsınlar, her şeye rağmen, biz bu ülkede Müslümanlar olarak varız ve var olmaya da devam edeceğiz. Allah’a, Resulüne ve Kur’an’a bağlılığımızdan ve İslamı hayata hakim kılma mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz.

Başörtüsünün de Allah’ın bir emri ve Kur’an’ın bir ayeti olduğu ve bu emri ortadan kaldırabilmeye güç yetirebilecek hiçbir otorite bulunmadığı ve bizim de bunları asla tanımadığımız bilinmelidir. Tağutları reddedip, Allah’ın tarafında yer alarak izzete ve kurtuluşa ereceğimizin bilinciyle, bıkmadan, yılmadan ve asla geri çekilmeden Allah yolunda yürüyeceğimizi bir daha ifade ediyoruz.

Biz kimseye zulmetmiyor, kimseye baskı ve hakaret yapmıyor ve şiddete başvurmuyoruz. Muhataplarımız ise, bize karşı tüm bunları yapıyorlar. Şurası bilinmelidir ki, bu ülkede yaşayan her kesimin temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olan, adaleti, merhameti ve gerçek anlamıyla barışı temsil eden biz Müslümanlar, bütün halkımızın insanca, özgürce ve Müslümanca yaşayabilmesinin adil şartlarını Allah’ın izniyle bir gün mutlaka sağlayacağız. Anayasa mahkemesi kararlarının ve cübbeli-cübbesiz darbelerin de bu süreci tamamen devre dışı bırakmaya gücünün yetmeyeceğini bugün bir daha ilan ediyoruz. Her yönüyle çürümüş olan bu sistemi adaletsizlik ve zulümlerle ayakta tutma çabasının beyhude olduğu anlaşılmalıdır.

İslami kimlik ve değerlerimizi her şeye ve oligarşinin despotizmine rağmen sahiplenmeyi sürdüreceğimizi, Kur’an’ı haytımıza hakim kılma mücadelemizden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimizi bir daha ilan ediyoruz. Yaşasın tevhid, adalet, hak ve özgürlük mücadelemiz.

İLKAV
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Resimler

 

Bu içerik 2014 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon