Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   BASIN AÇIKLAMALARI  >  2006
 
Resmi İdeoloji Dayatan Eğitim Zulüm, Özgür İslami Eğitim Hakkımızdır
Tarih: 19/09/2006
   


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV) Başkanı Mehmet Pamak yeni eğitim yılının başlaması vesilesiyle yaptığı açıklamada; “Çocuklarımız için yeni bir baskı ve ideolojik zulüm dönemi başladı” dedi.

İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV) Başkanı Mehmet Pamak yeni eğitim yılının başlaması vesilesiyle yaptığı açıklamada; “Çocuklarımız için yeni bir baskı ve ideolojik zulüm dönemi başladı” dedi. Mevcut laik, materyalist eğitim (!) sistemindeki, olumlu anlamdaki eğitim kavramıyla, çocuk psikolojisiyle ve Müslüman halkımızın değerleriyle bağdaşmayan muhtevaya dikkat çeken Pamak, “ resmi ideoloji kıskacına alınan ve bu Batıcı ideolojinin seküler tapınakları haline getirilen okullarda, çocuklarımızın zihinleri işgal edilip, seküler beyin yıkama seanslarında fıtratları bozulup, ruhları kirletilmektedir. Diğer taraftan başörtülü kızlara yönelik bağnazca yasaklarla ve militarist muhtevayla eğitim kurumları kışlaya dönüştürülmüştür ” dedi. İLKAV Başkanı Pamak, eğitim alanındaki bu büyük erozyon sebebiyle, düşünce alanında sığlığın ve seviyesizliğin yaygınlaştığına, toplumun eğitim ve kültür seviyesinde büyük irtifa kaybının meydana geldiğine, uyuşturucu, şiddet ve fuhşun ilköğretim seviyesine kadar indiğine dikkat çekti. Pamak sonuç olarak, “Çocuklarımıza sahip çıkalım, insanlık onuruna ve İslami kimlik ve değerlerimize sahip çıkalım. Çocuklar devletin değil bizimdir. Onları resmi ideolojiye daha fazla ezdirmeyelim, ideolojik eğitime itiraz edelim, özgür eğitim ve İslami eğitim hakkımızı almak üzere harekete geçelim” çağrısında bulundu.

Kemalist sistem, halka dinini, kültürünü ve kimliğini değiştirmeyi dayatıp, yerine seküler Batı kültürünü zor kullanarak ikame etmeyi esas alınca, halkın haklı tepkisinden korkmuş, bu sebeple, sürekli bir panik halini yaşayarak, halkı düşman sayan şiddete dayalı politikalar izlemiştir. İşte bu sebeple, kendisini koruma ve tahakkümünü sürdürme endişesi ile sistemini destekleyecek batı mukallidi Kemalist nesiller yetiştirmeye yönelik “tek tipçi” faşist eğitim programlarını Batıdan ithal ettiği modern paradigmaya ve yöntemini de Batının en jakoben versiyonuna dayandırmıştır. Kemalist sistem “devletçilik” ilkesini benimseyerek, halkına güvensizlik üzerine kurulu politikalarla her alanı, devletin kontrol ve denetimi altına almaya çalışmıştır. Bu güce dayalı kuşatma altında, resmi ideolojinin kulu olan materyalist nesiller, çıkarcı, seküler insanlar yetiştirilmeye çalışılmıştır.

Dinde tevhide karşı olan Kemalizm’in, “tevhid-i tedrisat” kararıyla, farklılıkları yok eden, tek tipçi materyalist eğitim politikalarını esas alarak gerçekleştirdiği pozitivist eğitimle, fıtratlar bozulmuş, insanları ikiyüzlülüğe sevk eden, şahsiyetleri yıpratan ideolojik dayatma ve beyin yıkamalar sonucunda, çıkarcı, egoist, materyalist, niteliksiz yığınların ortaya çıkması sağlanmıştır. Eğitim alanındaki bu büyük erozyonla, düşünce alanında sığlık ve seviyesizlik yaygınlaşmış, toplumun eğitim ve kültür seviyesinde büyük irtifa kaybı meydana gelmiştir. Bu ideolojik eğitim sisteminde, ilmi anlayış ve akletme yeteneği dumura uğratılmış, düşünme kabiliyeti köreltilmiş, sonuçta sahih bilgi ile safsatayı birbirinden ayrıştırabilecek feraset ve kabiliyetten yoksun nesillerin ortaya çıkmasına yol açılmıştır.

Ulaşılan bu zelil sonuç, daha 1962 yılında Kemalizm’in ideologlarından Şevket Süreyya Aydemir tarafından bile şu şekilde itiraf edilmiştir: Ona göre “Türk inkılabı güçlü bir fikir sistemi geliştirememiş, güçlü bir edebiyat yaratamamış, çaplı aydınlar, nazariyeciler, sanatçılar yetiştirememiştir”. (İnkılap ve Kadro, s. 11-28). Bunun sebeplerini de yine bir Atatürkçü olan Niyazi Berkes, kendince ve kısmen de olsa şöyle ifade eder: “Türk devrimi, toplumdan, halkın kültüründen kopuk, yabancılaşmış bir okumuş yazmışlar, aydınlar sınıfı yarattığı için, aydınlar, topluma öncülük edecek büyük fikirler, eserler ortaya koyamadı. Aydınlar sadece devlete bağlı kaldı; topluma yabancılaştı. Bu yüzden sığlaştı.” (Türk Düşününde Batı Sorunu, Bilgi Yay.,Ankara:1975, s.227-28). Kökteki aydınlığın kaynağı “vahiy”den uzaklaşanlar, halkın dini olan İslam’la ve İslami kimliğiyle savaşarak, modern paradigmanın “ilerlemeci” tarih anlayışından kaynaklanan, çağdaş olanın mutlaka ileri olacağı yanılgısıyla, kaçınılmaz olarak aydınlanma sandıkları yeni karanlıklara savrulmuşlardır. Muharref geleneğin ürettiği hurafelere karşı olduklarını iddia etmelerine rağmen, aslında vahyin aydınlık saçan değerlerine karşı olanlar, sonuçta kendi ürettikleri Batı kaynaklı yeni hurafelerin esiri olmuşlar, üstelik bu modern hurafelerini resmi ideoloji haline dönüştürüp bütün topluma dayatma vahşetinin altına da imza atmışlardır. Aklı ve ilmi rehber edinme iddiası ile yola çıkmalarına rağmen, vahye düşmanlıkla kirlenmiş seküler akıllarıyla ürettikleri dogmalarla, basit ve geri ilkelerle selim aklı ve ilmi baskı altına alarak, esir edip kuşatarak, akla ve ilme bizzat kendileri ihanet etmişlerdir. Böylece, akletmenin, düşünmenin, tefekkür etmenin ve fikir ve düşünceleri özgürce açıklamanın önünü keserek, olumlu tüm gelişmeleri engellemişler, toplumun giderek gerilemesine, niteliksizleşmesine, sığlaşmasına yol açmışlardır. Sözüm ona geleneğin hurafelerinden kurtardıklarını iddia ettikleri toplumu, Batının seküler paradigmasına dayanarak, hatta onu bile saptırarak ürettikleri modern hurafelerin karanlıklarında boğmuşlardır.

Özgür ortamları ve temel hakları yok eden faşist eğitim kurumlarında, resmi ideolojinin tapınakları haline getirilen okullarda, bir yandan laik, seküler, halkın İslami kimlik ve değerlerine düşman bir eğitim dayatılıp, İslami eğitim hakkı engellenirken, diğer taraftan halktan alınan vergilerle yapılan bu okullara bile Müslüman halkın çocukları başörtüleriyle sokulmamış, kapılardan kovulmuş ve aşağılanmışlardır. Bu zulüm bugün çok yaygın bir biçimde ve bağnazca sürdürülmektedir. On binlerce başörtülü kızın eğitim özgürlüğü vahşice yok edilirken, “Haydi Kızlar Okula” nevinden kampanyalar açılarak, bir de utanmadan, bu mazlum kızlarımızla adeta alay edilmektedir.

Evrensel ölçü ve değerlere saygılı olması gereken, objektif bilgiyi hedef edinerek, objektif bilimsel yöntemleri kullanması gereken, hakikati aramayı çabalarının ekseni haline getirmeleri ve ideolojik tek yanlılıktan, bağnazlıktan, taassuptan uzak durmaları gereken bilim adamları ve bilim kurumlarının Türkiye’de tam tersi bir noktada, egemen dogmaların esiri konumunda ve tam bir taassup içinde oldukları ibretle müşahede edilmektedir. İşte bu ideolojik bağımlılık ve taassup eğitim kurumlarında ve üniversitelerde görevli kadroların yeni fikirler üretmelerini, bilimsel atılımlar yapmalarını engellemiş, bu ideolojik bağnazlık bilimsel ufukları sınırlandırmış, düşünce üretimini dondurmuştur. Bu kadroların resmi ideoloji kıskacında yetiştirdikleri gençlik de doğal olarak, kimlik ve şahsiyet kargaşası içinde, hedefsiz, niteliksiz, seviyesiz ve bunalımlı bir gençlik olmuştur.

İşte bu resmi ideoloji taassubuna dayalı, militarizme teslim olmuş, kışla haline dönüştürülmüş eğitim kurumlarında yetiştirilen, fıtratın erdemlerinden, İslami kimlik ve değerlerden uzaklaştırılmış, kendini ve Rabbini tanıması engellenmiş bu gençlik, şiddet, uyuşturucu ve fuhuş bataklığına sürülmüştür. Anketler ve istatistikler, utanma duygusu olanların başına yere eğecek zelil boyutlara işaret etmektedir. Araştırmalar, uyuşturucu ve fuhuş yaşının 10-11 yaşlarına kadar indiğini, şiddeti de esas alan çeteleşmenin ilk öğretim okullarına kadar yayıldığını ortaya koymaktadır. Sadece İslam’a karşı düşmanlık ve sadece İslami eğitimi engellemek amacıyla çıkarılan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”nun baskısı ve kuşatması altında materyalist, İslam düşmanı bir eğitim sistemiyle alınan sonuç işte budur.

Taklit edilen Avrupa’da bile çocuklar ailenin kabul edilip, ne tür bir eğitim almaları gerektiğini belirleme yetkisi de sadece aileye ait bir yetki olarak belirlenirken, güce dayalı “baba”lığın çok revaçta olduğu Türkiye’de Devlet “Baba”laştırılarak, çocuklar devletin kabul edilmekte ve çocuklarımız “Baba” devlet tarafından zorla alınıp/çalınıp, zorla resmi ideoloji istikametinde dönüştürülüp, devşirilmektedir. Onurlu tüm insanlar ve Müslümanlar olarak, çocuklarımızın zihinlerinde ve ruhlarında yaşatılan bu vahşete dur demek, itiraz etmek sorumluluğumuzu, vakit geçirmeden ve daha büyük kayıplar yaşanmadan yerine getirmek zorunluluğumuz vardır. Çocuklarımıza sahip çıkmalıyız ve onları ateşten koruyacak tedbirleri bir an önce almalıyız. Çocuklarımız istikbalimizdir, ne bugünümüzü, ne geleceğimizi, devletin sahibi olduğunu iddia eden cahil, bağnaz, niteliksiz, hevayı ilah edinmiş, taklide dayalı basit düşünceleri dogmalaştırmış geri kadroların insafına terk etmemeliyiz. Fıtri erdemlere, insanlık onuruna ve İslami kimlik ve değerlerimize sahip çıkmalıyız. Ne pahasına olursa olsun resmi ideoloji surlarını yıkarak, çocuklarımızı özgürleştirmeliyiz. Bedeli neyse ödemeyi göze alarak, özgür eğitim ve İslami eğitim hakkımızı almaya yönelik hak ve adalet mücadelemizi, sivil zeminlerde sonuna kadar sürdürmeliyiz.”

Bu içerik 2195 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon