Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   ALTERNATİF EĞİTİM KONFERANSLARI  >  2006
 
´İslam’A Ve Müslüman Halklara Yönelik Küresel Projeler Ve İslami Sorumluluğumuz´
Tarih: 12/06/2006
   


Konferansı sunan Mehmet Pamak, önce İslam’a ve Müslüman halklara yönelik küresel kuşatma hakkında detaylı bilgiler aktardı. ABD-İsrail-İngiltere öncülüğünde Batı medeniyeti adına, bir yandan çok önce hazırlanan işgal, istila, katliam ve sömürü planlarının 11 Eylül’den sonra uygulamaya konduğunu, diğer yandan da İslam’ı ve Müslüman halkları dönüştürme projelerinin gündeme sokulduğunu ifade etti.

Konferansı sunan Mehmet Pamak, önce İslam’a ve Müslüman halklara yönelik küresel kuşatma hakkında detaylı bilgiler aktardı. ABD-İsrail-İngiltere öncülüğünde Batı medeniyeti adına, bir yandan çok önce hazırlanan işgal, istila, katliam ve sömürü planlarının 11 Eylül’den sonra uygulamaya konduğunu, diğer yandan da İslam’ı ve Müslüman halkları dönüştürme projelerinin gündeme sokulduğunu ifade etti.

“Batılı kapitalist ülkeler, işgal, sömürü ve soygunlarla elde ettikleri ayrıcalıklarını, azgın hırsların güdümündeki lüks yaşam tarzlarını, ne pahasına olursa olsun sürdürmek ve bunun için dünyanın fakir ve güçsüz halklarını (hele bu halklar dünyanın enerji haritasının üzerinde bulunuyorlarsa), soykırımlar, katliamlar ve işkencelerle yok etmek istiyorlar. İslamın, tevhid, adalet ve özgürlük eksenli mücadeleyle insan onurunu kurtarıp yüceltecek mesajının insanlığa ulaşmasını, insanlara şahsiyet ve şeref kazandırmasını, baskı ve zulümlerle engellemeye çalışıyorlar. Çünkü böylesine İslami bir bilinçlenmeyle uyanacak insanların, fıtratın yoluna, insani erdem ve değerlere dönüş yapmasının sömürü düzenlerinin ve emperyal projelerinin sonunu getireceğini çok iyi biliyorlar. İşte bu sebeple, insana onur ve şahsiyet kazandıracak, dürüst, adil, haklara riayatkâr ve ilahi hukuka bağlı insanı ortaya çıkaracak ve böylece dünyada adaletin hakimiyetini sağlayacak tek kurtarıcı mesajı ihtiva eden İslam ve bu mesajın taşıyıcısı Müslümanlar yok edilmek isteniyor. Hegemonya ve sömürü hırsıyla, fakir ve güçsüz dünya halklarının kanlarına bulanmış, şirki, ifsadı esas almış, bunalımlı, tükenmiş, eşit ve özgür şartlarda yarışma takati kalmamış olan Batı medeniyeti dışında, “öteki” medeniyetlere yaşama hakkı verilmek istenmiyor.”

Pamak, konferansını şu başlıklar altında sundu:

1 – Batı kültür ve medeniyetinin temel dayanakları, böyle azgın ve fasid bir
medeniyeti ortaya çıkaran kültürel alt yapı ve bu yapının düşünsel kökleri
a – Grek- Roma putperestliği
b – Muharref Hıristiyanlık, Kilise despotizmi ve muharref Yahudilik
c–Ortaçağ karanlığından çıkış sebebiyle meydana gelen görece aydınlanmanın
ürettiği seküler kültür, modern paradigma ( Rönesans, Reform-
Protestanlaşma, Rasyonalizm, Hümanizm, Pozitivizm, laiklik, demokrasi)

2 – Batının sömürgecilik serüveni
- 15-16. yüzyıl - 17-18. yüzyıl - 19-20. yüzyıl - Yeni sömürgecilik 21. yüzyıl.
Bütün bu sömürgecilik serüveninde kullanılan kamuflaj malzemeleri:
- Hıristiyanlaştırma-kurtarma misyonunu öne çıkaran misyonerlik
- Barbar ve geri toplumları “uygarlaştırma”
- “Demokratikleştirme-özgürleştirme”
Bu sömürgeci emperyalist politikaların, geniş kitleler ve dünyanın mazlum halkları açısından yol açtıkları sonuç: kan ve gözyaşı, açlık ve sefalet.

3 – İslam’a ve Müslüman halklara yönelik emperyalist projeler
a – 20. yüzyıl sömürgeciliği,
- işbirlikçi ulus devletlerin oluşturulması,
- ilk misyonerlik faaliyetleri
- Türkiye örnekliğinde jakoben modernleştirme projelerinin uygulanması

b – 21. yüzyılımızı da çalmak üzere yeniden bölgemize gelen emperyalistler, “demokratikleştirme” adı altında, artık işlerine yaramayan despot işbirlikçilerini yenileriyle değiştirmek ve bölge halklarını kapitalist pazara eklemlemek istiyorlar.
Bu amaçla; şu projeler ardı ardına uygulamaya konuyor:
- İşgal, istila, katliam, işkence ve tecavüzlerle, direniş öbeklerini yok etme,
halkları sindirme ve teslim almak.
- BOP eksenli dönüştürme, “ılımlı İslam, Amerikan İslam’ı, Avrupa İslam’ı” gibi adlar altında sekülerleştirme projeleri ile bölge halkının din
anlayışını ve İslam algısını kapitalist emperyalizme uyumlu hale getirmek.
- Misyonerlik faaliyetlerine yeni hedefler belirleme ve “İsevi Müslümanlık” gibi
aldatma amaçlı daha rafine yöntemlerle, Kur’ani kavramları kullanıp
kendilerine göre tanımlayarak bölge halklarını Hıristiyanlaştırmak. Bu
mümkün değilse hiç olmazsa Kur’anı tarihe gömerek yada postmodern
yaklaşımla işlevsiz hale getirerek Batının seküler kapitalist kültürüne
eklemlenmelerini sağlayacak bir modernleşmeyi sağlamak.
- Tıpkı BOP gibi bir dönüştürme projesi olan AB’nin özellikle Türkiye’nin
Müslüman halklarını Batının seküler değerleri içinde asimle etmeye yönelik
talepleri ve İslamı ötekileştirmeye, yok etmeye yönelik çabaları
- “Dinlerarası diyalog” ya da “medeniyetler arası ittifak” adı altında
gerçekleştirilen dönüştürme projeleri ve tüm bu sekülerleştirme projelerinin
yerli destekçilerinin faaliyetleri.

c – Batı medeniyetinin sonunu getirecek intihar teşebbüsü

4 – İslami sorumluluklarımız :
Bu küresel vahşet karşısında, İslam dünyasına ve tüm mazlum halklara düşen sorumluluk, Hak, adalet ve özgürlükleri için harekete geçmektir. Bu küresel zulme, küresel kuşatmaya karşı onurlu bir küresel itirazı yükseltmektir.
Bu azgın ve sınır tanımaz saldırganlığı ortaya koyan ABD öncülüğündeki Batı medeniyeti, Toynbee’nin, “medeniyetler intihar ederek yok olurlar, ama cinayete kurban gitmezler” sözünün doğruluğunu ispat etmek istercesine intihara teşebbüs etmiş bulunmaktadır. Gerçekten de ABD Batı medeniyeti adına çöküşün son sahnelerini yaşamaktadır. Daha 1976 yılında “Nihai Düşüş” adlı eserinde, Sovyetler Birliği için “Çöküşü kaçınılmaz” diye yazmasıyla ünlü Fransız bilim adamı Emmanuel Todd’un “İmparatorluktan Sonra” adlı yeni eserinde, bu sefer de ABD için “ (aslında temsilcisi olduğu tüm Batı medeniyeti için de anlayabiliriz) “ABD yolun sonunda” tespitini yapmıştır. İşte bugün, ABD’nin ve öncülüğünü yaptığı Batının insana ve Rabbine yanacılaşmış makine medeniyeti, çöküşün son sahnelerini yaşadığını gösteren bir gidişat içinde debelenmektedir.

Aslında Batı insanı da dahil tüm insanlığın kurtuluşu anlamına gelecek bu intiharı, bu çöküşü çabuklaştırmanın yolu, bir yandan küresel itirazı yoğunlaştırmaktan, tüm insanlık için adlaleti, özgürleşmeyi, barışı, huzuru getirmeyi hedefleyen adalet ve özgürlük mücadelesini yaygınlaştırmaktan, diğer yandan İslam ümmetini vahyin ölçüleriyle yeniden inşa etme ve dünya insanlığına altenatif projeler sunma çabalarına süreklilik, nitelik, derinlik ve hız kazandırmaktan geçmektedir.

Var olan küresel kuşatmayı, küresel bir itirazı yükselterek, küresel bir sorumluluğu omuzlayarak, küresel ittifakları üreterek aşabiliriz. Bu amaca yönelik sahici projeleri, tevhid, adalet ve özgürlük ekseninde üretmeyi başarmalıyız. Dünya insanlığı, oluşturacağı küresel ittifakla ve adaleti temsil eden alternatif projelerle, kapitalizmi de tarihin çöp sepetine atmadan huzura kavuşamaz.
Medeniyetlerin iç çürüme ile intihar ederek yok olmaları da, yeniden inşa edilmeleri de çok uzun soluklu ve fedakârca mücadeleleri gerektirmektedir. Bizler de öncelikle İslam medeniyetini yeniden üretecek İslam toplumunu inşa etme sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz. Ümmeti vahiyle yeniden inşa etmenin projelerini üreterek, her şarta rağmen Nuh (as) misali tevhid gemimizi inşa etmeyi ısrarla sürdürmeli, bu anlamda yolu açmalı ve sürekli yeni umutlar yeşertmeliyiz.

Bize düşen sorumluluk, emperyalistlerin yok etmek ve dönüştürmek için sürekli yeni projeler hazırladıkları İslami kimliğimize, değerlerimize ve Kitabımıza ısrarla, ihlasla ve topluca sarılmaktır. Bireyden ümmete Kur’an merkezli yeniden inşa hareketini ısrarla ve tavize yanaşmadan sürdürmektir. Her şeye ve her şarta rağmen Kur’an neslini inşa çabalarımızı, istikrarlı, sürekli, planlı, disiplinli ve ilkeli projeler çerçevesinde yaygınlaştırmaktır. Kısa sürede sonuç almaya değil, zorluklardan yılmayan, bıkmayan, yorulmayan bir mücadele azmine endeksli uzun soluklu yürüyüşlere hazır olmaktır.
İnsanlığın muhtaç olduğu, tevhid, adalet, özgürlük eksenli, insanlık onurunun korunduğu nizam, tüm dünya insanlığını aydınlatmaya yine Ortadoğu’dan başlayacaktır. Yeter ki, biz Müslümanlar, sahip olduğumuz değerlerin bilincine vararak, doğru, güzel, şahsiyetli, adil ve güvenilir bir temsili gerçekleştirebilelim. Muhtaç olan tüm insanlığa, Kur’an’ın kurtarıcı, diriltici ve karanlıktan aydınlığa çıkarcı mesajını ihlasla taşıyabilelim.

Peygamberimizin bize şahitliğini örnek alarak karanlıktaki tüm insanlara vahyin şahitliğini yapacak güzel örneklerin sayısını arttırmalıyız. Emin, güvenilir, adil mü’minler olarak, içinde yaşadığımız toplumlara, insanlara hayırlı, iyiliği, adaleti temsil eden ve iyi komşuluk ilişkilerine dayalı doğru şahitliklerle vahyin mesajını taşımalıyız.
Bizim ömrümüz içinde ciddi sonuçlar alınamasa da, bu yolda onurlu bir duruşu ve ısrarlı bir yürüyüşü örnekleyerek, hiç olmazsa gelecek nesillere sahih bir din anlayışını ve doğru, ihlaslı, ilkeli bir mücadele geleneğini, samimi bir imanın sorumluluk bilincini, kulluk eksenli bir hayat tasavvuru çerçevesinde ümmeti yeniden inşa etme sürecini miras olarak bırakabilmenin sorumluluğunu mutlaka yerine getirmeliyiz.

Aynı zamanda, emperyalist projelere eklemlenen içimizdeki işbirlikçileri emri bil maruf yaparak uyarmalı, İslamı ve Müslümanları dönüştürme projelerini ve yerli destekçilerini ifşa ederek, İslam’da tahrifata engel olmaya yönelik çabalar göstermeliyiz. İslami kimliğin ve dinimizin sabitelerinin tahrif edilmesine yönelik yerli ve küresel çalışmaları takip edip uyarılarımızla bu ifsadı engellemeye çalışmalıyız.
Bizler adaleti ve merhameti temsil eden, hikmetli davranışı esas alan Müslümanlarız. Bizim değerlerimize hakaret edenlerin, bize zulmedenlerin bile kurtuluşuna vesile olacak, karanlıklardakileri aydınlığa çıkaracak bir mesajın adil şahitleri olmak en büyük sorumluluğumuzdur. Kimseye hakaret ve zulüm yapmamalı, ancak kendimize zulüm yapılmasına da asla müsaade etmemeliyiz. Yapılan zulümlere karşı suskun ve zelil bir konumda bulunmaktan kaçınmalıyız. Bilmeliyiz ki, gasp edilen haklarımızı ve özgürlüklerimizi, kimse bize hediye olarak vermez. Onları ancak onurlu bir mücadele sonucunda, bedelini ödeyerek geri alabiliriz. Fethedilmeyi bekleyen hak ve özgürlüklerimizi elde etmek ve Allah’ın rızasını kazandıracak bir hayatı yaşamak için, İslami mücadelemizi tavizsiz ve ilkeli bir biçimde, yılmak, yorulmak, bıkmak bilmeyen bir azim ve sebatla sürdürmeliyiz. Sonucu takdir etmek Allah’a aittir.

Bize zulmedenler, hakaret edenler bu davranışlarıyla tahrik etseler bile, onların dilinden değil, işgal edilmiş topraklar dışında şiddete başvurmadan, İslam’ın adil ve hikmetli diliyle konuşmayı ısrarla sürdürmeliyiz. Onların zulümlerini, adaletsizliklerini ve haksızlıklarını, asla kanıksamamalı, sivil alanlarda sesimizi yükselterek mutlaka itiraz etmeli, hesap sormalı, tepki göstermeliyiz. Keyfilikleri, zulümleri, haksızlıkları protesto ve ifşa edip, zalimlerin tarih ve toplum nezdinde layık oldukları utançla anılmalarını, körelmemiş, katılaşmamış vicdanlarda mahkum olmalarını sağlamalıyız.

Bölgemize yönelik küresel saldırılar, emperyal projeler karşısında bu bölgenin tüm insanları olarak birlikte bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi vermeliyiz. Aramızdan hiç kimse işbirlikçiliğe yanaşmamalı, hangi düşünce ve inancın sahibi olursak olalım bir birimize merhamet ve adalet ölçülerini aşan tarzda davranmamalıyız. Zalimlere, emperyalist işgalci güçlere ve işbirlikçilerine karşı mücadelede farklı içtihatlar gereği farklı yöntemleri esas almamızı da saygıyla karşılamalı, bu farklılıklardan dolayı birbirimizi düşman ilan etmemeliyiz. Güç birliği ederek, yardımlaşma ve dayanışmayla birlikte vereceğimiz mücadeleyle bölgemizi bağımsızlaştırdıktan, özgürleştikten sonra, tüm farklılıklarımıza rağmen iyi komşuluk ilişkileri içinde barış içinde bir arada yaşamayı başarmalıyız. Yoksa aramızdaki çatışmalar hep emperyalistlerin işini kolaylaştıracak ve zillet içinde yaşamak kaderimiz olmaktan çıkamayacaktır.

Bu bakımdan, Şii-Sünni ve diğer düşünsel farklılıklarımızı düşmanlık noktasına taşımamalıyız. İçtihat alanına giren farklılıklarımızı hoşgörüyle karşılamalı, mezhep ve meşrepleri aşan bir kardeşliği Kur’an ve sahih sünnet çizgisinde oluşturmaya çalışmalıyız. Şiddete ve zorbalığa başvurmadan birbirimizle komplekssiz bir biçimde konuşmayı mutlaka başarmalı, birbirimizin yanlışlıklarını, özellikle de akıde alanına giren sapmalarını, dinimizin sabiteleri, muhkemleri, temel ilkeleri alanındaki yanlışlıklarını Allah rızası için ilmi seviyede eleştirmeliyiz. Din konusundaki savrulmalara meşruiyet kazandırmamak, birbirimizin ahiretini kollamak anlamında yardımlaşmak ve Allah’ın dininin imajının ve masajının yozlaştırılmasına karşı sessiz kalmamak amacıyla, temel ilkeler alanındaki sapma ve savrulmalar hakkında birbirimizi delilini de göstererek uyarmalıyız. İmanımıza zulüm bulaştırmaya yol açan ve Hakkın batılla bulandırılması sonucunu doğuran bu tür bozulmaları ıslah etmeye çalışmak, birbirimize karşı “emri bil maruf ve nehyi anil münker” sorumluluğumuzu hakkıyla yerine getirmek en önemli yükümlülüğümüzdür.

Ancak cedele, şiddete ve zorbalığa başvurmadan gerçekleştirmemiz gereken bu uyarılara rağmen birbirimizi ikna edemiyorsak, meseleyi, hesap günü aramızda adaletle hükmedecek Rabbimize havale ederek İslami sorumluluklarımızı yerine getirmeye yönelik kapsamlı mücadelemize devam etmeliyiz. Yani fikirlerimizi birbirimize zorla kabul ettirmeye çalışmamalıyız. Herkesin kendini gerçekleştireceği bu imtihan dünyasında, isteyen istediği düşünceyi tercih edebilmeli ve hesabını da Allah’a vermelidir. Biz sadece uyarı ve emri bil maruf görevimizi yerine getirmekle yetinmeliyiz. Sürekli korunması gereken barış ve adalet ortamında bu tür ilmi uyarılarımızı tabii ki süreklilik arz eden bir biçimde yerine getirmeyi de sürdürmeli, yeni vesilelerle ıslah amaçlı bu tür eleştirilerimizi tekrarlamalıyız. Ancak asla şiddete başvurmamalıyız.

Mehmet Pamak sözlerinin sonunda, Almanya’daki gözaltını müteakip yapılan “Batının İslam Düşmanlığı ve Müslümanların sorumlulukları” konulu panelde ifade ettiği ve Almanca’ya tercüme edilerek Alman toplumuna da sunulan metni dinleyicilere aktararak şu hususların altını çizdi:

Bizler, imtihan sebebiyle bulunduğumuz bu dünyada özgür irademizle, din olarak İslam’ı tercih etmiş Müslümanlarız. Bu tercihimizden memnunuz ve hiç bir gücün arzusu ya da baskısıyla da bu tercihimizden dönmemiz mümkün değildir.

İnanıyoruz ki, tüm insanları yaratmış ve imtihan için dünyaya göndermiş olan Rabbimizin ayeti gereğince, dileyen iman etmek dileyen de inkâr etmek özgürlüğüne sahiptir.
İsteyen istediği dini ya da ideolojiyi özgürce tercih edip, özgürce yaşayabilmeli, imtihan için bulundukları bu dünyada insanlar kendilerini özgürce gerçekleştirebilme vasatına sahip olmalıdır. Kimse kimseye din veya ideolojisini ya da kendi ürettiği değerleri dayatmamalıdır.

İşte bugün, gerek Batıda, gerekse işbirlikçi yönetimlerce İslam coğrafyasında oluşturulan sorunların kaynağında hep bu alandaki engellemeler, baskılar, yasaklar ve dayatmalar vardır.
Bugün dünyanın her yanında Müslümanlar, kendi özgün kaynaklarına dayalı doğru din anlayışını terk etmeye, Batının seküler değerlerini evrensel kabul edip onlara teslim olmaya, asimile olmaya, kapitalist pazarın edilgen tüketici kitleleri haline dönüşmeye zorlanıyorlar. Biz Yahudi ve Hıristiyanları köklerindeki tevhid akıdesine dönmeye çağırıp üstelik bunu bile dayatmazken, onlar bizi kaynaklarımızdan kopmaya, Kur’an’dan ve tevhidden uzaklaşmaya ve imanımıza şirk bulaştırmaya çağırıyorlar ve bunu küresel projeler halinde dayatıyorlar.

Biz “lâ ikrâhe fiddin” ayeti gereğince hiç kimseye dinimizi dayatmayız ve “adaletle hükmetme” ilahi emri gereğince de asla adaletsizlikten, zulümden yana olmayız.
Ancak bizim inancımız gereği yapmaktan yana olmadığımız bütün bu zulümleri yüzyıllardır bize yapanların, Batıda ve İslam coğrafyasındaki cüretkâr uygulamaları göstermektedir ki, Batı yaptığı tüm bu zulümleri, insan hakları ihlallerini kendisi için hak kabul eden bir azgınlığa sürüklenmiştir.

Batı bu sebeple, zulme muhatap olan mazlum halkların itiraz ve direnişlerini bile yeni bir suç olarak nitelendirip, yeni hukuksuzlukların vesilesi kılmaktadır. İşgale direniş son derece doğal bir hak olduğu halde direnenleri “terörist”, işgale ve zulümlere karşı eleştiri ve protestoda bulunanları ise “kışkırtıcılık”la damgalayıp susturmaya, tasfiye etmeye çalışıyorlar.

“Biz, silah ve ekonomi bakımından güçlüyüz (ki bunun kaynağı da mazlum halkların çalınan imkanlarıdır) istediğimizi yaparız. Sizin bu zulümlere itiraz etmeye bile hakkınız yoktur” tarzında tezahür eden zulüm mantığı ile hareket ediyorlar.
Bu sebeple, ABD ve destekçisi AB ülkelerinin, İslam’a ve Müslümanlara yönelik bu çok boyutlu saldırılarını ve dönüştürme projelerini eleştirdiğimiz için sürekli baskı görüyoruz, yeni saldırılara muhatap kılınıyoruz.

Bizler Müslümanlar olarak, Allah’ın arzında, İslami kimliğimizle, insanca, Müslümanca ve özgür bir biçimde yaşamak istiyoruz. Bu talebimiz, hiçbir zaman ve hiçbir şartta vazgeçmeyeceğimiz ve asla tavize yanaşmayacağımız en temel hakkımızdır.
Bu temel hakkımızı, hiç kimsenin ve hiçbir gücün insafına da terk edemeyiz. Herkese ve herşeye rağmen bu temel hakkımızı elde etmek ve korumak zorundayız.
Bizler sahih bir İslam anlayışını, tevhid ve adalet dininin temel ilke ve ölçülerini öğrenmek, yaşamak ve tebliğ etmekle mükellefiz. Tüm insanlığın hayrına olacak kurtarıcı bir mesajı, bu anlamda merhameti ve zulme karşı adaleti temsil etmekteyiz.

Bu İslami sorumluluklarımızı yerine getirmemizi zorbalıkla engellemeye kalkışmayan, bize İslami kimliğimiz sebebiyle savaş açmayan, bizi yurtlarımızdan çıkarmaya çalışmayan başka din ve ideolojilerin müntesiplerine karşı aynı barışçı tutumu sergilemek, iyilik ve adaletle muamele etmek İslami kimliğimizin en temel gereğidir.
Başta Hristiyanlar ve Yahudiler olmak üzere, başka dinlerin müntesiplerine karşı adaletle ve iyilikle muamelemizin muhteşem örnekleri İslam tarihinin onurlu sayfalarında yer almış bulunuyor. İslam’ın gereği olan bu güzel örneklik, zulmün kalktığı ve barışın hakim olduğu ortamlarda daha güzel boyutlar kazanarak yenilenebilecek bir İslam ahlakıdır. (Bizim sorunumuz Yahudi ve Hıristiyanla değil, bunların siyonistleri ve faşistleriyle, İslam’a ve Müslümanlara saldırıp zulmedenleriyle.) Ancak geçmişte Müslümanlara sığınıp, insanlık onurunu yücelten adaletimizin gölgesinde huzura kavuşanlar ve dillere destan güzel komşuluk ilişkilerimize muhatap olanlar, bugün tüm dünyada Müslümanların topraklarını işgal ederek kan dökmekten utanmıyorlar. Ve bu sebeple de, söz konusu güzelliklerin gerçekleşmesinin önünü kesiyorlar.

Tabii ki, Batı da homojen değildir. Batı içinde, Yahudi, Hıristiyan, sol ve liberal kesimlerden, fıtratın sesine kulak vererek, zulme, haksızlığa, emperyalizme karşı çıkan erdemli ve dürüst insanlar da vardır. Kimi sol kesimler ve küresel karşıtları da bizim emperyalizme yönelik eleştirilerimize paralel tepkiler ortaya koyuyorlar. Bir çok Batılı aydın ve düşünce adamı, Batı medeniyetindeki çürümeye, kaba kuvveti esas alan azgınlaşmaya dikkat çekerek haklı ve ağır eleştiriler yöneltiyorlar. İşte bu kesimlerle, erdemli Batılılılarla emperyalizme ve zulme karşı kendi ilke ve kimliğimizi koruyarak ittifaklar oluşturabiliriz. Ancak ne yazık ki, bunların sayısı son derece azdır ve bu sebeple de iktidarları, karar mekanizmalarını etkileme gücünden yoksundurlar. Batıda egemen olan güçler, bu erdemli istisnalara rağmen emperyalist politikalarla mazlum dünya halklarının kanını dökmeyi sürdürüyorlar.


Bugün tüm dünyada ABD-İsrail-İngiltere öncülüğünde ve AB ülkelerinin desteğiyle;
- Topraklarımız işgal ediliyor, haklarımız, özgürlüklerimiz gasp ediliyor, insanlarımız korsanca kaçırılıyor,
- Müslümanca ve özgürce yaşamamız engelleniyor,
- İslami kimliğimiz saldırıya uğruyor, aşağılanıyor, İslami eğitim hakkımız yok sayılıyor,
- Dinimiz dönüştürülmek, reforme edilmek, protestanlaştırılmak isteniyor,
- Kadınlarımız, çocuklarımız tecavüze uğruyor, evlerimiz , camilerimiz bombalanıyor,
- Milyonlarca kardeşimiz katlediliyor, en ağır işkencelere, ahlaksız ve onursuz psikopat askerlerin tecavüzlerine uğruyor, Müslüman halklara yönelik soykırımlar gerçekleştiriliyor,
- İslam coğrafyasının hazineleri, kaynakları çalınıyor, sömürülüyor, Müslüman halklar açlığa ve sefalete mahkum ediliyor.


İşte bunca zulmün, vahşetin, sömürünün ve adaletsizliğin Batı literatüründeki adı “demokratikleştirme”, “özgürleştirme”, “uygarlaştırma” olarak ifade ediliyor. Bütün bu zulümlere ve emperyalizme itiraz etmek, kınamak, “zulmetmeyin” demek ise “kışkırtıcılık” sayılıyor. Halbuki biz, insanları birbirine karşı kışkırtmayı değil, kime yapılıyorsa yapılsın her türlü zulme karşı mazlumları ve adaleti savunmayı temsil ediyoruz. İnsanları birbirine karşı hem de silahlı bir biçimde kışkırtanlar ise, İslam coğrafyasında terör estiren, küresel korsan, emperyalist devletler ve bölgemizdeki işbirlikçileridir. Görüldüğü gibi Batıdaki İslam düşmanlığı lugatları bile ters yüz etmiş durumda. Batının lugatları bile çıldırmış, zulüm adalet, adalet zulüm sayılır olmuştur. İşgal ve katliam “özgürleştirme”, zulme itiraz ve özgürlük mücadelesi “terör” sayılmaktadır. Bu durum, insani erdemler alanındaki, fıtrattaki büyük dejenerasyonun nasıl bir hastalığa, insanlık onurunu yok eden bir paranoyanın nasıl bir çılgınlığa yol açtığını göstermektedir.

İşte tüm bu vahşetin ve çılgınlığın karşısında, hiçbir şey yokmuşçasına sessizce durmamızı, bunca haksızlık ve zulüm karşısında “dilsiz şeytan” rolü oynamamızı kimse bizden bekleyemez. İslami kimliğin adalet anlayışı ile bağdaşmayan böyle bir onursuzluğa asla razı olmayacağımız bilinmelidir. Zulme ve zalimlere karşı, hakkı haykırmaktan, tevhidi, adaleti ve ayrım gözetmeksizin tüm insanlar için insan hak ve özgürlüklerini savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Hiçbir güç, hiçbir silah ve hiçbir tehdit bizi, bütün insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirilmiş bulunan Kur’an’dan, bize onur ve huzur veren İslam’dan ve adaleti savunmaktan uzaklaştıramaz. Hiçbir baskı ve saldırı, Allah’ın izniyle bizi sindiremez, yılgınlığa sevk edemez, tevhid ve adalet yolundaki azmimizi kıramaz, hak yoldaki yürüyüşümüzden döndüremez. Kur’an’ın aydınlatıcı mesajını bugün bize zulmedenlere bile merhametle taşımaktan, onların bile kurtuluşu için çalışmaktan ve yeryüzüne adaleti hakim kılmak için mücadele etmekten bizi alıkoyacak hiçbir güç yoktur. Hiçbir baskı, yasak ve saldırı, bizi İslam’ın ve Müslümanların izzetini korumaktan, İslami kimliğimizi ve insanlığın onurunu savunmaktan vazgeçiremez. Emperyalizm bitene, işgaller sona erene, Müslüman halklar özgürleşene ve tüm dünyada adalet egemen olana kadar, itirazımız, özgürlük ve adalet mücadelemiz devam edecektir. Bu böyle bilinmelidir.

Batının zulüm odakları ne kadar azgınlaşırsa azgınlaşsın, fakir mazlum halkların kan ve gözyaşını akıtarak, alınterini ve kaynaklarını çalarak ürettikleri ileri teknolojiye dayalı silahları ne kadar kan kusarsa kussun, şunu bilmelidirler ki, insanlık onuruna aykırı adaletsiz sömürü sistemlerini ilelebet sürdürmeleri mümkün değildir.
Allah’ın izniyle, Batı insanı dahil tüm insanlığı karanlıktan, zulüm ve sömürü zindanından kurtarıp fıtratın yoluna sevk edecek ve onurlandıracak olan, vahyin ışığıyla aydınlanmış günler mutlaka gelecektir. “Allah nurunu tamamlayacağını vadetmektedir”. İşte bu sebeple, Allah’ın izniyle mutlaka, adalet zulme, insanlık onuru vahşete, ahlaki değerler ve erdemler işkence ve tecavüzlere galip gelecek ve bugün zulümde ısrar edenler tarihin utanç sayfalarında yer alacaklardır.

Bu küresel vahşet karşısında, İslam dünyasına ve tüm mazlum halklara düşen sorumluluk, Hak, adalet ve özgürlükleri için harekete geçmektir. Bu küresel zulme, küresel kuşatmaya karşı onurlu bir küresel itirazı yükseltmektir. Bu azgın ve sınır tanımaz saldırganlığı ortaya koyan ABD öncülüğündeki Batı medeniyeti, ’nin, sözünün doğruluğunu ispat etmek istercesine intihara teşebbüs etmiş bulunmaktadır. Gerçekten de ABD Batı medeniyeti adına çöküşün son sahnelerini yaşamaktadır. Daha 1976 yılında ” adlı eserinde, Sovyetler Birliği için “” diye yazmasıyla ünlü Fransız bilim adamı Emmanuel Todd’un “” adlı yeni eserinde, bu sefer de ABD için “ (aslında temsilcisi olduğu tüm Batı medeniyeti için de anlayabiliriz) tespitini yapmıştır. İşte bugün, ABD’nin ve öncülüğünü yaptığı Batının insana ve Rabbine yanacılaşmış makine medeniyeti, çöküşün son sahnelerini yaşadığını gösteren bir gidişat içinde debelenmektedir. Aslında Batı insanı da dahil tüm insanlığın kurtuluşu anlamına gelecek bu intiharı, bu çöküşü çabuklaştırmanın yolu, bir yandan küresel itirazı yoğunlaştırmaktan, tüm insanlık için adlaleti, özgürleşmeyi, barışı, huzuru getirmeyi hedefleyen adalet ve özgürlük mücadelesini yaygınlaştırmaktan, diğer yandan İslam ümmetini vahyin ölçüleriyle yeniden inşa etme ve dünya insanlığına altenatif projeler sunma çabalarına süreklilik, nitelik, derinlik ve hız kazandırmaktan geçmektedir. Medeniyetlerin iç çürüme ile intihar ederek yok olmaları da, yeniden inşa edilmeleri de çok uzun soluklu ve fedakârca mücadeleleri gerektirmektedir. Bizler de öncelikle İslam medeniyetini yeniden üretecek İslam toplumunu inşa etme sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz. Ümmeti vahiyle yeniden inşa etmenin projelerini üreterek, her şarta rağmen Nuh (as) misali tevhid gemimizi inşa etmeyi ısrarla sürdürmeli, bu anlamda yolu açmalı ve sürekli yeni umutlar yeşertmeliyiz. Bize düşen sorumluluk, emperyalistlerin yok etmek ve dönüştürmek için sürekli yeni projeler hazırladıkları İslami kimliğimize, değerlerimize ve Kitabımıza ısrarla, ihlasla ve topluca sarılmaktır. Bireyden ümmete Kur’an merkezli yeniden inşa hareketini ısrarla ve tavize yanaşmadan sürdürmektir. Her şeye ve her şarta rağmen Kur’an neslini inşa çabalarımızı, istikrarlı, sürekli, planlı, disiplinli ve ilkeli projeler çerçevesinde yaygınlaştırmaktır. Kısa sürede sonuç almaya değil, zorluklardan yılmayan, bıkmayan, yorulmayan bir mücadele azmine endeksli uzun soluklu yürüyüşlere hazır olmaktır. İnsanlığın muhtaç olduğu, tevhid, adalet, özgürlük eksenli, insanlık onurunun korunduğu nizam, tüm dünya insanlığını aydınlatmaya yine Ortadoğu’dan başlayacaktır. Yeter ki, biz Müslümanlar, sahip olduğumuz değerlerin bilincine vararak, doğru, güzel, şahsiyetli, adil ve güvenilir bir temsili gerçekleştirebilelim. Muhtaç olan tüm insanlığa, Kur’an’ın kurtarıcı, diriltici ve karanlıktan aydınlığa çıkarcı mesajını ihlasla taşıyabilelim. Peygamberimizin bize şahitliğini örnek alarak karanlıktaki tüm insanlara Bizim ömrümüz içinde ciddi sonuçlar alınamasa da, bu yolda onurlu bir duruşu ve ısrarlı bir yürüyüşü örnekleyerek, hiç olmazsa gelecek nesillere sahih bir din anlayışını ve doğru, ihlaslı, ilkeli bir mücadele geleneğini, samimi bir imanın sorumluluk bilincini, kulluk eksenli bir hayat tasavvuru çerçevesinde ümmeti yeniden inşa etme sürecini miras olarak bırakabilmenin sorumluluğunu mutlaka yerine getirmeliyiz. Aynı zamanda, emperyalist projelere eklemlenen içimizdeki işbirlikçileri emri bil maruf yaparak uyarmalı, İslamı ve Müslümanları dönüştürme projelerini ve yerli destekçilerini ifşa ederek, İslam’da tahrifata engel olmaya yönelik çabalar göstermeliyiz. İslami kimliğin ve dinimizin sabitelerinin tahrif edilmesine yönelik yerli ve küresel çalışmaları takip edip uyarılarımızla bu ifsadı engellemeye çalışmalıyız.Bizler adaleti ve merhameti temsil eden, hikmetli davranışı esas alan Müslümanlarız. Bizim değerlerimize hakaret edenlerin, bize zulmedenlerin bile kurtuluşuna vesile olacak, karanlıklardakileri aydınlığa çıkaracak bir mesajın adil şahitleri olmak en büyük sorumluluğumuzdur. Kimseye hakaret ve zulüm yapmamalı, ancak kendimize zulüm yapılmasına da asla müsaade etmemeliyiz. Yapılan zulümlere karşı suskun ve zelil bir konumda bulunmaktan kaçınmalıyız. Bilmeliyiz ki, gasp edilen haklarımızı ve özgürlüklerimizi, kimse bize hediye olarak vermez. Onları ancak onurlu bir mücadele sonucunda, bedelini ödeyerek geri alabiliriz. Fethedilmeyi bekleyen hak ve özgürlüklerimizi elde etmek ve Allah’ın rızasını kazandıracak bir hayatı yaşamak için, İslami mücadelemizi tavizsiz ve ilkeli bir biçimde, yılmak, yorulmak, bıkmak bilmeyen bir azim ve sebatla sürdürmeliyiz. Sonucu takdir etmek Allah’a aittir. Bize zulmedenler, hakaret edenler bu davranışlarıyla tahrik etseler bile, onların dilinden değil, işgal edilmiş topraklar dışında şiddete başvurmadan, İslam’ın adil ve hikmetli diliyle konuşmayı ısrarla sürdürmeliyiz. Onların zulümlerini, adaletsizliklerini ve haksızlıklarını, asla kanıksamamalı, sivil alanlarda sesimizi yükselterek mutlaka itiraz etmeli, hesap sormalı, tepki göstermeliyiz. Keyfilikleri, zulümleri, haksızlıkları protesto ve ifşa edip, zalimlerin tarih ve toplum nezdinde layık oldukları utançla anılmalarını, körelmemiş, katılaşmamış vicdanlarda mahkum olmalarını sağlamalıyız.Bölgemize yönelik küresel saldırılar, emperyal projeler karşısında bu bölgenin tüm insanları olarak birlikte bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi vermeliyiz. Aramızdan hiç kimse işbirlikçiliğe yanaşmamalı, hangi düşünce ve inancın sahibi olursak olalım bir birimize merhamet ve adalet ölçülerini aşan tarzda davranmamalıyız. Zalimlere, emperyalist işgalci güçlere ve işbirlikçilerine karşı mücadelede farklı içtihatlar gereği farklı yöntemleri esas almamızı da saygıyla karşılamalı, bu farklılıklardan dolayı birbirimizi düşman ilan etmemeliyiz. Güç birliği ederek, yardımlaşma ve dayanışmayla birlikte vereceğimiz mücadeleyle bölgemizi bağımsızlaştırdıktan, özgürleştikten sonra, tüm farklılıklarımıza rağmen iyi komşuluk ilişkileri içinde barış içinde bir arada yaşamayı başarmalıyız. Yoksa aramızdaki çatışmalar hep emperyalistlerin işini kolaylaştıracak ve zillet içinde yaşamak kaderimiz olmaktan çıkamayacaktır. Bu bakımdan, Şii-Sünni ve diğer düşünsel farklılıklarımızı düşmanlık noktasına taşımamalıyız. İçtihat alanına giren farklılıklarımızı hoşgörüyle karşılamalı, mezhep ve meşrepleri aşan bir kardeşliği Kur’an ve sahih sünnet çizgisinde oluşturmaya çalışmalıyız. Şiddete ve zorbalığa başvurmadan birbirimizle komplekssiz bir biçimde konuşmayı mutlaka başarmalı, birbirimizin yanlışlıklarını, özellikle de akıde alanına giren sapmalarını, dinimizin sabiteleri, muhkemleri, temel ilkeleri alanındaki yanlışlıklarını Allah rızası için ilmi seviyede eleştirmeliyiz. Din konusundaki savrulmalara meşruiyet kazandırmamak, birbirimizin ahiretini kollamak anlamında yardımlaşmak ve Allah’ın dininin imajının ve masajının yozlaştırılmasına karşı sessiz kalmamak amacıyla, temel ilkeler alanındaki sapma ve savrulmalar hakkında birbirimizi delilini de göstererek uyarmalıyız. İmanımıza zulüm bulaştırmaya yol açan ve Hakkın batılla bulandırılması sonucunu doğuran bu tür bozulmaları ıslah etmeye çalışmak, birbirimize karşı “emri bil maruf ve nehyi anil münker” sorumluluğumuzu hakkıyla yerine getirmek en önemli yükümlülüğümüzdür.Ancak cedele, şiddete ve zorbalığa başvurmadan gerçekleştirmemiz gereken bu uyarılara rağmen birbirimizi ikna edemiyorsak, meseleyi, hesap günü aramızda adaletle hükmedecek Rabbimize havale ederek İslami sorumluluklarımızı yerine getirmeye yönelik kapsamlı mücadelemize devam etmeliyiz. Yani fikirlerimizi birbirimize zorla kabul ettirmeye çalışmamalıyız. Herkesin kendini gerçekleştireceği bu imtihan dünyasında, isteyen istediği düşünceyi tercih edebilmeli ve hesabını da Allah’a vermelidir. Biz sadece uyarı ve emri bil maruf görevimizi yerine getirmekle yetinmeliyiz. Sürekli korunması gereken barış ve adalet ortamında bu tür ilmi uyarılarımızı tabii ki süreklilik arz eden bir biçimde yerine getirmeyi de sürdürmeli, yeni vesilelerle ıslah amaçlı bu tür eleştirilerimizi tekrarlamalıyız. Ancak asla şiddete başvurmamalıyız.

Bu içerik 4173 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon