Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   BASIN AÇIKLAMALARI  >  2009
 
İLKAV’dan Diyanete Çağrı: “Resmi Dini Bırak, Tevhid Dinine Dön”
Tarih: 07/10/2009
   


İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, camilere asılan resmi ideoloji mahyaları ile ilgili bir Basın Açıklaması yaparak; “Camilerimiz Kemalizm dininin tapınakları değil, İslam dininin sadece Allah’ın isminin yüceltilmesi gereken mabetleridir” hatırlatmasından sonra Diyaneti, Türk ulusalcılığı ile sentez edilmiş, modern hurafelerle kirletilmiş resmi dini bırakıp Tevhid Dinine dönmeye çağırdı. Mehmet Pamak açıklamasında özetle şunları söyledi: “Camilere asılan ulusal din resmi ideolojinin mahyaları konusu, Müftülükçe Vakıfların isteği, Vakıflarca da İstanbul Valiliğinin uygulaması olarak gösterilmektedir. Aslında bu üç kurumun üst bürokratlarının da ya ideolojik bağnazlıktan, ya yüreksizlikten ya da çıkarcılıktan kaynaklanan bir resmi ideoloji taassubu ve dayatması içinde oldukları bilinen bir gerçektir. Cuma konferansları sonunda, Müftülükten izinsiz Cuma namazı kılındığı için İLKAV konferans salonunu mühürleten, Cuma namazı kılmayı laik devletin iznine tabı kılan Diyanet değil miydi? Resmi ideoloji dayatmalarına karşı çıkarak, eğitimin ideolojik ve militarist kuşatmadan kurtulup özgürleşmesi için panel yapan ve resmi ideoloji törenlerini boykot bildirisi yayınlayan, İLKAV ve Özgür-Der kapatma davalarını da Vakıflar Genel Müdürlüğü ile İstanbul valiliği açmamış mıydı? Bütün bu kurumları ve resmi ideoloji dayatmalarını, camilerimizi bile Kemalizm dininin sloganlarıyla kirletme uygulamalarını protesto ediyoruz. Topluma özgürlük vaat ederek iktidar olan ve bu amaçla açılım çalışmalarına ise ancak yedi yıl sonra başlayan AKP hükümetinin, doğrudan kendi emri ve denetimi altındaki bürokratların, böylesine özgürlük düşmanlığı yapmaları ve ideoloji dayatmalarının karşısındaki edilgenliğini de kınıyoruz. Bu edilgenliği, ya beceriksizliğinin, emrindeki bürokratlarına bile söz geçiremeyecek kadar aciz olduğunun ya da özgürlük açılımı konusunda samimi olmadığının yahut da Müslümanlar hariç herkese özgürlükten yana olmasının göstergesi olarak değerlendiriyoruz. AKP hükümetine, eğer özgürlükler konusundaki açılımda samimi ise, bu açılıma öncelikle bürokrasiden başlaması ve bürokratları insan hakları eksenli bir eğitim ve uyum programından geçirerek bu yeni konsepte uymaya zorlaması gerektiğini, aksi takdirde sonuç almasının zor olacağını hatırlatıyoruz.”

İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, camilere asılan resmi ideoloji mahyaları ile ilgili bir Basın Açıklaması yaparak; “Camilerimiz Kemalizm dininin tapınakları değil, İslam dininin sadece Allah’ın isminin yüceltilmesi gereken mabetleridir” hatırlatmasından sonraDiyaneti, Türk ulusalcılığı ile sentez edilmiş, modern hurafelerle kirletilmiş resmi dini bırakıp Tevhid Dinine dönmeye çağırdı.
Mehmet Pamak açıklamasında özetle şunları söyledi:
 
“Camilere asılan ulusal din resmi ideolojinin mahyaları konusu, Müftülükçe Vakıfların isteği, Vakıflarca da İstanbul Valiliğinin uygulaması olarak gösterilmektedir. Aslında bu üç kurumun üst bürokratlarının da ya ideolojik bağnazlıktan, ya yüreksizlikten ya da çıkarcılıktan kaynaklanan bir resmi ideoloji taassubu ve dayatması içinde oldukları bilinen bir gerçektir. Cuma konferansları sonunda, Müftülükten izinsiz Cuma namazı kılındığı için İLKAV konferans salonunu mühürleten, Cuma namazı kılmayı laik devletin iznine tabı kılan Diyanet değil miydi? Resmi ideoloji dayatmalarına karşı çıkarak, eğitimin ideolojik ve militarist kuşatmadan kurtulup özgürleşmesi için panel yapan ve resmi ideoloji törenlerini boykot bildirisi yayınlayan, İLKAV ve Özgür-Der kapatma davalarını da Vakıflar Genel Müdürlüğü ile İstanbul valiliği açmamış mıydı? Bütün bu kurumları ve resmi ideoloji dayatmalarını, camilerimizi bile Kemalizm dininin sloganlarıyla kirletme uygulamalarını protesto ediyoruz. Topluma özgürlük vaat ederek iktidar olan ve bu amaçla açılım çalışmalarına ise ancak yedi yıl sonra başlayan AKP hükümetinin, doğrudan kendi emri ve denetimi altındaki bürokratların, böylesine özgürlük düşmanlığı yapmaları ve ideoloji dayatmalarının karşısındaki edilgenliğini de kınıyoruz. Bu edilgenliği, ya beceriksizliğinin, emrindeki bürokratlarına bile söz geçiremeyecek kadar aciz olduğunun ya da özgürlük açılımı konusunda samimi olmadığının yahut da Müslümanlar hariç herkese özgürlükten yana olmasının göstergesi olarak değerlendiriyoruz. AKP hükümetine, eğer özgürlükler konusundaki açılımda samimi ise, bu açılıma öncelikle bürokrasiden başlaması ve bürokratları insan hakları eksenli bir eğitim ve uyum programından geçirerek bu yeni konsepte uymaya zorlaması gerektiğini, aksi takdirde sonuç almasının zor olacağını hatırlatıyoruz.”
 
“Bilinmelidir ki, Camilerimiz Kemalizm dininin tapınakları değil, İslam dininin sadece Allah’ın isminin yüceltilmesi gereken mabetleridir. Laik devletin politikalarına hizmeti görev sayan Diyanetin, işgali altındaki cami ve mescidlerde yıllardır sürdürülen Türk ulusalcılığına dayalı resmi din propagandası artık sona erdirilmelidir. Camiler ve mescidler, resmi ideolojinin ve laik devlet politikalarının kuşatma ve işgalinden kurtarılarak, sadece Allah’ın isminin yüceltildiği, bütün kavimleri ve dillerini eşdeğer ve saygıdeğer kabul edip haklarını veren tevhid dininin ve ümmet bilincinin hâkim olduğu mekânlar haline getirilmelidir. Cami ve mescidlere egemen kılınan, Türk kavmini ve egemen resmi ideolojiyi temsil eden bayrak, slogan ve simgeler kaldırılmalı, sadece bütün kavimlerin ortak değerleri olan, vahye uygun ve ümmet bilincini temsil eden söz ve şiarlar bırakılmalıdır.”
 
Mehmet Pamak’ın Basın Açıklamasının Tam Metni:
 
1982 Darbe Anayasasının, Danışma Meclisi genel kurulunda kabul edilen metninde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili 190. madde şu şekildedir: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam dininin gerçek kural ve ilkeleri doğrultusunda, ..özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir….” Bu madde bilahare Milli Güvenlik Konseyi’nde görüşülürken değiştirildi ve bugünkü anayasada “Madde:136” olarak yer verilen bu hüküm şöyledir: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda... özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir. Bu hükümden de ve uygulamadan da anlaşılacağı üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı İslami bir kuruluş değildir. Laik devletin güdümünde, laik devlete destekçi ve laiklik ilkesini esas almak zorunda olan laik bir kuruluştur. Bakınız, Diyanet Dergisinin Eylül 1994 dönemine ait sayısında, Diyanet İşleri Başkanlığının bizzat kendisinin (hukuk müşavirinin kaleminden ve anayasa mahkemesi kararına da atıf yaparak) kendi konumunu nasıl da isabetle tespit ettiğini görmekteyiz; “Diyanet işleri başkanlığı, dini bir teşkilat değil, anayasanın 154. maddesinde belirtildiği üzere genel idare içinde yer almış idari bir teşkilat durumundadır...” “Diyanet işleri başkanlığının Anayasa’da yer alması şu zorunluluk ve nedenlere dayanmaktadır.” Dinin devletçe denetiminin yürütülmesi, din işlerinde çalışacak kimselerin yetenekli olarak yetiştirilmesi yoluyla dini taassubun önlenmesi……böylece Türk milletinin çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi, yücelmesi ana hedefinin gerçekleştirilmesi gibi nedenlere dayandığı...” ifade edilmiştir.
 
Görüldüğü gibi, tasvip ederek yayınladıkları bu ifadelerle kendileri dahi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dini bir teşkilat olmadığını itiraf etmektedirler. Dinin, laik devletin denetimi altına girmesi ve laik devletin işini kolaylaştıracak yetenekte din görevlilerinin yetiştirilmesi ve “dini taassub” adı altında laik devletin istemediği İslami düşünce ve yönelişlerin önlenmesi, resmi ideoloji taassubunun ise topluma hâkim kılınması ve resmi bir din anlayışının geliştirilmesi ve böylece toplumun Mustafa Kemalin hedef olarak gösterdiği “çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi”ni sağlayacak katkılarda bulunması nedenleriyle böyle bir teşkilatın kurulduğu bizzat Diyanet yetkiliklerince ifade edilmektedir.
 
Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da, dini cemaatlerin denetim altında tutulmasının yanında esas itibariyle “dinin devletçe denetiminin” Diyanet’in kurulmasının gerekçesi olarak zikredilmiş olmasıdır. Gerçekten bu çok çarpıcı bir itiraftır. Allah, dininin evrensel ölçülerini vazetmiş bulunmaktadır. İnanan insanlara düşen ise, ihlâsla bu ölçülere teslim olmaktır. Dileyene de inkâr etme özgürlüğü tanınmıştır. Ama bu dini, denetim altına almak, arzusuna göre yönlendirmek yetkisi ise hiç kimseye verilmemiştir. Ama maalesef kuruluş amacına sadakatle hizmet üreten Diyanet cami ve mescidlerde Allah’tan gayrısının ismini yüceltmeyi, “Türk-İslam sentezi”, “Türk ulusalcılığı”, “Türk İslamı” “milli din” vb kavramların gölgesinde laik devletin politikalarına uyumlu “resmi din” anlayışını yaygınlaştırmayı en önemli görevi bilmiştir. Nitekim yıllar önce bir Diyanet başkan yardımcısının kendi dergilerinde yer alan ifadesiyle, “70 yıl önce kurulan bu müessese, üzerine düşen görevi RESMİ BİR ANLAYIŞLA en güzel şekilde yerine getirmeye çalışmış ve halen çalışmaktadır.”
 
İşte bu sebeple, DİB, hutbe, vaaz ve yayınlarında, İslam’ın emrettiği ümmetçiliğin yerine sürekli Türkçü, ulusçu anlayışları ikame etmekte ve üstelik bunu İslam’ın bir gereği gibi sunarak, laik devletin ilke ve inkılâpları uğruna Allah’ın dininin ilke ve ölçülerini kurban etmekten çekinmemektedir. “Ulusal bayramları kutsamak”, “ulusal birliğe çağrı” “vatan sevgisi” “ulus devlete bağlılık” “vergilendirilmiş kazanç kutsaldır”, “polis haftası”, “orman haftası” muhtevalı ulus devlete, laik politikalarına ve ulusalcı resmi ideolojisine bağlılığı güçlendirici vaazlar, hutbeler, yayınlar yapa gelmektedir.
 
Eski Başkan Nuri Yılmaz, Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılmasını isteyenlere verdiği cevapta bu talep hakkında konuşurken; böyle bir teklifin “...Genel Kurmay Başkanlığı kaldırılsın mı kaldırılmasın mı?” düşüncesi kadar mantıksız olduğunu ifade ettikten sonra, bu kurumu laik devletle özdeşleştirerek, “Devlet düşmanlığı yapan kimseler diyanetin düşmanıdırlar...” açıklamasını yapmıştır. Ayrıca aynı Diyanet Başkanı, laikliği savunarak, “laiklik bir işbölümüdür, dünya işleri TBMM’ne din işleri de Diyanet işleri başkanlığına bırakılmıştır” ifadesini kullanmıştır. Bu tespit, Diyanet İşleri Başkanlığının, din için değil, laik sistem için taşıdığı önemi ortaya koymaktadır. Zaten Genelkurmay başkanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı aynı yasa ile kurulmuş laik devleti güvence altına almak amaçlı iki temel kurumdurlar. İLKAV’ın konferans salonunda Cuma namazı da kılınmasına ve laik devletin denetimi dışında hutbe ve konferans (vaaz) verilmesine bile tahammül edemeyen Diyanet İşleri Başkanlığı, Konferans salonumuzu mühürletip kapattırmıştı. Halen davası Danıştay’da devam etmektedir. Bu sebeple ifadelerimizi almak üzere görevlendirilen Diyanet müfettişi; “Siz Atatürk ilkelerine dayalı rejimi değiştirip, yerine İslami hükümlere dayalı bir devlet kurmak istiyormuşsunuz, bu konuda ne diyeceksiniz?” mealinde bir soru bile tevcih edebilmişti. Böylesine savcı mantıklı bir siyasi sorgulama, laik devletle bütünleşmenin, laik devletin ilkelerine, kurallarına aykırı gelen İslami hükümleri reddetmeye müsait bir ruh halinin ve laik devlete sadık görev bilincinin yansımasından başka bir şey değildi.
 
Yıllardır yaşanan başörtüsü zulmü konusunda (ki bu Allah’ın ayetine karşı savaş anlamını taşımaktadır) bile cılız ve pasif de olsa bir tepki vermeyen, bir açıklama yapma gereği de duymayan Diyanet’in başkanına basının sorması halinde verilen cevap ise utanç verici bir muhteva taşımıştır: “bu konu bizim görev alanımızın dışında kalmaktadır.” Bizim Atatürkçülük hakkındaki düşüncelerimizi sorgulamayı bile görev alanı içinde görenler, nedense Allah’ın bir ayeti yok edilmeye çalışılırken, “görev alanımıza girmemektedir” deyip seyretmeyi tercih edebilmişlerdir.
 
Geçmişten bugüne Diyanet İşleri Başkanlığının, Türk ulusalcılığını dini bir unsur gibi takdim edip, “Türk-İslam sentezi” istikametinde propaganda yapa geldiği gerçeği görülerek, hiç değilse bu özgürlükleri genişletme amaçlı bu açılım sürecinde bu zulümlere son verilmelidir. Bugün hâlâ, minareler arasına mahya olarak, Kemalizm dininin amentüsü olduğu ırkçı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt tarafından açıkça ifade edilmiş bulunan “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” ya da seküler kutsallara ait olan “Önce Vatan” gibi sözlerin asıldığı da dikkate alınarak, Diyanet’in hiç değilse kapatılana kadar, İslam’a hizmet adı altında başka din ve ideolojilere hizmet sunarak dinde tahrifata yol açması engellenmelidir.
 
Laik devletin politikalarına hizmeti görev sayan Diyanetin, işgali altındaki cami ve mescidlerde yıllardır sürdürülen Türk ulusalcılığına dayalı resmi din propagandası sona erdirilmelidir. Camiler ve mescidler, resmi ideolojinin ve laik devlet politikalarının kuşatma ve işgalinden kurtarılarak, sadece Allah’ın isminin yüceltildiği, bütün kavimleri ve dillerini eşdeğer ve saygıdeğer kabul edip haklarını veren tevhid dininin ve ümmet bilincinin hâkim olduğu mekânlar haline getirilmelidir. Cami ve mescidlere egemen kılınan, Türk kavmini ve egemen resmi ideolojiyi temsil eden bayrak, slogan ve simgeler kaldırılmalı, sadece bütün kavimlerin ortak değerleri olan, vahye uygun ve ümmet bilincini temsil eden söz ve şiarlar bırakılmalıdır.
 
Diyanet, "21. Yüzyıl Türkiye’sinde Hurafeler" adı altında bir kitap hazırlayarak, bu kitabı yayınlamaktaki amacını da şöyle izah etmiştir: "Başkanlığımız, inanç, düşünce ve sosyal hayatımızı etkileyen hurafeler konusuna önem vermiş, toplumu din konusunda ana kaynaklara dayalı doğru bilgi ile aydınlatmayı, dinimizin yasakladığı hurafelerin inançlarımıza karışmaması için gerekli tedbirleri almayı bir sorumluluk kabul etmiştir" Bu kitapla kimi geleneksel hurafelere savaş açan ve mesela "Gece tırnak kesenin başına kötü şeyler geleceğini ve günah olduğunu söylemek hurafedir" diyen, insanların nazar değmesinden korkarak, nazar boncuğu takmasını, muska taşımasını da hurafe sayan Diyanete sorumuz şudur; “laiklik iş bölümüdür” deyip laikliği savunarak, ulus devleti kutsayarak ya da seküler Türk ulusalcığına dayanan resmi din oluşturarak, ulusalcı kirlilikleri dinden göstererek, modern hurafeleri dinin içine katmayı ne zaman terk edecek ve şirke düşüren bu hurafeleri topluma “uzak durmaları gereken modern hurafeler” kitabını yayınlayarak ne zaman duyuracak?
 
 
Bir süre önce Meclis Dilekçe Komisyonu’na başvuran Kürtler, Cuma vaazlarının Kürtçe yapılmasını istemişlerdi. Türk ulusalcılığı ve laiklikle sentez edilmiş resmi bir din anlayışını temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sorumlu Devlet Bakanlığı ise anayasada devletin dilinin Türkçe olduğunu, Türkçe dışındaki bir dilde vaaz verilemeyeceğini belirterek öneriyi kabul etmemişti. Bir yandan Devlet TV’nundan Kürtçe yayının başlatıldığı bir süreçte bile, hem de evrensel olması gereken dini hizmet sunma iddiasındaki Diyanetin bu kraldan fazla kralcılığı/devletçiliği gerçekten ibret vericidir ve gerçek özgürlükçü açılımın öncelikle yapılması gereken yeri de işaret etmektedir. Diyanetin bu ırkçı yaklaşımlarla ırkçılığı reddeden tevhid dinine şirk bulaştırmaması, ümmet bilincini yaralayıcı tavır ve açıklamalardan uzak durması için gerekli tedbirler alınmalıdır.
 
Bu bağlamda ideal olanı ise, Müslümanlar ve İslam üzerindeki laik Diyanet denetiminin sona erdirilmesi, laiklikle de bağdaşmayan bu kurumun lağvedilmesi, İslami eğitim, öğretim ve ibadet alanının tamamen İslami cemaatlere terk edilmesi, cami ve mescidlerimizin özgürleştirilmesidir. Bu sonuç alınana kadar da, sistem içinde insan hakları temelinde alınacak tedbirlerle, Allah’ın tevhid dini dışında hiçbir din ya da ideolojinin propagandasının camilerimizde yapılamaması sağlanmalıdır. Bu süreçte, Cuma namazını izne tabi kılma vb keyfilikler, baskılar, hak ihlalleri son bulmalı, “din ve ibadet özgürlüğü”, hiç olmazsa devletin imzaladığı uluslar arası sözleşmelere uygun hale getirilmelidir. Yani sonuç olarak, laik devlet adına dini ve dindarı kontrol altında tutmak ve laik ulusalcı politikalar istikametinde yönlendirmek üzere kurulmuş laik bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı, ya kapatılmalı ya da sistem içi görece özgürleşme açılımlarından birinin de Din ve Diyanet alanında gerçekleştirilmesiyle işlevi değiştirilmeli,yıllardır sürdüre geldiği ulusalcı seküler “resmi din”e hizmeti bırakıp, “tevhid dini”ne dönmesi ve laik devlet adına dini denetlemekten uzaklaşıp İslami bir kurum hüviyeti kazanması sağlanmalıdır. Bilinmelidir ki, Camilerimiz Kemalizm dininin tapınakları değil, İslam dininin sadece Allah’ın isminin yüceltilmesi gereken mabetleridir. Diyanet’in iyi niyetli yetkilikleri ise, laik devletten değil Allah’ın azabından korkarak, İslam’a modern hurafeler katmaktan, vahyin ölçülerini ketmekten ya da batılla sentez etmekten sakınmalıdırlar.
 
Diyanet kapatılmayacaksa ya da kapatılana kadar sürecek uygulamasında, camilerde yapılan vaazlar ve okunan hutbeler merkezden belirlenmemeli, ulusalcı laik devletin denetiminden çıkarılıp, vahyin denetimi altına girmesini sağlayacak sistem kurulmalıdır. Resmi ideolojiye uygun biçimde ve devleti razı etmek için değil, Kur’an’a uygun bir muhteva ile ve sadece Allah’ı razı etmek için gerçekleştirilmesi gereken vaaz ve hutbelerde bölgede yaygın olan dil esas alınmalı, Kürt halkına Kürtçe, Arap halkına Arapça, Türk halkına da Türkçe hitap edilmesi sağlanmalıdır. Bir caminin cemaati içinde yeterli sayıda iki dilden cemaat varsa, tabii ki Kur’an’a dayalı ve resmi ideolojiden arındırılmış vaaz ve hutbeler hem Kürtçe, hem de Türkçe verilebilmelidir.
 
Diğer taraftan, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün Müftülüklere gönderdiği yazıyla “Ne mutlu Türküm Diyene”, “Önce Vatan”, “Türk öğün Çalış Güven”, “Ordumuzla Gurur Duyuyoruz” gibi resmi ideoloji Kemalizm dininin seküler kutsallarını gündeme getiren ifadelerin bütün büyük camilere mahya olarak asılmasının istendiği bildirilmektedir. Kemalizm dininin amentüsü mahiyetindeki dayatmaların, bugün dağlardan bile silinmesinin, okullardan kaldırılmasının tartışıldığı bir süreçte camilere asılması işgüzarlığı, bu bürokratların kraldan fazla kralcı tutumları dışında gerçekten anlaşılır gibi değildir. Bilindiği üzere İslami eğitim ve İslami davet çalışmalarını finanse etmek için tahsis edilmiş İslami vakıfların Türkiye bütçesini katlayacak büyüklükteki mal varlığı laik devletçe Evkaf Bakanlığı lağvedildiğinde hazineye devredilmiş ve bir kısmına da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün tasarruf etmesi sağlanmıştı. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, İslam şeriatına ve İslami eğitime tahsis edilmiş Vakıf mallarının üzerinde oturarak Kemalizm dinini dayatmaktan sakınması gerekmez mi? Devletçe el konulan vakıf malları ve gelirleri İslam’ın ve Müslümanların hizmetine verilmeli, bu varlıklar tahsis edildikleri amaçlara harcanabilmelidir.
 
Camilere asılan ulusal din resmi ideolojinin mahyaları konusu, Müftülükçe Vakıfların isteği, Vakıflarca da İstanbul Valiliğinin uygulaması olarak gösterilmektedir. Aslında bu üç kurumun üst bürokratlarının da ya ideolojik bağnazlıktan, ya yüreksizlikten ya da çıkarcılıktan kaynaklanan bir resmi ideoloji taassubu ve dayatması içinde oldukları bilinen bir gerçektir.Cuma konferansları sonunda, Müftülükten izinsiz Cuma namazı kılındığı için İLKAV konferans salonunu mühürleten, Cuma namazı kılmayı laik devletin iznine tabı kılan Diyanet değil miydi? Resmi ideoloji dayatmalarına karşı çıkarak, eğitimin ideolojik ve militarist kuşatmadan kurtulup özgürleşmesi için panel yapan ve resmi ideoloji törenlerini boykot bildirisi yayınlayan, İLKAV ve Özgür-Der kapatma davalarını da Vakıflar Genel Müdürlüğü ile İstanbul valiliği açmamış mıydı?
 
Bütün bu kurumları ve resmi ideoloji dayatmalarını, camilerimizi bile Kemalizm dininin sloganlarıyla kirletme uygulamalarını protesto ediyoruz. Topluma özgürlük vadeden ve bu amaçla açılım çalışmalarına ancak yedi yıl sonra başlayan AKP hükümetinin ise, doğrudan kendi emri ve denetimi altındaki bürokratların, böylesine özgürlük düşmanlığı yapmaları ve ideoloji dayatmaları karşısındaki edilgenliğini de kınıyoruz. Bu edilgenliği, ya beceriksizliğinin, emrindeki bürokratlarına bile söz geçiremeyecek kadar aciz olduğunun ya da özgürlük açılımı konusunda samimi olmadığının yahut da Müslümanlar hariç herkese özgürlükten yana olmasının göstergesi olarak değerlendiriyoruz. AKP hükümetine, eğer özgürlükler konusundaki açılımda samimi ise, bu açılıma öncelikle bürokrasiden başlaması ve bürokratları insan hakları eksenli bir eğitim ve uyum programından geçirerek bu yeni konsepte uymaya zorlaması gerektiğini, aksi takdirde sonuç almasının zor olacağını hatırlatıyoruz.
 
Ancak şunu bilsinler ki, ne yaparlarsa yapsınlar, bizler bu ülkede yaşayan Müslümanlar olarak, resmi ideoloji dayatan devlete ve bu militarist, ulusalcı, laik dayatmaya aracılık yapan tüm kurumlarına karşı tevhid, adalet ve özgürlük mücadelemizi, gerçek anlamda özgür olana ve gasp edilmiş tüm haklarımızı alana kadar, Allah’ın izniyle yılmadan, bıkmadan ve yorulmadan ısrarla sürdüreceğiz.
 
 

 

Bu içerik 4595 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon