Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   BASIN AÇIKLAMALARI  >  2007
 
İLKAV´ın düzenlediği ´İslami Kimliği Savunma´ konulu Basın açıklaması yapıldı
Tarih: 30/09/2007
   


Vakfımızın düzenlediği “İslami Kimliği Savunma” konulu basın açıklamasıAnkara Abdi İpekçi Parkı’nda yapıldı. Yoğun bir ilginin gösterildiğibasın açıklamasına Ahmet Kalkan ve Hamza Türkmen gibi İslami camianıntanınmış yazarları da katıldı.

İLKAV'ın düzenlediği "İslami Kimliği Savunma" konulu Basın açıklaması yapıldı


Vakfımızın düzenlediği “İslami Kimliği Savunma” konulu basın açıklamasıAnkara Abdi İpekçi Parkı’nda yapıldı. Yoğun bir ilginin gösterildiğibasın açıklamasına Ahmet Kalkan ve Hamza Türkmen gibi İslami camianıntanınmış yazarları da katıldı.

İlmi ve Kültürel AraştırmalarVakfı (İlkav)’nın düzenlediği “İslami Kimliği Savunma” konulu basınaçıklaması Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda bugün yapıldı. Yoğun birilginin gösterildiği basın açıklamasına Ahmet Kalkan ve Hamza Türkmengibi İslami camianın tanınmış yazarları da katıldı.


Kur’ani Kerim okunması ile başlayan basın açıklamasında ilk konuşmayı yapan İlkav Genel Başkanı Mehmet Pamak; “Yeni anayasa hazırlık çalışmalarının gündeme geldiği bu süreçte, halka daha yakın bir partinin büyük bir çoğunlukla mecliste ve hükümette olmasından rahatsız olanlar, üstelik Cumhurbaşkanlığını da halka kaptırmanın paniği içerisinde ülkede kaos ve gerginlik çıkararak, halka ve tamsicilerine sopa sallayarak, kendilerine iktidar ve rant sağlayan Kemalist statükoyu korumaya çalışıyorlar. Bu bağlamda, tam bir mahalle kabadayısı cüretkarlığıyla, halkın hak ve özgürlüklerini yok ederek oligarşik despotizmi güçlendiren darbe anayasasını savunarak, halkın özgürleşmesine karşı çıkıyorlar. Müslüman halkımıza, İslami kimlik ve değerlerimize, namazımıza, başörtüsümüze ahlaksızca saldırıp aşağılıyorlar.’’dedi

‘’Kendi ellerinden gasp ettikleri iktidar ve rantı kısmen de olsa alıp halka vermek isteyen AKP’yi yıpratmak ve haksız çıkarlarını, sömürü ve hortumculuklarını sürdürebilmek, zalim statükoyu koruyabilmek için can havliyle darbe anayasasına sahip çıkarak, AKP üzerinden İslam’a, İslami değer ve şiarlarımıza, İslamiş hayat tarzımıza yönelik hukuksuz ve ilkel baskı ve yasakları savunarak ısrarla sürdürmek istediklerini belirten Pamak, “İşte burada bir daha ifade ediyoruz ki, AKP İslamı ve Müslümanları temsil etmemektedir. Biz Müslümanlar kendimizi temsil ederiz. İslam’la ve Müslümanlarla sorunu olan varsa, İslamla hesaplaşmak, yüzleşmek isteyen varsa, İslamla alakası olmadığını sürekli vurgulayan AKP’yi değil bizi muhatap alsın. İşte bu sebeple bugün buraya, İslami kimlik ve şiarlarımızı temsil etmek ve savunmak üzere toplanmış bulunuyoruz. Değerli kardeşlerimiz bu onurlu görev için buraya geldiğiniz için Allah hepinizden razı olsun ve Rabbimiz bu kollektif ibadetimizi kabul buyursun inşallah.

İslama, İslami kimlik ve değerlerimize saldıranlar, aşağılayanlar, baskı ve yasaklarla İslami hayat tarzımızı yok edenlere sesleniyoruz: Yüreğiniz yetiyorsa, düşünce, fikir ve ideolojinize güveniyorsanız, bugün burada toplanan Müslümanlar olarak size meydan okuyoruz. Aslında bir kamu hakkı olduğu halde kendi çıkarlarınıza payanda yaptığınız medyanızı, ekranlarınızı açın, baskıcı, yasakçı ve hukuk dışı despot tutumunuzu da terk edin, yani her fikrin kendisini özgürce ifade edebileceği, temel hakların korunduğu özgür ortamlar oluşturun. Ondan sonra adam gibi oturup halkımızın önünde tartışalım. Bakalım kimin dini yada ideolojisi, ilkel, geri ve dogmatik apaçık ortaya çıksın.

İslam’la Müslümanlarla tartışmak, eleştirmek ve hesaplaşmak, gelecekteki hayat tarzınız için duyduğunuz kaygıları konuşmak istiyorsanız, bırakın İslam’dan uzak ve hatta İslam’a zarar veren bir partiyi de doğrudan Müslümanlarla konuşun. Dürüstçe geçin karşımıza adam gibi konuşalım ve aydınlatıcı mesajın, gözlerinizi kamaştıracak adaletini size anlatalım. Tüm endişe ve sorularınıza, İslamın karanlıklardan aydınlığa çıkarıcı ve insanlık onurunu yüceltici mesajını taşıyan Yüce Kur’an’la cevap verelim.

Herkes şunu kafasına koysun ki, biz bu ülkenin insanlarıyız. Barada doğduk, burada yerleştik, üstelik sizin aynı seküler kültürün müntesipleri olarak koşup gideceğiniz emperyalist ülkeler varken, bizim başka gidecek yerimiz de yok. Kendi ülkemizde, emperyalistlerin seküler kültürünü dayatmak için yaklaşık 80 yıldır yapageldiğiniz büyük zulümler, uyguladığınız yozlaştırıcı asimilasyon politikaları, şiddete dayalı modernleştirme/dönüştürme projeleri ve şahsiyetleri, kimlikleri baskıyla öğüten ideolojik eğitim sisteminize rağmen, bugün hâlâ bu ülkenin en sahici gerçeği ve gerçek sahibi Müslümanlar olarak dimdik ayakta duruyor ve size bu büyük zulmün hesabını soruyoruz” diye konuştu.

 

İnsanların kimliklerinin nasıl oluştuğunu ve Kur’an’ın önerdiği kimliğin netliği üzerinde duran Haksöz Dergisi Yazarı Hamza Türkmen, Türkiye’deki temel çatışmanın ümmet bilincine karşı dayatılan seküler ulusal kimlikle, vahye dayanan İslami kimlik arasında yaşandığını söyledi.

Türkiye’de Müslümanlığın üst kimlik olarak kabul edilmediğini örneklerle anlatan Türkmen, İLKAV’ın eğitim panelinde kemalist eğitimi eleştirdikleri ve İslami inanç ve düşüncelerini ifade ettikleri için şimdi M. Pamak’ın ve Y. Tanrıverdi’nin 301. maddeden yargılanma eşiğine gelmelerinin dayatmalara örnek olduğunu belirterek şunları söyledi: “İnsanlara kimlik teklif edilebilir; ama dayatılamaz. Herkes aidiyetini ve kimliğini özgür iradesiyle oluşturmalıdır. Şimdi gündemde sivil ve özgürlükçü anayasa tasarısı var. Ama bizleri kontrolü altında kemalist laik düzen o kadar buyurgan ki, tüm özgürlük taleplerine rağmen yeni anayasada içinde yaşadığımız toplumun kimliği kemalizme ve seküler ulusculuğa göre tanımlanmak isteniyor ve bu dayatmadan taviz verilmiyor. Şu bilinmeli ki kemalist ideolojinin dayatmasıyla asla özgürlükçü bir anayasa yapılamaz. Merkez güçler sivil anayasa deyip bazı özgürlük kırıntıları vererek, bizleri terbiye edilmiş müritlere dönüştüremeyeceklerini bilmeliler. Biz kimliğimizi beşeri otoritelerin büyüsü ile değil, bizi yaratan Rabbimiz’in evrensel mesajına, yani Kur’an’a göre oluşturduk ve oluşturacağız. Tabiiki her türlü zulme, dayatmaya, cahilliğe ve şirke karşı direneceğiz. Biz sadece kendimiz için değil, herkes için adalet, herkes için özgürlük istiyoruz. Ve tüm müslümanları, erdemli insanları tevhid, adalet, özgürlük mücadelesine davet ediyoruz. Zulme karşı direnen ve kimliğini Kur’an’ın aydınlığı altında biçimlendiren her insan şiarımızı tekrarlamalıyız: Üzülme, gevşeme, Allah bizimle”

Konuşmasına besmeleyle başlayan Yazar Ahmet Kalkan ise, ‘’Besmelenin bile yadırgandığımız bu toplum ve düzen global zulmün bir uzantısıdır. Bugün Afganistan’da, Filistinde Irak’ta, zulümler ve işgaller sürüyor. Amerika başta olmak üzere Batının dünyaya sunacağı bir değeri kalmamıştır. İslam dünyanın tek şansıdır. Ülkemizde de zulmün işgalin farklı boyutları sürmektedir, En büyük işgal ve en büyük zulüm topraklara karşı olan değil zihinlere ve gönüllere olan baskılardır. Belçika ve Hollanda’daki karikatürle saldırılar neyse basının başlatıp düzenin uyguladığı Diyarbakır’da bir okuldaki kız çocuklarının başörtüsünden dolayı baskı görmesi aynı şeydir.’’ dedi

Kuran’ın, zulmü sadece işkence anlamında kullanmamadığına dikkat çeken Kalkan, ‘’Sözgelimi şirkin en büyük zulüm olduğunu belirten Kur’an Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenleri zalim olarak vasıflandırır. Allah’ın mescidlerinde Allah’ın hükümlerinin anlatılmasına engel olmayı en büyük zulüm olarak nitelendirmektedir. Yeryüzünde şirk ve zulüm fitnesi kalkıncaya kadar mücadele etmeleri emrolunan Müslümanlar malesef dinlerini yeterince müdafaa etmekten bile aciz bir haldedirler. Okullarda müşrik bir vatandaşi yetiştirme düzenin en önemli görevi kabul edilmektedir.

Peygamberler kutsal isyan ateşini tutuşturan sivil itaatsizlik önderleridir. Onların izinden gitmesi gereken bizler de cihat meşalesini bizden sonraki kuşaklara taşıyan neferler olmalıyız’ şeklinde konuştu.

İlkav adına basın açıklaması okundu. Açıklamayı okuyan Abdurrahman Çeliker; “İslami kimliğe yönelik baskı ve yasakların tamamını bir basın açıklaması içinde saymak mümkün değildir. En büyük baskı ve yasaklardan birisi de eğitim alanında yaşanmaktadır. Bir yandan Müslüman halktan toplanan vergilerle finanse edilen “devlet” alanı ve laik eğitim kurumlarında İslami kimliğimizle, başörtümüzle memur, öğretmen ve öğrenci olmamız yasaktır. Diğer taraftan alternatif İslami alanlar ve İslami eğitim kurumları açmak da, yine taklit ettikleri Avrupa’nın aksine yasak kapsamındadır. Halbuki biz Müslümanların da, kendi dinimizin eğitim kurumlarını açmak ve çocuklarımızı bu eğitim kurumlarında kendi dinimize göre eğitmek vazgeçilmez, kısıtlanamaz en temel hakkımızdır. Çocuklar bizim çocuklarımızdır, devletin değil,bizimdir’’ diyerek önemli noktalara vurgu yaptı.

“İslami Kimlik Onurumuzdur”, “Başörtüsü onurumuz, Koryuyacağız”, “Kur’an-ı Hayata Taşıyacağız, “Zulme Karşı Direneceğiz”, ”Cuntaya Hayır Başörtüye Özgürlük“ gibi sloganların atıldığı basın açıklaması Çelkiker’in “Laik baskı ve yasaklara son, İslami hayata özgürlük. İslami kimlik onurumuz, koruyacağız.” sloganlarıyla son buldu.

Haksöz-Haber / Ankara






 

Basın Açıklamasının Tam Metni

Yaklaşık 80 yıl önce yeni sistem kurulurken, o gün tek örgütlü ve silahlı güç olan ordu yeni devletin sahibi olduğunu ilan etti. Silahlı bürokratların seküler ideolojileri halka rağmen yeni devletin resmi ideolojisi haline getirildi. Askeri bürokratların öncülüğünde oluşan oligarşik güç, saltanatı Osmanlı’dan devralıp sürdürdü. Osmanlı sultanlarının bile yapmadıkları, çağdaş sultanlarca yapılarak, bireysel ve toplumsal hayatın bütün alanları en ufak ayrıntısına kadar belirlenmeye kalkışıldı. Kıyafetten düşünceye, halkın neyi ve nasıl yapması gerektiği dikte ettirilmeye çalışıldı. Halkın, resmi ideolojiyle bağdaşmayan İslami kimliği, Batının seküler kültürüyle uyuşmayan yerli kültürü ve egemen ulus kimliğiyle bağdaşmayan Kürt kimliği düşman sayılıp dışlandı. Batıcı oligarşi tarafından dayatılan modernleştirme sürecinde ve egemen Askeri vesayet rejiminde devlet çürütüldü, toplum baskı ve yasaklarla kuşatıldı. İslami kimliğe yönelik baskıların ve başörtüsü yasağı başta olmak üzere halkımızı bunaltan bütün yasakların, haksızlıkların arkasında hep askeri bürokrat öncülüğündeki bu oligarşi yer aldı. Bu sebeple ülkemizdeki bütün sorunlara kaynaklık teşkil eden ana sorun hep oligarşik despotizm oldu. İnsanlar şapka giymeyi reddettiği için asılarak bedenleri sokaklarda teşhir edildi. Yapılan harf devrimiyle, insanlar bir gecede kendi kültürlerine yabancılaştırıldı. Bu tür zorla dönüştürme projelerine karşı çıkıp, İslami kimliğini ve değerlerini savunarak direnenler ise İstiklal Mahkemelerinde yargısız ve adaletsiz infazlara maruz bırakıldı. Camiler laik devletin yönetim ve denetimi altına alınarak, minarelerinden Arapça ezan okunması yasaklandı, halkın inandığı değerlerle alay edildi. Kur’an, ahırlarda hayvan dışkılarının arasında saklanan yasaklı bir kitap haline dönüştürüldü.

TC’ye egemen oligarşinin ve dayattığı resmi ideolojinin, İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanca tutumunun süreklilik arz eden bir tavır olduğunu biliyoruz. TC resmi ideolojisinin dini dışlayıp düşman sayan laiklik anlayışı Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa değil sadece İslam’a karşıdır. Bu sebeple karşıt oldukları da tüm dini semboller değil, sadece İslami sembol, değer ve şiarlardır. Tıpkı taklit ettikleri Batıda olduğu gibi. Bugün Avrupa’da bir çok ülkede, öğretmen ve memurların başörtüsü bağlamalarının yasak, kippa ve haç takmalarının ise serbest olduğuna dair yasalar çıkarılmaktadır. TC sisteminin kuruluşundan beri Müslümanların ibadetlerini kolaylaştıracak düzenlemeler laikliğe aykırı bulunurken, Yahudi ve Hıristiyanların ibadet günleri olan Cumartesi ve Pazar günlerinin resmi tatil sayılması laikliğe aykırı bulunmamıştır. Müslüman cemaat kurulması engellenip ve “tevhidi tedrisat” yasasıyla İslami eğitim yasak kapsamında tutulurken, Yahudi ve Hıristiyan cemaatlerin kendi dinlerinin eğitiminde serbest bırakılmaları da İslam’a karşı uygulanan düşmanca çifte standardın bir başka boyutunu oluşturmuştur. Biz bunları söylerken, tabii ki, diğer dinlere tanınan özgürlüklerin kaldırılmasını istemiyor, sadece Resmi İdeolojinin İslam’a ve Müslümanlara yönelik düşmanca tutum ve çifte standardına dikkat çekiyoruz.” Biz Müslümanlar, herkes için adalet ve özgürlük isteyen adil bir inancı temsil ediyoruz. Kimseye dinimizi, inancımızı, kimliğimizi dayatmıyor, hiç kimseye zulmetmiyoruz. Herkesin dilediği din ve düşünceyi özgürce tercih edip yaşayabilmesinden yanayız.

Elbette İslami kimliğe yönelik baskı ve yasakların tamamını bir basın açıklaması içinde saymak mümkün değildir. En büyük baskı ve yasaklardan birisi de eğitim alanında yaşanmaktadır. Bir yandan Müslüman halktan toplanan vergilerle finanse edilen “devlet” alanı ve laik eğitim kurumlarında İslami kimliğimizle, başörtümüzle memur, öğretmen ve öğrenci olmamız yasaktır. Diğer taraftan alternatif İslami alanlar ve İslami eğitim kurumları açmak da, yine taklit ettikleri Avrupa’nın aksine yasak kapsamındadır. Halbuki biz Müslümanların da, kendi dinimizin eğitim kurumlarını açmak ve çocuklarımızı bu eğitim kurumlarında kendi dinimize göre eğitmek vazgeçilmez, kısıtlanamaz en temel hakkımızdır. Çocuklar bizim çocuklarımızdır, devletin değil. Bu sebeple çocuklarımızın nasıl bir eğitim alacağına karar verme yetkisi de tıpkı taklit edilen Avrupa’da olduğu gibi sadece bizimdir, devletin değil. Buna rağmen laik devlet bize rağmen ve zorla çocuklarımızı resmi ideolojinin kıskacındaki seküler eğitimden geçirmektedir ki, bu en büyük zulümdür. Üstelik laik eğitimi dayatan devlet, bu okullara bile İslami kimliği yansıtan başörtü ile girmeyi de yasaklayarak zulmün daha da artmasını sağlamaktadır. Yani hem İslami eğitim hakkımız gasp edilmiştir, hem de laik eğitim kurumlarından başörtüsüyle eğitim almamız yasaktır.

Kemalist sistem, halka dinini, kültürünü ve kimliğini değiştirmeyi dayatıp, yerine seküler Batı kültürünü zor kullanarak ikame etmeyi esas alınca, halkın haklı tepkisinden korkmuş, bu sebeple, sürekli bir panik halini yaşayarak, halkı düşman sayan şiddete dayalı politikalar izlemiştir. İşte bu sebeple, kendisini koruma ve tahakkümünü sürdürme endişesi ile sistemini destekleyecek batı mukallidi Kemalist nesiller yetiştirmeye yönelik “tek tipçi” faşist eğitim programlarını Batıdan ithal ettiği modern paradigmaya ve yöntemini de Batının en jakoben versiyonuna dayandırmıştır. Kemalist sistem “devletçilik” ilkesini benimseyerek, halkına güvensizlik üzerine kurulu politikalarla her alanı, devletin kontrol ve denetimi altına almaya çalışmıştır. Bu güce dayalı kuşatma altında, resmi ideolojinin kulu olan materyalist nesiller, çıkarcı, seküler insanlar yetiştirilmeye çalışılmıştır. Dinde tevhide karşı olan Kemalizm’in, “tevhid-i tedrisat” kararıyla, farklılıkları yok eden, tek tipçi materyalist eğitim politikalarını esas alarak gerçekleştirdiği pozitivist eğitimle, fıtratlar bozulmuş, insanları ikiyüzlülüğe sevk eden, şahsiyetleri yıpratan ideolojik dayatma ve beyin yıkamalar sonucunda, çıkarcı, egoist, materyalist, niteliksiz yığınların ortaya çıkması sağlanmıştır. Eğitim alanındaki bu büyük erozyonla, düşünce alanında sığlık ve seviyesizlik yaygınlaşmış, toplumun eğitim ve kültür seviyesinde büyük irtifa kaybı meydana gelmiştir. Bu ideolojik eğitim sisteminde, ilmi anlayış ve akletme yeteneği dumura uğratılmış, düşünme kabiliyeti köreltilmiş, sonuçta sahih bilgi ile safsatayı birbirinden ayrıştırabilecek feraset ve kabiliyetten yoksun nesillerin ortaya çıkmasına yol açılmıştır.

Bununla birlikte egemen oligarşi, Batının seküler kültürünü dayatan modernleştirme projeleriyle, vahye, İslam’a ve İslami kimliğe savaş açarak farklı kavmi kimliklere sahip halkları kardeşleştiren bu ortak değerleri de ortadan kaldırmıştır. Sonuç olarak bu ülkede Türk’lerden sonra en fazla nüfusu oluşturan Kürt halkının potansiyel bir tehdit olarak algılanmasına; inkâr, asimilasyon ve zulüm politikalarına muhatap kılınmasına ve sonuçta Kürt sorununun doğmasına yol açmışlardır. Çeteci bir mantıkla kurulan sistem, 80 seneden beri bu alışkanlığından vazgeçmiş değildir. Şemdinli’de, Susurluk’ta ortaya çıkan çeteler bunun ispatı niteliğindedir. “İyi çocuklardan” oluşan bu çeteler, halkı, Türk, Kürt, Laz, Çerkez gibi kavmi kamplara ayırmış, birbirlerine düşmanlar haline getirmişlerdir.

Sonuç olarak ifade ediyoruz ki, 80 yıllık askeri vesayet rejimi ve askeri bürokrasinin öncülüğündeki oligarşinin tahakkümü artık son bulmalıdır. Halkımız kaybettirilmiş özgürlüğüne kavuşturulmalı, tüm yasaklar kaldırılmalı, gasp edilen hak ve özgürlükleri iade edilmelidir. Askeri yargı lağvedilmeli, askerleri de sivil mahkemelerin yargılaması temin edilmelidir. Böylece hiç olmazsa taklit edilen Avrupa’nın kendi halkına tanıdığı hak ve özgürlükler standardına riayet edilmelidir.

Bu ülkenin insanları olarak hak, özgürlük ve adalet mücadelemizden asla vazgeçmemeliyiz. Ne pahasına olursa olsun, bıkmadan, yorulmadan ve yılmadan büyük bir azimle baskı ve yasaklara ve yasakçılara karşı itirazımızı yükseltmeyi ısrarla sürdürmeliyiz. Unutmamalıyız ki, ancak fedakarca mücadele edip bedelini ödeyenler, zulme karşı zelil bir suskunluk yerine itiraz etmenin onurunu kuşananlar gerçek anlamda özgürleşebilirler.

Ey, imanın şerefini kuşanmış, adanmışlık ruhu ve kulluk bilinciyle sorumluluklarını müdrik olan Müslüman kardeşlerimiz! Başörtümüze, namazımıza ve topyekun İslami kimliğimize yönelik saldırıların yoğunlaştığı bir süreçten geçiyoruz. El ele, gönül gönüle, omuz omuza verip kolektif iradeyi üreterek, tüm bu zulümlere, ifsada karşı ıslah bilinciyle direnmek mecburiyetindeyiz. İnsanlık onurunu savunmak, tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesi vermek, vazgeçemeyeceğimiz, terk edemeyeceğimiz insani ve İslami sorumluluğumuzdur. Adaletin, merhametin temsilcisi ve tüm insanların özgürlüklerinin ayırımsız güvencesi olduğumuzu unutmamalıyız. Bize hayat bahşeden İslami kimliğimiz onurumuzdur. O halde onurumuzu ne pahasına olursa olsun korumalıyız.

Ne pahasına olursa olsun, Allah’ın izniyle bir gün mutlaka, kendi ülkemizde insanca, Müslümanca ve özgürce yaşama hakkımızı elde edeceğiz.

Laik baskı ve yasaklarla yok edilen İslami hayat tarzımızı ve gasp edilen tüm haklarımızı inşallah geri alacağız.

Laik baskı ve yasaklara son, İslami hayata özgürlük

İslami kimlik onurumuz, koruyacağız



İLKAV
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı





Bu içerik 2139 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon